"Başkaları için zor olanı yapmak kabiliyetli olmaktır;
kabiliyetliler için imkânsız olanı yapmak da,
dâhi olmaktır."
HENRİ FREDERIC AMİEL
Posta Gazetesinde 24 Ocak 2008 günü “Üstün Zekaya Sahip 96 Çocuk Aranıyor” başlığını taşıyan bir yazı çıktı. Bu yazıya göre, TÜBİTAK desteği ile Eskişehirdeki Anadolu Üniversitesinde oluşturulan “Üstün Yetenekliler Eğitim Programı” na 96 öğrenci alınacak.
Programa alınacak öğrenciler, okuldaki matematik ile fen dersleri notlarının ortalaması, milli eğitim müdürlüklerinin açtığı düzey belirleme sınavlarındaki puanları ile Anadolu Üniversitesinde yapılacak zeka testine göre seçilecek. Üstün zekalı çocukların eğitiminin hafta sonları ile yaz programlarından oluşacağı da aynı yazıda belirtiliyor.
Daha önce “Dahi Olarak Doğan Çocuklar” başlıklı, 28.11.2007 tarihinde yayınladığımız makalenin bir yerinde şunları söylemiştik :
“Yukardanberi anlatılanlar normal zekalı çocuklarla, üstün zekalı çocukların aynı dersliklerde, aynı öğretim programlarıyla eğitime alınmalarının sakıncalarını söylemektedir satır aralarında.
En iyisi böyle çocukların erken tanınıp onlar için kurulmuş özel okullara gönderilmeleridir. Ne yazık ki Türkiyemizde buna olanak yok gibidir. Çünkü bizler normal çocukların bile tümünün eğitimine henüz bir çare bulabilmiş değiliz. Nerde kaldı ileri zekalı olan çocuklarımızın özel eğitimi diyoruz.
Fakat ileri zekası olan çocuklarımızın, yer altı ya da yer üstü zenginliklerimiz gibi, bizim servetimiz olduğunu unutmamak gerekir. Bunların gereği gibi değerlendirilmesi büyük artı değer kazanımına neden olur. Aralarında bütün güçlüklerden sıyrılıp sivrilenler varsa da bu okyanusta bir damla kadar küçük önem taşımaktadır.
İşte ansiklopedilerde Türk isimlerinin yok denecek kadar az olmasının nedenini burada aramak gerekir. Benjamin Franklin’nin şu sözünün ne kadar doğru olduğunu anımsayalım “Eğitimsiz deha, toprak içindeki gümüş madeni gibidir”.
Bu arada üstün zekalı olarak doğan çocuklarımızın hiç te önemsenmiyecek kadar az olmadığını söyleyelim. Yapılan saptamalara göre bin tane normal doğuma karşılık bir dahi dünyaya gelmektedir. Ama bunlar, bizim adamsendeciliğimiz yüzünden yok olup gitmektedirler. Bir eğitimci olarak onları arayıp, bulup, özenle yetiştimek başlıca hedefimiz olmalıdır.
Günümüzde okyanusta bir damla niteliğinden de az olsa üstün zekalı çocuklarımızın eğitimi ile ilgili bir çalışma geniş kapsamlı olarak Milli Eğitim Bakanlığı kuruluşu içinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu proje üstün yetenekli öğrencileri normal eğitim programlarından arta kalan zamanlarda eğitilmelerini amaçlamaktadır. Sözü edilen eğitim etkinlikleri bağımsız okul niteliğindeki Bilim, Sanat Merkezlerinde verilmektedir. Mart 2003 tarihinden bu yana 17 tane Bilim, Sanat Merkezi etkin bir biçimde çalışmalarına devam etmektedir.
Fakat gönül isterdi ki üstün zekalı çocuklarımız için, bütün eğitimlerinin orada yürütüldüğü özel okullar, derslikler bulunsun. Bu gün yürütülmekte olan projede üstün zekalı çocuklar “normal eğitimleri dışında”, demek ki normal çocuklarla birarada gördükleri eğitimden sonra özel eğitime alınmaktadırlar. Bunun, hem normal hem de üstün zekalı çocuklar için bir çok sakıncalarının olabileceği bir kaç paragraph once belirtilmişti. Çözümün bu günkü tutumla sağlanması olanağı olmadığı açık bir gerçektir. Ama gene de konuya bir biçimde el atılmış olması, esas hedefe varılması yıllar alacak bile olsa, umut vericidir.”
Posta gazetesindeki haberde üstün zekalı çocukların en önce ders notları ortalaması göz önüne alınıp, bunun arkasından bir zeka testinden geçtikten sonra programa alınacakları söylenmekte.
Bize göre çocukların ders notu ortalamasının temel olarak alınması hem yanlış, hem de yanıltıcı olacaktır. Çünkü, ne yazık ki Türkiyemizde orta öğretimdeki bütün dersler, matematik ile fen dersleri de içinde olarak, ezberleme temeline dayanmaktadır. Bu derslerden yüksek not alan bir öğrencinin üstün zekalı olabileceği savında bulunmak, dersler ile ders programlarının niteliği yüzünden, olanak dışıdır. Bu ölçüt temel alınırsa yurdumuzda istatiksel olarak var sayılan 70 000 dahinin çok üzerinde bir sayıda dahi bulunduğu görülecektir.
Ama yapılacak seçimler için çocukların bir ya da daha fazla sayıda zeka testinden geçirilmeleri “gerekir ve yetişir”. Bu doğru bir yoldur. Zeka testlerinin bu günkü durumları göz önüne alınırsa, yalnız matematiksel zekanın düzeyini ölçebilme olanağı vardır. Hedef yalnızca matematiksel yönden üstün zekaları saptamaksa bir sorun yoktur.
Fakat “çoklu zeka” diye bir kavramın bulunduğunu 1982 yılından bu yana bilmekteyiz. Matematiksel zekanın dışındaki üstün zekalı çocukları da ayırdedebilmek istiyorsak kesinlikle halen kullanılan zeka testlerini çoklu zeka fikrine göre değiştirip yeniledikten sonra kullanmak gerekir.
Öte yandan haberde, seçilen bu üstün zekalı çocukların hafta sonları ile yaz programlarıyla eğitilecekleri bildiriliyor.
Bu, üstün zekalı olarak nitelendirilen çocukların olağan dersliklerde, alışılagelmiş ders programlarıyla sıradan bir eğitim görmekle birlikte arada sırada üstün zekalılara özel programlar uygulanarak yetiştirilmeleri anlamını taşımaktadır.
Oysa, yukarıda bir bölümünü verdiğimiz makalemizde de belirtildiği gibi, üstün zekalı ya da dahi diye nitelendirdiğimiz çocuklarımızı, normal zekalı çocukların ders gördüğü okullar ile ders programlarının tümüyle dışında özel okullarda eğitimlerinin tamamını geçirmeleri gerekir. Yoksa geçici (palliative) düzenlemelerle üstün zekaları eğitip, belli bir düzeye getirmeye olanak yoktur. Bir eğitimci olarak, artık bunu bilmemiz ya da anlamamız gerekir. Bu anlayışın tümüyle dışında olarak üstün zekaları bazı kısır düzenlemelerle eğitmeye kalkışırsak topluma şunu diyoruz demektir : “BİZ ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIMIZI DA DÜŞÜNÜP ONLARA ÖZEL EĞİTİM VERİYORUZ”.
İyi ama bu açıkça bir yasak savma belirtisi değil midir?.. Ama asıl görevimiz yasak savmak değil, gerçek üstün zekalı çocuklarımızı bir bir saptayıp onları topluma yararlı birer birey haline getirmektir. Unutmayalım ki dahi düzeyindeki çocuklarımız, yer altı ile yer üstü zenginliklerimiz kadar, dahası onlardan da fazla toplumumuz için