Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  DÜNYADA İSLAMA KOŞANLAR
 








İmage

Bismillah her hayrın başıdır....

Ah samimiyet, ah samimiyet;
senin olmadığın yerde
hiçbir şeyin gerçeği kalmıyor
 
NF

Tıkla << Meal Radyo

Kuran Dinle



       "îslamı seçmek çağı seçmektir
  

Bütün fikir cereyanlarını ve düşüncelerini inceledim

bu yoldaki eserlerin tamamını okudum

hepsi hergeçen gün

değerini kaybetmeye mahkum

fani düşüncelerdir.


Bunun TEK istisnası KUR'AN'dır.

O eskimiyor aksine ,

TAZELENİYOR.

 "îslamı seçmek çağı seçmektir      


 

Fransız Düşünür-Komünist Parti Başkanı.                                                                                                               
 ROGER GARAUDY         


 
FRİSBAY - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

/////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

       BİZİM İÇİN AĞLAYAN  JAPON                            

Gerçek Hayat Dergisi :

 

 -İslam'a girdikten sonra
Müslümanlarla ilgili
hayal kırıklıklarınız oldu mu?

Japon LEYKO (LEYLA)

-Evet, hem de çok…

Bazı Müslümanların
İslam'ın emirlerini yerine getirmemeleri

beni çok şaşırttı,

hatta bu durum nedeniyle

=>>> BİRÇOK KEZ AĞLADIĞIMI HATIRLIYORUM<<<=

                               
                    

Müslüman Olan Japon LEYKO'nun İnanılmaz hayat hikayesi - YouTube <<< TIKLA

 

 

japon leyko'video' ile ilgili video



////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
 
 _hV3LWmQk_I<<TIKLA

  




İslam Kültür Merkezi ve New York'ta inşa edilen ilk cami 1991 yılında tamamlanmıştır.

NEW YORKTAKİ İLK CAMİ ile ilgili görsel sonucu

NEW YORKTAKİ İLK CAMİ ile ilgili görsel sonucu


New York'ta 'Müslüman Toplum Devriyesi' göreve başladı
NEW YORKTAKİ İLK CAMİ ile ilgili görsel sonucu

NEW YORKTAKİ İLK CAMİ ile ilgili görsel sonucu
New York'ta hem camii hem okul
New York'ta hem camii hem okul

BM'de cuma vakti

Birleşmiş Milletler'de bir cuma vakti



BM'de cuma vakti

EMİNE DOLMACI - 17.07.2011
 

Nemli ve sıcak bir güne daha başlayan Manhattan'ın 42. Sokak 1. Caddesi'ndeki Birleşmiş Milletler (BM) binasında saatler 13.00'e yaklaştığında Müslüman ülkelerin diplomatları arasında hareketlilik başlıyor.

Çeşitli renk ve modellerden oluşan kıyafetler içerisindeki bayan ve erkek diplomatlar 3. kata doğru yöneliyor. Bu hareketliliğin sebebi ne Suriye'deki çatışmalar ne de Arap Baharı. Müslüman diplomatlar, güvenlik görevlileri ve gazeteciler cuma namazını kılmak üzere BM'nin mescidine gidiyor. Türkiye'de namaz vakitlerinde duymaya alıştığımız ezan burada duyulmuyor. Ezan sesi ancak mescidin içine girildiğinde duyulabiliyor... Her renkten, her ırktan, her milletten insan, aynı safta omuz omuza vererek saf tutuyor. Cumanın hükmünü yerine getiriyor, adeta Mekke'de bir hac ibadetinde bir araya gelmiş insanların görüntüsüyle cuma namazını eda ediyor. Giyinme ve örtünme şekilleri birbirinden farklı kadınlar da bu kalabalığın hemen arkasında saf tutarak cemaatteki yerini alıyor. Çünkü kadınlar için ayrı bir mescit yok.

Dünya ülkelerini ilgilendiren önemli kararların alındığı Genel Kurul toplantıları, devlet başkanlarının buluşması ya da önünde yapılan protesto gösterileri ile tanıdığımız bir yer burası. New York'ta bulunan 39 katlı BM binasının başka bir özelliği daha var. 192 üye ülke arasında Müslüman olanların temsilcilerini haftada bir kez, 3. kattaki kütüphane bölümünde görebilirizer hafta ayrı bir müezzin ve ayrı bir imamın görev aldığı cuma namazlarında, her ırktan, her milliyetten ve renkten insanı görmek mümkün. Erkeklerin hemen arkasında saf tutan kadınların da ne kıyafetleri, ne örtünme biçimleri ne de fizikleri birbirine benziyor. Onlar da bizim camilerimizde görmeye alışık olmadığımız bir rahatlıkla, tek bir bölme halinde dizayn edilen mescitte hem hutbeyi dinleyip hem de cemaatle kılınan namaza iştirak ediyorlar. Bu mekân ve bu vakit, onların tek buluşma yeri ve zamanı.

İmamet de, temizlik de imece usulü

3. kattaki mescidin ne BM yönetimi tarafından ne de binada görev yapan Müslümanların kendi aralarından tayin ettiği bir imamı yok. Her hafta başka bir isim çıkarak ezanı okuyup kamet getiriyor. Yine başka bir isim ise hutbeyi okuyor ve namazı kıldırıyor. Cemaate öncülük ederek burada namaz kıldıran ve hutbe okuyan kişilerin hepsi İngilizce bilmiyor. İngilizce bilmeyenler Arapça olarak veya kendi lisanında hutbe okuyor. Cemaatten gönüllü bir tercüman ise okunan hutbeyi tüm cemaatin anlayabileceği bir dile yani İngilizceye çeviriyor. Yani yer BM binası olunca hutbe dili İngilizce, ibadet dili Arapça oluyor... Her ırktan, her renkten ve milletten insanın bir araya gelip küçük bir Mekke prototipi oluşturduğu bu mescit dışarıdan ziyaretçilere açık değil. Sadece burada yer alan diplomatlar, gazeteciler ve diğer çalışanlar kullanıyor. Mescidin temizliği ve ihtiyaçları için ise bizde olduğu gibi bağış kutuları konulmuş. Şeffaf bağış kutularına her hafta buraya ibadete gelen cemaat gönlünden ne koparsa, 5-10 dolar atıyor.

Hutbenin konusu da 'silahlara veda'

Geçtiğmiz hafta BM mescidindeki cumayı kıldıran Pakistanlı hoca, manidar bir hutbe okuyor. Konusu İslam ile şiddetin bağdaşmazlığı üzerine. Adeta, binanın hemen önündeki simge haline gelmiş, ucu bükülmüş silahla, 'silahlara veda' mesajıyla, aynı görevi yerine getiriyor. Pakistanlı isim sözlerine, "Allahu ekber deyip silah atanları görünce utanmaktan kendimi alamıyorum." ifadeleriyle başlıyor. Bu kelamın aslında ne anlama geldiğini de şu sözlerle aktarıyor: "Allahu ekber, elinde Kalaşnikof ile havaya atmayı değil, bu kelamın manası; farklılıkları Rahman'ın ismi altında toplamak ve insanları sırf Allah'ın yaratmasından dolayı muhabbet duymayı ifade eder." Müslümanların yaşadıkları ülkelerde birlik ve beraberliğin sembolü, ayrımcı değil birleştirici olduklarına dikkat çeken hutbede, "Müslüman kimseyi farklılığından dolayı kınamaz, başkalarının ayıbı ya da kusuru ile uğraşmaz." düsturunu da hatırlatıyor. Müslüman'ın vaktini boşa harcamayıp ilim tahsil edeceğini, çalışacak hiçbir şey bulamaz ise gidip başkalarına yardım edeceğini, buna da komşusundan başlayacağını ifade eden Pakistanlı imam, "Başkalarına yardıma da öncelikle komşusundan başlar. Amerika'da komşuluk hakkı diye bir kavram yoksa, bunu neden Müslümanlar oluşturmuyor?" sorusunu da soruyor.

 



İNGİLİZLERİ  DÜŞÜNDÜREN GÖRÜNTÜLER


İngilizleri bu görüntü düşündürüyor!

Daily Mail 'Bu fotoğraflar nüfus sayımı sonuçlarından daha iyi bir hikaye anlatıyor. Fo

toğraflar, İngiltere'de artık şimdiki trendler,

Hristiyanlık geçmişin

İslamiyet'in ise

geleceğin dini olduğunu gösteriyor'

diye yazdı.

 

30 Mayıs 2013 Perşembe







İngilizleri bu görüntü düşündürüyor!


İngilizleri bu görüntü düşündürüyor!




İngilizleri bu görüntü düşündürüyor!




 

Bilim Dünyası

--Prof.Dr.Maurice BUCAILLE( Fransa-Sorbonne Un.Rek)
--Prof. Eva de Vitray-Meyerovitch FRANSA MEDENİYETLER   ENST.DIRKT.
--Prof.M.Sven KALISCH GERMANY Münster Ün
--Roger GRAUDY Fransız Komunist Parti.Gn.Sek
--Ayşe MUSA A.B.D. Florıda Ün.
--Martın LINGS INGİLİZ
--Neil ARMSTRONG  A.B.D. Astronot
Sanat Dünyası
--Michael JACKSON A.B.D.
--Cat  STEVENS   Ing. Müzik Gur.
--BONEY-M   A.B.D. Müz.gur.Elizabeth Mıttchell -Maizie wıllıams
--Stevıe WONDER  A.B.D. Müzik.besteci Gör.Eng.
--Art  BLAKEY  ABD Caz
--Mory KANTE Y.Gine
--Julıa  WALKOWA  T.A.T.U Müz. Gur.
--Benno RAUSCH GERMANY Tiyatrocu
--Zeff CLEMENT Hollanda
--Native DEEN  ABD
--Dr.Deepak CHOPRA mevl.

Siyaset -Bürokrat  Dünyası
--
TorgutoCARDİLİ  İTALYA B.Elçi
--Peter H.CUNZ  İSVİÇRE Enerji Bak
--Wolfgan Anton SCHADDACH eğt
--Salıma ABDESLAM  M.vek.isp
Spor Dünyası
--Kerim ABDULCABBAR (Lew ALCINDOR) ABD   de tüm zamanların en büyük baskecisi
--Mike TYSIN  A.B.D. Boksör Dünya Şam.
--Ricardo KAKA BRAZIL  Futbolcu
--Abel Xavier  G.S.
--Anelka
Kanunsuzlar Dünyası
-Çakal CARLOS  Dün. en tehlikeli teöristi -Fransada hapishanede
İnanç Önderleri
--Yusuf  ESTES  A.B.D (Eski misyoner rahip)
--M. HERZOG  Germany     Eski Papaz
--Regıne FRORESE  rahibe bon
Medya
--Yovanne RIDLEY  INGİLİZ   Gazeteci
--Ulla G.KAMER GERMANY

Diğer
--Mefyu STIFUT  aust as
--Daısuke IZUTSU JAP
--Hanıfe- TOMİAKA  JAP
--Torıjori YAMAMADA JAP
--Dr.Gottfrıed SCHOTTKY GERMANY
--Rebecca-Michael merve kavakçı   ABD
--İNGİLTEREDE de 2006 da en fazla konan isim MUHAMMED




İşte Müslüman olan ünlüler




İşte Müslüman olan ünlüler 16

Jermaine Jackson - Müzisyen

Michael Jackson ın ağabeyi olan Jermaine 1989 yılında Bahreyn'e yaptığı bir gezi sonrasında İslamiyet'e geçti.

İşte Müslüman olan ünlüler 9
 

Fenerbahçe’nin eski Fransız yıldızı Nicolas Anelka 2004 yılının Mayıs ayının son haftası Birleşik Arap Emirlikleri’nde tatil yaparken Müslüman oldu. O tarihte İngiltere Premier Lig takımlarından Manchester City forması giyen Anelka, Dubai’de Al-Wassal Camii’nde bir müftü ve iki imamın huzurunda kelime-i şahadet getirerek islamı seçti
İşte Müslüman olan ünlüler 26

Kabir Suman - Müzisyen
Bengalli sanatçı Hinduizmi terkedip 2000 yılında Müslüman oldu.


İşte Müslüman olan ünlüler 2
Cat Stevens1977 yılında müslüman oldu ve Yusuf İslam ismini aldı.



İşte Müslüman olan ünlüler 11

Omar Sharif - Oyuncu
1955 yılında Mısırlı oyuncu Faten Hamama ile evlendi ve İslamiyeti seçti.


İşte Müslüman olan ünlüler 13
Danny Thompson - Rock ve caz müzisyeni Dünyaca ünlü caz müzisyeni Thompson 1990 yılında Müslüman oldu.

İşte Müslüman olan ünlüler 3

David Chapelle/ Komedyen
1998 yılında müslümanlığı seçti.



İşte Müslüman olan ünlüler 6
Lewis Arquette - Oyuncu
Eşini 1997'de kaybettikten kısa süre sonra Müslüman oldu.






http://www.dinodream.com/forum/uploads/kevinwalker/2005-05-02_001359_Resize_of_IMG_5595.JPG

Dünyanın her yerinden
müslüman olanlar 1 <<TIKLA

 

 Dünyanın her yerinden
Müslüman olanlar-2


 (MOSLEMS) World Stars Moslems - Müslüman Olan Ünlüler

Müslüman Olan
Avusturyalı Gencin Hikayesi.


Kanoute'nin
örnek müslümanlığı


 Müslüman olan
Finlandiyalı boksörden 



 toplu halde
musluman olanlar

 

BBC NEWS-
Müslüman olan
genç Hristiyanlar


 "Kariyerli Kadınlar
İslam'a Yöneliyor"

 

Müslüman olan
Avusturalyalı bayanın

 

Rus radyo spikeri Sofia,
nasıl Müslüman oldu?

Rus radyo spikeri Sofia, nasıl Müslüman oldu?

Müslüman oldu,
bir şey için çok pişman...


Müslüman oldu, bir şey için çok pişman...















İslamdan kaçanlar.
--
Hasn YAMAN İz.rah
DER SPIEGEL-DÜNYANIN EN SAYGI DUYULAN KİTABI 23 Aralık 2007 Pazar 21:46 Dergi, Kur’an-ı Kerim'i dünyanın en fazla saygı duyulan kitabı olarak gösterdi. Reklam Alman Der Spiegel dergisi Müslümanlar'ın kutsal kitabı Kur"an-ı Kerim'i dünyanın en güçlü kitabı olarak yorumladı. Dergi, Kur"an-ı Kerim'i dünyanın en fazla saygı duyulan kitabı olarak gösterdi. Almanya'nın önde gelen siyasi dergilerinden Der Spiegel, Kur"an-ı Kerim'i kapak konusu yaptı ve ''Kur"an: Dünyanın en güçlü kitabı'' başlığını kullandı. Dergi, "Savaş ve barış için sureler" alt başlığı altında 20 sayfa ayırarak, İslamiyet ve Kur"an-ı Kerim hakkında bilgi verdi. EN FAZLA SAYGI O"NA Yorumda, "Dünya üzerinde hiçbir esere Kur"an-ı Kerim kadar saygı duyulmadığı, aynı zamanda hiçbir eserden bu kadar korkulmadığı ve hiçbir eserin bu kadar kötüye kullanılmadığı" görüşü dile getirildi. Yazıda, "Kur"an-ı Kerim'in bir yasa olarak görülmesi ya da İncil gibi modern şekilde yorumlanabileceği konusunda Müslümanlar arasında farklı görüşlerin olduğu" ifade edildi. Ali Bardakoğlu"nun "İslamiyet ile modernliğin ne ölçüde bağdaşabileceğini Avrupa kapıları önündeki Türkiye gösteriyor" ifadesine yer verilerek Bardakoğlu'nun Papa 16. Benediktus ile el sıkışırken çekilen fotoğrafına da yer verildi. BÜTÜN NEBİ"LERİ KABUL EDER "Bardakoğlu'nun Türkiye'de din konusunda en üst yetkili ve reformcu bir din bilimci olduğu" belirtilen yazıda, "Bardakoğlu'nun, 'İslam dünyası her yerden gelecek eleştirilere açık olmalı ve kendi içinde tarafsız düşünce ve mantığı geliştirmeli' şeklinde konuştuğu" kaydedildi. Dünyadaki tüm Müslüman ülkelerden örnekler verilen ve Kur"an-ı Kerim surelerinden alıntılar yapılan yazıda, İncil'de anlatılan Adem ve Havva ile, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Meryem Ana ve Hz. İsa'nın da Kur"an- ı Kerim'de yer aldığına dikkat çekildi. Yazıda İslamiyet'in tarihçesi ve Hz. Muhammed hakkında da bilgilere yer verildi. AVRUPA"DA EN ÖNEMLİ DERGİ Altmış yıllık Der Spiegel dergisinde Kur"an-ı Kerim"in manşete çekilmesinin çok önemli bir gelişme olduğunu belirten yorumcular, Almanya"da milyonlarca trajı (1.800.00 bin) olan derginin Alman toplumuna Kur"an-ı Kerim"le ilgili olumlu mesaj verdiğini söylediler. Almanya"nın Köln Camii başta olmak üzere İslam"la ilgili birçok konuyu tartıştığı bir dönemde bu yayının yapılmasının toplumsal uzlaşı adına önemli bir yayın olduğu belirtiliyor. Kaynak: Bugün Gazrtesi




İslamdan Kaçanlar.

-.Hasan Yaman Rahip- İzmir
-Michael Nazı Ali  -Rochester İngiltere

Avrupa`da İslam`dan Dönenler

 

Nebil Şebib*

Bazı basın yayın organları zaman zaman İslam`ın dönüşümünü gündeme getiriyorlar. Müslüman alimler bu konuyu `ridde` (dinden dönme) bahsi altında Batılılar ise `Din değiştirme özgürlüğü` başlığı altında ele alıyorlar. Batılılar bu şekilde, İslam`ı fanatizm ya da insanları bir dine zorlamayla ilişkilendiriyorlar. Medya bu olguyu gündeme getirirken genellikle bireysel bazı durumlardan yola çıkarken bunun mevcut durumdan bir kopuş mu yoksa abartılı bir yaklaşım mı olduğu üzerinde duruluyor. Çok daha nadir hallerde ise `İslamdan dönüş` olgusu gerçek boyutlarıyla ele alınıyor. Bu olgunun gerçek anlamda toplumsal bir olguya dönüşebilmesi için geniş bir alanda yaygınlık gösteren bir toplumsal gerçeklik kazanması gerekiyor.

Olgunun Boyutları

Birinci örnek..23 Mart 2008 tarihinde, Rum Ortodoks Kilisesi`ne göre Fısıh Bayramı`nın hemen öncesinde Papa XVI. Benedict, 7 kişiyi vaftiz etme kararı alıyor. Aralarında 55 yaşındaki İtalyan Corriere Della Serra gazetesinin Genel Yayın Yönetmen yardımcısı Mısırlı gazeteci Mecdi Allam da bulunuyor. Allam, kendisini bu konuma getirme konusunda büyük katkıları olan Hıristiyan bir kadınla evli. İslam`a yönelik serte eleştirileriyle tanınan Mısırlı gazeteci, ayrıca İsrail`le ilgili her şeye müthiş bir hayranlık besleyen ve neredeyse aşırı sağcı İsrailliler kadar fanatik bir İsrail yanlısı ve aşığı. İsrail`de yayınlanan Haaretz gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda Allam, “İsrail, İslami terörün insanlık medeniyetine karşı mücadelesinde kendisine sığınılacak son kaledir.â€� ifadelerini kullanıyor. Bu tavrını da “İsrail Yaşayacakâ€� adlı kitabında son derece kışkırtıcı bir dille ifade ediyor. Bu yüzden İsrail tarafından defalarca ödüllendirilmiş. Katolikliği seçişini Papa`nın kendisini vaftiz ettiği ana kadar bir sır gibi saklamış. Üç çocuğunun isimleri onun bu yönelimini çok iyi bir şekilde gösteriyor. Çocuklarından birinin adı David.

Biraz da showa dönük bir şekilde Papa`nın kendisini vaftiz etmesi hakkında Semir Atallah, o dönem Şarkul Evsat gazetesinde yazdığı makalesinde iki duruma işaret etmişti. Birincisi, Fransız Le Monde gazetesinin Katolikliğin kalesi olan Latin Amerika`da 200 bin kişinin İslam`a girmesini; ikinci olarak da Katar`da çok az sayıda Hıristiyan olmasına karşın kilise açılmasını örnek vermiş ve bunları, dinlerin birbirlerini tanımaya başlamalarının bir göstergesi olarak yorumlamıştı.

Diğer bir örnek ise 22 Şubat 2007 tarihinde 120 üyeli `Eski Müslümanlar Merkez Konseyi` adlı bir kurumun kurulmasıydı. (Almanya`da Müslümanların nüfusu en az 3.5 milyon civarında). Bunu İngiltere, Hollanda, ve İskandinavya ülkelerinde aynı saldırgan tutuma sahip benzeri kurumların kuruluşu izledi. (Bunlar son derece küçük dernekleşmeler olup sadece İslam`a değil bütün dinlere saldırmaktadırlar.) Bu olaylar, güvenilir bir Alman kuruluşunun hükümetin isteği üzerine yaptığı bir araştırmanın dikkat çekici sonuçlarıyla aynı zamana denk geldi. Söz konusu araştırmada İslam`ı kabul edenlerin sayısının 5 bine ulaşarak yıldan yıla artış gösterdiği, 2005 yılındaki artışın ise daha önceki yılların dört katına çıkarak rekor seviyede olduğu ortaya çıktı.

Bu rakamlar yaklaşık rakamlar olup yüzlerce gösterge içerisinde küçük birkaç örnekten ibaret..Ancak İslam`ı kabul edenlerle karşılaştırıldığında sayısal olarak hiçbir önem arz etmeyen İslam`dan dönüş (irtidad) ya da başka dinlere geçiş olarak nitelendirilen olayların arka planını gösterme anlamında yeterli. O kadar ki, İslam`a ve İslam ülkelerine yönelik en fazla saldırıların yapıldığı bir ülke olan ABD`de en hızlı yayılan dinler arasına girmiş durumda. Dünyanın en fakir ülkelerinin bulunduğu ve yeryüzünün diğer yerlerine nazaran en fazla misyonerlik faaliyetlerine maruz kalan Afrika`da da en hızlı yayılan dinler arasında.

Bireysel İtkiler

Buna rağmen İslam`dan irtidat etmeyi sağlayan faktörlerin de masaya yatırılması gerekiyor. Böylece iki karşıt durum arasında kıyas yapmak mümkün hale gelebilir..

İlk örnek 55 yaşındaki Mine Ahadi..Kendisi eski Müslümanlar Yüksek Merkez Konseyi`nin başkanı. Kendisini küçüklüğünden itibaren İslam`ı terk etmiş ve komünizmi bir yaşam ve düşünce biçimi olarak kabul etmiş birisi olarak tanımlıyor. İslam`dan bahsederken hep genel şeyler anlatıyor, somuta inemiyor. Bu yüzden İslam`a olan saldırısı, klasik kadının ezilmişliğinden başlayıp otoriter yönetimlerle biten anlatımlardan farklı değil..

İkinci durum ise 46 yaşındaki Sabriye Dorotia Palm ile ilgili..O, 2007 yılında Müslüman olmuş bir şarkiyatçı. İslam`ı kabul ettikten sonra kendisini psikolojik açıdan rahat hissettiğini, özellikle günde beş kez dünya meşgalelerinden uzaklaşarak Allah`a yönelmesini sağlayan namazın kendisinde böyle bir his meydana getirdiğini söylüyor.

Bunun yanında iki karşıt resmi de masaya yatıralım..

Birincisi, yukarıda anlattığımız Mecdi Allam.. İslam`ı terk etmesinin hayatındaki fırtınalara bağlıyor. 1967 savaşı yıllarında siyasi ve medyatik manipülasyonlar yaşamış. Sonra da Mısır istihbaratı tarafından Yahudi bir kıza aşık olduktan sonra İsrail için casusluk yapmakla suçlanmış.

İkinci örnek: Eski adı Rodger Dutch yeni adı Arif Abdurrahman. İslam`ı 67 yaşında kabul etmiş. Kendi anlatımına göre gençliğini kumar makineleriyle hayır işlerini destekleme arasında gidip gelmekle geçirmiş. Sonra İslam hakkında okuma ve incelemeler yapmış.

Okyanusta Damla

Yukardaki örneklerin seçimini gelişigüzel bir şekilde yaptık. Ancak derinlemesine bir gözlem, İslam`a girme konusunu yalanlamaya çalışan genellemeci yaklaşımları savunan tezlerin zayıflığını gözler önüne serer nitelikteydi. Bu yaklaşımlara göre İslam`ı kabul edenlerin önemli bir bölümü, Müslüman bir bayanla evlenme isteğinden kaynaklanıyordu. Belki bir jenerasyon önce bu tezi kısmen kabul etmek mümkündü. Ancak bu yaklaşımlar, bir takım araştırmaların ve kaleme alınan kitapların teyit ettiği bir çok örnekle çelişki arz etmekteydi. Bu konuyla ilgili olarak yazılan kitaplar şunlardır: İbrahim Ahmed Buvani`nin Almanca yazdığı “Tercihimiz İslamâ€� adlı kitabı, Muhammed bin Ahmed`in “Allah`ın Hidayete Eriştirdiği Almanlarâ€�, Salahaddin Dican Borovnica`nın yazdığı “Akıl ve İman Birlikte. İslam`a Giden Yolumâ€�..

İslam`dan irtidata gelince iki nedenden dolayı temel nedenlerin tespit edilmesi zordur: İlki, dinden çıkanların sayısının azalması, ikincisi ise dinden çıkmalarının nedenlerini anlatırken medeni ve bilimsel bir üslubu çok az kullanmalarıdır. Gerçekten şahsi deneyimlerini anlatsalar bile ne düşündüklerini özetlemek mümkün olmamaktadır. Çünkü anlattıkları şeyler İslam`ın kendisiyle ilgili olmayan ya da bizzat İslam`ın da reddettiği şeylerdir.

İlkesel Öğretiler

Bu olgu; ya da daha doğru bir ifadeyle az da olsa mevcut olan İslam`dan dönüş olgusu, metodolojik olarak ele alınmayı hak etmektedir. Bu konuda yazılmış olan nadir kitaplardan bir takım nedenlerin de çıkarılması mümkündür. Özellikle de İslam`dan dönen insanlarla yapılacak doğrudan diyaloglar ve örneklemelerle bu olgu ele alınmalı, bununla da yetinilmemeli, kendisini Müslüman olarak gördüğü halde onun gereklerini yerine getirmeyi reddeden insanlar da incelenmelidir.

İslam`dan dönüş olgusuyla ilgili gözlenen en önemli nedenler şunlar olabilir:

Cehalet, örf-adet, yanlış eğitim ya da yetersiz bilinçlendirme nedeniyle İslam`ın buyruklarıyla İslam`ın gerek nassına gerekse ruhuna aykırı olan ancak İslam`dan zannedilen bir takım pratikleri birbirine karıştırma. Bu pratiklerle dar ufukluluk, fanatizm ve sertlik taraftarı olmak gibi bir takım hastalıklar ortaya çıkmakta.Batılı ülkelerdeki okul eğitiminin ve basın kültürünün İslam`dan dönüşe neden olabilecek kadar ağır olması. Bu tür örneklerde İslamiyet hakkında dile pelesenk edilen bir takım klişelerin sürekli tekrarlandığını görüyoruz: İslam Kadınları ezer, İslam otoriter bir dindir..vs. Bu durum, insanların derinlemesine bir inceleme-araştırma sürecine girdiklerinde hemen çökecek kadar temelleri çürük olmakla birlikte, toplumun kültürel atmosferini ve genel havayı etkilemektedir. Bunun en tipik örneği, Müslümanların uzun çağlar boyunca Muhammediler olarak isimlendirilmesine neden olan `Müslümanlar Muhammed`e taparlar` gibi bir takım klişelerin çöküşüdür.İslam`dan dönen bazılarının İslam karşıtı kampanyalardan etkilenmeleri..2001 yılında New York ve Washington`daki patlamalardan sonra giderek şiddetlenen İslam karşıtı dalganın medyada ve kamusal hayatta siyasi kaygılarla yaygın hale getirilmesi. İslam`ı sadece kültürel bir unsur olarak gören ve İslam`la olan bağı kimliğindeki din bölümünde İslam yazısıyla sınırlı olan bazı kişilerin İslam`ı terk etmeyi şöhret kazanma ve para elde etmenin bir yolu olarak görmeleri.Kamuoyunu yönlendirme ve etkileme konusunda başat role sahip bazı Batılı düşünce ve basın merkezlerinin 1968 yıllarındaki `Öğrenci Devrimleri` ya da `Cinsiyet devrimi` olarak adlandırılan olguların etkisi altında bulunuyor olmaları. Söz konusu kurumların başındaki ya da karar alma mekanizmasının üst basamaklarındaki tipler, dinden azadeliği, geleneksel olandan kopuşu temsil eden ve her türlü özgürlüğü kutsayan düşünsel, sanatsal ya da edebi bütün faaliyetleri, estetik değeri düşük de olsa topluma pompalamaya devam etmeleridir. Bu faaliyetler, sadece bir dine değil bütün dinlere düşmanlığı değişmez bir ilke olarak kabul etmiştir. Selman Rüşdi ve Teslime Nesrin gibi isimler bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Bu kişiler, İslam ülkelerinde yaşanan mevzi olayları sürekli olarak genelleştirmekte ustalaşmış, tek işi dindarların açığını aramak olan, başını açan bir kadınla ilgili tekil örnek üzerinden örneklemeler yürüten, bu tür olayları abartan, kendilerini `İslami fanatizm`in kurbanları gibi sunan insanlardır.Öfkeyle akıllılık arasında

İslam`la başka dinler arasında objektif bir karşılaştırma yapmak açısından İslam`dan dönüşün nedenlerini araştırma konusunda gayret sarf etmenin bir faydası yoktur. Hatta bunu, son derece sınırlı olgular olan Batı`da İslam`ın gerileyişi ya da İslam`dan dönüş olgusunun arkasında yatan nedenlerle ilgili olarak yapmak yararlı olmadığı gibi genel olarak dindarlaşmayla ateizm arasında yapmak da yararsızdır.

Sahip oldukları önyargılara bilimsellik maskesi giydiren bazı şarkiyatçılık merkezlerinin yapmış olduğu karşılaştırmalar da bu durumu yalanlayacak değildir. Bu olgu, bu satırlarda anlatılması yer darlığı nedeniyle mümkün olmayacak kadar geniş ve farklı alanlarda ele alınması gereken bir araştırmadır. Şarkiyatçı yaklaşımın sıkıntısı, İslam`dan dönenlerin anlattıklarıyla kendilerinin ortaya koyduğu sonuçla arasında bir bağlantının bulunmamasında yatmaktadır.

Bu kişilerin yaptıkları, `kasıtlı kışkırtma` kapsamına girecek türdendir. “Eski Müslümanlar Merkez Konseyiâ€� Genel sekreteri Arzu Toker bile bu küçük kuruma böyle bir ismin seçilmesini “Şu ana kadar bize önem vermemiş olmaları nedeniyle bilerek seçilmiş kışkırtıcı isimâ€� şeklinde açıklamaktadır. Bunu Alman İçişleri`nin yapmayı planladığı “İslam Sempozyumuâ€� için hiçbir “İslami Kurumâ€�un sempozyuma çağrılmamasını istemesi ve Müslüman örgütlerin bu sempozyuma sokulmaması fikrini en başından beri savunan `laikâ€� isimleri çağırmasına da teşmil edilebileceği gibi, bazı `Eski Müslümanlar`ın almakta olduğu `ölüm tehditleri`ne ve polisin, yanlarında gece gündüz dolaşacak korumalar vererek karşılık vermesine de genellenebilir.

Kışkırtma; öfkeleri hareket geçirmek için yapılan ve `hızlı tipler`i daha sert ve fanatik karşıt tutum almaya itme aracı olarak görülmektedir. Bu tür tutumlar medya açısından uygun ortamı yaratmasına yardımcı olduğu için istenen bir durumdur. Bu tip hareketlere itiraz eden kişi, her ne kadar bu olgudan kurtulmak istese de karşı tepki olarak bu olguyu abartma cihetine gitmektedir.

Bu durumun fiilen bir olguya dönüşmemesi için abartmadan kaçınmak, söz konusu durumları olduğu gibi aktarmaya ve derinlemesine düşünülmüş bir davranışa engel değildir. Madem ki istenen davranış, gerek Müslüman çevrelerde gerekse dışında bu pratiklerden etkilenmesi mümkün olan kişilere yöneltilmesi gerekiyor, öyleyse bunun ilk hedefi olan Müslümanlar, yönelimlerine göre, gerek elit kesim gerekse kitle olarak Batı`daki İslam`ın varlığına ilişkin büyük resmi çizeceklerdir.

Bu ise, karşıt bir kampanya başlatmak anlamına gelmiyor. Tersine; istenen, İslam`ın gerçeklerini ortaya koymak ve onu kapsamlı bir şekilde ele almaktır. Bu, bütün Müslümanların görevidir. Bu, akıllı ve dolaylı bir cevap olacaktır ama kısa ve uzun vadede doğru yönde bir etkide bulunacaktır.

Avrupa`da faaliyet göstermekte olan İslami örgütler bu tür olumlu faaliyetlere yönelmelidirler. Ancak, dengeli ve hedefi belirli olduğu zaman bireylerin bu konudaki faaliyetleri de etkili olmaktadır Burada örnek olarak şarkıcılıktan İslam`a dönüşün anlatıldığı `Kadimidir`in Mücevheri` `حلية كاديمير` adlı kitabın meydana getirdiği olumlu atmosfer verilebilir. İslam`ın gerçekleri ve kadının İslam`daki yeri ile ilgili manipülatif bazı kitap ve yazıların etkisini zayıflatmada bu kitabın tesiri büyük olmuştur. Bir başka örnek ise `Niçin öldürdün ey Zeyd` adlı kitaptır. Bu eser siyaset ve basın camiasında yakından tanınan Yurgin Todonhover tarafından kaleme alınmıştır. Etkisi halen sürmektedir.

Bu tür bireysel eserler, toplumda çok daha olumlu etkiler bırakmakta, kendisinden çok şey sudur etmekte ve İslami kurum ve kuruluşlar tarafından uygun bir şekilde benimsendiğinde bu eser `ölümsüzleşmekte`dir. Örneğin bu bireysel çabaları teşvik anlamında söz konusu İslami kurumlar, İslam`ın Batıdaki varlığına düşünce ve kültür alanında katkıda bulunanlara ödül vererek, Müslüman ve gayrı Müslimlerden düşünür ve entelektüellerin iştirak ettiği kültürel ve düşünsel paneller düzenleyerek, Avrupa`daki herhangi bir yerde yaşayan insanlardan İslam hakkında en güzel sözü seçecek bir komisyon oluşturarak ve bu kişileri ödüllendirerek katkıda bulunabilirler.

Bu sayılı örneklerin ortak paydası, Avrupa`da İslam`dan dönüşlere verilecek tepkilerin makul ve oturaklı olacağı ölçüde etkisinin uzun sürecek olması ve İslam`dan uzaklaşan kişilerin uzaklaşma nedenleri hakkında yazdıklarının ne kadar tutarsız olduğunun ortaya konmasıdır.

*Filistinli yazar

Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK.com için tercüme edilmiş




-

'Şu Müslümanları bir türlü Hıristiyan yapamadık'

Geçtiğimiz aylarda ‘Müslümanlar kendi gettolarını oluşturuyor’ sözleriyle tartışma başlatan Pakistan asıllı Piskopos Michael Nazir Ali, yeni bir tartışmanın da fitilini yaktı.

 

‘MÜSLÜMANLARI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN ÇABA’ İSTEDİ
İngiltere’de geçtiğimiz aylarda ‘Müslümanlar kendi gettolarını oluşturarak Hıristiyanlığa zarar veriyor’ diyerek tartışma başlatan Pakistan asıllı Piskopos Michael Nazir Ali, yeni bir tartışma daha başlattı. İngiltere’nin ‘İslam düşmanı’ olarak mimlenen tabloid Daily Mail gazetesinde yer alan bir habere göre, Rochester Piskoposu Michael Nazir Ali, İngiliz Kilisesi’nin Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için yeterince çaba göstermediğini söyledi.

‘KİLİSE LİDERLERİ GEREĞİNDEN FAZLA HOŞGÖRÜLÜ’ İDDİASI
Ali, Kilise yetkililerinin Müslümanlara karşı hoşgörülü davrandığını öne sürerek, bunun çok fazla bir hoşgörü olduğunu iddia etti. Birçok Kilise liderinin Müslümanlar arasında Hıristiyanlığı yaymaya yanaşmadığını söyleyen Piskopos Ali, kilise yetkililerinin, gösterecekleri çabaların geri tepmesinden endişe ettiğini kaydetti.








Başörtülüysen seninle hiç 'iş'im olmaz!

AVM'lerin hiçbirinde başörtülü tezgahtar yok'
Gülizar BAKİ   -   14.11.2010
 
Bilkent Üniversi-tesi'nde öğretim görevlisi olan Dilek Cindoğlu'nun hazırladığı rapor, başörtülü kadınların özel sektörde de çalışamadıklarını kayıt altına aldı. Cindoğlu, buna "yayılma etkisi" adını veriyor ve "Üniversite ve kamusal alandaki başörtüsü yasağı, özel sektörü ve hayatı da etkiliyor." diyor.
Ne kadar başarılı olursa olsun kadınlar başörtülü olduğu için hak ettikleri konumda çalışamıyor, daha düşük maaş alıyor veya geri planda çalışıyorlar.
Dilek Cindoğlu, 20 yıldır kadınlar üzerine çalışan bir sosyolog. Son yıllarda başörtülü kadınların çalışma hayatlarına dair araştırmalar yapıyor. Bilkent Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Cindoğlu, TESEV için "uzman mesleklerde başörtülü kadınlar" konulu bir rapor hazırladı. 79 uzman meslek sahibi (doktor, öğretmen, avukat, mühendis, eczacı...) kadınla birebir görüştü. Cindoğlu'nun Ankara, İstanbul ve Konya'da yaptığı görüşmeler sonucunda hazırladığı rapor, başörtüsü sorununun eğitimle sınırlı kalmadığını ispatlıyor.
Cindoğlu, inanç özgürlüğü ihlali olarak başlayan başörtüsü yasağının kısa sürede eğitim hakkı, çalışma hakkı, toplumsal hayata katılma hakkı ve tabii eşitlik hakkı gibi temel vatandaşlık haklarının ihlali şekline dönüştüğünü söylüyor. Rapor, başörtülü kadınların özel sektörde de çalışamadıklarını kayıt altına aldı. Cindoğlu, buna "yayılma etkisi" adını veriyor ve "Üniversite ve kamusal alandaki başörtüsü yasağı, özel sektörü ve hayatı da etkiliyor." diyor. Ne kadar başarılı olursa olsun kadınlar başörtülü olduğu için hak ettikleri konumda çalışamıyor, daha düşük maaş alıyor veya geri plana itiliyorlar.
Bu rapor aslında uzun soluklu bir çalışmanın ilk ayağı. Çalışmanın ikinci ayağı yani "Başörtüsü sorununun çözüm yolları" raporu önümüzdeki aylarda açıklanacak. Cindoğlu şimdilerde Amerika'daki uzman meslek sahibi başörtülü kadınların durumunu inceliyor. Geçtiğimiz ağustos ayından beri Amerika'da Columbia Üniversitesi'nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bulunan Cindoğlu, hazırlayacağı raporu mayıs ayında kamuoyuyla paylaşacak. Kendisini dindar olmayan bir sosyolog olarak tanımlayan Cindoğlu'yla "Başörtüsü yasağı ve ayrımcılık: Uzman mesleklerde başörtülü kadınlar" başlıklı raporunu konuştuk.
Böyle bir raporu, başı açık ve dindar olmayan bir kadın olarak sizin yapmış olmanız ilginç bulundu. Bu raporu başörtülü bir akademisyen hazırlasaydı ciddiye alınır mıydı?
Haklı olabilirsiniz. Başörtülü biri yapmış olsaydı belki "Aman canım bu kadınlar, kendi kendilerine oturup ağlıyorlar." denebilirdi. Benim için de şöyle bir risk var. Ali Bulaç gibi İslamî kesim içinde kadınların istihdamının çok da gerekli olmadığını düşünenler var. Onların tepkisi ne olacak? Bence bu çalışma, çeşitli yerlerde çeşitli rahatsızlıklara yol açacak. Hem bizim mahalleden hem de sizin mahalleden.
Bu çalışmaya nasıl başladınız? Sebebi neydi?
Bundan önce yaptığım iki çalışma, beni bu rapora getirdi. 1987'de "Kadına Yönelik Ayrımcılık" konulu bir çalışma yaptım. İnsanlarla yüz yüze gelen mesleklerde ayrımcılığa daha çok maruz kalınıyor diye örneklem olarak sekreter ve satış elemanı kızları aldım. Sonra 2007'de bir doktora öğrencim; "Sizin ayrımcılık çalışmanız var. Türban meselesinin tartışıldığı şu dönemde 'çarşıda türban' çalışması yapsak." dedi. Bu konuyu TÜBİTAK projesi olarak çalıştık. Orada da satış elemanlarının iş piyasasında yaşadıkları ayırımcılığı inceledik. Aslında ilk şaşkınlığımı bu çalışmada yaşadım. Alışveriş merkezlerindeki tezgahtar kızlarla görüşecektik. Önce Akmerkez'den, İstinye Park'tan başlayalım, dedik. Fakat çalışanlar arasında tek başörtülü yok. Tamam, buralar bizim mahalle, öbür mahallelere gidelim, dedik. Güneşli, Merter, Topkapı, Fatih oralarda da yok. "Burası İstanbul" dedik, başka şehirlere döndük. Ankara'da da aynı. Kayseri, Denizli ve Antep... Türkiye'de AVM'lerin hiçbirinde başörtülü tezgahtar yok. Müşterilerinin hepsi başörtülü olan ama çalışanlarının hiçbiri başörtülü olmayan alışveriş merkezleri var. Dikkat ettiniz mi hiç? Çok şaşırdım. Başörtülü çalışanlar yalnız sokak mağazalarında var. Ayırımcılığı ilk bu çalışmada duydum. Bu çalışmamdan haberdar olan TESEV, uzman meslek sahibi kadınlarla ilgili araştırma yapmayı teklif etti.
Çalışmanız sebebiyle başörtüsü sorununda taraf olarak görüleceğiniz endişesini yaşadınız mı?
Benim hangi tarafta olduğum gayet belli. Herkesin şaşırdığı zamanlarda başörtüsü özgürlüğü için ilk evet imzası atanlardan biriyim. Siyasi sebeple değil, tam tersine her kadının okuması ve çalışması gerektiğini düşündüğüm için destekledim.
TESEV, bu çalışmayı "Demokratikleşme Programı" çerçevesinde destekledi. Bu rapor demokratikleşmeye nasıl bir fayda sağlar?
Bireysel temel insan hakları; yaşama, eğitim ve çalışma haklarının elde edilmesi çerçevesinde önemli bir rapor. Bu ülkede kadınların yüzde 60'ı örtünüyorsa, diğer yüzde 40'ının olduğu gibi yüzde 60'ının da okuyabilmesi ve çalışabilmesi gerekiyor. Bu kadar basit. Hiç sofistike bir durum yok aslında.

BURASI TÜRKİYE
Başörtülüysen İŞ YOK!

İŞ imiz yok



19.12.2010 22:54




Yasak sadece kamuda değil, özel sektörde de etkili.



 

TESEV adına Doç, Dr. Dilek Cindoğlu tarafından yapılan başörtüsü araştırması, başörtüsü yasağının sadece kamuda değil, özel sektörde de etkili olduğunu tespit ediyor. 

BİLKENT Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Dilek Cindoğlu tarafından TESEV Demokratikleşme programı çerçevesinde yapılan Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık araştırması, bu kez yıllardır bir kangrene dönüşmüş meselenin istihdam tarafına bakıyor. Üniversite mezunu 79 başörtülü kadın ve 25 erkekle yapılan mülakatlardan oluşan araştırma, başörtüsü sorununa üretim alanlarından bakmayı öneriyor. Halen Columbia Üniversitesi’nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak görev yapan ve ödüllü araştırmalarıyla tanınan Cindoğlu saha araştırması bir yıl süren başörtüsü araştırmasını; Ankara, İstanbul ve Konya’da gerçekleştirmiş.

Doç. Cindoğlu’na göre başörtüsü yasağı kadınların sadece kamuda çalışmasının önünde değil, dalga dalga yayılarak özel şirketlerde görünür olmalarının önünde de, işe alımlarda da, terfilerde de, ücret politikalarında da belirleyici bir etken. Kadınların çalışamadığı için aile ve toplumda da itibar kaybına uğradığını anlatan Cindoğlu, bunun başörtülü kadınlarda kamusal alana katılma arzusunu artırdığını söylüyor.

-Bu çalışmanın en temel bulgusu nedir?
- Kamudaki başörtüsü yasağının, özel sektördeki uygulamaları doğrudan ve dolaylı yollarla nasıl etkilediği. Çok açık olan, kamudaki yasağın özel sektörü de etkilediği. Bu durumu, yasağın ‘yayılma etkisi’ diye tanımlamak mümkün. Ayrıca başörtülü kadınların, iş bulduklarında da, çalışma ortamlarında yine bu yasağın etkisi nedeniyle ‘görünmez’ olmaları isteniyor.

-Bu kadınların çalışamaması toplumu nasıl etkiliyor?
- Eğitimli kadınların işgücü piyasalarına katılamadığı bir toplumda, kadın işgücünün yaratıcılığından, üretkenliğinden, çözüm odaklı düşünme sisteminden söz edilemez. Bu durumda erkeğin rolünün evi geçindirmek, kadının rolünün de ev içi işleri yaparak erkeğe destek olmak olarak ayrıldığı geleneksel işbölümünün kadınların lehine değişmesi söz konusu olamaz.

-Başörtülü kadınlara dair istatistikler neler?
- Araştırma şirkelerinin verilerine göre başörtülü kadınlar, Türkiye’de yaşayan kadınların yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor. Ancak bunların arasında üniversite mezunu olanların oranı yüzde 16.4. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre ise Türkiye’de 2008 yılında kadınların sadece yüzde 6.5’i üniversite mezunu. Bütün bu verileri birleştirecek olursak, bu araştırmanın evreni bu yüzde 6,5’in yüzde 16.4’ü kadar küçük bir nüfustur. Yine Konda’nın 2008 araştırmasına göre, çalışan kadınların yüzde 59.4’ü başını örtmezken, yüzde 27.2’si ‘başörtüsü’, yüzde 12.7’si ‘türban’, yüzde 0.7’si de ‘çarşaf-peçe’ ile örtünüyor.

-Bir kesim, başörtülü bütün kadınlara aynı muameleyi yapıyor değil mi?
- Meslek sahibi başörtülü kadınları tek bir anlatıyla aktarmak mümkün değil. Gerek başörtüsü takmaktan, gerekse meslek sahibi olmaktan kaynaklanan benzerlikleri olsa da, bu kadınların tamamı aynı dünya görüşünü, toplumsal cinsiyet rolleri hakkında aynı kabul ya da itirazları paylaşmıyor.

-'Dindar kadın çalışmasa da olur' algısına ne diyorsunuz?
- Biz de görüştüğümüz kadınlara bu konudaki düşüncelerini sorduk. Hepsi de çalışmalarının önünde dindarlıklarından kaynaklanan bir engel olmadığı konusunda ısrar etti. Aksine eğitim sahibi olmaktan kaynaklanan özelliklerini ve kapasitelerini toplumun yararına kullanmanın dindarlıklarıyla bağdaşan, hatta dindarlıklarından beslenen bir arzu olduğunu anlattı. Bir kadının başörtülü olması, hayatının bütün alanlarını din referansı ile yorumlayacağı anlamına gelmiyor.

-İslami çevrelerde de İslam tarihine referans yapıp kadının çalışmasına karşı çıkanlar var.
- Bu argümanlara kadınların da cevabı ver elbette. Onlar da yine İslam tarihine dayanarak kadının gelir sahibi olma konusunda cezalandırılmadığı, aksine gelirinin eşinden dahi korunduğu üzerinde durdular. Bu çerçevede Hz. Hatice’nin çalışma öyküsü birçok defa gündeme geldi. Şu cümle önemliydi: “Fıtrat bize evde otur demiyor. Hz. Hatice çağının en iyi tüccarıydı.”

-Başörtülü kadınlara işverenlerin yaklaşımları nasıl?
- Kamuya girmek, sonra da başını açmadan çalışma zor olacağı için, bu kadınların özel sektörde çalışmaktan başka seçenekleri yok. Ve çoğunlukla da dindar-muhafazakâr işverenlere ait küçük ve orta işletmelerde çalışabiliyorlar. Ancak buralarda da, kadınların aleyhine işleyen ücret politikaları onları iş piyasalarından caydırıyor. Üç farklı işveren tipolojisi var: Hiçbir şekilde başörtülü kadın çalışan kabul etmeyenler, ‘Dışarıda örtebilirsin, ama içeride açacaksın,’ diyenler, başörtülü kadın çalıştıran ama düşük ücret verenler.

Dindar işverenler de ayırımcılık yapıyor


- Başörtülü kadın işyerinin vitrininde olamıyor değil mi?
- Vitrinde olmak bir yana çoğunlukla ‘görünmez’ olmaları isteniyor. Ve bunu henüz işe alım aşamasında bir pazarlık konusu yapıyorlar. Birçok işverene göre ortalıkta fazla dolaşan, görünen bir başörtülü kadın kurumun imajını zedeliyor.

-Başörtüsü bir işten çıkarma gerekçesi mi?
- Firmaların küçülmeleri gerektiğinde, işten çıkarmalarda gene başörtülü kadınlar önde geliyor. İşverenler, açıkça ‘Sen kadın olarak zaten aile geçindirmek zorunda değilsin, önce senin işten ayrılman doğal,’ diye bunu meşrulaştırıyor ve bu süreci onların dindarlıklarına dayandıran bir rasyonellikle açıklıyor.

-Peki dindar işverenlerin tutumları nasıl?
- Çok farklı değil. Dindar ve muhafazakâr işverenlerin işe alma konusundaki olumlu yaklaşımı dindarlıklarından değil, başka yerde iş bulamayacak insanları düşük ücretle çalıştırma fırsatından faydalanmak istemelerinden kaynaklanabiliyor. Bu gibi durumlarda, şirketin dindarlığı, yaptığı ayırımcılığı rasyonalize etmenin bir aracı haline geliyor.

Her mesleğin ayrımcılığı başka


Başörtülü kadın avukatlar, baroya kayıt yaptırırken ya da kayıt yaptırmış olsalar bile baro çalışmalarında engellerle karşılaşıyor. Kendi başına çalışamadığı için başka avukatların bürolarında çok düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Her şeyi göze alıp büro açan avukatlar da, duruşmalara kendileri giremedikleri için, vekili oldukları davacılar tarafından davalarını yeteri kadar takip etmedikleri suçlamalarıyla karşılaşıyor.

Öteden beri kadın mesleği olarak görülen eczacılık, başörtülü kadınlar için nispeten daha rahat bir çalışma ortamı sağlasa da, ayırımcılıklar yok değil. Ancak eczacılık gibi bir işte dahi bir eczacının günlük hayat içinde ilişkide olduğu kişiler, kurumlar ve meslek örgütleri, başörtüsüyle çalışmasına engel olabiliyor.

Kamuda öğretmelik yapamayınca, öğretmenlik yapmak isteyen başörtülü kadın için geriye özel dershanelerde ya da özel okullarda öğretmenlik yapmak kalıyor. Başörtüsüne göz yuman bazı özel eğitim kurumları olsa da, buralarda da ücretler ve çalışma koşulları başörtülü kadınların aleyhine oluyor. Dershanelerde çalışma saatleri kamudaki saatlerin iki misline çıkabilirken, ücretler yarısına kadar inebiliyor.

Başörtülü bir kadın gazeteci, örtüsüyle bazı kurumlara girmesi yasak olduğu için mesleğini tam olarak ifa edemiyor. Çünkü bir gazeteci olarak kamu kurumlarına, siyasi partilere, parlamentoya, mahkemelere, üniversitelere girme şansı yok.

Halkla ilişkiler ve reklam sektöründe ise başörtüsü bir tür ‘görüntü kirliliği’ olarak adlandırılıyor.

*Başörtülü bir kadın mühendis büyük şirketlerde iş bulmada zorluk yaşıyor. O yüzden de küçük veya orta ölçekli işletmelerde düşük ücretler karşılığında çalışmak durumunda kalıyor. Başörtülü mühendisleri iş icabı görüştükleri kamyoncular da ciddiye almıyor.

Başörtülü bir hekim, uzmanlığını alabilmek için Tıpta Uzmanlık Sınavı’na girmek, eğitim sonrası meslek içi eğitim için hastanelerde düzenlenen kurslara katılmak, meslek örgütleriyle ilişki kurmak durumunda. Ama başörtüsü yüzünden bunların hiçbirini yapamıyor. Aynı süreçler sağlık sektöründeki hemşire, psikolog, rehabilitasyon uzmanı gibi meslekler için de işliyor ve bir yerde.

Terfi yok, mesleki saygı yok, takdir yok...


Dilek Cindoğlu: “İşe başvururken vermeleri gereken ilk karar, özgeçmişlerini resimli mi resimsiz mi gönderecekleri. Başörtülü resimle özgeçmiş yollamak, çoğu zaman ayrımcılığı baştan kabul etmek anlamına geliyor. Öte yandan, özgeçmişe başörtülü resim eklememek de, başvurunun ciddiye alınmaması riski taşıyabiliyor. Resimsiz gönderilen özgeçmişle görüşmeye çağırılan başörtülü kadın bu sefer görüşme sırasında başörtüsü üzerinden çeşitli müzakereler yaşıyor.

Çalışma hayatına girebilen kadınlar buradaki deneyimlerini anlatırken ilk olarak görmeyi bekledikleri mesleki saygıyı görmediklerini anlattı. Kendi çevrelerinde onlara ‘evin kızı’ olarak bakılması gibi. Öncelikle yazılı sınavlarda başörtüsüz resim vermek ve başörtüsüz sınava girmek gerekiyor. Kamuda örtülü olarak çalışmak yasak ya da oldukça güç ama başörtülü bir kadının işe girdikten sonra ne yapacağı, söz konusu kurumun ve yöneticinin uygulamadaki farklı tutumları ile belirleniyor.

Başörtüsünü açması yolundaki telkinlere sıcak bakmayan kadınlar en hafifinden arka odalarda, görünür olmadan çalıştırılıyor ya da çeşitli sicil cezalarına çarptırılarak işten uzaklaştırmaya kadar giden cezalar alıyor. Bazı kadınlar bu durumda çalışırken başlarını açtıklarını, okul ya da dairenin kapısında başlarını kapattıklarını, bazıları çalışırken peruk taktıklarını anlattı.

Başörtülü olmak terfi etmenin önündeki önemli bir engel. Görüştüğümüz kadınlar, iş hayatında başörtülü yönetici kadınların sıkça görülmemesini, arkadan gelen başörtülü kadınlar ve hâlihazırda çalışan kadınların iş dünyasında kabul görmesi açısından çok önemli bir eksiklik olduğunu belirtti.”

Başörtülüler ne diyor?


Toplum geneline bakarak, mesela iş ilanlarında ‘açık’ gibi söylemler gördüğüm için açıkçası incindim. Ben kendi açımdan üçe ayırdım, o yüzden belirli yerlere hiç başvurmuyorum. Belirli yerlerde alıyorlar ama başı açık alıyorlar. Hiç adam yerine koymuyorlar ya da, ‘Başı örtülü istemiyoruz,’ diyorlar. İkinci grup gene özel sektörde olup, sana bir şekilde ‘tamam’ deyip, ama ‘içeride başını açacaksın’, ‘tamam dışarıda ört ama içerde açacaksın’ diyenler. Üçüncü grup da ucuz iş gücü olarak, çok ucuza istihdam ediyor.”

“İletişim fakültesinde hem radyomuz hem televizyonumuz vardı üniversiteye ait, ben orada peruklu olduğum için çalışamadım. Peruğum öyle yerlere falan düşmedi, sürekli tarardım, hiçbir zaman dışarıdaki insanlar bana karşı ‘Ne kadar pis bir görüntüsü var,’ demedi. Beni insanlar, hocalarım çok tebrik ederlerdi, o perukla okumak tabii ki ayrı bir yaradır, bu tür bakışlara hedef oldum, bu sebeple televizyonda çalışamadım, kendimi geliştiremedim ve bu sebeple Konya’nın çok önemli bir radyosunda ücretsiz çalıştım ama kendimi ifade ettim, mesajımı verdim.”

Haber: Müjgan Halis

Kaynak: Sabah









ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİN
PANELİNDE KONUŞAN
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

PROF.DR. ŞAHİN FİLİZ

* CEMİLERDE SAZ ÇALINMASINI İSTEYİP

*  EZANIN BİR GÜRÜLTÜ OLDUĞUNU SÖYLEDİ
ŞAHİN FİLİZ
EZANIDA GÜRÜLTÜ OLARAK NİTELENDİRDİ
.EZAN VAKİT BİLDİRMEK İÇİNDİR
BAĞIRA BAĞIRA İNSANLARI RAHATSIZ ETMEK İÇİN DEĞİLDİR
  -BU YÜZDEN İBADET DİLİ
  *TÜRKÇELEŞTİRİLMELİDİR DEDİ.


--- Şahin Filiz'in 'Türban Yahudi Geleneği'

Alevilerin Büyük Sırrı 
   
                                         
 










Kendisi de Alevi olan ve “Alevilerin Büyük Sırrı” adli bir kitap yazan yayıncı Ünsal Öztürk; “Alevilikte Allah anlayışı yoktur.Yurt Yayınları’ndan çıkacak olan  ve bu yayınevinin sahibi olan Ünsal Öztürk tarafından kaleme alınan “Alevilerin Büyük Sırrı”, hayli tartışılacak gibi görünüyor. Kayseri kökenli bir Alevi olan Öztürk, kendileri için inançlarının neredeyse felsefi temeli olarak kabul ettikleri “Kırklar Cemi-Meclisi’nin Sırrı”nı çözdüğünü iddia ediyor

Nedir “Alevilerin Büyük Sırrı”?

Bizimkiler kendilerine “Hak Ehli Erenleri” adini verirlerdi. Alevi sözcüğünü ilk kullanan Baha Sait’tir. Yani, her bilginin insanin kendisinde olduğuna ve her olgunun merkezinde insan olduğuna inanırlar. Onlar için her şey insanda baslar ve biter. İsin temeli sudur: Tek ve çok tanrılı dinlerin tümü yaradılış teorisine inanmaktadır. Oysa, bilim bu inanışı reddetmektedir. Din insanin çamurdan yaratıldığını söyler.

Kuran’ın Hac Süresi’nin 5. Ayeti “Biz sizi topraktan, sonra az bir sudan yarattık” der. Aleviler buna inanmıyorlar mı?

Aleviler öz olarak anneler ve babalardan oluştuklarına inanırlar. Alevilikte, Hak Ehli Erenleri’nde yaradılış yoktur. Bilimin savunduğu evrimci teze inanmışlardır. İslam öncesinde de böyleydi. Benim görüşüm, İslam’la birlikte Alevilerin kendi görüşlerini “sır” etmiş olduklarıdır. Bu sır da doğuşla ilgilidir.

Bu sırrı çözdüğünüzü söylüyorsunuz?

Sır insanin doğusudur. Alevilerde ölünün kefenlenmesi geleneği, sırrın başlangıç noktasıdır. Ölüyü  tamamen örten iki katli ve diş kefenin altında “yakasız gömlek” denilen, ancak ölüyü boydan boya örtmeyen bir iç kefen vardır. Bu kefene ölünün cinsel organını örttüğü için, “sır örtüsü” de denir. Edep örtüsü yerine sır örtüsü denmesinin nedeni de, Alevilerin sırrını saklamasıdır. Çünkü cinsel organlar, üreme organlarıdır. sır, birleşmede, üremededir.

Bu, herkesin bildiği bir gerçek, sır bunun neresinde?  

Alevilerde temelde Allah anlayışı yoktur. Yaradılışa inanmazlar. Aleviler, insanin evrimci bir mantıkla yaratıldığına inanırlar; ancak, Müslüman olmak zorunda kaldıklarında, bu inanışlarını saklamak zorunda kalmışlardır. Bu sırrı bildiğini inandığım Basköylü Hasan Efendi adli Alevi piri, “Varlığın Doğusu” adli kitabında  bu konuyu söyle açıklar: “Baba mayayı ana sütüne katar, ana rahminde vücut tutar. Mayalanan maya 40 gün mayada kalır. 41. gün vücut hasıl olur.” Yani anne rahmindeki mayalanma 40 gün sürer. 41. gününde insanin ilk sekli oluşur. İlk insanin oluşumu 40. günden sonra, 41. günde gerçekleşir. Anne rahminde bebeğin ilk nüvesi tamamlanır. Bu da Alevi inancında çok önemli bir yer işgal eden “Kırklar Cemi-Meclisi” inancıdır.

Kırklar Cemi-Meclisi nedir?  

“Kırklar Cemi”, insanin ilk kez belirmesi, ilk insanin ana rahminde toparlanması, cem olmasıdır. Bu da başka bir alemde, “Kubbe-i Rahman’da yani ana rahminde gerçekleşmektedir. Cem kavramı anne rahminde oluşan insanin ilk toparlanmasını, cem olmasını anlatmaktadır. Kırklar cemi ve semah insanin ana rahminde mayalandığı ilk 40 gün ile ilgilidir. 40 günden sonra da 41 yoktur. Yani Kırklar bir’e dönüşmektedir. Zaten Kırklar Söylencesi’nin bütün anlatımları da buna dönüktür. Kırklar cinsiyetsizdir, cinsiyet henüz oluşmamıştır. Bu yüzden Sırrı Hakikat Kapısı’ndan geçip Kırklar Cemi’ne girenlerin cinsiyetinin olmadığı kabul edilir. Bir başka değişle, Adem’in Allah tarafından çamura sekil verilerek; kadının da onun kaburgasından yaratıldığı inanışına karsı, Aleviler evrimci bir mantıkla meseleye bakarlar. Ve insanin evriminin bir sonucu olarak  doğduğuna inanırlar. Kırklar Cemi’yle de, erkeğin spermlerinin, kadının rahim içinde bulunan yumurtasını döllemesiyle ortaya çıkan embriyonun yolculuğunu tasvir ederler. Sözle söylenemeyen bilimsel gerçeğin dans ile anlatılmasıdır. İlk 40 günün anlatılmasıdır. Alevi inanışı bu bilimsel düşüncenin sır edilmesidir.  

Müslüman gibi görülen, ancak kendi içlerinde evrim inancını yasamaya çalışan bir topluluktan mi bahsediyorsunuz?  

Tam da öyle. Alevilerin bilimle ilgileri var, dinle ilgileri yok. Kendilerini “Hak Ehli Erenleri” diye tanımlayan bir grup, İslam kapıyı çaldığında korkudan, “Biz de Müslüman olduk” diyorlar. Ama kendi inançlarını, bir nevi Sebataycilar gibi sırra büründürüyorlar. Aslında kendi dünyalarında doğuma inanıyorlar. Bunlar, çok büyük bir ihtimalle Harran Üniversitesi ya da bu üniversiteye bağlı çevredeki eğitim kurumlarında çalışmalarını sürdürüyorlar. Bunların ortaya koyduğu bilim felsefesi de zamanla, özellikle Anadolu coğrafyasına yayılıyor. Bu felsefeye inananın topluluklar sayesinde kitleselleşiyorlar. Örneğin Baba Issak, Baba Ilyas gibi erenlerin köyleri Harran etrafındadır. Onların izlerini sürerseniz, o coğrafyaya ulaşırsınız.  

Aleviler için “Orta Asya’dan gelen Türklerdir” deniyor. Siz bu tezi ret mi ediyorsunuz?  

Aleviliğin Orta Asya’dan gelmediği bellidir. İddiam da sudur, bundan böyle hiç kimse Alevilerin cemlerinin ve semahlarının Orta Asya’dan eski Türk inançlarından ve Saman ayinlerinden geldiğini söyleyemez. Çünkü aralarında çok farklı kozmik ve mitolojik farklılıklar var. Birbirine çok zıt iki sistemdir. Orta Asya kültürü ve Saman, Kutup Yıldızı merkezli düşünür, dünya merkezli düşünmez. İnanışa göre Kutup Yıldızı’nın etrafında dönen bütün gök cisimleri dönmektedirler. Orta Asya’dan gelmedikleri bellidir ama kimdir bu Aleviler? Dediğim gibi evrimci düşünceyi benimsemiş farklı topluluklardır.  

Bu sırrı saklayanlara, bir süre sonra kendi cemaatinden de mi bu sırrı saklamaya başlıyor?  

Evet kesinlikle! İslam’la tanışılmasının ardından bilgi, sırra büründü. Bir süre sonra sırrı bilenler, özellikle diğer baskıların da etkisiyle Aleviler içinde azalmaya başladı. sır hak edenlere verilmeye başlandı.  

Aleviler içile bir grup var ki, sırrın gerçekte ne anlama geldiğini biliyor ve ona göre mi yasıyorlar?  

Evet! Kesinlikle böyledir. Dedelerin çoğu sırrı bilmez. Mürşit ve Pirler bilirler. Kırklar cemi yaparlar. Kırklar Cemi’ne sadece Mürşitler ve Pirler katılır. Bu cemde kimse oturmaz herkes kendi hizmetlerini kendisi görür ve yaşanan hiçbirsek anlatılmaz. sır iste burada gizlidir. Su anda Alevi sırrını bilen olup olmadığını bilmiyorum. Yoksa bu kadar kafa karışıklığı olmazdı. Alevi cemaati içinde Mürşit ve Pir denen iki makam var, bunlar sırrı biliyor ve bunlar sırra göre yasıyor, zaman zaman bir takım ritüllerde bulunuyorlar. Yunus Emre Kırklar Cemi’nin gerçek anlamını bilen biridir örneğin. Örneğin Yunus Emre diyor ki, “Derviş adini duydum/ derviş yolun dolandım/ yola baktım utandım/ her isim yanlış benim” Yunus, “sır-i Hakikat Kapısı’ndan geçtim” diyor. “Yola bakınca geçmişimden utandım, bütün islerim yanlışmış” diyor.  

Bu sırrı bilen son kişi kim sizce?  

Bas köylü Hasan Efendi, Erzincan’ın Çayırlı yakınlarında bir köyündedir; o, bu sırrı biliyordu. kitabında da saklıyordu. Ama ben hem ondan hem sırrı bile Alevi ozanlarından öğrendim ve sırrı çözdüm.  

Haber : Okan Konuralp

Fotograf  : Baris Oral

 

 

Kitapta böyle anlatılıyor:

Kırklar Meclisi’nin sırrı

“...Nihayet dışarıdan gelen 40. kişi Muhammet’in önüne bir üzüm tanesi koyar. Üzümü paylaştırmasını ister. Sonuçta sonradan gelen üzümü de kendisi ezerek Kırklara tattırır. Muhammet’e de tattırır. Artık 40 tamamlanmıştır ve Kırklar coşkuyla aralarına Muhammet’i de alarak, “ Gezegenlerin dünyanın etrafında dolaşımı” gibi semaha kalkarlar. Bu semah tabii ki üryan, yani çıplak olacaktır. Oturan kimse, semahın dışında kalan kimse kalmamıştır meydanda, yani ana rahminde. Artık Kırklar yoktur. Bir’e dönüşmüştür. Anne rahminde ilk insanin 366 azasının oluşumu tamamlanmıştır. Kırklar, 41. günü Muhammet ile tamamlayarak gelecek insani selamlamaktadır. Semah sırasında Muhammet’in basındaki sarık yere düşer. Kırklar bu sarigi alıp 40 parçaya bölerek bellerine bağlarlar. Kırkların sarigi bellerine bağlaması Göbek Kordonunu ifade etmektedir. Muhammet’in sarigi Alevilerin “kemerbest” sırrını, bebeğin Göbek Kordonunu saklamıştır. Muhammet’i de evine göndermişlerdir. Ali ise Hak’ça yani Bir’e tavaf ederek Kırkların Bir’e dönüşümünü ve Bir’i selamlama ritüelini gerçekleştirmiştir. İste Alevilerin sırrı budur.“  

Kitap hakkında görüşler:  

Alevi Dedesi Ali Yıldırım: Hüseyin Gazi Derneği’nin Kurucusu

„Âlevilerin Tanrısı, insanların isine karışmaz”  

“Ünsal Öztürk sonuçlardan yola çıkarak “olsa olsa böyle olmalıdır” diyor. Ancak buna ait bizim elimizde bilimsel açıdan veriler olması gerekir. Ama bu başka insanların isi. Tabu diye bir şey kalmamalı. Bunlardan biri de oradaki kırklar Cemi’ne ilişkindir.

Birçok konu Alevilerde Kırklara dayandırılır. Cesaretle bunun üzerine giden bir çalışma bu. Kırklar hakkında söyledikleri, yaratılış ve doğuş üzerine söyledikleri son derece sağlıklı. Bir üstün yaratıcı, her şeye kadir yaratıcı Alevilikte yoktur zaten. Tanrı yoktur anlamında söylemiyorum,  ama Alevilerin Tanrısı insanların islerine karışmaz. Benim temel eleştirim, tarihsel bağlamına oturtmak gerektiğidir. Kitabin, bilimsel olarak desteklenmesi gerekir. „

 

Avukat Fevzi GümüşAlevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri

“Alevi öğretisine uygun”  

-Bu  kitabi nasıl değerlendiriyorsunuz?  

„Bu kitap, anladığım kadarıyla, “Aleviliğin merkezi insandır” tezine dayanıyor. Doğadaki dönüşüme atıf yapılıyor. Kadın ve erkeğin birleşmesi sonucu çocuk doğuyor. Burada çocuk sır olarak gösteriliyor. Ana rahmine düsen sperm 41. gün insan seklini alıyor.

- Evrimci-Bilimsel bir yaklaşım değil mi?  

Evet, öyle görünüyor. Yaradılışa değil, doğula gönderme yapılıyor. Bu da aslında Alevi öretişine uygun. Alevilikteki bütün ibadetlerin ana merkezi insandır. Hacı Bektaş’ın bir sözü var. “Her ne arar isen insanda ara, Kâbe’de, Hac’da, Mekke’de değildir” diyor. Bu anlamda doğru.                                      

Kaan Tecelli

 YASAKLI YAYINCI

Kayseri doğumlu Ünsal Öztürk (1957), 1981’de IÜ Orman Fakültesi’nden mezun oldu. 1982’de Orman Bakanlığı’nda başladığı görevine, 1983’de son verildi. 1987’de Yurt Yayınları’nı kurdu. 1994-97’de İsmail Besikçi’nin kitaplarının yayıncısı olduğu için tutuklandı. Yayınladığı 41 kitap toplatıldı; 36’sından mahkum oldu. Yargılamalarının tamamını AIHM’e götürdü ve bir kısmını kazandı. 

Tempo Dergisi, 25 Ekim 2005














  *DÜNYA
  KARDEŞLİK BİRLİĞİ”
  MEVLANA
  YÜCE  VAKFI.*

  TARİKATI

Uzaylılardan vahiy alarak, Kuran-ı Kerim dahil üç büyük kutsal kitabın yerine geçecek "Bilgi kitabı "adlı din kitabı yazdığını iddia eden "Dünya Kardeşlik Birliği, Mevlana Yüce Vakfı " adlı Topluluk.

ANKARA/Uzaylılardan vahiy alarak, Kuran-ı Kerim dahil üç büyük kutsal kitabın yerine geçecek "Bilgi kitabı "adlı din kitabı yazdığını iddia eden "Dünya Kardeşlik Birliği, Mevlana Yüce Vakfı " adlı kuruluşa yargıdan tokat geldi.Gazeteci Hulki Cevizoğlu, bu vakıfla ilgili gerçekleri masaya yatıran bir program yapmıştı.

BAŞKANLIĞINI 82 YAŞINDAKİ VEDİA BÜLENT ÖNSÜ ÇORAK ADLI KADININ YAPTIĞI SÖZKONUSU VAKIF İLE BU VAKFIN YAYINLADIĞI BİLİM DIŞI VE KUTSAL DİNLERE HAKARET EDEN, “KUR’AN’I KERİM DAHİL TÜM KUTSAL KİTAPLARIN DÖNEMİNİN KAPANDIĞINI” İLERİ SÜREN “BİLGİ KİTABI” ADLI KİTAP; HULKİ CEVİZOĞLU’NUN CEVİZ KABUĞU PROGRAMINDA MASAYA YATIRILMIŞTI.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİNCE KURULAN BİLİM HEYETLERİ, BU KURULUŞUN KİTABINI “İSLAM VE BİLİM DIŞI” OLARAK TANIMLAMIŞ, BİLGİ KİTABININ “ÜLKEDE DİN VE MEZHEP KAVGALARI YARATABİLECEK; DİNî VE MİLLİ BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ BOZABİLECEK NİTELİKLER TAŞIDIĞINI” RESMİ RAPORLARI İLE KAMUOYUNA AÇIKLAMIŞLARDI.

“MEVLANA’NIN RUHUNU TAŞIDIĞI” İLERİ SÜRÜLEN VAKIF BAŞKANI VEDİA BÜLENT ÖNSÜ ÇORAK VE “DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ MEVLANA YÜCE VAKFI” OLARAK ANILAN KURULUŞ, BASINDA DEŞİFRE OLMALARI ÜZERİNE CEVİZ KABUĞU PROGRAMI VE HULKİ CEVİZOĞLU’NA 455 MİLYARLIK TAZMİNAT DAVASI AÇMIŞTI. DAVA, DÜN SONUÇLANDI VE KADIKÖY 4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ DAVAYI REDDETTİ.

DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ MEVLANA YÜCE VAKFI OLARAK BİLİNEN MEVLANA TARİKATI; ÇIKARMIŞ OLDUKLARI BİLGİ KİTABININ KUTSAL KİTAPLARIN YERİNE GELDİĞİNİ VE KUR’AN-I KERİM DAHİL DİĞER KİTAPLARIN HİÇBİR HÜKMÜNÜN KALMADIĞINI, BİLGİ KİTABININ DİREKT ALLAH’IN KİTABI OLDUĞUNU KİTAPLARININ UZAYDAN İNDİRİLDİĞİNİ FAKAT UZAYDAKİ İRTİBATLARININ BUGÜNKÜ ORTAMDA KONUŞULMASININ BİRÇOK SAKINCASI OLDUĞUNU VE KUR’AN-I KERİM’İN HÜKMÜNÜN 2000 YILINDA SONA ERDİĞİNİ İDDİA EDİYORDU. KIBLE’NİN MEKKE DEĞİL LİDERLERİ OLAN BÜLENT ÇORAK’IN EVİNİN BULUNDUĞU BÖLGE OLDUĞUNU İLERİ SÜREN KURULUŞ,

“ATATÜRKÇÜ”

OLDUKLARINI

İLERİ SÜREREK

TARAFTAR TOPLUYOR

AMA BİLGİ KİTABINDA VE FASİKÜLLERİNDE

ATATÜRK’ÜN

UZAYLI OLDUĞUNU YAZARAK,

ULU ÖNDERİN MANEVİ KİŞİLİĞİNE VE ESERLERİNE HAKARET EDİYORDU.







DUYURU, UZAY DİNSİZLİK ÇAĞINA DİKKAT


Önümüzdeki imtihan safhasında iman üzerinde yeni bir kumar vardır.

 

İki bin yılına doğru iman üzerine yeni bir kumar vardır. Muhtemelen uzayla ilgili bazı GÖRÜNTÜLERİ bahane ederek yeniden “UZAY DİNSİZLİK ÇAĞI” açılacak! Bu imtihan haziresinden Müslümanlara yeni bir imtihan olacak.

 

Yani iki bin yılına kadar olan durumda maddi bir imtihan yok, bir İşkence imtihanı veyahut da bir savaş imtihanı gibi gelmiyor bana… Bu uzayla ilgili bir takım imtihanlar yapacak imanlılara, Cenâb-ı Hakk.


Haluk Nurbaki / Ankara 1988

 


"Operasyonlarda kullanıma hazır olan altı özel ürün geliştirilmiş­tir.

Bunlardan üçü kişi farkında olmadan verilebilen ve mağdurun hareketlerini

kontrol etmeyi sağlayan ve etkisiz hale getirme özel­liklerine sahip maddelerdir."

 

CIA Teftiş Müdürü- 1957




Nurbaki Çalışma Grubu




 BİR MİSYONER  ÇALIŞMASI

NASIL DURDURULDU

Yıldızlı kimden Abdurrahim Barın <tugra113@gmail.com>
kime ustunyetenekliler@googlegroups.com
tarih 09 Ağustos 2010 00:35
konu Re: ÜZE ustunyetenekliler@googlegroups.com için kısa özet - 3 Konu konuda 7 İleti ileti
gönderen gmail.com



 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (6 gün önce)
 

 Sayın Yönetici.

Gurup haberlerinden çok yararlanmaktayız.

Bir konu bizi rahatsız etmekte.

Sponsorlarınızdan

*www.kampusweb.com*

içerik olarak

böyle seçkin bir guruba

destek vermesi

düşündürücü.


Saygılarımızla.


TÜRKİYE ULAŞ İŞ

kimden Ustun Zekalilar Enstitusu <info@ustunzekalilar.org>
kime tugra113@gmail.com
tarih 09 Ağustos 2010 05:02
konu Grubumuza hosgeldiniz
gönderen gmail.com
imzalayan gmail.com
 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (6 gün önce)
 

Kampusweb enstitu olarak bizim sponsorumuz degildir.Google vasitasiyla sitemize reklam aldigimiz icin o reklamlari google yayinlamaktadir.Bu durumu googleye bildirerek reklami sitemizden kaldiracagiz.Bizi haberdar ettiginiz icin tesekkur ederiz.

Iyi gunler





kimden Abdurrahim Barın <tugra113@gmail.com>
kime Ustun Zekalilar Enstitusu <info@ustunzekalilar.org>
tarih 09 Ağustos 2010 22:04
konu Re: Grubumuza hosgeldiniz
gönderen gmail.com
 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (5 gün önce)
 

      Sayın Yetkili.


 Kampusweb yazımla ilgili derhal gereğini yaptığınız için,

çok teşekkür ederim..

Sağlık başarı dileklerimle.


Abdurrahim BARIN



Namaz kıldığı için GS'den kovuldu Video 22 Aralık 2009 Salı 
Bir dönem Galatasaray'da da forma giyen yıldız futbolcu Hamza Hamzaoğlu dini inançları nedeniyle Sarı Kırmızılı takımdan dışlandığını ve gönderildiğini açıkladı.
 
Taha Dağlı'nın röportajı
Bir dönem Galatasaray'da da forma giyen Hamza Hamzaoğlu Sarı Kırmızılı takımdan neden ayrılmış? Hamzaoğlu'nun açıklamaları olay yaratacak. Genellikle Ramazan ayında yaşanan oruç tartışması ve bununla birlikte  futbolcuların dini inançları medyada yer alır. Özellikle 3 büyük takımlarımızda bu tür haberler daha sık görülür.
Tümspor editörü Taha Dağlı'la çok özel bir röportaj yapan bir dönemin yıldız futbolcusu Hamza Hamzaoğlu'nun Galatasaray'da oynadığı dönemde dini sıkıntıları olmuş. Hamza Hamzaoğlu Sarı Kırmızılı takımdan ayrılmasını buna bağlıyor...
 
Tümspor.com
 
 
 
   
   
   
     
 
 
Toplam (1) adet  yorum eklenmiştir.
Abdurrahim BARIN 22-12-2009, 22:13:32
Türkiyede :
FB.Lİ UCHE Deniz oldu gönderildi
FB.Li AURELLO Mehmet oldu gönderildi
GS.li Hakan ŞÜKÜR gönderildi
GS.Li H.ÜNSAL,Arif,Bülent gönderildi
GS Li Hasan ŞAŞ göderilecek gibi
BJK dan Ertuğrul gönderilmişti
Korede Dün. şamp.da Cumaya giden,topçular aşağılandı
DÜNYADA:
Avrupada kulüp komple Papayı Ziyaret ediyor.
Oyuncularının inançlı olmasını destekliyor
Pekin Olimp.da İngiltere flamasını Başıörtülü taşıyor
Atın şu ideolojik At gözlügünü.
Para ve Makam gücünü Toplumu kaynaştırmada kullanın.







































patani pattani thailand tayland
28 dakika - 31 Tem 2007

Dünyanın Patani'den haberi yok / VİDEO ...
6 dakika - 26 Haz 2009

 

Adem Özköse / Dünya Bülteni

Tayland ile Malezya’nın sınır bölgesinde bulunan Patani’de bugün üç milyona yakın Müslüman yaşıyor. Bir zamanlar kendilerine ait bağımsız bir devletleri olan Patanili Müslümanlar 1902 yılında İngiltere’nin Patani topraklarını Tayland’a vermesiyle bağımsızlıklarını kaybetmiş. Bu tarihten itibaren Budist Tayland yönetiminin işgali altında yaşamaya başlayan bölge halkı son derece ciddi insan hakkı ihlalleriyle karşı karşıya. Patani’yi en iyi bilenlerden biri de Tayland’da yayın yapan Thai Post gazetesinin yazarlarından Ahmet Bualuang. Aslen Patanili olan Ahmet Bualuang’un bölge ile ilgili kaleme alınmış yüzlerce makalesi ve yayımlanmış sekiz kitabı bulunuyor. Şoförü ve sekreteri faili meçhul bir şekilde öldürülen Ahmet Bualuang Dünya Bülteni’ne bölgede neler yaşandığını anlattı.

Patani tarihinden bahseder misiniz? Patani bugüne kadar hangi evreler geçirdi?

Patani’nin tarihi milattan önceki yıllara kadar uzanıyor. Köken olarak Malay ırkından olan Patanililer Müslüman olmadan önce genel olarak Hinduizm’e inanıyorlardı. İslam Patani’ye ilk olarak 1200’lü yıllarda Yemen’den gelen Müslüman tüccarlar vasıtasıyla girdi ve kısa zamanda bütün Patani’de yayıldı. Patani Kralı Antira 1500’lü yıllarda Müslüman oldu ve Patani İslam Krallığı’nı ilan etti. Kral Antira ismini de Muzaffer Şah İsmail olarak değiştirdi ve Patani İslam Krallığı’nın ilk yöneticisi oldu. Patani İslam Krallığı iki yüz seneden fazla sürdü ve bu süre zarfında Patani’yi kırk ayrı krallar yönetti. Patani İslam Krallığı zamanında Portekiz’den, Hindistan’dan, Çin’den gelen insanlar Patani’de ticaret yapıyorlardı.

 

Ayrıca Asya’daki birçok bölgeden Patani topraklarına gelen öğrenciler İslami ilimleri öğrenmek için buradaki medreselerde eğitim görüyorlardı. Kamboçya, Vietman ve Burma’da İslam’ın yayılmasında Patanili âlimlerin ve davetçilerin büyük etkileri oldu. Tarih boyunca Patanililerle Taylandlıların dedeleri olan Siyamlar arasında savaşlar gerçekleşti. 1700’lü yıllardan sonra Patani İslam Krallığı iç karışıklıklar ve Siyam saldırıları nedeniyle zayıf düştü ve Patani topraklarına Budistler hâkim olmaya başladı. Daha sonraki yıllar Patani İngilizler tarafından işgal edildi ve 1902 yılında İngiltere ile Taylandlılar arasında yapılan anlaşmayla Patani toprakları resmi olarak Budist hâkimiyetine girdi.

Patani halkı  ile Tayland yönetimi arasındaki problemin temelinde ne var?

Tayland yönetimi tarihi olarak sömürgeci bir geleneğe sahip. Bundan dolayı Patani’yi ekonomik ve kültürel olarak sömürmek, bölgede yaşayan Müslümanları Budistleştirmek istiyor. Patani toprakları yeraltı kaynakları açısından çok zengin. Bölgede petrol ve değerli taşların çıktığı maden ocakları var.  Tayland yönetimi Patani’yi işgal altında tutarak buradaki maden ocaklarından kendine büyük bir gelir sağlıyor. Patani toprakları pirinç, sebze ve meyve açısından da bereketli topraklardır. Bölgenin bu özellikleri Tayland yönetiminin iştahını kabartıyor.

Tayland yönetimi yüzyıldan fazla bir zamandır Patani’yi dini ve kültürel olarak sömürmesine rağmen Patani’de İslam kültürü  ve dini yaşayış çok güçlü. Nasıl oluyor da Patani halkı  Tayland yönetimi tarafından uygulanan asimilasyon politikalarından etkilenmiyor? Bölgedeki kültürel direnişin bu denli güçlü olmasının başat sebepleri nelerdir?

Patani’de güçlü bir ulema ve medrese geleneği var. Halk, ulemayı önderlik olarak görüyor ve ulemaya büyük saygı gösteriyor. Patanililerin tamamına yakını Pondok ismi verilen medreseler sayesinde küçük yaşlardan itibaren ulemaların eğitiminden geçiyor. Pondok medreselerinde eğitim gören öğrencilere hocalar eliyle milli kültür veriliyor ve medreselerde inşa edilen Patanililik kimliği kültürel asimilasyona karşı güçlü bir bariyer oluşturuyor. İslam kültürünün gücü sayesinde Budist Tayland kültürüne karşı getto oluşturan Patanililer işgale rağmen  ayakta kalmayı başarıyorlar.  Patani’de din değiştirme veya Budistlerle evlilik yapma oranı çok düşüktür. Bunun nedeni ise geleneksel değerlerine son derece bağlı olan bölge halkı bu tür eğilimleri olan kişileri dışlıyor. Patanililerin kültürlerini yaşatmalarında dil de önemli bir faktörler.

Patani üzerine araştırma yapan gazeteci ve gözlemciler Patani’de bağımsız bir devlet kurmanın imkânsız olduğunu,  Patanililerin Tayland yönetimi altında yaşamayı kabul etmesi gerektiğini savunuyorlar. Hatta Malezya’nın devlet politikası da bu yönde. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Patani halkı ile Tayland halkı arasında dini, kültürel, dil  ve tarihi olarak çok keskin farklar var. Patanililer İslam’a iman ederken Taylandlılar Budizm’e inanıyor. İslam ile Budizm’in evren, tabiat ve tanrı algıları birbirinden tamamen farklı. Patanililer Müslüman oldukları için İslam Patani’de kendine özgün bir kültür formu oluşturmuş. Budistlerin kültürleri, kendilerine ait ritüel ve gelenekleri Patani halkının kültür ve ritüellerine benzemiyor. Kültürel kaynaşma için dil bütün dünyada önemli bir faktördür. Taylandlılar Tayca konuşurken Patanililer Malayca konuşuyor.

 

Ayrıca Patani halkının kendine ait spesifik bir tarihi var. Patani’de Malay İslam devletleri kurulmuş ve kırktan fazla Patanili hükümdar bu devletlerde yöneticilik yapmış. Aynı şekilde Taylandlılar da kendilerine ait güçlü bir tarihe sahipler. Dili, dini, kültürü, tarihi kendine özgün olan her ulusun devlet kurmaya hakkı vardır. Patanililer Taylandlılara göre nüfus ve güç olarak zayıf olsalar da kendilerine ait olan dil, kültür ve tarih nedeniyle bağımsız bir devlet kurmayı hak ediyorlar. Fakat Tayland güç, baskı ve askeri tedbirler kullanarak buna izin vermiyor. Ben Patani’de son Müslüman kalana kadar İslam kültürünün Budizm’e karşı olan direnişini sürdüreceğine inanıyorum.

Tayland yönetimi Patanili Müslümanlarla yaşadığı sorunları son erdirmek istiyorsa Patani’nin bağımsızlığını tanımak zorunda.

Patani’de genel olarak ne tür insan hakkı ihlalleri yaşanıyor?

Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de yaşananların tıpkısı Patani’de de yaşanıyor. 2004 yılının Nisan ayında Taylandlı askerler tarafından Patani’de iki saat içinde 108 insan öldürüldü. Bu insanların 32’si bir caminin içinde can verdi. Yine 2004 yılının Ramazan ayında 1300 Müslüman gözaltına alındı ve gözaltına alınan Müslümanların 28’i gördükleri işkenceler sonucu hayatlarını kaybettiler. Geçen yıl Hayrpaye köyünde Taylandlı ordusu tarafından desteklenen Budist milisler yatsı namazı vakti bir camiye girdiler ve caminin içindeki insanlara ateş açtılar. Bu olayda da 10 kişi öldü.

Bu insanlar niçin öldürülüyor?

Sadece Müslüman oldukları  için öldürülüyorlar. Başka bir neden olduğuna inanmıyorum. Ayrıca Tayland yönetimi Patani’nin demografik yapısını bozmak ve Patani’yi Budistleştirmek için sistemli bir çalışma yapıyor. 

Nasıl bir çalışma?

Başkent Bangkonk’tan getirilen Budistler vasıtasıyla Patani’deki Budist nüfusu arttırılmaya çalışılıyor. Bazı köylerde Budistlerin nüfusu Müslümanların nüfusunu geçmeye başladı. Son yıllarda Patani’nin birçok yerine askerler tarafından Buda heykelleri dikildi. Ayrıca köylere onlarca yeni tapınak inşa edildi. Tayland yönetimi Patani’deki ahlaki yapıyı bozmak ve bölge halkını asimile etmek için Patani’nin birçok yerine genelevler ve barlar açıyor. Bölge halkı Malay olmasına rağmen okullarda Tayca öğretiliyor.

 

Eğitim dili Tayca olduğu için Patanili bütün çocuklar bu dili öğrenmek zorundalar. Bölge yeraltı kaynakları açısından da çok zengin; fakat halk fakirlik içinde yaşıyor. Çünkü  yeraltı kaynakları Taylandlı ve Çinli şirketler tarafından sömürülüyor. Patani’nin yerli halkı askerlerin baskılarından kurtulmak için köylere ve ormanlara yerleşiyor. Şehirlerde ise zengin Budistler yaşıyor.

 

Samçay isminde Patanililerin haklarını savunan bir avukat vardı. Tayland yönetimine bağlı askerler önce Samçay’ı kaçırdılar ve onu döverek tehdit ettiler. Samçay Patanilileri savunmaya devam edince Samçay’ı öldürdüler. Şu ana kadar Samçay’ın katillerinin kimler olduğu resmi olarak kamuoyuna açıklanmadı. Fakat Samçay’ı kimlerin öldürdüğünü bütün Patanililer biliyor. 

Siz Patani’deki direnişçi örgütler üzerine de araştırmalar yapan bir gazetecisiniz. Bu örgütler hakkında genel bir değerlendirme yapar mısınız?

Patani’deki silahlı  örgütler genel olarak bağımsızlıkçı gruplardan oluşuyor ve bu örgütler İslamcı bir ideolojiyi sahipler. 1960’lı yıllarda Patanili direniş örgütleri daha çok devrimci sol gruplardan oluşuyordu. Fakat zaman içinde Patani’deki direniş düşünce olarak İslamcılaştı. Tayland yönetimine karşı mücadele veren savaşçıların tamamı Malay gençler.

 

Patani’de bugün birçok örgüt olmasına rağmen direnişte etkili olan gruplar: “Patani Birleşik Halk Cephesi, Patani Birleşik Kurtuluş Örgütü ve Patani Mücahidleri Grubu”dur. 2004 yılından önce direniş eski gücünü kaybetmişti; fakat 2004 yılında yaşanan baskılar direnişi birden hareketlendirdi ve sadece bir sene içinde dört bine yakın direnişçi Tayland ordusuna karşı savaşırken hayatını kaybetti. Tayland ordusu da gerilla savaşı veren direnişçiler karşısında büyük bir zayiat verdi. Hatta İsrail ve Amerika’dan silah ve eğitim desteği almak zorunda kaldı. Patani direnişi kendi içinde birçok zaaflar barındırıyor. Bu zaaflardan biri de sesini dünyaya duyuramamasıdır.

Patanili direnişçiler herhangi bir ülkeden siyasi veya askeri destek alıyorlar mı?

Direnişçilerin arkasında herhangi bir devlet desteğinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü direniş örgütleri bir devletten destek alsalardı şu anki durumlarından çok daha güçlü olurlardı. Tayland parlamentosunda Patanililerin haklarını  savunan bazı Budist milletvekilleri de var. Fakat pek fazla güce sahip değiller.

Patanili direniş gruplarıyla Tayland hükümeti arasında görüşmeler olduğuna dair daha önceleri basına haberler sızmıştı. Bu haberler doğruysa görüşmeler hangi boyuta ulaştı?

2004 yılında Patani’deki zulüm artıp Patanililerin yarası genişleyince direniş de güçlendi. Öfkelenen insanlar direnişçilere desteklerini arttırdılar. Direnişin artması Tayland hükümetini bir hayli zora soktu ve hükümet direnişçilerden görüşme talebinde bulundu. Görüşmeler bazı dönemler Malezya bazı dönemler de Endonezya’nın aracılığıyla sürüyor. Fakat görüşmelerde şu ana kadar herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. Direnişçi örgütler Tayland cezaevlerindeki bazı önemli gerillaların serbest bırakılmasını istiyor; fakat Tayland hükümeti bu isteği kabul etmiyor.     

Tayland’ın iç siyaseti ile ilgili de birkaç soru sormak istiyorum. En son  Eski Tayland Başbakanı Taksin Cınawatra ile Tayland kralı arasında sorun çıkmış, ordu Taksin’i yönetimden uzaklaştırmıştı. Şu an Tayland’ın iç siyaseti ne durumda? Tayland’da niçin sık sık hükümetlere karşı darbe oluyor? 

Aslı Çinli olan Taksin yedi sene başbakanlık yaptıktan sonra görevinden uzaklaştırıldı. Taksin Tayland’ın demokratik bir yönetime geçmesini istiyordu ve krala karşı bazı açıklamalar yapmıştı. Tayland ordusunun ileri gelen komutanları krala yakın isimlerden oluşuyor ve krala karşı olan her muhalefet ordu tarafından bastırılıyor. Kral da bunun karşılığında ordu mensuplarının maaşını hep yüksek tutuyor ve onlara bazı imtiyazlar sağlıyor. Şu anki Başbakan Apısıt Weshashıvat da krala yakın bir isim.

Taksin krala karşı olan muhalefetini sürdürüyor mu?

Taksin’in Tayland’a girmesi yasak. Bundan dolayı Dubai’de yaşıyor ve internet vasıtasıyla yaptığı konuşmalarda halkı krala karşı çıkmaya çağırıyor. Fakat bu çok zor; çünkü Taylandlılar kutsal anlamlar yükledikleri krallarına çok bağlılar. Tayland 62 yıldır şu anki kral tarafından yönetiliyor. Tayland’da krala karşı yapılan her hükümet muhalefeti darbeyle sonuçlanacaktır. Bu 62 yıl içinde onlarca hükümet krala karşı geldikleri andan itibaren ordu tarafından devrildi. Tayland’da bu durum artık bir gelenek haline geldi.

3/10/2009 -Kategori: Sultan Abdulhamid

Patani, Güneydoğu Asya'da 3 milyona yakın Müslümanın yaşadığı bir İslam beldesi. Birçoğumuzun haberi olmasa da Budist Tayland Ordusu tarafından işgal altında tutulan Patani'de de tıpkı Irak, Afganistan ve Filistin'de olduğu gibi Müslüman kanı akıtılıyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye'den ilk defa bir gazeteci işgal altındaki Patani'ye girerek ülkede yaşananları bizzat yerinde gözlemledi. Daha önce Irak, Afganistan, Gazze, Lübnan gibi sıcak savaş bölgelerinde bulunan ve Vakit okuyucularının yakından tanıdığı Savaş Muhabiri Âdem Özköse ile Patani'yi konuştuk.

 SAMET DOĞAN'IN RÖPORTAJI/VAKİT

-Budist Tayland Ordusu'nun işgali altında olan Patani'de bir hafta geçirdiniz. Bize bu bir hafta içinde şahit olduklarınızdan, yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?

 Patani'de yaşadığım olaylar, karşılaştığım manzaralar bana hep Irak, Afganistan, Lübnan ve son Gazze savaşında hissettiklerimi, gördüklerimi hatırlattı. Patani'ye girer girmez sokaklarda toplu halde devriye gezen silahlı Tayland askerleriyle karşılaştık. Ayrıca her 400 veya 500 metrede karşınıza askeri teftiş noktaları çıkıyor. Bu teftiş noktalarında askerler tarafından araçlarından indirilen Patanili Müslümanların üzerleri aranıyor ve bazı Patanililer son derece kaba bir şekilde gözaltına alınıyorlar. Budist askerler halkı o kadar çok korkutmuşlar ki, bize bir hafta boyunca eşlik eden Patanili şoförümüz askeri kontrol noktasına her yaklaştığımızda Kur'an okumaya başlıyor, Kur'an'a sığınıyordu. Askeri kontrol noktasını kazasız, belasız aştığımızda ise sevincini ifade etmek için “Elhamdülillah” diye bağırıyordu. Patani'de insanlar ölüm korkusu nedeniyle akşam saat 7'den sonra sokağa çıkmaya çekiniyorlar. Bundan dolayı insanlar gittikleri misafirliklerden erken dönmeye çalışıyorlar. Patani'de dikkatimizi çeken bir başka durum da Tayland Hükümeti'nin bölgeyi Budistleştirmek için yaptığı çalışmalar oldu.

PATANİ BUDİSTLEŞTİRİLİYOR

-Ne gibi çalışmalar?
Tayland Yönetimi başkent Bankong'tan getirdiği binlerce Budist aileyi Patani'ye yerleştirmiş. Patani'ye yerleşen her aileye hükümet tarafından 6 dönüm ile 8 dönüm arası toprak veriliyor. Bölgenin demografik yapısı bozulup Patani tamamen Budistleştirilmek isteniyor. Geçmişte 52 bin kilometrekarelik bir toprak parçasında yaşayan Patanili Müslümanlar bugün ancak 11 bin kilometrekarede yaşıyabiliyorlar. Ayrıca birçok kasabaya dini mabetler inşa edilip Buda heykelleri dikilmiş. Gençlerin ahlaklarını bozmak için bizzat hükümet eliyle gazino, gece kulüpleri ve fuhuş amaçlı kullanılan masaj salonları açılmış. Tayland Askerleri de Patanili gençlere son derece düşük fiyata uyuşturucu satıyorlar.
-Budist Tayland Yönetimi, Patani'yi işgal altında tutmak için neden bu kadar ısrarcı davranıyor?
Patani toprakları son derece verimli ve yeraltı kaynakları açısından da son derece zengin bir bölge. Tayland Yönetimi yurtdışına yaptığı ihracatın yüzde 40'a yakınını Patani'den karşılıyor. Ayrıca Taylandlıların kullandıkları en temel besin kaynaklarından biri olan pirinç ve balığın da büyük bir kısmı bu bölgede üretiliyor.
Bunların yanında Patani 11 Eylül saldırılarının ardından İslam'a karşı dünyanın dört bir yanında açılan savaşın cephelerinden biridir. Tayland'a her alanda yoğun şekilde destekte bulunan Amerika ve İsrail Yönetimleri bu bölgedeki İslami uyanış ve direnişi bastırmaya çalışıyor.

PATANİLİLERİN ABDÜLHAMİD SEVGİSİ

-Patanili Müslümanlar Osmanlı'ya ve Türkiye'ye nasıl bakıyorlar? Bizim hakkımızda genel olarak neler biliyorlar?
Patani'de Osmanlı Hilafeti'ne, özellikle de Sultan Abdülhamid Han'a karşı büyük bir sevgi var. Abdülhamid Han, Patani İngilizler tarafından işgal edildiğinde Anadolu'dan 27 genci İngilizlere karşı savaşmaları için Patani'ye göndermiş. Bu gençler Patani'ye girerken İngiliz birlikleri tarafından esir alınarak kurşuna dizilmişler. Ayrıca bölgedeki Müslümanların başlarına Şeyh Ahmed Patani isminde Patanili bir alimi atayan Abdülhamid Han, Patanili Müslümanların İngilizlere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesini de bizzat finanse etmiş. Yine bölgeye İstanbul'dan Fuat Efendi gibi alimleri gönderen Abdülhamid Han bu alimler aracılığıyla bölge halkını İttihad-ı İslam fikri etrafında örgütlemeye ve siyasi olarak bilinçlendirmeye çalışmış. 50 yaşın üzerindeki Patanililerden birçok defa Abdülhamid Han ile ilgili ilginç bir olay dinledim. Bu insanlar çocukken köyleri Budist askerler tarafından basılırmış ve o yaşlarda çocuk oldukları için çok korkarlarmış. Anneleri onları sakinleştirmek için “Korkmayın! Abdülhamid Han'ın askerleri gelip bizi kurtaracak” derlermiş. Sultan Abdülhamid Han'a karşı duyulan sevgi nedeniyle Patani'de Abdülhamid isimli birçok gençle, çocukla karşılaştık. Abdülhamid Han Patani'de, Patanili Müslümanların kalplerinde dipdiri yaşıyor. Patanili Müslümanların gözünde Osmanlı ve Türkiyeli Müslümanlar bir kurtarıcı olarak görülüyor. Patanili Müslümanlar bize de Türkiye'den, payitahtın topraklarından geldiğimiz için büyük bir sevgi gösterdiler.

-Patanili Müslümanlara yardım eden kimse yok mu?
Sohbet ettiğimiz Patanililerin birçoğu Türkiye'den İHH'nın kendilerine yardımda bulunduğunu söylediler. Ayrıca Rabıta gibi Suudi Arabistanlı bazı yardım kuruluşları da bölgede ciddi yardım çalışmaları yürütüyorlar. Fakat Patanili alimler ve kanaat önderleri Suudluların bölgede etkin hale gelmesinden son derece rahatsızlar.

-Niçin?
Patanili alimlerin söylediklerine göre Suudlu yardım kuruluşları yaptıkları yardım çalışmaları vasıtasıyla gençler arasında Vahhabi düşünceyi yaymaya çalışıyorlarmış. Hatta birçok Patanili genç yakın zamanda Vahhabi anlayışını benimseyip halkın son derece sevdiği bazı Patanili alimleri tekfir etmeye başlamış. Sohbet ettiğimiz Patanililer genel olarak Türkiye halkının İslami anlayışını kendilerine daha yakın gördüklerini söylediler. Bu nedenle de ülkelerinde Suudluların değil; Türkiyeli Müslümanların etkinliğinin artmasını istiyorlar. 

İSLÂM DÜNYASI, SIYASI BIR IRADEYE MUHTAÇ

-Siz uzun zamandır İslam Dünyası'nı gezen birisiniz. İslam Dünyası'nda yaşanan acı ve olumsuzluklar sizce nasıl sona erecek?
İslam Dünyası'nın her şeyden önce fikirsel bir devrime ve İslam Ümmeti'ni yeniden bir araya getirecek siyasi bir iradeye ihtiyacı var. Bir zamanlar tek bir Ümmet olan Müslümanlar emperyalistler tarafından birbirlerinden ayrılarak uluslara bölündüler. Bugün Batılılar ulus kimliklerini aşarak Avrupa Birliği gibi ittifaklar oluştururken, Müslüman halklar ulusal sınırlara hapsedilmiş durumdalar. Müslümanları birbirlerinden ayıran bütün fiziksel ve zihinsel sınırları darmadağın etmek lazım. Batı'nın NATO'su varken İslam Dünyası'nın niçin Birleşik İslam Ordusu veya ortak bir askeri teşkilatı yok? Niçin sorunlarımıza çözümler üretecek veya son noktayı koyacak fikri, dini ve siyasi bir otoriteye sahip değiliz? 

İslam Ümmeti'nin içinden tıpkı tarihte olduğu gibi yeniden dünya çapında alimler, dünya çapında mütefekkirler, dünya çapında sanatçılar, dünya çapında liderler, dünya çapında ekonomistler çıkmıyor?. Müslümanlar arasında son yıllarda meydana gelen yakınlaşmayı hissettikçe, Türkiye'nin tekrar imparatorluk reflekslerine sahip olmaya başladığını gördükçe benim kişisel olarak geleceğe dair umutlarım daha da artıyor.

En büyük özlemleri İslam devleti

-Siz ayrıca Patanili direnişçilerle de görüştünüz. Hatta Tayland istihbaratının en çok aradığı direnişçi olan Komutan Ruslan ile de bir röportajınız oldu. Bize Patani direnişinin fikirsel yapısından ve şu anki durumundan bahseder misiniz?
 Patani direnişi ideolojik olarak İslami ve milli bir yapıya sahip. Bölgede Tayland Ordusu'na karşı uzun zamandır direnen Patani Birleşik Halk Cephesi ve Patani Birleşik Kurtuluş Örgütü gibi silahlı gruplar var.
 Bu direniş grupları mantalite olarak HAMAS, Hizbullah, Taliban ve Filistin'deki İslami Cihad Örgütü'ne benziyor. Amaçları önce Patani'yi işgalden arındırmak, daha sonra da tıpkı geçmişte olduğu gibi İslam Hukuku ile yönetilen bir devlet kurmak. Patani direnişi özellikle 2004'den sonra daha da güçlenmeye başlamış.



-2004 yılının Patani direnişi için önemi nedir? Direniş niçin özellikle 2004 yılında güçlenmeye başladı?
 2004 yılında Patani'de 2 önemli olay meydana geldi. 28 Nisan Günü Kurusi Camii'nde 32 Patanili Müslüman Budist askerler tarafından katledildi. Aynı gün bu katliamı protesto eden halkın üzerine ateş açan Taylandlı askerler 74 Müslümanı daha öldürdüler. 2004 yılının 25 Ekim tarihinde de Patani'ye ait Tak Baii Kasabası'nda bir Ramazan günü 6 Müslüman genç Budist askerler tarafından tutuklandı. Gençlerin suçsuz yere tutuklanmalarını protesto eden halka son derece sert bir şekilde müdahale eden askerler 1300 kişiyi üst üste kamyonlara bindirmek suretiyle gözaltına aldılar. Üst üste kamyonlara konuldukları için nefes almakta zorluk çeken 85 Müslüman ise gözaltı sırasında hayatını kaybetti. Bu iki olay Patanililerin Tayland Yönetimi'ne karşı daha da öfkelenmelerine ve direnişin güçlenmesine neden oldu. 

-Patani'de eğitim ne durumda?
 Patani'de eğitim genel olarak Pondok Medreseleri adı verilen eğitim kurumları tarafından yürütülüyor.
 Dini ağırlıklı derslerin okutulduğu Pondok Medreseleri fıkıhta Şafii, itikatta Eşari ve tarikatta Nakşibendî ekolüne mensuplar. Patani direnişi de en büyük desteğini bu medreselerden alıyor ve bu medreselerden mezun olan gençlerin birçoğu zamanla direnişçilerin saflarına katılıyor. Tayland Hükümeti de bu medreselerin toplum üzerindeki etkinliğini azaltmak için başta askeri olmak üzere çeşitli yöntemlere başvuruyor.

Kaynak:
www.habervaktim.com

 

20/9/2009 -Kategori: Mustafa Armağan Yazıları

"Türkiye'yi iyi günler bekliyor, bundan sonra gelişmeler daha da hızlanacak.

Abdülhamid geçmişte yaptığı gibi gelecekte de ilerleme ve medeniyeti teşvike devam edecek. Herkesin onun uzun ve müreffeh hükümranlığını arzu etmesi gerekiyor."

New York Times'ın 14 Ekim 1900 tarihli nüshasında yer alan bu tarafgir cümleler, Abdülhamid'in şaşırtıcı bir fotoğrafını düşürüyor önümüze. Acaba Avrupa'dakine inat, Amerika'daki bu sözde 'Kızıl Sultan' muhabbetinin sebebi ne ola?

O sebebi birazdan göreceğiz. Ama önce aynı yazıdan birkaç cümle daha:

"İnsan olarak Abdülhamid çok gayretli, kurnaz, yetenekli ve benim diyen diplomata taş çıkartacak kadar becerikli. Devletinin işlerini çevirmekte akıllı bir politikacı ve üstün bir zihin. Çok kibar bir kişiliğe sahip ve kendisiyle temas kurduğu kişilerden etkilemediği yok. Almanya ve Rusya ile, Balkan devletleriyle iyi ilişkiler kurdu, öte yandan daha önce zirvede olan İngiltere'nin Osmanlı'daki nüfuzu şimdi hiç seviyesine inmiş durumda."

Yazar F. Diodati Thompson, Sultan Abdülhamid döneminde eğitim, teknoloji ve bilim alanlarındaki ilerlemeleri övüyor, onun devrinde eşkıyalığın Balkanlar'da tamamen ortadan kalktığını, Doğu'da ise hatırı sayılır ölçüde azaldığını, kadınların sosyal hayatta büyük ilerlemeler kaydettiklerini sözlerine ekliyor. Daha birçok şey söylüyor da, asıl önemlisi şunlar olmalı:

"Biz Amerikalıların önünde gelecekte Osmanlı Devleti'yle olan ticaretimizi artırmak ve geliştirmek için muazzam fırsatlar var, şu tazminat sorunu da halledilirse Birleşik Devletler ile uzun bir dostluk ve refah dönemi yaşanacaktır."

Sormakta haklısınız: Peki 1900 yılında Amerika'nın en gözde gazetelerinden birinde nereden çıktı bu Abdülhamid ve Türkiye övgüsü? İngilizlerin, Fransızların ve dahi Jön Türklerin çöktü çökecek diye uçurumdan atmaya hazırlandığı bir devlet, New York'tan nasıl oluyor da hemen her alanda hızla ilerlerken fotoğraflanabiliyor?

Bunun sebebini, ABD'nin İstanbul elçisi Oscar Strauss uzatmakta önümüze. Dinleyelim mi can kulağıyla:

"Johnstown felaketi sırasında İstanbul Sefareti'nde bulunuyordum. O zaman Osmanlı Devleti'nin malî durumunun pek müsait olmadığını bildiğimden durumu padişaha arz edip ondan istifade etmeyi münasip görmemiştim. Buna rağmen afetten bir iki gün sonra saraya davet edildim. Osmanlı Sultanı hadiseden duyduğu üzüntüyü ifade ederek ihsan etmeyi düşündükleri yardımı memleketime ulaştırıp ulaştıramayacağımı sorup 200 lira verdiler ki, bunu o zaman Dışişleri Bakanlığı'na gönderdim. Hatırladığıma göre o esnada Avrupa hükümdarları arasında yalnız Osmanlı padişahı kendisinden istenmeden yüklü bir yardımda bulunmuş, böylece Amerikan halkı hakkındaki dostane duygularını ortaya koymuştur."

Elçinin "Johnstown felaketi" dediği, 1889'da vuku bulan ve "ABD'de yüzyılın en büyük felaketi" sayılan sel baskınıdır. Şiddetli yağmurların ardından başlayan ve yaklaşık 2 bin kişinin ölümüyle ve binlerce insanın evsiz barksız kalmasıyla sonuçlanan bu felaketin geçenlerde yaşadığımız sel baskınına bir benzerliği, ikisinde de yağma utancının yaşanmış olmasıdır. Yalnız bizdeki yağmacılar eşya talanıyla yetinirken, Amerika'dakiler ölülerin ceplerini yırtarak paralarını, parmaklarındaki yüzükleri ve başka değerli eşyaları da almışlardır.

Selden sonra 18 ülke gıda, ilaç, giysi yardımlarında bulunmuş, işin ilginç yanı, bölgeye ilk yardımı yapan ve ulaştıran devlet ise Osmanlı olmuştur. Daha da önemlisi, Strauss'un dediği gibi yardımı, talep gelmeden yapmış olmasıdır.



Malum, Sultan dış dünyadaki gelişmeleri günü gününe takip ederdi. Nitekim afetten gazeteler vasıtasıyla haberdar olur olmaz ABD'nin İstanbul elçisi Oscar Strauss'u huzuruna çağırdı. Ona hadiseden çok müteessir olduğunu söyledi ve kendisinden, afetzedeler için yapacağı gıda (zahire) yardımının yanı sıra 200 Osmanlı lirası (1.000 dolar, bugünkü değerlerle en az 40 bin dolar) nakit yardımın yerine ulaştırılmasına yardımcı olmasını istedi.

Selden 5 yıl sonra bu defa bir yangın felaketi yaşar Amerika. Minnesota ve Wisconsin'deki orman yangınları karşısında Abdülhamid yine elini kesesine atıp bu defa 300 Osmanlı lirası (1.500 dolar, bugünkü değerlerle en az 60 bin dolar) göndermiştir. Nitekim onun bu "dostane yaklaşımı" sayesinde gazetelerde "Türk Sultanı"ndan övgüyle söz edilir olmuştur (Chicago Daily Tribune, 12 Eylül 1894).

Yardımların olumlu etkisini şuradan anlıyoruz ki, 1894 yılında bu defa İstanbul'da meydana gelen deprem sonrasında başta Elçi olmak üzere ABD halkı, hatta gazeteler Osmanlı yardımlarına karşılık vermek ihtiyacını duymuş ve yardım kampanyaları düzenleyerek para toplamışlardır. Oysa aynı Amerikalılar 1894'ten kısa bir süre önce Yunanistan'daki depreme hiç ilgi göstermemiş, kampanyalar neredeyse 'tek kuruş' yardım toplayamamışlardı. Kaldı ki, o sıralarda misyonerlik faaliyetleri, Harput ve Erzurum'da konsolosluk açma gayretleri, Amerikan okulları yüzünden Osmanlı-Amerika ilişkilerindeki sıkıntılar had safhadaydı. Zaten ilk alıntıda sözü edilen 'tazminat', yeterince ciddi bir sorundu aramızda.

İşte New York Times sayfalarına yansıyan olumlu ve dostane havanın oluşumunda Abdülhamid'in bu tam yerinde ve zamanında yaptığı incelikli yardım politikası büyük rol oynamış, hatta yine 1900 yılında ABD'nin eski İstanbul Elçisi Alexander Terrell, aynı gazetede 'tazminat'a takmış bulunan Washington'daki meslektaşlarına Osmanlı Sultanı adına şu güvenceyi veriyordu:

"Onu dürüst bir insan olarak görüyorum. Kendisini gayet iyi tanıyorum ve inanıyorum ki, Abdülhamid Avrupa'da iken karşılaştığım en entelektüel insandır." (26 Nisan 1900)

Not: Bu yazıda http://query.nytimes.com adresinden yararlandığım New York Times alıntıları hariç, Fatma Ürekli'nin Osmanlı-Amerikan Yardımlaşmaları adlı kitabı kullanılmıştır (Doğu Kütüphanesi, 2007).

Aziz okurlarımın bayramını tebrik eder, dualarınızı beklerim.

MUSTAFA ARMAĞAN

ZAMAN


































































 















































































=DIKKAT=UYARI=ATTENTİON= 

Sitemizde yer alan yazı ve  makaler
tamamen bilgi amaçlı olup
kesinlikle  idari ticari hukuki amaçlı kullanım için 
tavsiye edilmez, 
sitede yer alan bilgileri 
ilgili kurum İnanç Gurubu
şahıs ve hukuk uzmanına danışmadan uygulamanız
beklenmedik sonuçlar doğurabilir, 
www.hiziracil.tr.gg sitesinde 
yer alan haberler ,yorumlar, bilgilerden dolayı 
hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz,
sitede dolaşım yapan kullanıcılar 
bu uyarıyı kabul etmiş sayılırlar.. 
Hoşça kalın. 
Saygılarımızla

<a href="https://twitter.com/hiziraciltr1" class="twitter-follow-button" data-show-count="false" data-lang="tr" data-size="large">Takip et: @hiziraciltr1</a>

<script>!function(d,s,id){var js,fjs=d.getElementsByTagName(s)[0];if(!d.getElementById(id)){js=d.createElement(s);js.id=id;js.src="//platform.twitter.com/widgets.js";fjs.parentNode.insertBefore(js,fjs);}}(document,"script","twitter-wjs");</script>


<script type="text/javascript">

 

  var _gaq = _gaq || [];

  _gaq.push(['_setAccount', 'UA-35901013-1']);

  _gaq.push(['_trackPageview']);

 

  (function() {

    var ga = document.createElement('script'); ga.type = 'text/javascript'; ga.async = true;

    ga.src = ('https:' == document.location.protocol ? 'https://' : 'http://') + 'stats.g.doubleclick.net/dc.js';

    var s = document.getElementsByTagName('script')[0]; s.parentNode.insertBefore(ga, s);

  })();

 

</script>


 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 1928282 ziyaretçi (4221677 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol