Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  Ressam Aile
 
Bu ailenin beş üyesinin beşi de ressam  
Mum dibine ışık vermez' sözü Atalay ailesi için geçerli değil. Ressam İlhami Atalay'ın annesi, eşi ve üç çocuğu da ressam. Merhum annesi, 77 yaşında resim yapmaya başlamış. Atalay'ın resimleri kadar hayatı da renkli. Sol hareketin en hızlı olduğu 68'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi'nin en başarılı öğrencisi olan Atalay, "Akademi çatısı altında Allah'a inanana yer yoktur." düsturunu yerle bir eder. İşte İlhami Atalay ve ailesinin ilginç hayat hikâyesi...
 
 

Artvin'in Arhavi ilçesinde doğan ve 17 yaşına kadar burada büyüyen İlhami Atalay, Güzel Sanatlar Akademisi'ni kazanınca babasıyla birlikte İstanbul'a gelir. Babası okulda çıplak manken karşısında resim çizen öğrencileri görünce, kaydını yaptıramadan geri dönerler. Atalay'ın babası ısrarla mühendis ya da mimar olmasını ister ama o ikinci sene de Güzel Sanatlar'ı kazanır. "Mimarlık okuyorum" diyerek Akademi'ye kaydını yaptırır.

Okulun ilk yıllarında İlhami Atalay da babasından aşağı kalmaz. "Okulun ilk haftasında mermer heykelleri sünnet ettim." diyerek anlatıyor bu durumu. Tabii, okulda olay olur. Ceza olarak kütüphanede hocaların belirlediği kitapları okuması ve özetleyip sınıfta anlatması uygun görülür. Kitaplar Allah'ı inkar eden filozoflara ait olacaktır. Aristo'yu, Eflatun'u ve bir dolu filozofu bu dönemde okur. Fakat uygun görülen kitaplar arasında Mevlânâ'nın Mesnevi'si de vardır. "O zaman ben Mevlânâ'yı tanımıyordum. Kitabın özetini sınıfta anlatırken hoca hayretler içinde kaldı. İnanmadı bana, kütüphane görevlisine sordu, gerçekten varmış." diyen Atalay'ın eğitim yılları 68 olaylarına denk gelse de okulu birincilikle bitirir. Hatta hocalarından birisi olan Özdemir Altan, Atalay'ın yüzüne karşı "Akademi çatısı altında Allah'a inanana yer yoktur azizim." der. Diğer hocalar da Anadolu'dan gelen öğrencilerin Akademi'de okutulmaması gerektiğini, çağ dışı kaldıklarını ve gericilikten kurtulamadıklarını söylermiş.

Atalay'ın okul bitince Avrupa imtihanlarına girer. Bu sınavdaki hocalardan birisi de Bedri Rahmi Eyüpoğlu'dur. Eyüpoğlu dışında diğer hocalar yüz üzerinde 3-5 gibi çok düşük puanlar verir. Eyüpoğlu da; "Ben yüz üzerinden yüz veriyorum da, siz nasıl bu çocuğa yüz üzerinde 3 veriyorsunuz. Bu nasıl bir sanat anlayışı?" diyerek masaya bir yumruk indirir; "Bu imtihan burada dursun." der. Eyüpoğlu hangi görüşten olursa olsun kimseye karşı haksızlığa tahammülü olmayan birisiymiş. Hatta sınav sonrası Atalay'ı tebrik edip alnından öper. Sonuçta Atalay, Berlin'e halı desenleri üzerine ihtisas yapması için burslu okumaya gönderilir. İsviçre, Fransa, İspanya'da da araştırmalar ve çalışmalar yapar. Tez hazırlar, film çeker.

Terslik, okula akademisyen olarak döndüğü zaman da 1978-1979'daki kaos yıllarına denk gelir. Sırf dindar birisi olduğu için faşist damgası yer. Akademi'ye resimleri alınmaz. Kaderin ilginç bir tecellisi komünist düşünce yapısına sahip Türkler tarafından resimleri Akademi'ye alınmayan Atalay, 30 yıl sonra Çin Kominist Hükümeti tarafından özel davetle Pekin'de sergi açar. 28 tablosuna çok beğendikleri için burada el konulur.

Türkiye'ye döndüğü o karmaşık yıllarda yurt dışında devlet bursuyla eğitim gördüğü için 12 yıllık mecburi hizmet borcu vardır. Akademi'ye sokmak istemedikleri için süründürmeye başlarlar. Tayinini Demir Çelik Fabrikası'na, Hereke Halıcılık Müessesi'ne, Uşak Meslek Lisesi'ne çıkartırlar. Sonunda da bir yolunu bulup memurluktan atarlar. Aslında Atalay ailesi için bu iyi olur. Zira tayini sürekli çıktığı için üç çocuğu ve eşi çok zorluklar çekmektedir. Zaten Berlin'den ve Japonya'dan teklifler gelse de mecburi hizmet borcu olduğu için pasaport alamamaktadır. Memurluktan atılınca Sultanahmet'te atölyesini açar. Burada hem talebe yetiştirmeye hem de resimlerini satmaya başlar. Fakat ona bunca şeyi yaşatan zihniyet yine peşini bırakmaz. Bu sefer öğrencileri İlhami Atalay'dan ders aldıklarını kimseye söyleyemez olur. Çünkü söylediklerinde tepkiyle karışlaşırlar. Kendi çocukları bile Mimar Sinan'a bu sebeple girememişler. Hiçbir galeri resimlerini kabul etmemiş. Devlet sergilerine katılamamış.

Bütün bunlara rağmen Atalay'ın resimleri birçok yabancı sanatseverin koleksiyonlarında yer alıyor. Atalay, sessiz sedasız bir ekol haline geldi.

"Sanatta bir çizgim olduğunu düşünüyorum." diyen Atalay'ın kızı Elif Nurşad Atalay'ın da Sultanahmet'te galerisi var. Oğulları Gülhane Parkı'nın girişinde bulunan kendi galerisinde çalışıyor. Büyük oğlu ressam Muhammed Bilgehan, babasının öğrencilerine verdiği dersleri dinleyerek, onlara yönelttiği eleştirileri dikkate alarak sanatını geliştirdiğini söylüyor. Babasının gençlik dönemindeki soyut çalışmalarına yakın bir çizgisi var. Marmara Güzel Sanatlar mezunu olan Bilgehan Atalay'ın buraya girmesi okul kayıtlarına soyadının yanlış geçmesi sayesinde olmuş. Ömer Atilla Atalay ise Uludağ Güzel Sanatlar Tekstil bölümü mezunu. Atilla Atalay, "Sanat akademisine doğduk. Kendimizi bildik bileli resim yapıyoruz." diyor. Mediha Atalay, Gazi Üniversitesi Resim Öğretmenliği bölümünü yarıda bırakıp eşi ve çocuklarıyla birlikte Berlin'e gitmiş. O da çalışmalarını eşiyle birlikte İlhami Atalay atölyesinde yapıyor. Figüratif çalışmalar yapan Atalay, çocukluktan beri resim çiziyormuş.

Annesi 77 yaşında resim çizmeye başladı

Annem galerime ilk defa 77 yaşında geldi. "Ooov evladım, ne kadar resim yapmışsın. Ne kadar günaha girmişsin" dedi. "Ne yapmışsın sen, burayı doldurmuşsun. Tamam yapma artık, bunları sat, bitir ondan sonra ben de sana yardım ederim yeniden yaparsın" dedi. "Anne sen resim yapmayı biliyor musun ki bana yardım edeceksin" dedim. "Seni ben doğurdum, sen yapabiliyorsun da, ben neden yapmayım" dedi. Dedim, "al o zaman boyaları. Al orada güneşte otur ne yaparsan yap." Resme dalmışım. O arada bir Amerikalı geldi dedi ki; "Dışarıda bir nene otuyor. Fotoğrafını çekmek istedim yüzünü saklıyor. Bana kızıyor. Ama çok güzel resimler yapmış. Ben hayran oldum. Onun resimlerini satın almak istiyorum, ama bana kızıyor. Sen yardımcı olur musun?" "Ne yaptı bilmiyorum bir çıkıp bakalım" dedim. Çıktım baktım ki, oooho annem doldurmuş etrafı. Rengarenk bir sürü resim yapmış. Dedim, "Anne bu adam resimlerini almak istiyor. Ne diyorsun?" Hayal gücündekileri çizmiş; sergisini açtılar. Davetiye bastırdılar. Annemle beni davet ettiler. Fakat o arada annem vafat etti gidemedik. 81 tane resmini sergiliyordu bu adam. Özür diledi, üzüldüğünü söyledi, ama bir yandan sevindi. Sergisini açtığı sanatçı ölmüştü.

Karadeniz'li ressamın hemşeri muhabbetleri

Ofli nasıl tablo alır?

Zamanında yaptığım bir hamsi tablosundan birincilik ödülü almıştım. Oflu biri geldi, dedi ki "Hemşehrim bu ne güzel tablo, bunu bana sat." O zaman 150 bin liraya satıyordum, pazarlık ederek hemşehri ayağına 50 bin liraya aldı. Eve gitmiş, Fadime demiş ki "Ula senin kafan calismay mı? Bu 50 bin liraya bir kamyon hamsi alınır, bütün Hamsiköy hamsiye doyar. Sen hamsinin resmine ne demeye 50 bin lira verdin." Adam düşünmüş gerçekten de öyle. Sabaha kadar uyuyamamış. Ertesi gün geldi; "Yav bizim Fadime dedi ki 'Bu 50 bin lirayla bir kamyonet hamsi alınır.' Düşündüm, eşim haklı. Sen bu tabloyu geri al." Dedim, "Canın sağ olsun. Sen en iyisi hamsi al. Boş ver tabloyu."

Ha burada ne yapaysın?

Oflunun biri geldi. Ula uşağım ne yapaysın?/ Resim yapayrım./ Niçin resim yapaysın?/ Ressamım da resim yapayrım./ Yav yapacak başka bir şey bulamadın mı?/ Ben ressamım resim yapayrım/ Yav ciddi misun resim yapaysın? Ha bu kadar mekanda resim mi yapaysın?/ Ne yapayım ya?/ Sen boşalt burayı, Gülhane Parkı'na bir sürü insan geleyi, bir oyuncakçı açayım ben...

Yine bir Rizeliye tablo sattım

"Uzayda Lazlar" diye bir tablom vardı. Bir Rizeli geldi, hemşehrilik ayağına aldı. Parasını vermedi. Bir gün gittim. Fatih'te kocaman bir mağaza açmış. Bina çok güzel. Dedim ki tabloyu nereye koydun. Demez mi; "Şurada bir tuvaletin orada bir delik vardı da orası kapansın diye koydum." Dedim, "Sen tablomu ver." Götürdüm sanattan anlayan bir mimar arkadaşıma hediye ettim.

İngilizce'yi Laz aksanıyla konuşuyor

Güzel Sanatlar Akademisi'ni birincilikle bitiren, yıllarca Avrupa'da eğitim gören İlhami Atalay, hâlâ Karadeniz ağzıyla konuşuyor. "Ana dilim Lazca. Laz şivesini esaslı kapmışım. Aslında benim monuştuğum Osmanlı şivesi. Fatih Sultan Mehmet'in yazdıklarını bir okuyun, aynı Lazlar gibi konuşuyor. Asıl Osmanlıca benim konuştuğum şivedir. Ayrıca şivem ortamı yumuşatıyor. Birçok dili de bu şiveyle konuşuyorum. 23 dil biliyorum. İngilizce'yi de Almancayı da Laz aksanıyla konuşuyorum. Turistler de şaşırıp kalıyor." diyor.

 

 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 1909627 ziyaretçi (4184017 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol