Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  Prof.Dr.Önder AYTAÇ
 



Prof.Dr. Önder Aytaç - Polis Akademisi öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi Yazarı
















Prof.Dr. Önder Aytaç

İki yüz yıldır yargılanmış bir hakim ya da savcı biliyor musunuz?



Emniyet teşkilatında neler oluyor? Demokratik açılım neden Polis Akademisi'nde başladı? KCK operasyonundan sonra Diyarbakır'da o korkunç görüntüler belli bir amaçla mı verildi? Gerekli dersler çıkarılabildi mi? Polis özür diler mi? Kelepçe nasıl takılır? İstihbaratçılarla operasyonları yapanlar arasında dünya görüşü açısından hangi farklar var? Kim statükonun devamından, kim demokratikleşmeden yana? Emniyet müdürlerinin görevden alınması ne anlama geliyor? Ufukta yeni depremler var mı? Varsa kaç şiddetinde? Ergenekon uzantılarının eli polisi nasıl etkiliyor? Siyasi iradeyi kimler yanıltıyor? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını merak ediyorsanız, buyurun efendim, Polis Akademisi öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi yazarı Önder Aytaç sizi bilgilendiriyor...  
 

-Demokratik açılımın başlama gongu polis akademisinde verildi. Fakat emniyetin verdiği son resim korkunç. KCK operasyonunda gözaltına alınan seçilmiş insanların, kollarında bir polis, ellerinde plastik kelepçe ile temerkuz kampı görüntüsü verecek şekilde kamuoyuna gösterilmesiyle sanki yazın açılan parantez kapatıldı. Polis bunu cehaletinden mi yapıyor, yoksa belli bir amaçla mı?

-Demokratik açılımın Polis Akademisi'nde başlamış olması yerinde bir karar değildi. Çünkü Polis Akademisi her şeye rağmen resmi ve üniformalı bir kurum. Açılım yüzde yüz demokratik olsa bile bazı insanlar ne oluyor, niye buradan start veriliyor dediler haklı olarak. Keşke Polis Akademisi yerine başka bir yerde, mesela Bilkent Üniversitesi'nde veya başka sivil toplum kuruluşlarında başlansaydı. Kanımca, bakanı da etkileyen, Polis Akademisi'nden de kolejinden de hiç haz etmeyen bir üst düzey emniyet bürokratı Demokratik Açılıma Polis Akademisi'nden başlangıç yaparak, hem açılıma provoke ettirdi hem de gelecek saldırılar da Polis Akademisi'nin de kurumsal anlamda yıpratılmasını bilinçli olarak istediği için böyle bir kumpas kurdu.

-Akademinin başındakiler neden itiraz etmediler?

-Akademinin başına ilk defa akademisyen olan, emniyet müdürü olmayan yeni bir rektör gelmişti. Bakanın da akademisyen kökenli olması neticesinde iyi niyetli düşünmelerinden dolayı, ellerinin altında da böylesi bir eğitim kurumu olunca, emniyetteki üst düzey bir yetkilinin provokasyonel düşüncesi ile Akademi Başkanı Prof. Zühtü Aslan ile Bakan Prof. Beşir Atalay'ın da önyargısız ve masum düşünceleri sonucunda, 'Polis Akademisinde' hayır olmasın gibi farklı alternatifler bir görüş sunulamadı. Ancak yapılan başlangıcın Akademiden olması doğru değildi, isabetsizdi.  

-Neye varır bu işin sonu?

-Merak etmeyin, su akar yolunu bulur. Yeter ki büyük bedeller ödenmesin.

-Diyarbakır'daki fotoğraf, emniyet müdürünün hatası mı, bilinçli bir tercih mi?

- Daha önceki dönemlerde bir güç göstergesi şeklinde bu uygulama yapılırdı. Askeri dönemlerden, askeri yöntemlerden kalmış bir psikolojik harp biçimi şeklinde, böylesi fotoğraflar güvenlik güçleri tarafından çekilerek ya medya mensuplarına dağıtılır ya da medyanın böylesi pozları çekmesine zemin hazırlanırdı. Ogün Samast yakalandığında asker ve polis güvenlik güçleri onun çevresinde durup, arkasına da Türk bayrağını alarak resim çektirmeleri de hala hafızalarda kalan bir diğer örnek olsa gerek. Hatırlarsanız, ayni durum Abdullah Öcalan'ın yakalanmasında da yaşandı. Böylesi resim çekilmesinin ve fotoğrafların medyaya dağıtılmasının gerekliliğini; bir başarı, bir kahramanlık olarak algılayan sanırım pek çok güvenlik personeli de var.

-Ama bu tip fotoğraflar kamuoyunda çok ciddi tepki uyandırıyor.

-Haklı olarak. Bu fotoğraflarla, gözaltına alınanların % 100 suçlu olsalar bile, masum, acınacak ve mazlum rolü üstlenmeleri sağlanmış oluyor ki; bunu yapmamakta sayısız yarar var. O yüzden KCK operasyonları bağlamında Diyarbakır da çekilen bu fotoğraf da haklı olarak çok tepki çekti. Diyarbakır emniyet müdürü Mustafa Sağlam, rahmetli Gaffar Okkan'ın yaptığından belki de beş kat daha fazla olumlu adımlar atabilecek olan, Adıyaman'da olduğu 4 yıllık süreçte halkla çok güzel ilişkiler kuran, bilinçli olarak devletle milletin arasını açan ceberut idarecileri emniyet bünyesinde barındırmayan ya da pasifize eden çok başarılı bir güvenlik personelidir. Bu resim, kesinlikle onun bireysel anlamda tercihinin sonucu ortaya çıkmış bir durum değildir ve bu somut olaydan da çok ciddi çıkarımlar yaparak, takım arkadaşlarıyla birlikte beyin fırtınaları yaparak bundan sonra böylesi görüntülerin olmayacağını da kendi aralarında kararlaştırmışlardır.

-Bu görüntülerin oluşması tepeden mi istendi öyleyse?

-Tepeden böyle bir şey gelmiş midir, umuyorum gelmemiştir. Ama verilen resimler kötüydü. Zırva tevil götürmez. Olmamalıydı. Yapılmamalıydı. Daha önceki yıllarda, polis kendi elini, gözaltına alınan kişiyle beraber kelepçelerdi. Ya da kişileri birbirine kelepçelerdi ki; burada asli unsur asayişin temin edilmesi ve gözaltındaki kişilerin hiçbir zarara uğramadan ve kaçmadan teslim edilmesi sürecinin yaşanması durumu. Kanun tam netliğiyle ne yapman gerektiğini söylemiyor ve her somut duruma göre, güvenlikçiler inisiyatif kullanıyorlar ki buradaki foto görüntüsü ilkel, çağdışı ve askeri yönetimleri ve polis devleti uygulamalarını anımsatan bir resim karesiydi.

-Bu, hala önünü göremeyen insanlar olduğunu, emniyetin bir arpa boyu yol alamadığını mı gösteriyor?

-Kesinlikle haaaaaaaaaayır. Ortada bir hatanın varlığını, Diyarbakır Emniyet'in bundan derslerini aldığını, bundan sonra asla böylesi bir duruma meydan vermeyeceğini ve Diyarbakır örnekleminde yüzlerce atılan olumlu emniyet asayiş adımının yanında, tek bir olaya bağlı bir genelleme yapmanın sağlıklı olmayacağını gösteriyor.

-Ama ne özür dilendi, ne de hata olarak algılandığına dair bir işaret verildi.

-Emniyet gibi üst düzey aktif görevin çok az, pasifte, kızakta önemli görevlere gelmeyi bekleyen bir çok insanın çok olduğu iş kollarında, ne kadar çok medyaya çıkarsan, ne kadar çok konuşursan, ne kadar çok yaptığın güzellikleri kamuoyu ile paylaşırsan, başına hemen bir sıkıntı gelme ihtimali belireceği için, 'bu adam da artist oldu, polislik yapmayı bıraktı' denileceği için, insanlar sessiz kalmayı tercih ediyorlar ve susuyorlar.

Biz geçen hafta sonu Diyarbakır, Siirt ve Batman'daydık. Siirt'teki İl Emniyet Müdürü Celali Bey halkla bütünleşmenin en güzel örneklerini veriyor. İlin polisi, il belediye başkanını mahkeme kararıyla gözaltına almaya gittik, kapıyı çaldık, açmadı. On tane çocuğu vardı içeride. Bir daha kapıyı çaldık açmadı, savcıyı aradık 'kapıyı kırın' talimatını verdi. Biz de kapıyı kırıp girdik. Çocukları çok endişeliydi. Okumuş olan, entelektüel donanımı olan emniyetçi arkadaşlar, tek tek her çocukla ilgilendiler ve endişelerini izale ettiler. Belediye başkanı ile de bir saat, bir buçuk saat oturduk ve konuştuk. Adam bize 12 Eylülde nasıl sıkıntı çektiğini, kaçtığında nasıl işkence gördüğünü anlattı. Biz de polis artık eski polis değil şimdi dedik, bunu yaşayarak da gösterdik. Aldık eline kelepçe bile takmadan götürdük Diyarbakır'a teslim ettik diyorlar.

-Yani öylesi de var, böylesi de var demek istiyorsunuz ama bir yanlış on doğruyu götürüyor.

-Tek bir kare bile olsa kötü görüntüyü vermemesi lazım polisin. Bunda sizinle hem fikirim. Eminim Diyarbakır da bundan sonra bu hatayı tekrarlamayacak şekilde kendine ders çıkardı. KCK operasyonları demokratik açılımdan üç buçuk ay önce yapılmaya başladı. Sonradan siyasi irade KCK operasyonlarını belli bir süreliğine durdurdu. Belki de Bakan'ın emniyetteki tek danışmanı hatalı olarak dedi ki; 'demokratik açılım sırasında olmasın.' Halbuki gençleri örgütleyen ve belediye başkanlarının üzerinde de hüküm süren bir yapı bu. O yapı, dağda ölmüş olanın kardeşini öncelikle belediyeye aldırmak, belediye de çalışanların maaşlarının yarısına yakınını örgüte yardım olarak toplamak, bir yerde gösteri varsa oraya kendi akrabanı götürmek ve orada kendine de yoklama yaptırtmak, ihaleleri PKK'lilere vermek, telefon ile birebir örgütten talimatlar almak gibi sorumluluklar yüklüyorlar. O zaman örgütün merkezi ile bunlar arasındaki bağları koparalım diye Prof. İhsan Bal, Doç. Sedat Laçiner ve ben bas bas bağırıyorduk, operasyonlara devam edilsin diye. Bu operasyonlar olduktan sonra, bilinçli olarak bu kötü resim görüntü ortaya çıktı. Ama altyapısı çok kuvvetli bir operasyon, Şubatta iddianame de sanırım gelecek. İddianame okunduğunda tamamıyla delilden suçluya gidildiğinin göstergesi olacak ve kamuoyu ve özellikle de % 85'lere varan masum ve PKK'yi desteklemeyen sessiz Kürt halkı, 'iyi ki bu operasyonlar yapılmış ve bizi KCK belasından kurtardınız' diyecekler.

-Siz şimdiden, iddianameyi okumadan nasıl böyle bir şey söyleyebilirsiniz?

-Canını dişine takarak çalışan bölgedeki görevli emniyetçi arkadaşlar ve oradaki sessiz Kürt kanaat önderleri, Kürt öğretmenler, Kürt STK'lar da öyle söylüyor çünkü. Zaten üç günlük gözaltı süresinden sonra bu insanların büyük bir çoğunluğunun tutuklanmış olması da savcının iddianamesini hakimin kabul etmiş olmasının bir diğer göstergesi.

-Operasyon öncesi bilgi toplayanlarla operasyonu yapanlar arasında olaylara bakış açısından nasıl bir fark vardır? Hangi grubun entelektüel donanımı demokratik açılımı destekler nitelikte?

-Statükonun devamını istemeyen ve AB'ndeki polis yurttaş ilişkisi nasılsa aynı ilişki bizde de yaşansın diyenler şu anda istihbarat, kaçakçılık, organize, terör, asayiş ve güvenlik birimlerinde yoğunluklu olarak görev yapıyorlar. Bunlar yurtdışında mastır, doktora yapmış, dile çok hakim, uygulamanın içerisinde de bire bir çalışan ve annesi babası ile de Anadolu insanı olanların evlatları. Ve bunlar artık yapmış oldukları her operasyondan sonra hatası neydi, doğrusu neydi diye tartışan, hatalarını endişelenmeden masaya yatıran ve bir daha yapmamak için neler yapılması gerektiğini sistematize eden arkadaşlar.

-Ya diğerleri?

-Diğerleri mi? İlahi Nuriye Hanım sen adamı öldürürsün. Bu diğerleri, emniyette artık % 10 kadar bile kalmadı. Statükoyu savunan, işkenceden zevk alan, devletin ceberut devlet olmasını isteyen, yurttaşa çökerek ondan menfaat temin eden, devletle milletin arasını açan, asalak sürüsü insan sayısı % 10'lardadır artık. O nedenle de emniyetin % 90'ı beni çok sever. % 10'u da benden nefret eder. Ben de elime imkân geçtiği gün, inan o kirli olanları -ki bunların pislikleri, hırsızlıkları, işkencecilikleri ve dosyaları mahkemelerce de sabittir- o gün emniyetten atarım ve pırıl pırıl yurttaşa hizmet eden emniyeti hep birlikte görmüş oluruz.

-Polis, pardon demez mi hiç, özür dilemez mi? Zaaf olarak mı görülür bu işler?

�Statükoyu savunan emniyetçiler açısından, evet zaaf olarak görüyorlar özür dilemeyi. O nedenle de yapamıyorlar. Devletin baba olduğunu kabul edenler, devlet özür dilemez diyorlar ve halt ediyorlar. Bir hata varsa; -ki var- kesinlikle özür dileyebilmeli, bir daha da yapmamalı ama aynı hatayı. Eğer bir hata yapıyorsa çok rahat çıkıp hesap verebilmiş olmalı. İnanın 5 yıla kalmaz bunu da göreceksiniz emniyette. Yeter ki bakanlara iyi danışmanlık yapan emniyetçiler olsun.

-Tabii bakana sormadan yapamazlar böyle bir açıklamayı.

-Yapamazlar. Bakan şu anda sivil yapıya polisi şikayet müessesesi diye AB ülkelerindeki bir güzel çalışmayı getirmeye çalışıyor. Yani sivillerin de üniformalı kurumları gözetim ve denetim altında tutabileceği bir yapıyı kurmaya çalışıyor, polisin ve bütün güvenlik güçlerinin daha da fazla hesap verebilirliği artsın diye. Polisi çok daha iyi güvenlik hizmeti sunsun diyorsak, özlük hakları bakımından da diğer güvenlik güçleri ile eşitleyen bir özlük hakkı sistematiğini getirmeliyiz. İkircikli yapıya son vermeliyiz.

-Kelepçe takmak şart mıdır?

-Kelepçe önden takılmaz. Önden kelepçe şov amaçlı bir durumdur diyebilirim. Normalde kelepçe takma kuralını ihlal eden bir şey bu. Arkadan kelepçe takılır ya da birbirlerine kelepçe ile takılır. Diyarbakır örneklemesinde, gözaltına alınanlar sabahtan doktora daha sonra da adliyeye götürülüyor. Adliyeye götürülürken Dicle ve Doğan haber ajansından bazı arkadaşlar o anın görüntülerinin fotoğrafını çekiyorlar. Demin de dediğim gibi, evet bu tip bir şeyin yapılmaması lazım. Fakat birden fazla kişinin olduğu böylesi terör merkezli kalabalık gözaltılar da, devlet oradaki en büyük mülki amire ve emniyet müdürüne diyor ki, 'gerekli bütün tedbirleri al'. Kaçma olayının olmaması için, insanların başına bir sıkıntı gelmemesi için. Gerekli olan tüm tedbirleri al. 'Eğer bir şey olacak olursa bütünüyle sen ve senin altında çalışmış olanlar sorumludur' diyor.

-Polisin yaşadığı iç baskıya işaret ediyorsunuz.

-Evet. Çalışanlar böylesine bir psikolojik baskı altındalar. Bu KCK operasyonunda sadece belediye başkanları alınmadı, KCK'lı bir hayli lider pozisyonundaki gençler de vardı ki bunlar kolaylıkla şiddete başvurabilecek insanlar. Yani belki sadece belediye başkanları olmuş olsaydı bu tip bir görüntü de verilmezdi. Yalnızca Diyarbakır merkezli değil, Emniyet Genel Müdürlüğünde de, Polis Akademisinde de,Eğitim Daire Başkanlığında da bu somut olayın tartışması yapılıp, buradan da gerekli olan dersler çıkarıldı.

-Dersi derste öğrenmek gerekmez miydi! Siz ne biçim hocasınız, derslerinizde böyle mi öğrettiniz polislere?

-İki kere iki kaç eder diye Kayserili işadamına sorunca, alırken mi, verirken mi gülüm diye soruyor. Matematik gibi mutlak bir doğru bile, sosyal bilime geçince böylesine farklılaşabiliyorsa, bire bir somut olaylarda da, her zaman derslerde görmüş olunan yapılamayabiliyor. Ama son on yıldaki benzeri operasyonlara bakmış olduğumuzda çıtanın azımsanmayacak derecede yükselmiş olduğunu da görüyoruz değimli? İlhan Selçuk da, Mustafa Balbay da, Yalçın Küçük de, Kemal Alemdar da, Sinan Aygün de, Sabih Kanadoğlu da, Kemal Güriz de, Nurseli İdiz de, Merdan Yanardağ da polisteki bu olumlu değişimi gördüklerini söylüyorlar.

-Medya; askerin, MİT'in ve emniyetin içindeki cuntaları ve taraftarlarını artık sorguluyor, polis aynı ölçüde sorgulanıyor mu?

-Medya, evet son yıllarda artık medyada monopolün, tekelleşmenin, tek ses tek nefes olmanın kırılması ile doğru orantılı olarak; askerin, emniyetin ve MİT'in içindeki cuntacıları sorgulamaya başladı. Önceden tek ses olan ana akım medya mehter yürüyüşü yapıp, polise çatarken,asker ve MİT'i 'es' geçmekteydi. Polis ise cuntacıları sorgulama bağlamında hem içindeki 'Ergenekoncuları' ve 'organize suça bulaşmış'üst düzey yöneticilerini inanılmaz bir çabayla sorguluyor, dosyalarını hazırlıyor, kamuoyu ile paylaşıyor ve yargıya teslim ediyor. İbrahim Şahin'i, Adil Serdar Saçan'ı yakalayan kim? Genel Müdür Yardımcılarını irdeleyen kim? Artık polisin iç yapısı, yanlış yapanı, kirlenmiş olanı, gücü yurttaşı ezmek için kullananı, meşruiyetini hükümetten ve halktan almanın dışında başka yerlerde arayanları dışarıya atan bir yapı biçiminde.

-Ergenekon'un kendi içindeki uzantılarını ortaya çıkarmak için, Emniyet birkaç bilinen ismin dışında, yeterince çaba gösterdi mi?

-Kesinlikle gösterdi ve daha da göstermeli. Emniyet eğer kendi içerisindeki yanlışları temizlemezse, başkalarının yanlışlarının temizlenmiş olmasına katkıda bulunamaz ki. Hüseyin Özalp, Hanefi Avcı, Ramazan Akyürek, Ahmet Pek gibi isimlerin emniyet içinde çoğalmasıyla daha da bu belirginleşecek. En tepe noktada bir emniyetçiye, Ergenekoncuların ziyarete geldikleri kamera kayıtlarında bile varsa ne denilebilir ki?

 

-İstihbarat daire başkanı yeni görev değiştirdi. Kaçakçılık daire başkanını da görevden alacaklar diyorlar. Emniyette dört genel müdür yardımcısından yalnızca bir tanesi kaldı diye yazılar okuyoruz. Neler oluyor?

-Evet, İstihbarat daire başkanlığındaki ve illerdeki bütün istihbarat şube müdürleri ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanını, başkanlıktaki şube müdürlerini ve illerin Kaçakçılık, organize, narkotik ve mali suç şube müdürlerini değiştirmeyi istediklerine ait değerlendirmeler genel müdürlük koridorlarında sıklıkla konuşuluyor. Eğer gerçekten de Başbakan Erdoğan da kandırılarak bunlar yapılacak olursa, Türkiye de 3-4 ay içinde ciddi anlamda güvenlik kaosu yaşanabilir ki zaten Ergenekonun da, muvazzaf yapının da istediği budur. Çok ciddi donanımı ve bilgi birikimi olan bu insanlar ile oynanılarak, Türkiye'de tekrar terör azdırılmamalıdır.

-Önder hoca, kadroculuk yapanların sözcüsü mü oldu yoksa!

-Haaaaaaaayır be Nuriye Akman. Önder Hoca yalnızca önceden 'tehlikenin farkında mısınız?' diyor ve uyarıyor. Aynı 'sussan gönül razı değil, söylesen tesiri yok' anlatımındaki gibi. Ayrıca evet ben de güzelin, hukukun üstünlüğünün, devletin güvenlik güçlerinin yaptığı her eylem ve işlemde şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin gerekliliğinin kadroculuğunu yapıyorum ki ne var bundaaaaaa!

-Çok güzel söylüyorsunuz da, ben geçmişte de emniyette görev yeri değişenlerin ağzından bu feryatları çok duydum.

- İstihbarat birimlerinden bilgilerin gelmesinde ve bu bilgilerin işlenmesinde çok ciddi hatalar yapılabilir. Başbakan Erdoğan'ın kendisine emniyet konusunda bilgi verenlerin hatalı ve yanlı danışmanlık yapmasına rağmen, böylesi bir çelişkinin ülkemize yaşatılmayacağına inanıyorum.

-Ne demek şimdi bu? Kişiye özel mi geliyor istihbari bilgiler?

-Yok be Nuriye Akman. Google' gir her şey orada açık ve seçik duruyor zaten. 'Hacı Müdür' yaz bak. 'Semiz Kuş' yaz oku. 'Karanlık' derginin özür dilediği emniyetçi diye tıkla ve bak. 'özel güvenlik trilyoneri' yaz indir. 'Sakarya Türküsünü tutan müdür' de bak. 'Ergenekoncularla görüşen emniyetçi' de oku... Bazı emniyetçilerin hırsı, aklının bir karış ötesinde. E ne diyelim, bekleyelim ve görelim... Böylesi bir hatanın yapılmış olması hem İçişleri Bakanının, hem de Ak Parti hükümetinin kendi ayağına kurşun sıkması demektir. Hele de bu hatanın bir adım devamında kaçakçılık daire başkanı ve illerdeki kaçakçılık şube müdürleri de görevden alınacak ve görev yerleri değiştirilecek olursa o zaman bütünüyle Türkiye'nin kaosa doğru adım attığını, ya da Ergenekon'un Emniyet'teki uzantısının adımlarını duyuyoruz diyebiliriz.

-Bilmece gibi konuşmayın hocam. Ergenekon'un Emniyet'te uzantıları görev başına geliyor diyorsunuz. Böyle bir şey varsa, şu anki görev yerinde neden tutuluyor o zaman?  

-Vakti zamanında başbakan çok yakınmış gibi bir görüntü verdiği için. Eziklik ve itilmiş ve kakılmışlık psikoloji içindeki bir insanın, kendisini dahi görüp bütün emniyeti aşağıladığı için. Emniyette insanları iki yafta ile karalayıp artık iş yapamaz hale getirmek istediği için.

-Bu kişilere aktif görev vermeye hazırlanan siyasi iradeyi aymazlıkla mı suçluyorsunuz yani?

-Önceleri Ak Parti ve hükümet içerisinde; devleti Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Vecdi Gönül'den başka çok ciddi bilen insan yoktu. Son dönemde devleti tanımaya başladıkça ve derin devletin Bülent Arınç örneğinde olduğu gibi suikastler bile yapan yapısını gördükçe, bir kısım Ak Partilide tırsmalar ve geri adım atmalar, bir kısmında da durmak yok yola devam şekliyle karar vermeler oldu. Ak Parti'de polise çakmakla bazı çevrelerden prim toplayacağına inanan Elazığ milletvekili Feyzi İşbaşaran gibi, Cumhuriyet gazetesine açıklama yapan ve ismini vermeyen iki milletvekili gibi, TSK'yı savunuyorum diye kaş yaparken göz çıkaran Ankara milletvekili gibi ya da Turan Çömez gibi Ergenekon'la irtibatlı olan kişileri varsa veya Abdüllatif Şener gibi gemiyi öncelikle terk ederek köşede yeni seneryolar için bekleyen çakma AKP'liler varsa, bunlarla Ergenekon yapısının ve dolayısıyla da Ergenekon'un emniyetteki uzantıları ile de emniyette canla başla çalışan Anadolu insanlarının başına eminim ve Başbakan da emindir ki bir çorap örülmek istenmiyordur.

-Ramazan Akyürek mi önleyecek bunları?

-Rahmetli Özal 20 sene önce yalnızca MİT'in ve askeriyenin olan istihbarat yapma yetkisini, Emniyet'e de geçici dördüncü madde verdi. Allah ganigani rahmet eylesin ki, bugün geldiğimiz noktada, Türkiye'deki başarılı operasyona dönük istihbarî verinin yüzde 87'sini tek başına emniyetin topladığını eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun övünçle söylüyordu. Geri kalanını da diğer güvenlik birimleri toplamaktadır. Hal böyleyken, 20 yılda oluşmuş bu bilgi birikimini kaale almamak, onu dışlamak, akla hafızaya uymayacak şekilde Ramazan Akyürek'i almak beraberinde Ergenekon'a kucak açmış olmakla doğru orantılıdır.

-Bir dakika. Sonuçta görev değişikliği kararını Başbakan verecek, onu yanıltıyorlar mı diyorsunuz?

-Ya ne akıllı bir insansınız siz Nuriye Akman.Yani acaba diye bir soru soruyorum. KCK operasyonları çok önemli. Olay yalnızca gözaltına alınanlara takılan kelepçeden ibaret değil. Ama tek bundan dolayı Diyarbakır polisi linç edilmeye çalışılıyorsa, bunu iyi okumak gerekli. Ondan sonra da, o bölgede en güzel demokratik açılımların yapılmasına güvenlik konseptinde katkı sağlayacak il emniyet müdürü ve ekip arkadaşları bile tırsık davranmaya başlayabilir. Bir dahaki seferde kararlı hareket etmiş olmaktansa, yerleşik yanlış teamüllere göre düşünmüş olmayı ya da o bölgede olağanüstü hal / sıkıyönetim hali olsun ki; gazete mazete kalmasın n demiş olmayı düşünen insanlar gelebilir. Hâlbuki istenilen bu değil. İnadına demokratik açılım, inadına daha fazla özgürlük, inadına AB ülkelerindeki yurttaşın haklarına sahip bir Anadolu insanı statüsünün kazanılması...

-Bir yandan da polis devletine mi gidiyoruz endişeleri var ama. Yani benim gibi faniler, neden askerin karşısında polisi tutsun ki?

-Kesinlikle askerin karşısında polisi tutmamalısınız. Askerin kendi içerisindeki çürüklerin temizlenmesi ne kadar önemliyse, polisin içerisindeki çürükler de öyle temizlenmeli. Yalnızca polisin değil, yargının içindeki de. Son iki yüz yıldır belki yargıda yargılanmış olan bir tane hakim savcıyı biliyor musunuz? Ben bilmiyorum da... Polis kendi içerisinde göreceli olarak son yıllarda artan bir şekilde yanlışa yönlenen personelini temizlemeye çalışıyor. Ama tek başına bu yeterli değil. Elbette askeri vesayetten kurtulurken, polis devletine doğru da adım atılmamalı. Bunda da yargının hızlı işlemiş olması, güvenlik güçlerinin de, yargının da, MİT'in de, poliste olduğu gibi bütün eylemlerden hesap verebilir, şeffaf ve denetime tabii olmuş olmaları lazım. Burada en önemli görev de yurttaşın. Gördüğü her yanlışı 155 aracılığı ile devletle paylaşacak. Oğlunu, kızını, yeğenini, akrabasını, parası varsa da gariban Anadolu çocuklarını; hangi kurumlarda sorun görüyorsa oraya yerleştirecek, üniversitede okutacak ve doktor, hakim, savcı, subay, emniyet müdürü, gazeteci, öğretmen yapacak. Aynı Rahibe Terasa'nın yaptığı gibi...

 

-Sözün özü, polis devletine kayma tehlikesi var mı yok mu?

-Polisi istediğin zaman sindirebilirsin, siyasi yapının avucunda olduğu için. Bir de eskisi gibi kolay değil militari devlet olmak da polis devleti olmak da. Alttan gelenler artık çağıyla bütünleşmiş insanlar. Kötü insan gelmiyor,  gelenler okuyamıyor, barınamıyor artık poliste. Ama tepe noktalardakiler, sırf koltuğunu korumak için ve eski yöntemi devam ettirmek için, ceberut müdür olursa, polis de istemeden ceberut olabilir. Bunun olamayacağı bir yapının artık sistemleştirilmesi lazım.

-Polis siyasetçinin elinde bir manivela değil mi?

-Polis siyasetçinin, bürokratın, valinin elini eteğini öpmüş olmaktansa, gideyim bir tane paşaya yakın durayım, onun dışında da hiçbir bürokrata, hiçbir siyasiye eyvallah çekmeyeyim diyordu önceden. Şimdi de hala bu düşüncede olan az sayıda müdürler var. Ancak son dönemlerde, artık hukukun üstünlüğü olsun ve Türkiye'de daha fazla demokrasi olsun düşüncesi içinde olanlar ağırlık kazanmaya başladı.

-Ne oldu, vahiy mi geldi polise? Yoksa siz onları aydınlattınız da nirvanaya mı erdiler?

-Elbette gelmedi. Hem vahiy gelme de bitti sanıyorum değil mi? Hem iş tek vahiy gelmesine kaldıysa, durum çok kötü demektir. Şaka bir yana. Polisin seçiminde ve kalitesinde artış oldu. Üniversite mezunları göreve alındı. Aynen Almanya'da sokaktaki polis memurlarının bile mastırlı olması gibi eğitiminde artış oldu. Artı polis teknik takibe dönük araç ve gereçleri memur bazında bile çok iyi kullanmaya başladı.

-Karakollarda dayak bitmedi ama. Bugün haberlerde izledim. Yine karakolda bir ailenin bütün fertlerini benzetmişler. 17 yaşındaymış çocuk. Ehliyetsiz araba kullanmış. Almışlar içeri. Arkasından da ailesi gelmiş. Çocuklardan biri iştime engelleymiş, cihazını kırmışlar kulağının içinde. Hepsinin ağızları yüzleri dağınıktı. Karakollara  vahiy gelmiyor galiba!

-Tolere edilecek şey değil. Bu olayı yapan güvenlik personelini kesinlikle cezalandırıp kamuoyu ile de sonucu paylaşmış olmak lazım. Bakın, torpilli olanlar veya çalışkan olanlar istihbarat dairesi başkanlığına, kaçakçılık daire başkanlığına, terörle mücadele daire başkanlığına gitmek ister. Polis akademisini bitirmiş olan amirler de, memurlar da öncelikle bu üç bölümde çalışmış olmak isterler. Neden? Olanakları bu birimlerin biraz daha fazla. Çalışma şartları zor olsa da daha havali, afili bu birimler. Eğer buralarda çalışamazlarsa illerde şubelerde çalışmak isterler. Buralarda da çalışamazlarsa karakollarda çalışmak isterler. Karakolda da olmazsa Çevik Kuvvet'te çalışırlar. Bir diğer anlatımla, karakola gitmiş olan polisler donanım itibariyle gerçekten de toplum destekli polislik kurallarıyla da çelişen durumda olan arkadaşlardır. Bu da halka sunulacak güvenlik hizmetinin kalitesini çok çok azaltmaktadır. Eğer biz istihbaratta, kaçakçılık da,organize suçlarda, terör de çalışan kişiler gibi bireyleri, karakollarda da çalıştırmaya başlarsak verimliliği arttırmış oluruz. Eğer bu yapılmazsa, polis halkla ilişkilerde kötüye gitmiş olur ki sizin vermiş olduğunuz örnek de birebir bununla örtüşmektedir.

 

 

ZAMAN
NURİYE AKMAN
10 Ocak 2010, Pazar





 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 1908926 ziyaretçi (4182307 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol