Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  KIPIRDAYAMAZSIN HERŞEY KONTROL ALTINDA ERBAKANIN SUÇU NEDEN GÖNDERLDİ
 







Mustafa YILMAZ

25/06/2013 - 01:20

1- Onların izni 

Ve onayı olmadan, bir caddeden öbür

caddeye  tek kuruş para gönderemiyoruz.

 




r,
2-Dünyadaki tüm para trafiğini de


rahatlıkla kontrol ediyorlar.

 


3- Nereden ne aldığımızı,


nereye ne gönderdiğimizi biliyorlar.





4- İstedikleri


anda istedikleri müdahaleyi


yapabiliyorlar.



5- Ve en acısı da kimse hesap soramıyor!






Geçen hafta gazeteci bir arkadaşım,

internet üzerinden


30 dolarlık bir ürün satın almış. 


Parasını da


yine internet üzerinde havale ile


göndermiş. 


Arkadaşım Ankara Tandoğan’da oturuyor.

Satıcı ise,

Ankara-Gaziosmanpaşa’da. 


Yani parayı yürüyerek götürse

15 dakika sürmez.



Ancak günler geçtiği halde


havale bir türlü


alıcının hesabına ulaşmıyor. 



Bunun üzerine paranın

peşine düşen arkadaş,

yoğun bir telefon trafiği ve

günler süren bir mücadelenin ardından


ilginç bir sonuçla karşılaşıyor. 


Parayı,

Amerika’nın bloke ettiğini öğreniyor. 


Çünkü alıcının banka hesabı;

Ankara’daki


İran Caddesi’nde bulunuyor. 


Ankara’daki İran caddesi ile


İran’ı


birbirine karıştıran Amerika,


paranın İran’a gönderildiğini sanıp

el koyuyor.





Neyse ki;

uzun süren yazışmalardan sonra

, bizim arkadaş terörist olmadığını

, parayı da

İran’a değil,

Ankara’daki İran caddesine gönderdiğini

anlatıyor

ve

30 dolarını

zor bela kurtarıyor. 
 

İşte biz buna Siyonizm diyoruz.



 

ERBAKANIN GÖNDERİLME NEDENİ

GÖNDERTENLER  KİMLER  

BU YAZIDA



Erbakandan bir faiz lobisi hatırası


Her şey güzel gidiyordu

Havuz Sistemi kurulmuş,

kamunun kaynakları bir merkezde toplanmıştı. 



Başbakan Erbakan


, Havuz’da biriken parayı görünce,


kendine has o özgün üslubuyla;


“Abooovvvv” demişti;



“Yahu meğer biz ne kadar zenginmişiz!” 





Oysa daha 2 yıl önce her şey bambaşkaydı. 



5 Nisan krizi patlak vermiş,


  cumhuriyet tarihinin en büyük

ekonomik çöküşlerinden biri yaşanmıştı.



Bir gecede

binlerce insan batmış,


bazı iş adamları

fabrikasının önünde intihar etmişti. 



Ta ki Refahyol hükümeti kurulana kadar…



Erbakan’ın Başbakanlığında kurulan


Refahyol Hükümeti,


her şeyi tersine çevirmeye başlamıştı.


Biten umutlar yeniden yeşeriyor, 


5 Nisan’daki endişe ve korku


yerini yeniden güven ve istikrara bırakıyordu.


***

İşte,


  “her şeyin iyi gittiği”


tam da o günlerde,


beklenmedik bir şey oldu.


Refahyol’un iki ortağı arasında


ilk kriz patlak verdi.


***Krizin gerekçesi çok ilginçti.***



DYP kanadına mensup

Hazine’den sorumlu Bakan, ısrarla 


“Devlet Borçlanmasına”


çıkmak istiyordu. 



Oysa Havuz Sistemi sayesinde


+++kasa para doluydu+++


. İsteyen Bakan oradan alıp harcayabilirdi.



Buna karşın


---DYP kanadı borçlanmak 


- Refah kanadı da

+++borçlandırmamak için çırpınıyordu.



Çünkü borçlanmak demek,


faiz lobisine para aktarmak demekti. 


İlgili bakanla konuşuldu:


“Para var,

istediğin kadar alabilirsin

ama borç ihalesine çıkmayacaksın”

denildi. 





Bir türlü ikna edilemedi. 

Konu Başbakan Erbakan’a aktarıldı. 



Erbakan’ın duruşu netti;


“Bana, Çiller’i bağlayın” dedi.



Erbakan,

telefonun öbür ucundaki

Başbakan Yardımcısı Çiller’e

tek cümle söyledi:



“Bakanınıza söyleyin,

bu borçlanma ısrarından vazgeçsin…”


 “Yoksa”

“Yoksa Refah Partisi olarak biz,
kendi bakanı hakkında gensoru önergesi verip düşüren
Cumhuriyet tarihinin ilk hükümeti oluruz”


Erbakan’ın bu kararlılığı karşısında, ‘borçlanma ihalesi” ertelendi.





Ama sonrasında


artık sahnede, 


Fadime Şahin’ler,

Ali Kalkancı’lar,



 




VİDEO
http://www.
facebook
.com/video/video.php?v=475138132539615




Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN 
Türkiyenin Sanayileşmesindeki
Yeri ve Vizyonu




 http://www.youtube.com/watch?v=dmRakq9rZlg&feature=youtu.be …
 



"Necmettin ERBAKAN,




 
sermayenin gücünü ve bu gücü yönlendirmede odaların gücünü daha 1960'lı yıllarda  Anadolu insanına verdi, onların güçlenmesi için uğraştı.
1969 yılında Erbakan Birlik başkanıyken 

İstanbul sermayesinin devleri olan Koç, Sabancı, Boyner vb... bir heyet oluşturup Ankara'ya giderler.
Gittikleri kişi, 



Başbakan Demirel'dir. 

***********************************************

Demirel'e 
Erbakan'ı, tüm tahsisleri Anadolu'ya verdiği için şikâyet ederler.
İstekleri, Erbakan'ın görevden alınmasıdır. 

Sermayenin bu isteğini




Demirel geri çevirmez ve 
Erbakan'ın görevden alınması için talimat verir. 


Talimatın gereği yerine getirilir ve 
Erbakan, görevden alınır.

Holding patronundan TOBB'a: AK Parti'ye karşı partileşin


Ak Parti Konya milletvekili Hüseyin Üzülmez, 
yakın dönemle ilgili ilginç bilgiler paylaştı.
TOBB'da görevliyken bir holding patronunun kendisini yemeğe davet ettiğini belirten Üzülmez,
'Bana TOBB olarak Ak Parti'ye karşı partileşin teklifinde bulundu" dedi

Birlik Vakfı Bursa Şubesi'nin Cuma Meclisi'ne konuk olan Ak Parti Konya milletvekili Hüseyin Üzülmez hem bir milletvekili hem de sivil toplum örgütlerinde yetişmiş biri olarak tecrübelerini paylaştı.
Üzülmez, yakın dönem Türkiye'sinin bir fotoğrafını çekti. Bu fotoğrafta Türkiye'deki derin devlet de vardı, kendi menfaatini her şeyin üstünde tutanlar da, Anadolu'nun bir kenara itilmeye çalışılan insanları da...
Ticaret ve Sanayi Odaları hangi gerekçeyle kuruldu?
Hüseyin Üzülmez, konuşmasının odak noktasını oluşturacak Ticaret ve Sanayi Odalarının tarihî süreciyle ilgili birkaç bilgi aktardı önce. Bu bilgiler, dönemin özelliklerini yansıtması ve örtülü bir savaşın ekonomik aracı olması bakımından önemliydi.
İşte Hüseyin Üzülmez'in anlattıkları:
"Ticaret ve Sanayi Odaları, 1881 yılında padişah emriyle kurulmuştur. Altı aylık hazırlık sürecinden sonra ilk oda, İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası adıyla kurulmuştur. İTSO, kuruluşundan hemen sonra on maddelik bir karar alır ve ticaret ve sanayi odalarının yaygınlaştırılmasını ister.
O zamana kadar kurulan odaların yönetiminde çoğunluk hep az farkla da olsa Müslümanlardadır. Ama 1877 yılına gelindiğinde durum birden tersine döner ve gayrimüslimler çoğunluğu ele geçirir. Bu durumu riskli bulan padişah, Müslümanların çoğunluğu ele geçirmesi için odalara ziraatçıları da katar.
Odaların adı artık uzunca bir süre "Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odaları" olacaktır. Bu manevra ile Müslümanlar yönetimlerde çoğunluğu sağlar. Ama gözden kaçırılmaması gereken şey şudur: Bu odalar da ülkenin Batılılaşmasına hizmet etmek amacıyla kurulmuştur. Hemen kısa bir süre sonra iktidarı ele geçiren İttihatçılar, doğru bir karar vererek Anadolu insanını ticarete atılmaya teşvik eder."
1950 yılından sonraki gelişmeler neler?
Hüseyin Üzülmez, bu odaların zamanla etkisini artırdığını ve hatta bu etkinin devleti etkileyecek bir güce eriştiğini şu sözlerle aktardı: " 1950 yılında odalar, birliğe dönüşür ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) kurulur. 1960 yılına gelindiğinde, Birlik, devletin ekonomik faaliyetlerini perde arkasından yönetmeye başlamıştır.
En önemlisi de, döviz tahsis işi odaların emrindeydi ve odaları yönetenler dilediklerini zengin edip dilediklerini güçsüz düşürebiliyorlardı. O yıllarda döviz tahsis memuru, daha sonra özellikle 28 Şubat Sürecinde önemli bir rol üstlenecek olan Fuat Miras'tı."
Erbakan, gelişmeleri okudu
Anadolu insanının sermayeden uzak tutulduğunu ve kurulan bu birlikleri yönetenlerin zihniyetleri göz önüne alındığında, bu ülkenin yerlilerinin ülkenin sermayesinde ve yönetiminde söz sahibi edilmeyeceğinin herkesçe görülemediğini, bunu görüp Anadolu insanının bir yerlere gelmesi için çırpınanlardan birisinin de rahmetli Erbakan olduğunu söyleyen Hüseyin Üzülmez, Erbakan'la ilgili düşüncelerini şöyle aktardı:
"Necmettin Erbakan, sermayenin gücünü ve bu gücü yönlendirmede odaların gücünü daha 1960'lı yıllarda fark etmişti. Bunu sadece anlamakla kalmadı, bir şeyler yapmak için de çabaladı. Odalar Birliği Başkanı olduğunda, tahsisleri Anadolu insanına verdi, onların güçlenmesi için uğraştı.
1969 yılında Erbakan Birlik başkanıyken İstanbul sermayesinin devleri olan Koç, Sabancı, Boyner vb... bir heyet oluşturup Ankara'ya giderler.
Gittikleri kişi, Başbakan Demirel'dir. Demirel'e Erbakan'ı, tüm tahsisleri Anadolu'ya verdiği için şikâyet ederler.
İstekleri, Erbakan'ın görevden alınmasıdır. Sermayenin bu isteğini Demirel geri çevirmez ve Erbakan'ın görevden alınması için talimat verir. Talimatın gereği yerine getirilir ve Erbakan, görevden alınır."
Şerden hayır doğar
Hüseyin Üzülmez, anılarla süslediği sohbetini sürdürürken bir tespitini de, bu benim kişisel gözlemimdir diye vurgulayarak şu şekilde aktardı: "1969 yılında Erbakan'ın görevden alınması, hiç öngörülemeyen bir olaya yol açtı ve Erbakan siyasi parti kurdu.
Önce Milli Nizam, sonra da Milli Selamet Partisi bu olaylardan sonra kuruldu. O operasyon, böyle hiç tahmin edilemeyen bir olaya yol açtı. Kaderin cilvesidir ki aynı aktörler (Erbakan ve Demirel) bir kez daha karşı karşıya geldi. Bu olay, 28 Şubat Süreciydi. 28 Şubat da, Erbakan'a karşı yapıldı ve bu hareketten sonra da yeni bir parti, AK Parti doğdu."
Tayyip Erdoğan'ın demokrasi fotoğrafı
Hüseyin Üzülmez, TOBB'un desteğinin siyasiler için ne kadar önemli olduğunu şu anısıyla anlattı: " 27 Nisan Muhtırası öncesinde ülkede gerginlik vardı. Hükümet üzerinde çok ciddi baskılar vardı.
Bu ortamda Başbakan Erdoğan, TOBB'a geldi ve ortamın gerginliğinden söz ederek belki de bir ihtilal olabileceğini söyleyerek bizlerden demokrasi adına destek istedi. Biz de yönetim olarak Başbakana destek verdik ve Tayyip Erdoğan'ın yanında TOBB yöneticileri, elinde anayasa kitapçığı ile verdiği o demokrasi fotoğrafı böyle çekildi.
TOBB siyasi harekete dönüşebilecek bir yapıdır
Hüseyin Üzülmez, TOBB'un tüm Türkiye'yi etkileme gücünü büyük sermayenin çok iyi bildiğini ve gerektiğinde bu gücü siyasi olayları etkileyip yönlendirmek için kullandıklarını kendi örneğinden hareketle anlattı:
" 2010 yılında, çok büyük bir holdingin patronu beni İstanbul'da yemeğe çağırdı. Yemekte, TOBB olarak bizim AK Parti'ye karşı bir siyasi hareket başlatmamızı istedi.
Ben de bu harekete başlayacakmışız gibi, nabız tutmak için bu işe çok para gerektiğini söyledim. Para konusunun önemli olmadığını, gereken paranın karşılanacağını taahhüt ettiler. İşte TOBB bu kadar önemli ve belirleyici bir örgüttür."
Müslümanlar sosyal sermayeyi yönetebilmeli
Müslümanların, Cumhuriyet ilan edildikten sonra özellikle bazı alanlardan bilinçli bir şekilde uzak tutulduklarını söyleyen Hüseyin Üzülmez, odalar ve birliklerin yönettiği 'sosyal sermaye'nin bunların en önemlilerinden olduğunu şöyle açıkladı: "Sosyal sermaye denen şey yaşadığın bölge, yaşadığın ülke ve uluslar arası alanda güç sahibi olmak demektir. Çünkü tüm devlet yöneticileri sosyal sermayenin gücünü ve etkinliğini bilir.
Sosyal sermayenin yöneticileri, tüm toplantılara davet edilir. Bu da onlara birçok devlet yöneticisiyle tanışma, uluslar arası ilişki kurma imkânı sağlar ve bu da sosyal sermaye yöneticilerine ayrıca güç sağlar. Sosyal sermaye bu kadar önemli olduğu için Müslümanlar yıllarca sosyal sermayeden bu yüzden uzak tutulmuştur."
Ahmet Serin / Kuzey Haber Ajansı









Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN










 
Tanıdığım Erbakan
 
Fiili olarak Erbakan hocamın yanında yaklaşık 20 yılım geçti.
Son nefesini verinceye kadar da yanında oldum.
Çok şükür bu hem benim istikrarım ve istikametim 
hem de babamın bana vasiyetiydi. 
Bu şekilde hareket etmenin huzuru içerisindeyim.

Erbakan Hocayı anlatmak tabi ki uzun bir kitap çalışması konusu. Her açıdan inceleyip yazmak, gelecek nesiller açısından oldukça faydalı ve önemlidir. Burada bu makale çerçevesinde birkaç hususu ancak ana hatları ile ifade edebilirim.
Öncelikle bir insan olarak Hocamız çok mülayim ve hoşgörülüydü. Hiç kimse hakkında olumsuz düşünmez, herkesin olumlu yönlerini ele alarak ya da öne çıkararak ondan istifade etme yollarını arardı. Bu şekilde o insanı da hayra yönlendirmiş olurdu. Gayet kibardı ve çevresine de kibar davranırdı. Örneğin, birgün başbakanlık merkez binasındaki odasında, yuvarlak masada çok yoğun bir çalışma içerisinde iken hizmetinde olan arkadaşımız gelip “Hocam çayı yeni demledim, arzu eder misiniz?” diye sorduğunda verdiği cevap “lutfedersiniz” olmuştu. Bu cevabı hala gıpta ile hatırlarım.
Hocamız çok akıllı ve zeki bir insandı. Düşünme mantığı, problemi ortaya koyma şekli, çözüm kümesi oluşturma becerisi ve çözümlerini uygulama sistematiği istisnai kabiliyetleri arasındaydı. Onun problemlere yaklaşımında ve çözümünde hem analitik hem de kartezyen mantığın nasıl kullanıldığını keşfetmek müthiş heyecan vericiydi. Her olayın ya da problemin olumlu ve faydalı yönlerinden hareket ederek bir çözüme ulaşma gayreti içerisindeydi. Her türlü çözümü de şu dört ölçü ile test ederdi. İlim, akıl, tecrube ve gerçekler. Bu dört zihin süzgecini paralel olarak kullanır ve sonunda herkesi ikna edebileceği bir çözüm haritası ortaya çıkarırdı. Onun için de Erbakan hocanın, eğer art niyetli ya da ön yargılı değil ise, ikna edemeyeceği insan yoktu.
Erbakan hocamız dini vecibelerini yerine getirmede de çok hassas ve samimi davranırdı. Besmelesiz ve fatihasız hiç bir işe başlamaz ve işlerini hayır duasız bitirmezdi. Her türlü sıkıntılı koşullarda dahi namazlarını aksatmaz, orucunu ikmal eder ve diğer vecibeleri sünneti seniyye üzerine yerine getirirdi. Mesela, ayakta desteksiz duramayacak hale gelinceye kadar namazda rükusunu ve secdesini kendisi yapar, namazın tadil-i erkanına uymak için şartları sonuna kadar zorlardı. İbadetleri konusunda hiç eringenlik göstermezdi.
Bir dava adamı olarak zihni çok berraktı. Ne yapılacağını ve nasıl yapılacağını çok net bilir ve ifade ederdi. Zihninde davası ile ilgili olarak şüphelere veya tereddütlere yer yoktu. Davasında sabırlı, tavizsiz ve kararlıydı. Kendi şahsına karşı yapılan hiçbir şeyi uzun müddet zihninde taşımazdı. Affeder ya da unutur giderdi. Ancak davasına karşı yapılan her şeyi bir kenara not eder ve onlarla nasıl mücadele edeceğini düşünürdü. İşi gücü davasını bir adım ileriye nasıl götüreceğinin tespitini ve tecrubesini yapmaktı. Bu açıdan davasının delisiydi. Bunun için de teşkilatlarda sürekli “davanın delisi olmak” ifadesini kullanır ve onları yönlendirirdi. Yine bu çerçevede hiçbir mazeret kabul etmezdi. Diyelim ki görev vermek için bir arkadaşı aradık ve ulaşamadık. Gelip de kendisine “arkadaşa ulaşamadık” dediğimizde “ölmüş mü?” diye cevap verirdi. Diğer bir ifade ile, bir adam yeryüzünde ise “onu bulamadık” ya da “ona ulaşamadık” türünden mazeretleri asla kabul etmezdi. Yine bir teşkilat çalışması esnasında bir grup arkadaşa bir iş vermişti. İş biraz zordu. Arkadaşlar oturup kendi aralarında konuşmuşlar ve o işin neden yapılamayacağına ilişkin 17 maddelik bir yazı yazarak tekrar görüşmeye gelmişlerdi. Aralarından bir sözcü hem yazıyı takdim etti hem de madde madde izahlarda bulundu. Hocam sabırla hiç sözlerini kesmeden dinledikten sonra kendilerine, “siz bir gece çalışıp bu işin niçin yapılamayacağına dair 17 madde yazacağınıza, 17 gece çalışıp bir madde ile bu işin nasıl yapılacağını izah etmek için gelin bana” deyip kendilerini uğurladı. Hakikaten o iş, Hocamızın yönlendirmesi ve arkadaşların yüksek azmiyle başarılmıştı.
Erbakan Hocamız, ideolojisini Milli Görüş ismiyle ifade eder ve bir matematik netlikte tarif edip uygulardı. Tarifleri arasında çelişki ve çelişkili ifadeler olmazdı. Bu ideoloji ile Osmanlı, Selçuklu ve İslam Tarihini çok güzel bir şekilde içiçe bütünleştirmişti. Milli Görüş’e has bu bütünleşik yapı, dünyadaki bütün müslümanlara örnek olmuştur. Böylece müslümanlar, kendi inançlarıyla çelişmeyen yerel aidiyetlerini kaybetmeden, ümmet paydası altında birlik ve beraberliği düşünebilir hale gelmiştir. Hocamız, bu çalışmaları ve tanımlamalarıyla ülkemizde olası değişik dış mihraklı yapılandırmaların da önüne geçmiştir. Onları atıl bırakmıştır.
O aynı zamanda bir ıslah adamıydı. İşi gücü yeryüzündeki ifsada karşı çıkmak ve ıslah etmekti. Bu yaklaşım, fikirlere yönelik olduğu gibi kurumsal yapılara yönelik olarak da görünürdü. Bir insanın fikirlerini düzeltmek ya da onu ıslah etmek için saatlerce konuşmaktan çekinmez ve usanmazdı. Ülkemizin kurumsal yapısına bağlı ve saygılıydı. Bu çerçevede hiçbir tahriğe kanmaz ve kapılmazdı. Kurumsal yapılar içerisindeki bazı insanların yaptıkları yanlışlar ile kurumsal yapıları ayrı değerlendirirdi. Örneğin TSK ile ilgili olarak kendisine birçok telkinler ve öneriler yapılmış olmasına rağmen, onu her zaman “Peygamber Ocağı” olarak görmüş ve ordumuz ifadesini özel sohbetlerinde dahi hiçbir zaman yalın olarak değil hep “Kahraman Ordumuz” diye niteleyerek kullanmıştır. Hiç unutamıyorum bir gün Altınoluk’da bahçede birlikte yemek yerken sohbet esnasında bazıları ordumuz ile ilgili olarak birşeyler söyleyince; “… 1000 yıl İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu kahraman ordumuzun…” dedi ancak gözleri doldu. Üzüntüden çenesi oynamaya başladı. İçin için ağlıyordu. Onun o halini görünce herkes sustu. Bir müddet kimse konuşamadı.
Hocam yanlış yapanları da ıslah etmek, eğitmek düzeltmek gerektiğine inanırdı. Bu milletin hiçbir evladının bilerek ve isteyerek yine bu milletin özü olan; hakkı üstün tutan, maneviyatçı, nefis terbiyesini esas alan, hidayet, feraset ve dirayet sahibi Milli Görüş’e karşı olabileceğine inanmazdı. Onun için de ülkemiz insanlarını ikiye ayırırdı; “Milli Görüşçü olanlar ve Milli Görüşçü olmak için sırasını bekleyenler”.
Kısacası Erbakan Hocamız büyük bir önder, iyi bir öğretmen ve güzel bir insandı. Vatan ve millet sevgisi ile doluydu. Emrolunduğu gibi dosdoğruydu. Son nefesine kadar kısaca cihad diye tarif ettiği iyinin, güzelin, doğrunun, faydalının ve adil olanın hakim olması için çalıştı. Bu ilkeler çerçevesinde, Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya kurulması vasiyeti ile ahirete irtihal etti. Hepimizin başı sağolsun. Allah (CC) kendisine rahmet, bizlere sabırlar versin.
Not: Bu yazı Nisan 2011 tarihinde çıkan Anadolu Gençlik Dergisi Erbakan Özel Sayısında (Sayı: 135) yayınlanmıştır.









Mete Gündoğan 
Share in top social networks!
Özgeçmişi
 
 
Prof. Dr. Mete Gündoğan, 1963 Balıkesir – Dursunbey doğumludur

. İlköğretim ve Lise tahsilini Ayvalık ilçesinde tamamladı                          
. Dokuz Eylül

Üniversitesi’nde Lisans (1985) çalışmasını bitirdikten sonra                    

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Yüksek Lis                                         
 
 
ans çalışmasına başladı. Tez aşamasında British Council’den kazanmış
 
olduğu bursu değerlendirmek üzere İngiltere’ye gitti

. Cranfield Teknoloji Enstitüsü’nde Üretim Sistemleri Mühendisliği alanında Yüksek Lisans (1990) çalışmalarını tamamladı. Doktora’sını (1995) yine İngiltere’de, Cranfield Üniversitesi Endüstri ve Üretim Sistemleri Mühendisliği alanında yaptı. Doçentliğini 2000 yılında aldı. Balıkesir Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi (yarı zamanlı), Polis Akademisi (yarı zamanlı) ve Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nde çalıştı. Ghent Üniversitesi’nde literatür çalışmaları yaptı.
 
 
Akademik çalışmalarının yanı sıra Dr.Gündoğan, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Araştırma ve Geliştirme Planlaması Müdürlüğü’nde araştırma mühendisi ve bir müddet de müdür olarak görev aldı. Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) Bilim ve Teknoloji Sektörü uzmanı, Başbakanlık Başmüşavirliği ve TBMM’nde müşavir görevlerinde bulundu. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nde açılan 20nci Dönem Kamu Diplomasisi Kursunu tamamladı.
 
 
Çeşitli sanayi çalışmaları ve tecrübeleri çerçevesinde, Akıncı F-16 Uçak Fabrikası’nda (TAI) Kalite Teminat Sistemleri Başmühendisi olarak çalıştı. Avrupa Ford Motor Fabrikalarında (Köln-Almanya, Genk-Belçika, Valencia-İspanya, Bordeaux-Fransa ve Dagenham-İngiltere) “Bilgisayar Destekli Bakım Yönetim Sistemi” projesinde mühendis olarak çalıştı. Özel sektörde üst düzey yöneticilik ve danışmanlık da yapan Dr. Gündoğan, Balkanlarda ve ülkemizde özelleştirmeden alınan birçok fabrikanın devreye alınması projelerini baştan sonra gerçekleştirdi.
 
 
Evli ve dört çocuk babası olan Prof. Dr. Gündoğan İngilizce ve Fransızcanın yanısıra kısıtlı derecelerde Felemenkçe, Boşnakça ve Arapça bilmektedir.
 
 
Uluslar arası ve ulusal düzeyde birçok yayını bulunan Prof. Dr. Mete Gündoğan’ın akademik ilgi alanları: Mühendislik Ekonomisi, Sistem Analizi ve Tasarımı, Üretim Yönetimi Sistemleri, Üretim Planlama ve Kontrolü, Teknoloji Yönetimi, Kalite Teminatı, Toplam Kalite Yönetimi, Bakım / Onarım Planlaması ve Yönetimi, Maliyet Analizleri ve Muhasebesi ve Ekonomi (Mikro ve Makro)’dir.
 
 
İrtibat:
 
 
Tel   : +90 378 223 5036
 
 
Fax: +90 378 223 5041
E-mail: mgundogan@hotmail.com










Bu gün hayata bakışımda, kimliğimde, varsa eğer birikimimde, cesaretimde, öz güvenimde, nereye gidersem gideyim beni takip eden vicdanımda Erbakan’ın payı çok büyüktür. Allah ondan razı olsun” 







 
Gazeteci Ahmet Hakan Coşkun konuşmasının son kısmında ise Erbakan’ın 10 özelliğini sıralayarak,
“Eşsiz bir hitabet özelliği vardı, sistematik konuşurdu, bağırıp, çağırmazdı. Ustaca kurulmuş cümlelerle müthiş konuşurdu. Promter’a, cama bakmadan destansı konuşmalar yapardı. Çok hazır cevaptı.
Kararlılık bir diğer özelliği. Bazen ‘bu kadar da olmaz’ dedirten kararlılık. En umutsuz olunması gereken anda bile büyük bir umut. Umutsuzluğa hiç yer yok. Meydan boş ise bile meydanı dolu görebilme umudu. Çok az oy alsa bile onu en yüksek oymuş gibi anlama görme umudu.  Nezaketi bir başka özelliğiydi. Dostu da, düşmanı da, onu seveni de, ondan nefret edeni de onun eşsiz nezaketini inkar edemez.
Büyük bir motivasyon ustasıydı. Teşkilatına bağlı, herkesin kendisini çok değerli ve önemli hissetmesini sağlardı. Refah partisi apartman sorumlusu bile kendisini çok önemli hissederdi. Bu en önemli özelliklerinden biriydi.
Teşkilatçılık ve örgütlenme de ustaydı. Geçen CHP’lilere ‘Erbakan Hoca’nın teşkilatlanma modelini takip edin’ dedim. ‘Sokak, sokak apartman, apartman örgütleneceksiniz başka çareniz yok’ dedim. ‘Leninist model’ dedi biri. ‘Yok’ dedim ‘Bu Erbakanist model’ dedim.
Vefa da bir başka özelliği. Çocukluğumdan beri bildiğim bütün arkadaşları hala yanında.
Hoca’nın en önemli özelliklerinden biride bu.
 Yetki verme ve adam yetiştirme. O mektepten yetişmiş insanlar yönetiyor Türkiye’yi. Onlara yetki vermiş, onları yetişmiştir. Ben Erbakan mektebinden yetişmiş biriyim. Şimdi kimse kimseye yetki vermiyor, önünü açmıyor.
İslam dünyasına bakışı da önemli benim için. Hiçbir İslam dünyası liderinin aleyhinde tek bir kelime etmezdi. Aleyhinde laf edilecek iş yapsa dahi bunu yapmazdı. Her zaman iyi ilişkiler kurardı. Erbakan hocanın politikaları olsaydı, Suriye’de bunlar olmazdı. Biz o günlerde kızardık, ya ‘Saddam’a bir laf etsin’ derdik; şimdi anlıyorum ki, hocanın o politikası çok doğruymuş.
Eşsiz bir mizah anlayışına sahipti. Buluşları, hazır cevaplılığı vardı. 12 Eylül’den önce Erbakan Hoca 30 Ağustos programın katılmamış. Evren, ‘30 Ağustos’un karşısında mı bu Erbakan’ diye soruyor. Hoca ise ‘Biz 30 Ağustos’un ne yanındayız, ne sağındayız, ne solundayız, biz 30 Ağustos’un tam içindeyiz’ diyerek tarihi bir söz etmişti.
Yatıştırıcı olması ve yüksek sorumluluk bilinci. Refah Partisi’nin kapatma kararı çıkmış çok öfkeliyiz. Hocamın şu cümlesini hiç unutmuyorum, ‘İnsanlık tarihinde bir nokta kadar yeri olmayacaktır’ demişti. O kadar umut verici bir cümle ki, herkesi diri tutan enerji veren bir cümle. Kindar değildi, nefret eden değildi, kendi tabanının başkalarından nefret etmesi gibi kışkırtıcı cümleler kurmazdı.
‘28 Şubat’ta Erbakan niye direnmedi’ diye millet çok tartıştı. Bir direniş sergilemesi gerektiği gibi düşünenlerdendim. Erbakan Hoca’nın aslında doğru bir siyaset izlediğini görüyorum. Şimdi baktığımda Hoca’nın toplumsal barışa çok önem verdiğini görüyorum. Yüzde 50 alsaydı da aslında toplumsal barışı önceleyen bir siyaset izlerdi. Bu asla pasif davranmak anlamına gelmiyor. Hoca’nın buna azami dikkat gösterdiğini hareketine baktığımız zaman bunun önemli olduğunu bu gün daha iyi anlıyoruz. ‘Tek adamlık yapıyor’ deniyordu. Hiç de öyle tek adamlık yapmıyormuş. Şimdi tek adamlık yapanları gördüğümüz zaman Hoca’nın çok demokrat olduğu görülüyor. Keşke o yaşarken bunları daha fazla ifade edebilseydik, onu yalnız bırakmasaydık”
Babam İflah Olmaz Bir Milli Görüşçüydü
Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan Coşkun ise Erbakan’ı hayatındaki etkileri ile anlattı. Babasının ‘iflah olmaz bir Milli Görüşçü’ olarak niteleyen Coşkun, “Ben Erbakan Hoca ile çocukluğumda tanıştım. Çocukluk dönemim hep Erbakan Hoca ile geçerdi. Babam eve gelen AP’lilerle hep tartışırdı. Cami cemaati olan Adalet Partilileri ikna etme çabasını hep hatırlarım. İlk siyasi bilinçlenmem o sohbetlerle oldu. MSP’nin mitinglerine  giderdik. Kayseri mitingine, Yozgat,  Konya mitingine gitmiştik. Yozgat mitinginde, Akıncı Gençler Erbakan Hoca’yı miting alanına girişini yapıyordu. Bende o gençlerin arasına girdim, 11 yaşındayım ve kısa boyluyum. Hoca da tam geçerken, ‘sen kaç yaşındasın’ dedi. Ben ’11 yaşındayım’ dedim ve ‘maşallah maşallah’ dedi. İlk olarak orda temasım oldu” diyerek hatırasını paylaştı. Coşkun, Erbakan’ın bütçe konuşmaları sırasında heyecanlı muhalefetini de ailecek seyrettiklerini anlatarak, “Ailecek bu konuşmaları dinlerdik. Zaman zaman farkında olmadan hep beraber ayağa kalkar, alkışlardık. Üniversite yıllarımda radikal oldum, İrancı oldum, bütün gruplara girip çıktım, ancak son tahlilde Refah partili ve Erbakan’cıydık. Ne kadar mesafeli olursak olalım orda kendimizi buluyorduk. İsmet Özel o günlerde ‘bize yüzde 7’ derlerdi diyordu ve bize çok şey anlatıyordu. Kanal7 de Erbakan Hoca bize hep destek oldu. ‘Çok müdahale eder, karışır’ gibi bir algı tamamen yanlış. Bize hiçbir zaman müdahale etmedi. Bunu çok yakinen gördüm. Bu gün hayata bakışımda, kimliğimde, varsa eğer birikimimde, cesaretimde, öz güvenimde, nereye gidersem gideyim beni takip eden vicdanımda Erbakan’ın payı çok büyüktür. Allah ondan razı olsun” dedi.






















 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 1926507 ziyaretçi (4219465 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol