Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  CENAZE
 



MEZARA DEFİN 'GÖRSELLER' ile ilgili görsel sonucu


BABAYI YOK SAYMAK

Genellikle çok başarılı ebeveynlerin kendilerine kurdukları sinsi bir tuzak var;

evlatları tarafından yok sayılmak.

Yaşarken neyse de
en acısı ise öldüğünde yapayalnız kalmak,
büyük bir problem bence.

Ankara Etiler Orduevinin arka tarafındaki üç katlı binanın zemin katında
memuriyet görevimi icra etmekte idim.
Protokol şubede görevli arkadaşım Bektaş vardı.
Güleç ve uzun yüzlü, esprili, muhabbetinden keyif alınan, kara yağız, bir yurdum insanıydı.
Otuzlu yaşlarındaydı.

Yaptığı iş, dünyadan ebediyen ayrılanlara, cenaze töreni icra etmekti.
Karakteri ile işi birbirine tezattı. O ne kadar sıcakkanlı, canlı ve heyecanlıysa işi de o kadar soğuktu. Onunla bir öğle yemeği sonrasında yaptığım konuşma problemin ulaştığı boyutu anlamamı sağladı. Ben öğle yemeği sonrası çay içmekteyken Yozgatlı Bektaş her zaman olduğu gibi yine masama oturdu. Birlikte iş yoğunluğundan kaynaklanan soğuk havayı biraz dağıtmak amacıyla muhabbet ettik, sıcak çaylarımızı içtik. Daha önceleri çok konuşup, konuşacak bir şey kalmadığı için ben yeni bir konuyu açtım. Meraklı bir tavır takınarak gözlerimi pörtleterek arkadaşıma sordum. - Bektaş birader, her gün birilerini törenle kara toprağa veriyorsun. Çok zor değil mi? Her gün üzül, ağla, nereye kadar canım kardeşim? Nasıl, iki yıldır bu zorluğa alışabildin mi bari? - Doğru, tören yapıyoruz. İlk zamanlar çok ruhum ezildi, ağlamaktan gözlerim şişti. Artık alıştım, gözyaşı akıtmıyorum, rutin bir iş. Fazla etkilenmiyorum. O kadar alıştım ki gece yastığa başımı koyar koymaz rahatlıkla uyuyorum. Kendime bunları dert etmiyorum. - İşinde bazen sıra dışı gariplikler olmuyor mu? Misal bu gün ki işlerin nasıldı? Değişik durumlar var mıydı? - Bana göre yok ama sana bu günü anlatayım değişik gelecektir. Bu gün törenini yaptığımız amca bir asker emeklisiydi. Kocatepe Camine hacet gidermeye girmiş, orada kalp krizi geçirmiş ve dünyasını değiştirmiş. Bir gün sonra temizlikçi fark etmiş. Otopsi falan bitti. Torunları, çocukları, komşuları gibi yakınlarının da katılımıyla ebedi uykusuna uğurladık. Bizim şubedekiler büyütülmüş vesikalık fotoğrafını getirdi. Kortejin önünde taşıdık. Yakınları ağlaştı, dualar etti, üstüne toprak döktü, Ankara Büyük Şehir Belediyesi Karşıyaka Mezarlığında defnetti. Bana pek bir görev düşmedi. - Bu normal bir seremoni Bektaş kardeşim. Ebedi yolculuk işlerinin bazen sana da düştüğü oldu mu? Olduysa nasıl yardımcı oldun? - Olmaz mı oldu elbette. Geçen haftaki enteresandı. Kıdemli emekli bir askere tören yaptık. Çukura indirileceğinde imam “ büyük oğlu veya herhangi bir oğlu var mı burada? Varsa çukura insin” şeklinde seslendi. Cevap alamadı. Sonra da “erkek kardeşi de mi yok?”. Sessizlik devamdı. Hocanın çaresizlikten yüzü düştü. - Onu gören iki gözü iki çeşme siyah gözlüklü, siyah eşarplı kızının; titrek ve üzüntülü bir sesle “hoca efendi, ben kızıyım, babamı ben indirsem olmaz mı?” sorusuna da olumsuz tavır takındı görevli. Artık ayakta zor duran oradaki yaşlı amca “ben devre arkadaşıyım hoca efendi, olur mu?” sorusuna imam mecburen “olur” anlamında kafasını salladı. - Yine iş başa düşmüştü. Hoca beni bildiği için sözü aldım, “ hocam, komutanımıza son görevimizi yapacağız.” Döndüm yanımdaki dokuz vatan evladı kardeşime “arkadaşlar, bu bir emir değildir. Komutanımız da bu vatanın bir evladıydı. Allah rızası için bana yardım ederseniz işlemlerini yapacağız” şeklinde görüşümü bildirdim. Fedakâr vatan evlatları, hiç tereddütsüz “ ne demek, sevabından biz de payımıza düşeni almak isteriz tabii” deyip kolları sıvadılar. Büyük bir ciddiyetle önce al bayrağı üçgen şeklinde katladılar, öpüp kızına takdim ettiler. Sonra da diğer işleri bitirdik. - Peki, kardeşim bu parlak zekâlı insanın erkek evladı yok muydu? Son yolculuğuna uğurlamak her evladın hak ve vazifesi değil mi? - Doğru, iki oğlu varmış. Büyüğü bilgisayar mühendisi imiş, ABD de büyük bir firmada yüksek bir makamda, yönetici olarak çalışmakta imiş. İkincisi de üniversite sınavında ilk bine girmiş, başarılı biri imiş. Avrupa da ünlü bir firmada dolgun bir maaşla çalıştığını söyledi kız kardeşi. İkisi de firmalarından izin alamamış. Bunları kız kardeş sonradan sorduğumda üzülerek anlattı. - Böyle yaşlılığında yapayalnız kalan çok mu var Bektaş kardeşim? - Evet. Çok. Bana çok normal ve doğal geliyor, şaşırmıyorum artık. İnşallah bizim sonumuz da komutanımız gibi olmaz. Bana çok üzüntü verici bir durum gibi geldi.


Sen çocuklarını “okuyup adam olacaklar” diye varını yoğunu harca, okut. En kariyerli okulları derecelerle kazansınlar, bitirsinler. Sonra da yurt dışına gitsinler. Daha sonra da kendilerine her şeyini feda eden babalarının son yolculuklarında yanlarında olmasınlar.

Bu zamanda anneyi-babayı ölümlerinde bile yok saymak ne kadar basitleşti.

Dinlediğim bu enteresan hikâyeleri amirime anlattım. Dinledi. Her iki durumu da çok doğal buldu.

Hâlbuki normal değildi. Kendim için aynı durumları düşünerek son anlarında yok sayılmak konusunda duygudaşlık yaptım.

Dehşete düştüm. Nasıl ki bir ailenin içine sevinçle doğmuşsak, mutlulukla elden ele öpülerek dolaştırılmışsak;

dünyadan ayrıldığımızda da yine üzülseler bile ailemizin içinde/omuzlarında olmalıydık bence. Normali buydu.

Son yolculuğumdaki kimsesizlik “hiç sevilmediğim” anlamına gelecekti. Durumu değiştirmek için neler yapabilirdim? Bu yazdıklarım yaklaşık on yıl önceki bir kış gününde olmuştu.


O gün bugündür insan biriktirmeye çalışıyorum. Kimseyi düşüncesinden dolayı yargılamıyorum. Yadırgamıyorum. Her durumda bile yüce yaratanın sınavında olduğumu ve herkesin sınavının sorularının/sorunlarının farklı olduğunu düşünüyorum, halime şükrediyorum. Ailem öncelikli olmak üzere, biriktirdiğim insanları gönülde tutmaya çalışıyorum. Ki son anımda iyi şekilde kubbede hoş sedam kalabilsin.

İstediğiniz kadar zeki olun, dış ülkelerde görevler alın muhteşem paralar kazanın. Eğer babanızın, annenizin cenazesine gelemeyecek hale gelmişseniz/getirilmişseniz bırakın o işi derim. Aç kalmazsınız. Rızıksız yaratılan yok. İnsanlığınızdan da olmayın. En sevmemiz gereken şey; çok fazla para, kariyer, müthiş başarılı okul diplomaları değil,

birinci derece akrabalarınızdan oluşan mutlu ailemizdir. Onlara hak ettikleri değeri verelim, hep birlikte mutlu oluruz. Mutlu aile, mutlu Türkiye’dir.

İki hafta önce bu makalemi yazıp bitirmiştim aslında. Gelişmeler, müteakip cümleleri de eklememi zorunlu kıldı. Acı durumun ulaştığı vahamet seviyesi, kaynağı yurt dışında aramaya gerek olmadığının da kanıtı gibi adeta. Bildiğimiz gibi 10 Eylül 2019 tarihinde ünlü sinema artistimiz sevgili Süleyman Turan’ın vefat ettiği tüm haber kanallarından bildirildi. Ama bazıları ayrıntıya da girdi. - Ölümü ile ilgili acı gerçek! Kahreden gerçek ortaya çıktı. Gazetelerin kapının önünde birikmesi ile şüphelenen komşuları polise haber verdi. Eve gelen polisler kapıyı açtıklarında Turan’ın cansız bedeni ile karşılaştı. Yalnız yaşayan usta sanatçının iki gün önce kalp krizi geçirdiği ve bu yüzden hayatını kaybettiği ortaya çıktı.

Böyle sinsi tuzaklara düşmemek için çözüm belli aslında; ne olursunuz babamızı annemizi yok saymayalım. Onlara özellikle yaşlılıklarında sahip çıkalım, tıpkı onların bize küçüklüğümüzde çıktığı gibi.

15.09.2019 Manisa Rafet Tunçkılıç


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2030962 ziyaretçi (4454588 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol