Bozcaada Hidrojen Adası Projesi sayesinde Türkiye, yenilenebilir enerji-hidrojen teknolojileri entegrasyonu alanında pilot ölçekli bir tesise kavuşuyor. Bozcaada’da üretime geçen pilot tesiste, ilk aşamada Kaymakamlık veya adadaki 20 evin enerji ihtiyacını karşılayacak üretim yapılabilecek.
- Avrasya Üniversitesini kuracağımız zaman
Türkiye’de büyük bir devalüasyon
ve dolayısıyla ekonomik kriz oldu,
tabii üniversite işi de suya düştü.
Enver (ÖREN) Bey çok hevesliydi.
Profesör Nejat Veziroğlu’nu tanımayan yoktur...
Veziroğlu; fosil yakıtların tükendiği, çevrenin alarm verdiği gezegenimizde geleceğe doğru çıkmak zorunda olduğumuz yolculuğun rehberi... Birleşmiş Milletler Endüstriyel Kalkınma Örgütü’ne (UNIDO, United Nations Industrial Development Organization) bağlı Uluslararası Hidrojen Enerjisi Merkezi’nin (ICHET) kurucusu olan Prof. Dr. Veziroğlu, bu merkezin çalışmalarını yürütmek için bir süredir Türkiye’de... Merkez, geçen yıl yapılan Uluslararası Hidrojen Kongresi başta olmak üzere bir çok etkinliği sürdürmekte. Profesör Veziroğlu ile ICHET’in, Zeytinburnu’ndaki geçici tesislerinde yaptığımız söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Su ve Çevre Teknolojileri: Hocam, bize hidrojen enerjisi serüveninizi özetler misiniz? Yurt dışındaki çalışmalarınızdan başlayarak, UNIDO-ICHET’e gelinceye değinÉ
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 1.5 yıl okudum; 1941’den 1943’e kadar. 1943’te İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye gittim. Londra’da Imperial College’ta okudum ve Makine Bölümü’nden 1946’da A.C.G.I ve B.S.C. derecelerini aldım. 1947’de Imperial College’tan master muadili olan D.I.C. diplomasını, ve 1951’de Londra Üniversitesi’nden ısı transferi üzerine doktora derecesi aldım. Askerliğimi yapıp, devlet ve özel sektörde çalıştıktan sonra,
1962 yılında Miami Üniversitesi’ne
öğretim üyesi olarak girdim.
İlk araştırma projem Mars’a gidecek roketin nükleer-hidrojen motorundaki titreşimlerin sebebini bulmak ve gidermekti. O zaman Amerikan Uzay İdaresi, Mars’a seyahat planları yapmaya başlamıştı. Oraya gidecek roketin nükleer enerji ile işlemesi lazım. Çünkü roket dört ayda Mars’a gidecek, astronotlar dört ay Mars’ta çalışacak, ve bu zaman içinde Mars yine Dünya’ya yaklaşıyor. Yörüngeler öyle ki, birbirlerine yakınken dört ayda gidilebiliyor, yörüngeler uzakken belki 8-10 ayda gidilebilecek. Seyahatin başlaması ile bitmesi bir yıl sürüyor ve bu kadar uzun zaman için nükleer enerji şart.
Tepkiyi sağlamak için sıvı hidrojen, nükleer reaktörün ısısından yararlanarak kaynıyor, süper buhar oluyor ve tepki yaratmak için büyük bir hızla roketin egzozundan atılıyor. İşte hidrojenin bu kaynaması sırasında titreşimler oluşuyor. Biz beş sene süren araştırmalar yaptık ve sebebini bulduk. Bunu gidermek için ne yapmak gerektiğini de bulduk. Aynı zamanda hidrojenin uzun seyahatler için iyi bir yakıt olduğunu öğrendim.
1967’den sonra, ‘şehirlerde hava kirliliğini gidermek için nasıl bir yakıt kullanabiliriz?’ sorusu üzerinde beş yıl araştırma yaptık.
Hava kirliliği bir çok hastalığa neden oluyor. Los Angeles, Chicago, New York, Londra, İstanbul ve Tokyo gibi büyük şehirlerde insanlara çok zararlar veriyor.
Benzin yerine alternatif yakıtları araştırdık; etil alkol, metil alkol, amonyak, hidrojen ve gördük ki en temiz yakıt, çevreye hiç zarar vermeyen yakıt: Hidrojen. Bu araştırma da beş sene sürdü. 1967’den 1972’ye kadar.
1973’de enerji krizi başladı. Yani Ortadoğu memleketleri diğer memleketlere, bilhassa endüstriyel memleketlere petrol ihracatını durdurdular. Petrol istasyonlarında büyük kuyruklar oluştu ve fabrikalar çalışmalar, şehirlerde trafik durdu. Mesela, ben Tokyo’ya gitmiştim o zaman. Daha evvel de Tokyo’da bulunmuştum ve trafiğin meydana getirdiği hava kirliliğinden dolayı Tokyo şehrinden Fujiyama Dağı gözükmüyordu. Halbuki, bu petrol krizi sırasında petrol yok otomobillerin % 90’ı çalışmıyor. Hava temiz, tertemiz. Tokyo’nun ortasından Fujiyama Dağı’nı görebiliyorsunuz.
1973’te enerji krizi başlayınca ben de Miami Üniversitesi’nde
Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü’nü kurdum.
Yeni enerji kaynakları arayacağız. Çünkü, petrol tükenecek kömür tükenecek, doğal gaz tükenecek. Enstitünün adının başına Temiz Enerji koydum çünkü fosil yakıtların çevreye verdiği zararları, şehirlere, insana verdiği zararları biliyorum. Temiz Enerji kaynakları bulmamız gerekti. Güneş, rüzgar, su, nükleer enerji, jeotermal enerji, hiç biri petrol gibi doğal gaz gibi kullanışlı değil. Hiçbirini otomobile koyup, otomobili süremezsin. Hiçbirisini uçağa koyup, uçağı uçuramazsın. Düşündüm; eğer biz bu yeni enerji kaynaklarından hidrojen üretirsek problemi çözeriz. Çünkü, hidrojenin en temiz, en randımanlı yakıt olduğunu, seyahatler için en iyi araç yakıtı olduğunu biliyordum. ‘Biz hidrojen üreteceğiz’ dedim ve bunun adını ‘Hidrojen Ekonomisi’ koydum. Çünkü, enerji ekonominin lokomotifidir. Fabrikaları işletmek için araç gereçleri işletmek için enerji lazım.
Washington’a, A.B.D AR-GE vakfına gittim. Bir konferans organize edip, Hidrojen Ekonomisi fikrini yaymak istiyorum, fikri ortaya atınca, bakalım reaksiyon ne olacak dedim? 70.000 USD verdiler. Bir sene sonra,
18 Mart 1974’te Hidrojen Ekonomisi Miami Enerji Konferansı’nı açtık.
İngilizcesi; ‘The Hydrogen Economy Miami Energy Conference’ kısa adı da THEME Konferansı. Orada konferans açılışında, bu fikri ortaya attım. Çay molası verdik, indim kürsüden,
muhtelif memleketlerden on kişi yanıma geldi; dediler ki: ‘Dr. Veziroğlu, biz de aynı fikirdeyiz, bir dernek kuralım’.
O gece konferansın olduğu Miami Beach’teki Playboy Plaza Hotel’de toplandık. On kişi bir de ben on bir kişi.
O gece, 18 Mart 1974 gecesi, toplanan 11 kişiden bazıları diyor ki, bir dernek kuralım ama birkaç sene bekleyelim, belki fosil yakıtların tükenmelerinin ve çevreye verdikleri zararların çözümü için daha iyi bir fikir ortaya atılır.
Venezuela’dan Dr. Anibal Martinez diyor ki, ‘derhal kuralım derneği’.
Şimdi, Anibal Martinez bir petrol mühendisi ve OPEC’in kurucularından. Biliyorsunuz,
Venezuela OPEC’in kurucu memleketlerinden birisi ve OPEC kurulurken Venezuela’yı
Dr. Anibal Martinez temsil etmiş.
Petrolcü, petrol mühendisi,
OPEC’in kurucusu,
şimdi diyor ki:
‘Bu derneği derhal kuralım!’.
Biz, yani diğer on kişi, şüphelenmeye başladık;
dedik ki ‘Acaba bu adam beşinci kol mu?’Halbuki adam hakikati biliyormuş. Petrolün ne kadar kötü olduğunu biliyor, ısrar ediyor. Onun fikri galip geldi,
Bir dergi çıkarmaya başladık. İlk önce, yılda 4 tane bastık, üç yıl sonra 6, ondan üç yıl sonra 12, iki yıldır da 15 sayı çıkarıyoruz. Çünkü hidrojene ilgi arttı.
Fikri yaymak için iki yılda bir kongreler yapmaya başladık,
Dünya Hidrojen Enerjisi Kongreleri...
Üniversitelerde, firmalarda AR-GE çalışmaları başladı. Otomobil, otobüs şirketleri, elektrik santralı üreten şirketler hidrojen enerjisi AR-GE çalışmalarına başladılar.
Fakat petrol şirketleri hep bu işin aleyhinde. Milletlerarası Hidrojen Enerjisi Derneği’ni kurduktan sonra petrol şirketleri bize karşı çıktı. Hidrojenden korkmaya başladılar.
Bize, bu on bir kişiye ‘hidrojen romantikleri’ adını taktılar. ‘Bunlar rüya görüyor, olacak iş değil’ dediler vehidrojeni kötülemek için Shell, British Petrol, Exxon, Mobil gibi bütün büyük petrol şirketlerinin aralarında bulunduğu büyük bir konsorsiyum kurdular. Maksatları; petrolün, doğal gazın, kömürün iyi olduğunu, temiz olduğunu ispat etmekti. Bu konsorsiyum yedi sene evveline, yani 1998’e kadar çalışıyordu.Onlara göre, mesela, şehirlerdeki hava kirlenmesi egzozdan çıkan gazlardan dolayı değildir. Uzaklarda infilak eden yanardağların havaya saldığı zehirli gazlar ve tozlar şehirlere düşüyormuş atmosferden, oymuş sebep! Raporlarından bu çıktı. Ondan sonra, ‘Dünya ısısının artması, iklim değişikliklerinin sebebi karbondioksit değildir’ dediler. ‘Tarlalarda geviş getiren ineklerdir!’ diye raporlar çıktı üniversite profesörlerinin imzalarıyla. Şimdi ben düşünüyorum, petrol şirketlerini nasıl kendi tarafımıza çekeriz diye. 1998’de Buenos Aires’te 12. Dünya Hidrojen Enerjisi Kongresi olacaktı. 1997’de büyük petrol şirketlerine ve bu konsorsiyum üyelerine birer mektup yazdım. ‘1998’de Buenos Aires’te 12. Dünya Hidrojen Enerjisi Kongresi’ni yapacağız. Bir oturumu petrole ayırıyoruz. Lütfen gelin, bize petrol tükendiğinde ne satacağınızı söyleyin.’ Buna çok kızdılar, hiçbirisi cevap vermedi. Fakat Shell şirketi 15 mühendis gönderdi kongreye. Kongreden iki ay sonra, Ağustos 1998’de Shell konsorsiyumdan ayrıldı. Shell’de üç bölüm vardır; petrol arama, petrol çıkarma, petrol taşıma. Şimdi dördüncü olarak hidrojen bölümü de var. Shell’den sonra British Petrol de ayrıldı ve bütün konsorsiyum dağıldı. Şimdi bütün petrol şirketleri, bizim Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı dahil, hidrojen şirketi olmak peşinde, yani petrol tükenince hidrojen satmaya hazırlanıyorlar. Bir çoğu hidrojen dolum istasyonu kurdu ve şimdi 150’den fazla dolum istasyonu var dünyada. Hep petrol şirketleri kuruyor ve hidrojen dolum istasyonlarıyla hidrojen satmaya hazırlanıyorlar.
Su ve Çevre Teknolojileri: Hocam, Türkiye’deki Hidrojen Teknolojileri Araştırma Merkezi nasıl kuruldu? Türkiye’de, yine basından izlediğimiz kadarıyla, resmi makamlarla temaslarınız var.
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Şimdi bu merkezin kuruluşuna gelelim. Birleşmiş Milletler beni hidrojen enerjisi üzerine danışman olarak tuttu. Zaman zaman benden rapor istediler. 1988’de yani 17 sene evvel verdiğim bir raporda, dedim ki,
‘Hidrojen enerjisine geçilmesi kaçınılmazdır ve burada önemli rol oynayacak, dünyada liderlik yapacak bir Birleşmiş Milletler Merkezi kurulmasını öneririm’
Bunu beğendiler, benden bir rapor daha istediler. ‘Peki nerede kuralım bu merkezi?’ diye sordular. Ben yeni bir rapor daha verdim, iki memleket önerdim. ‘Birisi’ dedim, ‘Üç kıtanın birleştiği yerde. Bu memleketin kalkınmakta olan bir memleket, endüstriyel memleketlerle kalkınmakta olan memleketler arasında bir noktada olması iyi olur’. ‘Böyle bir memleket üç kıtanın birleştiği yerde bulunan Türkiye’dir.’ ‘Bir de’ dedim, ‘ Kuzey Amerika ile Güney Amerika arasında Meksika’dır.’ İki seçenek verdim onlara. Onlar bana geri döndüler. Dediler ki, ‘Biz Türkiye’yi beğendik.’ Ben bana sormalarını bekliyorum, ‘Türkiye’nin neresinde yapalım?’ diye. MTA’nın Datça’da güzel bir güneş enerjisi laboratuvarı var. Orasını düşünüyordum ben, fakat bana sormadılar. Viyana’daki
UNIDO teşkilatı, kendi aralarında tetkik ediyorlar ve diyorlar ki
‘Bu merkez Birleşmiş Milletler Merkezi olacak, kongreler yapılacak. Ondan sonra bilim adamları gelecek, dünyanın her tarafından insanlar gelip çalışacak. Onun için hava ulaşımı kolay olan bir şehir olması lazım. O da İstanbul.’
Bana telefon ettiler, dediler ki, ‘Biz İstanbul’u seçtik’.
1992’de Ankara’ya gittik. Demirel Başbakan, Erdal İnönü bilimsel işlerden sorumlu Başbakan yardımcısıydı. Erdal İnönü ile görüştük, derhal işin ehemmiyetini anladı. UNIDO ile Türk hükümeti arasında böyle bir merkezin İstanbul’da kurulması için ön anlaşma yapıldı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda onay çıkması lazım merkezin kurulması için.
Dünyayı dolaştık,
Amerika, Japonya, Çin, Hindistan, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Mısır, Kuveyt... Gitmediğimiz memleketlerle İstanbul’da bir toplantı yaptık. Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Brezilya, Arjantin vs. ve
hepsinden Merkez’in İstanbul’da kurulması için
olumlu oy vereceklerine dair söz aldık.
1996’da bu karar UNIDO genel kuruluna gitti ve oy birliği ile UNIDO genel kurulu, yani bütün memleketler, bu merkezin Türkiye’de kurulmasını onayladı. Ondan sonra hükümetimiz, bunun müzakerelerinin devamını Enerji Bakanlığı’na verdi. Enerji bakanlığı ile UNIDO arasında müzakereler başladı.
Birçok hükümet değişti.
Ben de yardım ettim bu konularda,
Mesut Yılmaz hükümeti onayladı, Ecevit hükümeti onayladı, Milli Güvenlik Kurulu’na gönderildi. Beni davet ettiler, orada anlattım, Milli Güvenlik Kurulu onayladı. İmzalamak, şimdiki hükümetimizin sayın Enerji Bakanı Dr. Hilmi Güler’e nasip oldu. O da bunları tetkik etmiş olarak, bunun Türkiye’ye çok faydası olacağının bilinci içerisinde
Viyana’da Ekim 2003’te anlaşmaları imzaladı.
Anlaşmalardan evvel, ‘Bu anlaşmaları imzalayacağım fakat gelip başında durup kuracaksın merkezi’ dediler. Ben de ‘peki’ dedim. Öyle olunca,
Miami Üniversitesi’nden izin aldım.
Mayıs 2004’ten itibaren merkezi kurmak için çalışmaya başladık.
Şimdi geçici tesislerdeyiz, daimi yer arıyoruz.
Bir üniversite kampüsünde olacak merkez.
İdari binalar, laboratuvarlar, konferans merkezi, kütüphane, misafirhane, sosyal tesisler...
Sarıyer’de denize nazır güzel bir yer bulduk. Onun da sözünü aldık, şimdi resmi yazı için uğraşıyoruz. Resmi yazı geldikten sonra, projeler hazırlanacak ondan sonra ihaleye çıkılacak, tahmin ediyorum 3-4 sene içinde daimi yerimize geçeceğiz. Fakat şimdi bu daimi yer hazırlıkları yapılırken, AR-GE çalışması gerektirmeyen işlere başladık. Bunlar nelerdir? Dünyanın her tarafında pilot bölgeler kuruyoruz, pilot projelere başladık. Çin’de su enerjisinden istifade ederek hidrojen üretip bir kasabanın enerjisini sağlayacağız. Hindistan’da üç tekerlekli arabalar hidrojen ile çalışacak. Güney Kore’de otobüs ve otomobil filoları hidrojen ile çalışacak. Azerbaycan’da bir projeye başladık. Libya’da güneşten hidrojen üretilecek. Portekiz adalarında jeotermal enerjiden hidrojen üretilecek. Fas’ta rüzgardan hidrojen üretilecek ve Avrupa Birliği’ne verilecek. Ondan sonra,Türkiye’de iki projeye başladık. İstanbul’da hidrojen ile otobüs işleyecek, Bozcaada tamamen hidrojene çevrilecek, hidrojen rüzgardan üretilecek.
Türkiye’de Türk kaynaklarıyla hidrojen üretme projelerine başladık. Rüzgardan hidrojen üreteceğiz, gece kullanılmayan elektrikten hidrojen üreteceğiz ve bunları doğal gaz boru hatlarına enjekte edeceğiz, doğal gaz-hidrojen karışımı kullanılacak ve hidrojen oranı giderek artacak. 50-60 yıldaşimdiki doğal gaz boru hattı hidrojen boru hattı olacak ve Türkiye hidrojene geçmiş olacak. Dediğim gibi, Türkiye, bütün yakıtını kendisi hidrojen olarak üretecek. Güneş, rüzgar, su enerjisinden, jeotermal enerjiden hatta nükleer enerjiden üretilecek hidrojenin fazlasını Avrupa’ya satabileceğiz. Avrupa’da güneş yok, yer yok. Avrupa hidrojeni Ortadoğu’dan, Kuzey Afrika’dan alacak. Suudi Arabistan, Mısır, Libya, Avrupa’ya hidrojen satmak için hazırlıklara başladı. Fakat biz daha yakınız Avrupa’ya. Bir de Türkiye’de tüm yenilenebilir enerji kaynakları var. Onun için biz daha avantajlıyız.
Su ve Çevre Teknolojileri: Hidrojen kullanımına geçildiğinde teknoloji tümüyle yenilenecek. Örneğin, güç santrallerinde doğal gaz yerine hidrojen kullanılması, baştan aşağı yanma odasının değiştirilmesini gerektirmeyecek mi? Taşıtlarda verimi nasıl etkileyecek, hidrojen kullanımı?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Evet. İleride yakıt pilleri kullanılacak çünkü yakıt pillerinin çok sayıda avantajı var. İçten yanmalı motorlardan iki üç misli daha randımanlılar. Bütün otomobil şirketleri, otobüs şirketleri yakıt pilli otomobiller, otobüsler yapıyorlar çünkü çok randımanlı, hem de temiz. Fakat, yakıt pilleri pahalı, onun için başlangıçta içten yanmalı motorlar kullanılacak. Çünkü içten yanmalı motorlar daha ucuz. Sonra yavaş yavaş onların yerini yakıt pilleri alacak.
Su ve Çevre Teknolojileri: Peki, bu geçiş aşamasında konstrüksiyonu değiştirmek konusunda bir çaba var mı Türkiye’de?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Şimdi biz UNIDO-ICHET olarak, Türkiye’nin yol haritasını hazırlıyoruz hidrojene geçmek için. Bunu hidrojen konusunda çalışan bilim insanlarıyla, sanayicilerle, mühendislerle tartışacağız, Türkiye için bir yol haritası ortaya çıkaracağız ve bunu planlamaya sunacağız. Yani istiyoruz ki, Türkiye de Avrupa Birliği ile beraber aynı zamanda hidrojene geçsin. Tabii Türkiye’nin yol haritası Avrupa’nınkinden, Ameri ka’nınkinden başka olacaktır. Onların kendi endüstrilerine, kendi enerji kaynaklarına bağlı olarak yol haritaları var. Onların çoğunda hidrojen dışardan gelecek. Bizim yol haritamızda, biz hem hidrojeni kendimiz üreteceğiz hem ihraç edeceğiz. Fakat, kendi yapabileceğimiz mevcut teknolojilere bina edeceğiz hidrojen sistemine geçişi. Sanayicilere onun için soruyoruz: ‘Ne yapabilirsiniz, ne yapıyorsunuz?’ Mesela Vestel çalışıyor bu konuda, İzmit’te Elimsan şirketi çalışıyor.Bunlar hidrojen ile ilgili çalışmalar yapıyorlar, yakıt pilleri ile ilgili. Vestel gelecek sene ticari olarak yakıt pillerini piyasaya süreceğini ilan etti kongre sırasında.
Biliyorsunuz, çalışmalarımızdan birisi IHEC 2005 Kongresi. Orada sergi vardı. Güney Kore otomobil getirdi. Güney Kore parlementosu beni davet etti, parlementoda hidrojeni anlatacağım milletvekillerine. Bu şekilde ilgiyi artıracağız hidrojen enerjisine dünya çapında ve ülkemizde. Daha sonra hükümetler ve sanayi çevrelerinin katılımıyla yakıt sistemimiz de değişime uğrayacak.
Su ve Çevre Teknolojileri: Hidrojen enerji sisteminde ‘Bor’un önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Şimdi, biliyorsunuz, dünyanın en büyük rezervi Türkiye’de bor madeninin. Bir çok kullanım yerleri olan bir maden. Cam sanayisinde, seramik sanayisinde, kurşun geçirmez zırh yapmakta, madenleri sertleştirmekte kullanılıyor. Enerjideki en mühim yeri de nükleer enerji. Nükleer enerjide nükleer reaktörlerin kontrolü bor ile yapılır. Her reaktörün üstünde 20, 30, 40, 50 tane bor silindirik çubuğu vardır. Hepsinin altında bir levha vardır, altları da boştur. Silindirik bir delik vardır reaktörde. Reaktörün sıcaklığı yükselmeye başlayınca, yani erime ihtimali doğunca, bu levhalar çekilir, bor çubukları düşer ve bor nötronu emer. Nasıl sünger suyu emiyorsa, bor da nötronları, nükleer enerjiyi meydana getiren parçacıkları emer ve nükleer reaktörün çalışmasını durdurur.
Bor, nötronu emdiği gibi hidrojeni de emiyor. Dünyada en çok hidrojen emebilen maden olan borun, şimdi otomobillerde, otobüslerde hidrojen deposu olarak kullanılması öngörülüyor. Araçlardaki hidrojen depolarının hacmi petrolünkine nispetle üç defa daha büyük ve üç defa daha ağır. Fakat hidrojen borda depolanırsa o zaman petrol ağırlığına iniyor, hacim de küçülüyor. Mesela, sodyum borhidrür kullanılıyor. Suyla karışınca hidrojen çıkıyor ve sodyum borhidroksit oluyor. O sodyum borhidroksitin tekrar sodyum borhidrüre çevirmek lazım ki, o kimyevi maddeyi tekrar ve tekrar kullanalım. Bu pahalı bir işlem. Şimdi dünyanın her tarafında laboratuvarlarda ucuz bir yöntem bulmak için çalışmalar var. Şimdiye kadar piyasaya çıkan otobüs, otomobillerin hemen hemen hepsinde hidrojen, basınçlı kaplarda depolanıyor. BMW otomobillerinde sıvı hidrojen kullanıyor. Yani henüz borda depolanmış hidrojen kullanılmıyor, çünkü henüz ekonomik değil.
Su ve Çevre Teknolojileri: Ama eğer borun ekonomik olmasını sağlayacak bir teknoloji bulunursa, Türkiye’nin bor rezervlerinin tüm dünyanın % 72’si oranında olması bir avantajdır.
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Tabii. Dediğim gibi dünyanın her tarafında çalışmalar var. Başarılı olursa, o zaman depolamakta kullanılacak. Mesela cep telefonları ve diz üstü bilgisayarlar için hidrojen borda depolanabilir, orada fiyat o kadar mühim değil, çünkü çok az hidrojen kullanılacak. Sodyum borhidrür orada hidrojen depolanmasında ticari olarak kullanılabilir. Sodyum bor hidrüre çevirmek pahalı olsa bile piyasa bunu kaldırır. Ama otomobillerde ve taşıtlarda henüz karlı değil.
Su ve Çevre Teknolojileri: Bor dışında hidrojen enerjisini depolamak için alternatifler nelerdir?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Hidrojen gazometre benzeri basınçlı kaplarda depolanacak. Eskiden İstanbul’da havagazı vardı, kömürden gaz çıkardı, havagazı. Havagazının yarısı hidrojendir, diğer yarısı yanıcı karbonmonoksit. Karışım boru hatlarından şehre dağılırdı, gazometrelerde depolanırdı. Yemek pişirmek, ısınmak için bu gaz kullanılırdı. Yani dediğiniz gibi, mesela bir elektrik santralinde gece kullanılmayan elektrik, hidrojen olarak depolanır. Gündüz talep çok iken, elektrikle beraber gazometrelerde depolanan hidrojen kullanılacak. Türkiye gibi bir memleket için hidrojen depolamada farklı alternatifler de var. Mesela hidrojen yeraltında boşalmış maden yataklarında depolanabilir. Kömürü almışız, demiri almışız, madenin içini boşaltmışız. İngiltere’de hidrojen demir madeninde depolanıyor. Amerika’da tuz kayalarında; bazen doğal mağaralar var, orada depolanıyor. Doğal mağara olmayan yerde suni, sentetik mağara yapılıyor. Nasıl? İki tane delik açılıyor tuz kayasına, aşağıda dinamit ile patlatılıyor tuzlar, ondan sonra bir delikten tatlı su veriliyor, diğer borudan tuzlu su çıkıyor ve tuzlar eritiliyor. Su tuzları eritiyor, yer altında mağara açıyor ve o mağaralarda hidrojen depolanıyor. Avrupa’da, doğal gazı da böyle depolamaya başladılar. Şimdi Türkiye, Rusya ile anlaşma yaptı, Tuz Gölü altında bu şekilde doğal gaz depolamak için mağaralar yapılacak. Şimdi bütün dünyada her memleketin jeolojisi tetkik ediliyor, ‘Nerelerde hidrojen yahut doğal gaz depolanabilir?’ diye. Bir memleket için doğal gazı gazometrelerde depolamak pahalı, çünkü binlerce gazometre yapacaksın. Hem çok yer alacak hem de çok malzeme kullanılacak. Onun için yer altındaki boşluklarda depolamak ekonomik oluyor, kayıp ise çok az, bir senede %1 oluyor.
Su ve Çevre Teknolojileri: Bu depolamanın çevreye etkisi var mı? Yani suni olarak yer küreye müdahalede mi bulunuyorsunuz?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Boşluklar kullanılacak mümkün mertebede, boş maden yatakları kullanılacak. Yahut, bu şekilde mağaralar yapacağız suni olarak. Ama şimdi hidrojen zehirli bir gaz değil, bu odada hidrojen olsa nefes alsak öldürmez. Hidrojen kullanılınca meydana gelen su, yahut su buharı zehirli değil, hidrojenin solunması da kimseyi öldürmez.
Su ve Çevre Teknolojileri: Bunun doğal dengeyi bozacağı söyleniyor...
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Daima mukayese yapmak lazım. Hidrojen ile kıyaslanacak bir şey yok. Onu söyleyenin elektriğini kes, otomobilinin yakıtını al. ‘Yok ben yakıtımı isterim’ der, ‘elektriğimi isterim’ der. Peki, ‘doğal gaz ile mi yapacaksın, hidrojen ile mi yapacaksın, kömür ile mi yapacaksın? Karar ver!’ Seçmesi lazım. Biliyorsunuz, bilimde kıyaslarız. Hepsiyle yemek pişirebiliriz ama hangisi daha temiz, daha ucuz?.
Su ve Çevre Teknolojileri: Peki bu aşamada sizin öneriniz nedir, hocam? Fosil yakıtlar zaten bitecek, onlar bitinceye kadar hidrojeni onları kullanarak mı üretmek, yoksa bitinceye kadar onları yine geleneksel yöntemlerle mi kullanmak?
Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu: Bakın, tabiat yıllardır yaptığımız yıkımı durdurmak için bize mesajlar gönderiyor. Katrina’yı gönderdi, Rita’yı gönderdi. Bundan evvelki en büyük kasırga Andrew kasırgası idi. 1992’de 30 milyar dolar zarar verdi. Şimdi, Katrina ile Rita Amerika’ya belki 200 milyar dolar zarar verdi, ötekinin 7-8 misli. Ayrıca Pasifik’te olan kasırgalar var, Çin’de, Japonya’da, Hindistan’da, Filipinler’de. New Scientist’e bakıyordum. Enteresan bir haber var. Katrina mühim değil diyor. Katrina mühim. Katrina kasırgası neymiş biliyor musunuz? Şimdiye kadar kasırgalar Atlantik’in kuzeyinde oluyordu hep. Kasırgaların coğrafyası ısıya bağlı olduğu ve Kuzey Atlantik’te ısı, özellikle de deniz ısısı daha çok olduğu için kasırgalar buralarda görülüyordu. Şimdi Güney Atlantik de ısınmaya başlamış ve ilk defa Güney Atlantik’te kasırga olmuş. Katrina’dan sonra petrol varili fiyatı 70 dolara çıktı. Gelecek sene 100 dolar mı olur, 200 dolar mı? Allah bilir. Bunlar hep mesaj bize, bir an evvel hidrojene geçmeliyiz. Hem çevreyi korumak bakımından, hem de ekonomi bakımından daha iyi. Zaten aslında petrolü, doğal gazı yakıp çevreyi kirletmemek lazım. Petrol ve doğal gazdan yapılan ilaçlar var. Suni elyaf var, suni kumaş var, plastik maddeler var. Kimya sanayinde kullanmak lazım petrolü, doğal gazı hammadde olarak. Yakarak ziyan ediyoruz, hem de çevreyi kirletiyoruz, yani, bir an evvel hidrojen enerjisine geçmek şart. Artık bunu bütün dünya iyice tetkik etti. Yani karar verdiler ki, en iyi sistem hidrojen enerjisi sistemidir. Buna mesela Amerika’nın petrolcü başkanı Bush bile karar verdi. ‘Hidrojenden, hürriyet yakıtıdır, her memleketi petrole bağımlılıktan kurtaracaktır’ diye bahsetti. Tabii Japonya daha 1974’te karar verdi hidrojene geçmeye. Ben bu fikri ortaya atınca Japonya’dan beni derhal davet ettiler. Tokyo’ya gittim orada birkaç konuşma yaptım. 1975, Japonlar hidrojene geçmek için Sun Shine projesini başlattı. Avrupa 2002’de hidrojene geçmeye karar erdi. Avrupa Komisyonu Başkanı Prodi, 2002’de yapmış olduğu bir konuşmada, hidrojene geçmeye karar verdiklerini anlattı. Basın toplantısı yaptı Brüksel’de Eylül 2002’de. Prodi orada dursaydı, Amerika’da bir hareket olmayacaktı. Romano Prodi iki cümle daha söyledi basın toplantısında. Dedi ki: ‘Ben, Avrupa’nın Amerika’dan ve Japonya’dan evvel hidrojene geçmesini istiyorum. Zira bu, Avrupa’ya büyük teknolojik ve ekonomik avantajlar sağlayacaktır.’ Ertesi gün, bu beyanat, büyük başlıklar halinde New York Times’ta, Wall Street Journal’da çıktı, tabii Bush’un masasına gitti. Bush’a daha evvel hidrojen hakkında raporlar gidiyordu, okumuyordu. Şimdi bu gazeteler yazınca, danışmanlarını çağırdı. ‘Nedir bu, Avrupa bize neden rest çekiyor ?’ diye sordu ve Amerika da hidrojene geçmeye karar verdi..
rnek kuruldu,
beni başkan seçtiler; hala başkanım.
Şu an ABD’de hidrojenle çalışan otobüsler hizmet veriyor
Hidrojenli Araçlar ABD Turunda
Dünyanın en önemli 9 araç üreticisi tarafından üretilen hidrojen arabaları ABD turunda. 11 Ağustos tarihinde ABD’nin Portland eyaletinden yola çıkan araçlar, 13 gün sürecek ve 18 eyaletten geçecek bir uzun yol turuyla Los Angeles eyaletine varacaklar. Toplamda yaklaşık 39 bin kilometre yol yapacak olan araçlar, bu sürede atmosfere hiç karbon gazı salmayacaklar.
ABD Enerji ve Ulaştırma Bakanlıkları tarafından desteklenen organizasyona BMW, Daimler, Ford, GM, Honda, Hyundai-Kia, Nissan, Toyota ve Volkswagen katılacak. TÜBİTAK’ın düzenlediği Hidromobil 2008 yarışında hidrojen yakıt sponsoru olan Linde, bu organizasyonda da yakıt sağlayıcı olarak yer alıyor.
Bakan Dönmez, hidrojende yol haritasının yakında kamuoyuyla paylaşılacağını bildirdi
Bakan Dönmez, “Geleceğin enerji kaynakları arasında enerji taşıyıcısı olarak yer alacak hidrojen, hem yeşil dönüşümü hızlandıracak hem enerji ithalatımızı azaltacak hem de rekabet gücümüzü artıracak önemli bir argüman olacak.” dedi.
Dec 4, 2023 — Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi İstanbul ...HYSouthMarmara Hidrojen Vadisi Projesi'nin Kick off Toplantısı 28 Kasım tarihinde Çanakkale’de gerçekleştirildi
Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası
Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) ile birlikte EnerjiSa Üretim,
Linde, Kale Seramik Sanayi A.Ş, Şişecam A.Ş, Hidrojen Peroksit
A.Ş, Software AG, TÜBİTAK MAM,TENMAK, Eti Maden Genel
Müdürlüğü, Türk-Alman Üniversitesi, Bandırma Onyedi Eylül
Üniversitesi, Universite Mohammed VI Polytechnique, ve
Universita Di Bologna’nın da paydaşları içinde olduğu 15 ortaklı
projenin açılış toplantısı proje koordinatörü Güney Marmara
Kalkınma Ajansı (GMKA)’nın ev sahipliğinde 28 Kasım
tarihinde Çanakkale’de gerçekleştirildi.
HYSouthMarmara projesi, Ufuk Avrupa Programı kurumsallaşmış ortaklıkları arasında yer alan Clean Hydrogen Partnership (Temiz Hidrojen Ortaklığı) 2022 yılı sonuçlarına göre Türkiye Çerçeve Programları tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş ve tek seferde 7.455.625 Euro tutarındaki en yüksek AB hibesini ülkemize kazandırmıştır.
5 yıl sürmesi planlanan, toplam bütçesi 36 Milyon Euro’yu bulan ve Türkiye’nin ilk hidrojen vadisi olarak hayata geçecek olan projede, temiz enerji alanında tüm dünyada en öncelikli konulardan biri olan yeşil hidrojenin üretimi ve kullanımına ilişkin teknoloji-odaklı altyapıların gelişimine, Türkiye’nin yeşil hidrojen değer zincirindeki potansiyelinin güçlendirilmesine ve bilimsel araştırma kapasitesinin geliştirilmesine önemli katkılar sağlanması amaçlanmaktadır.
Clean Hydrogen Partnership programının hidrojen vadileri proje
sorumluları Pietro Caloprisco ve Nora Ovcharova’nın online
katılımlarıyla gerçekleşen proje açılış toplantısında, proje
paydaşları liderleri oldukları iş paketlerinin sunumlarını
gerçekleştirdiler.
Sabancı Üniversitesi’nin lideri olduğu Dissemination &
Engagement iş paketi kapsamında, projenin yaygın etkisini
artırmaya yönelik çalışmaların gerçekleştirilmesi, iletişim
stratejisinin oluşturulması, çalıştaylar ve etkinliklerin
organizasyonu çalışmaları Mühendislik ve Doğa Bilimleri
Fakültesi Dekan Yardımcısı Selmiye Alkan Gürsel’in sunumu ileaktarıldı.
Sabancı Üniversitesi ile birlikte Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC)’in de aktif rol alacağı projede IICEC Direktörü Bora Şekip Güray, GMKA’nın yürütücülüğünde Hidrojen Yol Haritası’nın Hazırlanması iş paketinde yer alan “Yeşil Hidrojenin Enerji Güvenliğine ve Temiz Enerji Geçişine Faydaları” iş paketi kapsamında vadinin enerji ve iklim alanlarındaki çok boyutlu katkılarının analiz edilmesine ve raporlanması ilgili sunumu gerçekleştirdi.
Projenin açılış toplantısına projenin Sabancı Üniversitesi tarafındaki yürütücüsü olan Selmiye Alkan Gürsel, IICEC Direktörü Bora Şekip Güray, Sabancı Üniversitesi Araştırma Geliştirme ve Teknoloji Transfer (SUATT) Ofisi MDBF Proje Partnerleri Müdürü Can Kartoğlu ve Gülce Öklem katılım gösterdi.
Proje kapsamında düzenlenecek olan ilk çalıştay, “Hidrojen Vadileri” teması ile Mayıs ayında Sabancı Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek.
mdbfIICECHYSouthMarmara Hidrojen Vadisi Projesi'nin Kick off Toplantısı 28 Kasım tarihinde ...
Dec 4, 2023 — Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi İstanbul ... HYSouthMarmara Hidrojen Vadisi Projesi'nin Kick off Toplantısı 28 Kasım tarihinde ...
" olarak tanınan Dünya Hidrojen Enerjisi Konseyi Başkanı Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu ICHET'in de Başkanlığını ...
Türk araştırmacılar, Karadeniz dibinde bulunan hidrojen-sülfürlü suyundan hidrojen gazı elde etmeyi başardı.
Karadeniz’deki mevcut potansiyelin bölgenin 100 yıllık elektrik ihtiyacını karşılabileceği belirtiliyor.
Ar-ge çalışmalarını yürüten Dr. Mükerrem Şahin,Karadeniz'de hidrojen-sülfür oluşumunun jeolojik oluşumların etkisiyle sürekli olarak arttığının gözlendiğini söyledi
Son yapılan araştırma sonuçlarının, Karadeniz'de hidrojen-sülfür oluşumunun giderek yükseldiğini gösterdiğini aktaran Şahin, ayrıca bu kaynaklaraKaradeniz'in 30-40 metre altında bile rastlandığını belirtti.
Dr. Şahin, yaklaşık 5 yıl süren araştırmaları sonunda,Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen sülfürden hidrojenin ayrıştırılarak bir enerji üretimine yönelik ar-ge çalışmalarını tamamladıklarını bildirdi.
Şahin, araştırmalarına ilişkin şu bilgileri verdi: ''Çalışmamız, enerjiden kaynaklanan cari açığın yüksek değerlerde olduğu ve önemli bir sorun olarak tartışıldığı bu günlerde yerli bir kaynağın kullanılabileceği husunda ümitlerimizi arttırdı. Hidrojen sülfürlü suyu, geliştirdiğimiz bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardık.
Projemizde, Karadeniz'in 40 metre altında bulunan kaynağın değerlendirilmesi ve ülke ekonomisine katılması hususunda ilk ciddi sonuçlara ulaşıldı. Şimdiye kadar Karadeniz'deki rezerv tespitleri için yalnızca Rusya, Gürcistan, Ukranya, Romanya gibi ülkelerde çalışmalar yapılmıştı. Ülkemizin de bu konuda eş zamanlı çalışması lazım.''
Şahin, yaptıkları fizibilite çalışmalarında, mevcut potansiyelin Karadeniz bölgesinin 100 yıllık elektrikihtiyacını karşılayabileceğini gösterdiğini bildirdi.
Konu hakkında bir dizi konferanslar verip üniversite öğrencilerinin ilgisini bu konuya çekmeye çalıştıklarını dile getiren Şahin, ''Bunun bir devlet politika haline gelmesi ve pilot tesislerin kurulup bu potansiyelin değerlendirilmesi için çalışmaların yapılması gerekiyor'' dedi.
‘ARAÇLARDA DA KULLANILIYOR’
Hidrojen-sülfürden ayrıştırılan hidrojenin, sudan hidrojen üretiminden çok daha ekonomik olduğuna işaret eden Şahin, ''Elde ettiğimiz hidrojen yanabiliyor, termik santralde kullanılabiliyor. Ayrıca elde edilen yakıt, araçlarda da kullanılabiliyor'' dedi.
'ZEHİRLEYECEK' İDDİASI
Literatürde kendilerinin yaptığı boyutta hidrojen ve sülfür ayrıştırmasını yapan ve bunu uygulamaya koyan bir araştırmaya rastlamadıklarını belirten Şahin, şöyle konuştu:
''Hidrojen-sülfür, denizin altındaki basınç sebebiyle suda çözünmüş olarak olarak bulunuyor. Oraya herhangi bir boru indirdiğinizde ve suyu yüzeye çektiğinizde, hidrojen-sülfür sudan ayrışmaya başlıyor. Zaten bu kaynak, 20-30 yıl içinde enerji olarak kullanılmazsa, bütün bölgeyi zehirleyeceğine dair araştırma raporları var. Hidrojen-sülfür, denizin dibinde bakteriler üretiyor. Buradaki hidrojenin ayrıştırılmasıyla denizin dibi temizlenecek ve bununla kalınmayıp enerji de üretilecek.''
Karadeniz dip sularından hidrojenin elde edilmesini sağlayacak prototip çalışmalarını da tamamladıklarını bildiren Şahin, ''Türkiye, bu çalışmayı nasıl işlevsel hale getireceği konusunda yoğunlaşmalı. Bölgeye pilot tesislerin kurulması için Karadeniz sahillerindeki en uygun bölgeleri de fizibilite çalışmalarımızda tespit ettik'' diye konuştu.
ENERJİ SANTRALLERİ KURULABİLİR
Şahin, hidrojen-sülfürden hidrojen üretiminin yüksek seviyelere çıkmasıyla, aynı zamanda ekonomik değeri bulunan sülfür de denilen kükürtün açığa çıktığını kaydetti.
Sülfürün kauçuk endüstrisinin temel kimyasalı olduğunu vurgulayan Şahin, ''Hidrojen-sülfürden hidrojeni enerji olarak aldığınızda, oluşan sülfür miktarı da ekonomik olarak bir katkı oluşturuyor. Böylece hidrojen üretimi neredeyse bedavaya geliyor'' diye konuştu.
Şahin, çalışmalarının her türlü maliyet ve fizibilite çalışmalarının tamamlanmasıyla, bölgeye Karadeniz'den doğrudan beslenen enerji santrallerinin kurulmasının ''hayal olmaktan çıkacağını'' söyledi.
‘20 SENE SONRA GEÇ KALIRIZ’
Özellikle Karadeniz'e kıyısı olan ülke araştırmalarının bu kaynağın değerlendirilmesi için yoğun çalışmalar yürüttüğünü belirten Şahin, ''Litaratürü inceleyenler görecekler. Biz de istiyoruz ki Türkiye de bu konuda çalışma başlatılsın. Petrol azaldığında, yerine alternatif enerjiler kullanılmaya başlandığında bizim yanıbaşmızdaki kaynağı değerlendirir potansiyele sahip olalım. Aksi halde 20 sene sonra çok geç kalınmış olunacağından hazır teknolojiler almaya devam edeceğiz'' diye konuştu.
Projelerinde hidrojen enerjileri üzerine adını duyuran bilim insanlarıyla da ortak çalışmalar yürüttüklerini dile getiren Şahin, ayrıca İstanbul'daki Milletlerarası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi'nin Kurucu Direktörlüğünü yapan ve ardından ABD'ye dönen Prof. Dr. Nejat Veziroğlu'ndan da çalışmaları konusunda büyük destek aldıklarını söyledi.
VEZİROĞLU: ENERJİ BAĞIMLILIĞINDAN KURTULURUZ
Mükerrem Şahin'in çalışmalarını yakından takip eden ve halen ABD'de yaşayan Dünya Hidrojen Enerjisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Nejat Veziroğlu da konuya ilişkin soruları yanıtladı.
Veziroğlu, halen ABD'de Miami'de dünyanın çeşitli bölgelerindeki hidrojen araştırmaları konusundaki çalışmaları izliyor ve dünyanın bu enerjiye dikkatini çekmesi için konferanslar düzenliyor. Hidrojenin çeşitli yöntemlerle üretilebileceğine işaret eden Veziroğlu, bu enerji kaynağının Türkiye'nin yenilenebilir enerji kaynaklarından, rüzgar, güneş, su ve jeotermal gibi enerji kaynaklarından elde edilebileceği gibiKaradeniz'in dip sularındaki hidrojen sülfürden de elde edilebileceğini belirtti. Hidrojen üretiminde uygun maliyetlerle üretim yapmanın önemini vurgulayan Veziroğlu, ''Türkiye eğer bu alana yatırım yapar ve düşük maliyetle hidrojen üretimini yapabilirse, enerji bağımlılığından kurtulur. Ayrıca ticaret açığımız tamamen kapanır. Bu çok mühim bir konu'' dedi.
Dr Mükerrem Şahin'in yaptığı buluşun da bu açıdan çok mühim olduğunu vurgulayan Veziroğlu, ''Tabii bunu ticari hale getirmek için büyük çaplı deneyler yapmak lazım. Bunların da desteklenmesi gerekiyor'' değerlendirmesini yaptı.
Karadeniz'deki bu potansiyelin değerlendirilmesi konusunda Karadeniz Teknik Üniversitesi, Rize Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi araştırmacıları ile Karadeniz'e kıyısı bulunan ülke araştırmacılarının çalıştığını dile getiren Veziroğlu, ''Ancak bu çalışmalar hala araştırma aşamasında. Henüz ticari hale gelmedi. Bu araştırmalar arasında hidrojeni en ekonomik şekilde üretecek sistemin bulunması lazım'' dedi.
‘DOĞALGAZ VE PETROL İTHAL ETMEYİZ’
Bu araştırmaların büyük çaplı yapılabilmesi için desteklenmesi gerektiğini ifade eden Veziroğlu, ''Büyük çaptaki deneylerde ticari olarak ne şekilde hidrojenin üretilebileceğinin projesinin hazırlanmış olması gerekiyor. Mükerrem Şahin'in çalışmasında hidrojen, kalalizör yöntemiyle elde ediliyor. Diğer çalışmalarda ise başka yöntemler kullanılıyor. Burada mühim olan hangi yöntemin hidrojeni daha ucuz üretilebileceği. En ucuz yöntem piyasayı tutacaktır. Bu anlamda Şahin'in çalışması çok mühim.
Bu çalışmanın ticari olarak üretilebilmesi için daha büyük çapta üretim yapılması ve maliyet hesaplarının yapılması lazım. Bu yöntemle ilk etapta hidrojen üretilirse, maliyet ne olacaktır? Bunun gösterilmesi lazım. Eğer doğalgazdan daha ucuza üretilebilirse, Türkiye'de doğalgazın, petrolün ve kömürün yerini alır ve dışarıdan doğalgaz, petrol ve kömür ithal etmemize gerek kalmaz.''
Veziroğlu, Şahin'in çalışmasının Dünya Hidrojen Enerjisi Derneği'nin çıkardığı Uluslararası Hidrojen Enerjisi Dergisi'ne gönderildiğini ve burada çeşitli araştırmacılar tarafından tetkik edilip yayınına karar verileceğini söyledi.
AKSU: HİDROJEN ÇAĞINDAYIZ
Uzun yıllar hidrojen ve bor teknolojileri üzerine çalışmalar yürüten ve çok sayıda uluslararası yayım yapan Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Levent Aksu da konuya ilişkin görüşlerini aktarırken, geçen yüzyılın bilim çevrelerinde ''atom çağı'' olarak adlandırıldığını, bu yüzyılın da ''hidrojen çağı'' olduğunu belirtti.
Aksu, hidrojenin kainatta en çok bulunan element olarak çok büyük bir enerji kaynağı olduğuna dikkati çekti.
Hidrojenin genellikle suyun elektrolizinden elde edilebildiğini anlatan Aksu, iki hidrojen ve bir oksijen elementinden oluşan sudan hidrojenin ayrıştırılması için çok yüksek elektrik enerji gerektiğinden bu çalışmaların çok zahmetli ve zor olduğunu belirtti.
Hidrojen-sülfürlü suda bu zahmetlerin çoğunun bulunmadığını söyleyen Aksu, Mükerrem Şahin'in yürüttüğü projenin özellikle bu açıdan çok önemli olduğunu vurguladı. Çalışmada, hidrojeni sülfürden ayırmak için özel katalizörler kullanıldığını anlatan Aksu, şu bilgileri verdi:
''Hidrojen günümüzde çok önemli bir yakıt. Bildiğimiz tüm roket yakıtları hidrojenden yapılıyor. Çağımıza adını veren de hidrojen. Hidrojen, bilinen en etkili yakıt. Petrolün veya benzinin veriminin 10 bin katı kadar yüksek bir verim sağlıyor. Fakat, sıvılaştırılması sorunu belli katalizörlerle, depolanması sorunu da büyük ölçüde halledildi.''
Hidrojenle çalışan arabaların yapılmaya başladığını, ABD'de de çok sayıda hidrojen dolum merkezinin bulunduğunu dile getiren Aksu, ''Hidrojen sülfürden hidrojeni elde etmek mevcut tüm yöntemlerden daha kolay'' dedi.
‘PETROLDEN DAHA UCUZ OLACAK’
Karadeniz dip sularına yönelik projenin son derece önemli bir proje olduğunu ifade eden Aksu, şu görüşlerini bildirdi:
''Hidrojen sülfürKaradeniz'in dip sularında çok fazla bulunan bir bileşik. Bunun içinden hidrojenin alınması konusunda yapılan fizibilite çalışması da son derece uygun. Daha yapılması gereken çok çalışma var. Bu çalışma, hidrojen araştırmalarında bir mihenk taşı diyebilirim. Türkiye'de uygun bir şekilde petrolden daha ucuza mal edilebileceğini düşünüyorum. Bunun için fiyat ve fizibilite araştırmasının yapılması lazım. Sanıyorum ki petrolden daha ucuza mal olacaktır.''
Türk ulusu güçlükleri; ulusal birlik ve beraberlikle yenmesini bilmiştir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerli arkadaşlar,
Sizlere 12.02.2012 de BEDAVA ENERJİ VAR AMA ALAN YOK !!! başlıklı aşağıdaki yazımda, güzel ülkemizin coğrafi yapısı yüzünden sahip olduğu bedava enerjilerimiz konusunda bilgi vermiştim. Yani tüm dünyanın Rüzgar ve Güneş enerjisini kullanmak için çeşitli projeler ürettiğini vurgulamıştım. Örneğin, önümüzdeki 25 yılda 42 adet Güneş enerjili santraller üretecek olan ABD ile hemen hemen aynı 36-41 nolu paraleller arasında kalan güzel ülkemizde, Güneş enerjisinden yararlanarak elektrik üretemiyoruz ve gündemimizde bu çeşit projemizde yok. “Yani Rüzgar ve Güneş enerjisi bedava ama alan yok” demiştim.
Çernobil ve Fukişima gibi kötü örnekler sonucu nükleer santrallerini kapatan birçok dünya ülkesi söz konusu iken ne hikmetse, ikinci nükleer santralımızı kurmak için sahip olduğu 54 nükleer santralden 52 tanesini kapatan Japonya ile anlaştık. Galiba bu santrallarda işsiz kalan Japonlara iş bulduk. Yani suni Japon güneşinden yarar bekleyeceğiz!!!.
Neredeyse %98’i deprem bölgesi sayılan ülkemize 22 milyar $’lık proje ile Sinopta 4500 MW’lık bir tane daha Nükleer santral yapacağız. Bildiğiniz gibi Ruslarla birlikte Mersin-Akkuyuda da 21 milyar $ bedelle kurulacak olan nükleer santral ile 4800 MW’lık enerji üreteceğiz. Toplamda 43 Milyar $ harcayacağız ve karşılığında 9.300 MW lık enerji elde edeceğiz. Ayrıca enerji üretimi için Uranyum ithalatı ve her 1000 MW’lık nükleer enerji üretimi sonrası da yılda 25 ton radyoaktif atık üretilecektir. 250 milyon yıl ömrü olan bu atıkları yok etmek de başımızın püskülü belası olacaktır.
Oysa ki 43 milyar $’lık harcama yerine güzel ülkemizin sahip olduğu 9.300 MW’lık rüzgar enerjisini sadece 10 milyar $ ile kullanabiliriz. Yani 1000 MW’lık rüzgar enerjisi için yaklaşık 1 milyar $ gerekiyor. Güneş enerjisi için de 1,5-2 milyar $ gerekiyormuş (07.05.2013-Sözcü).
Halen Ege bölgemizde 2008 den beri 459 MW’lık kurulu güce sahip 17 Rüzgar Enerjisi Sistemleri (RES) projeleri yatırım izni için bekliyor. 49 yıllık lisans sürelerinin 5 yılı geçti. RES’lerin bağlanabileceği trafo merkezleri de yapılamadı. Ayrıca sağlıklı radar izlemesi için TSK ve MİT izni gerektiğinden söz konusu projeler halen beklemekte. TUBİTAK’ın araya girmesine rağmen izin süreçleri kısaltılamadı (7.05.2013-Cumhuriyet). Bu gecikme ülkemizin yatırım yapılabilirlik itibarı açısından olumsuz etki yaratmaktadır.
Üstelik rüzgar enerjisinde dünya 4. olan İspanyol firmaları yenilenebilir enerjideki uzmanlıklarını ülkemizde de değerlendirmek istiyorlarmış (20.03.2013-Cumhuriyet).
Güzel ülkemizin enerji sıkıntısını çözmek için yöneticilerimiz nedense nükleer santrallere başvuruyor. Halbuki ülkemizin, coğrafi konumu yüzünden sahip olduğu Rüzgar (200.000 MW/yıl), Güneş (10.000 kWh/m2 yıl) ve dünya sıralamasında 5. Olan jeotermal (24.839,9 TJ/yıl) enerji kaynaklarımıza öncelik verilmesi gerekir. Ülkemizin enerji sorununu, nükleer risk ve atık olmadan yıllarca çözmesi mümkün olan Rüzgar, Güneş ve Jeotermal gibi temiz enerjiye yatırım yapan kurum ve kuruluşlarımıza gönülden destek verelim.
Değerli arkadaşlar,
Bir tane bile güneş enerjisinden faydalanacak santral için projemiz yok ve jeotermal enerjimizi de kullanmak arzusunda değiliz. Yani BEDAVA ENERJİLERİMİZ VAR AMA KULLANAMIYORUZ. Neden
Umarım bu kaygı ve uyarılarımızı tüm yöneticilerimiz ve de danışmanları duyar ve gereğini en kısa sürede yaparlar. Dünyamızın en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını kullanarak enerji üretiminde dışa bağımlı olmaktan kurtuluruz.
Sevgi ve saygılarımla (09.05.2013)
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
BEDAVA ENERJİ VAR AMA ALAN YOK !!!
Ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında, uşak olmak katından yüksek bir işleme uygun sayılamaz.
Mustafa Kemal ATATÜRK
ABD de 25 yılda 42 Güneş enerjisi kaynaklı elektrik santrali yapılacak
Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemizde ve dünyamızda; küresel sermaye ve AB-D emperyalizminin ekonomik çıkarı yüzünden mutlu yaşamımız giderek tehlikeye düşmektedir. Bizden sonraki nesillere de daha riskli ve kirli bir dünya bırakacağız.
Pek çok gelişmiş ülkede, yaşanan çevre felaketlerine karşı ve temiz enerji üretimi için hem siyasal hem de sivil toplumsal örgütleri ile gereken tepkilerini çok güzel ortaya koymaktadır. Güzel ülkemizde ise çevre kirliliğine ve enerji sorunumuza karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil. Örneğin, ülkemizin en önemli sorunu olan enerji için petrol ve doğalgaza yıllık 40 milyar dolar ödemekteyiz.
Geçen Cumartesi günü yaşadığımız yaklaşık 4 saatlik elektrik kesintisinden 20 milyon vatandaşımız etkilendi. Nedeni Bursada bulunan Doğalgaz kaynaklı elektrik santralinin devre dışı kalmasıymış. Şu sırada ülkemizde kullandığımız elektriğin %56’sı da doğal gaz ile üretilmektedir. Rusya, İran, Azerbaycan ve Iraktan ithal ettiğimiz Doğal gaz için çok verimli müşteriyiz. Öyle ki söz veripte alamadığımız doğal gaz için Rusya ve İrana her yıl milyonlarca dolar ödeme yapmaktayız.
Ayrıca AB-D emperyalizminin güzel ülkemizde tezgahladığı terör yüzünden yaklaşık 30 yılda, 300 milyar dolar ve 40.000 yurttaşımızı kaybettik. Bu maddi kayıpla 10 tane GAP, 70 adet Atatürk barajı, 60 adet boğaz köprüsü yapabilirdik.
Önümüzdeki dönemde Mersin, Akkuyuda deprem bölgesine yakın yerde Ruslarla birlikte, tüm ihtiyacımızın ancak %6 sını karşılayacak bir Nükleer enerji santralı yapılacaktır. Sinop ve İğneada da yeni nükleer santrallerin yapımı da sırada. Nedense Almanya, Fransa gibi ülkeler nükleer enerjiden vazgeçerken biz talip oluyoruz !!!
Oysaki güzel ülkemiz, Güneş, Rüzgar ve Jeotermal enerji olanakları ile dışa bağımlı olmaktan kurtulabilir. Ne yazık ki Güneş ve Jeotermal enerjiyi kullanarak elektrik üretimine daha başlamadık.
ABD de ise önümüzdeki 25 yıl içinde güneş enerjisinden yararlanarak 42 adet elektrik santrallerin kurulması planlanıyormuş. Çünkü önümüzdeki dönemde bu santrallerden ürtecekleri enerjinin maliyetinin her yıl %7 azalacağını diğer yöntemlerle üretilen enerjinin ise %2 artacağını hesaplamışlar.
Değerli arkadaşlar,
Üyesi olduğum ecogeek tarafından her hafta bana gönderilen temiz enerji ile ilgili e-postaları zaman zaman sizlerlerle de paylaşmaktayım. Bu hafta da ecogeek tarafından gönderilen e-postadaki Güneş enerjili elektrik santralleri içeren USA haritası yukarıda görülmektedir. Haritada Güneş enerjisinden yararlanarak yapılacak elektrik üretim santrallerinin yerleri de belirlenmişdir. Harita altındaki adrese girecek olursanız önümüzdeki 25 yıl içinde yapılacak santrallerin animasyonuna da erişebilirsiniz.
()
36-41 nolu pareleller arasında kalan güzel ülkemizde Güneş enerjisinden yararlanarak elektrik üretemiyoruz ve gündemimizde bu çeşit projemizde yok. Yani Güneş enerjisi bedava ama alan yok.
Umarım, yukarıda açıklamaya çalıştığım bedava enerji için sizlerin, STK’ların, tüm yöneticilerimizin ve danışmanlarının dikkatini çekerim ve de gereken önlemleri en kısa zamanda ve hep birlikte alırız.
Dünyamızın en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını kullanarak enerji üretiminde dışa bağımlı olmaktan kurtuluruz.
Sevgi ve saygılarımla (17.01.2012)
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
BEYİN GÖÇÜ
Genç MÜSİAD, Beyin Göçü'nü masaya yatırdı
Genç MÜSİAD tarafından düzenlenen "Beyin Göçü" panelinde konuşan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, araştırmalara göre Türkiye'de yüksek eğitim gören beyinlerin yüzde 59'unun yurtdışına çıktığını ve sadece bunların yüzde 17'nin geri döndüğünü belirtti.
MÜSİAD Genel Merkez Binası'nda 15 Mart 2009 Cumartesi günü gerçekleşen panele; Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği Petrol ve Gaz Bölüm Başkanı Dr. Sohbet Karbuz, Osmangazi Üniversitesi TEKAM Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya, Nevada Üniversitesi Endüstriyel Etüt Merkezi Direktörü Prof Dr. Yunus Çengel, Amerika Uzay ve Havacılık Dairesi’nden (NASA) Doç Dr. Neva Çiftçioğlu ve TÜRKSAT Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Kaplan konuşmacı olarak katıldı.
Konuşmasına, Türkiye'de yüksek eğitim gören beyinlerin yüzde 59'unun yurtdışına çıktığını ve sadece bunların yüzde 17'nin geri döndüğünü belirterek başlayan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, Devletin bu yüzden her 5 yılda bir minumum 3 milyar dolar harcadığını belirtti. Çiftçioğlu "Yani her 5 yılda bir bu dönmeyen gruplar için 5 milyar doları dış ülkelere hibe ediyoruz. Çok zengin olan ülkeymişiz gibi" şeklinde konuştu.
Türkiye de meslek şovenizmi olduğu ifade eden Çiftçioğlu, herkesin kendi alanı içine başkalarını girmesinden rahatsız olduğunu söyledi.
Çiftçioğlu, yurtdışındaki beyinlerin ülkelerine neden döndüklerine ilişkin olarak bunun ilk nedeni olarak çalıştığı yerdeki işini kaybetmesi, burslu gidenlerin bu burs karşısında mecburi hizmet verme zorunluluğu, aile özlemi, vatana katkı, kendini yalnız hissetmesi gibi nedenlerden dolayı döndüğünü kaydetti.
Beyin göçünün durdurulması için neler yapılması gerektiğine hakkın bilgi veren Çiftçioğlu, öncelikli olarak zihniyet değişikliği olması, yerli, yabancı yatırımların, ekonomik koşulların düzelmesi, istihdamın artması ve girişimciliğin desteklenmesi gerektiğini belirtti.
Birkaç gün önce önemli bir devlet adamıyla buluştuğunu anlatan Çiftçioğlu, "En yüksek konumdaki kişi kapsını çaldım. Ben iş bulmadım ben ne yapacağım. Ben Amerikaya geri dönüyorum. Burada 370 gündür iş bulamıyorum. Patentlerim var, 200'ü aşkın yayınlarım var ben ne yapacağım. Kendisi bana dedi ki; bir pırlata bulursun onu küpe yaparsın yüzük yaparsın ancak pırlanta kaldırım taşı büyüklüğündeyse hiçbir yere sığmazsın. Sen geri dön. Bilimini fizanda da yapsan döner dolaşır Türkiye'ye faydası dokunur" dedi.
Genç MÜSAİD Başkanı Mahmut Nebati ise beyin göçünün başlıca sebepleri olarak, eğitilmiş insanların sayısal ve nitelik bakımından iş çevrelerinin ihtiyacından yüksek olması, maddi manevi tatminsizlik, üniversite öğretim kadrolarında yer almada karşılaşılan sıkıntılar, ilim zihniyetinin ve şartlarını bulunmayışı, ekonomik istikrarın olmayışı, gelişmiş ülkelerin teknolojik gelişme ve yeniliklerin merkezi olması olarak sıraladı.
Nebati, çeşitli dönemlerde yapılan araştırmalara göre Türkiye'den yurt dışına göç eden bilim insanlarının ağırlıklı olarak tıp, mühendislik ve sosyal bilimler alanlarında olduğunu ifade etti.
Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği Petrol ve Gaz Bölüm Başkanı, Dr. Sohbet Karpuz da, para harcama isteği, siyasi nedenler, kendinin geliştirme, törelerden kaçma, askerlik görevi gibi nedenlerden dolayı Türkiye'den diğer ülkelere beyin göçü olduğunu belirterek "Öncelikle bu sorunun çözülmesi için insanımıza sahip çıkmamız lazım, onları geri döndürmek için çaba harcamamız gerekir" şeklinde konuştu.
SERMAYE VE BEYİNİN VATANI YOKTUR
Osman Gazi Üniversitesi TEKAM Müdürü Prof Dr. Muammer Kaya ise, beyin göçü veren ülkenin az gelişmiş ülke olduğunu belirterek, bir öğrencinin üniversite dahil eğitim masrafının 100 bin dolar civarında olduğunu söyledi.
"Sermaye be beyinin vatanı yoktur" diyen Kaya beyin göçünün önüne geçmek için önce sorunun önemsenmesi, yerli-yabancı yatırımların artırılmalı, girişimcili, üretim ve ithalatın artırılması ve genölerin mesleki becerilerine yönlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Nevada Üniversitesi Endüstriyel Etüt Merkezi Direktörü Prof.Dr. Yunus Çengel de Türkiye'yin göçü veren bir ülke olduğunu belirterek "Türkiye'nin beyin'i istemediğini, hatta Türkiye bundan korkuyor" dedi.
Başörtüsü hususu Türkiye'nin beyin göçü konusunda samimiyetsizliğinin göstergesi olduğunu ifade eden Çengel, insanın fiziki özelliklerine değil beyin'nin içine bakılması gerektiğini söyledi.
H2Ekokaravan 28 Eylül 2010 tarihinde Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu'nun da katılımıyla, İstanbul Portaxe'da düzenlenen bir toplantı ile medya mensupları, akademi ve bilim çevreleri ile buluştu.
H2Ekokaravan'ının içinde bulunan hidrojen ocağı aracılığıyla hazırlanan türk kahvesi konuklara ikram edildi. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, H2Ekokaravan projesinin Türkiye için büyük bir yarar olduğunu söyledi. Bakan Eroğlu, "Üç temiz yenilenebilir enerjiyi bir araya toplayan bir proje görmedim. O bakımdan tebrik ediyorum. Bu projeye baktığımız zaman yakın gelecekte ülkemiz için dünya için çok büyük fayda sağlayacak." dedi.
Konuşmasında enerji konusunda güneş, rüzgar, su enerjilerinin Türkiye'de bol miktarda bulunduğunu ve bunların kendi öz kaynaklarımız olduğunu hatırlatan Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"H2Ekokaravan rüzgârı, güneşi, hidrojeni birleştiren ve bunu kullanılabilir hale getiren dünyadaki nadir projelerden biri. Bu projenin ülkemize büyük yarar sağlayacağını düşünüyorum. Ülkemiz iklim değişikliğiyle mücadele ediyor. Dünya ülkeleri de bu sorunu nasıl çözeceklerine dair müzakereler yapıyor. Dünya'yı iklim değişikliklerinden tutun biyolojik çeşitliliğin yok olmasına kadar pek çok sorun bekliyor. Bunların önüne temiz enerji kaynaklarını ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ile geçebiliriz. İşte H2Ekokaravan projesi bu 3 yenilenebilir enerji kaynağını kullandığı için çok önemlidir. Çevre ve Orman Bakanlığı olarak projeyi gönülden destekliyoruz, desteklemeye de devam edeceğiz."
Toplantıya Enerji Bakanlığı üst düzey yetkilileri, akademisyenler, çevreciler, öğrenciler ve bu konuda faaliyet göstermeyi hedefleyen özel sektör temsilcileri de katıldı. Toplantıda UNIDO-ICHET Genel Direktörü Mustafa Hatipoğlu, ODİDER Yönetim Kurulu Başkanı Rasim Acar, Proje Mühendisleri Mehmet Eroğlu ve Gönenç Usta da teknik konularda bilgi verdiler. Şu an için bir model olarak üretilen H2Ekokaravan'ın kamu hizmetinde kullanılmak üzere geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasını hedeflediklerini söylediler.
UNIDO-ICHET Genel Direktörü Başkanı Mustafa Hatipoğlu konuşmasında H2Ekokaravan ilgili şu bilgileri verdi: "Ekokaravanımızı yaklaşık dört aylık bir süre içerisinde bitirdik. Doğalgaz ve elektriğini tamamen kendi üretiyor. İlk olarak bize böyle bir talep geldiğinde doğal afetler esnasında kullanılabilecek bir araç olmasıydı. Ancak biz daha da geliştirdik. Sağlık ocağı, afet koordinasyon merkezi gibi birçok amaçla kullanılabilecek bir proje meydana geldi."
Projenin ortaklarından ODİDER Yönetim Kurulu Başkanı Rasim Acar ise konuşmasında şu hususlara değindi: "Dünyamızda her geçen gün teknolojik gelişmeler ve kaynak kullanım oranı artarken diğer taraftan bu ürünlere olan arz süreci ekolojik düzeni ve iklim koşullarını olumsuz etkilemektedir. Ülkemizde bu olumsuzlukları aşmak için insanlara yenilenebilir kaynakları öğretmek istiyoruz. İCHET ve ODİDER ortaklığında Dünya'da ilk hidrojen destekli mobil yaşam alanı olan H2Ekokaravan projemizi hayata geçirdik. Projemizin Sanayi ve diğer iç kollarında kullanımını yaymak hedefindeyiz."
Toplantı sonrasında konuklar H2Ekokaravan'ı incelediler ve Hidrojen ile pişirdiği Türk kahvesini içtiler.
Botaş'ta günlüğü 500 dolara danışmanlık yapan Erkan Güneştutar ile yollar ayrıldı
***** 24 yıl sonra ülkeme dönmüştüm, hizmet etmek için. ********
Daha yüksek bir rakama tekrar yurtdışında çalışmaya başladım'
**********Sıvılaştırma, doğalgaz konusunda Türkiye'nin önüne gelecek çok önemli anlaşmalar var.
**********Bunların konuşulması gerekirken, bu konuların önemi dururken para konusu gündeme getirildi. "
Alın terimizi elin yabancısına veriyoruz'
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, enerji fiyatlarını şikayet etti, "Ne yazık ki biz sanayide halen, bir ürün elde etmek için, Avrupalının iki katı enerji kullanmak zorundayız"
12 Ocak 2012 Perşembe 15:17
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, ''Kaynaklarımız kıt olmasına rağmen, enerji deryamız varmış gibi davranıyoruz, tasarruf etmeyi düşünmüyoruz ve kaybediyoruz. Açık söylüyorum cepten yiyoruz. Bize gelen en büyük şikayet girdi maliyetlerinin yüksekliği. Rakiplerimizle aynı şartlarda üretim yapmak istiyoruz'' dedi.
Hisarcıklıoğlu, 31. Enerji Verimliliği Haftası kapsamında WOW İstanbul Otel'de düzenlenen ''3. Ulusal Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı''nın açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin dünyanın krizde olduğu bir dönemde yüzde 9,6 büyüyen bir ekonomi olduğunu ve özel sektörün yatırım, üretim ve istihdam rekorları kırdığını vurguladı.
Bu rekorların, başarıların ''su yakarak'' olmadığını, ciddi anlamda enerji tüketildiğini dile getiren Hisarcıklıoğlu, yıllardan beri, ekonomide ve sanayide en çok sıkıntısını çektikleri konuların başında verimliliğin geldiğini söyledi.
Hisarcıklıoğlu, ''Kaynaklarımız kıt olmasına rağmen, enerji deryamız varmış gibi davranıyoruz, tasarruf etmeyi düşünmüyoruz ve kaybediyoruz. Açık söylüyorum cepten yiyoruz. Enerji zaten çok pahalı. Önümüzdeki dönemde de fosil yakıtı fiyatlarının düşmesi için somut bir neden görünmüyor. O zaman yapılması gereken en akıllıca şey, verimliliği artırmak suretiyle maliyetleri düşürmektir'' dedi.
''Alın terimizi elin yabancısına veriyoruz''
Kendisine gelen en büyük şikayetin girdi maliyetlerinin yüksekliği olduğunu ifade eden Hisarcıklıoğlu, şunları kaydetti:
''Rakiplerimizle aynı şartlarda üretim yapmak istiyoruz. Bize rakiplerimizle aynı sahada top oynama imkanının verilmesini istiyoruz. Ama açık söylüyorum, sanayiciler olarak bizim de üzerimize düşenler var. Ne yazık ki biz sanayide halen, bir ürün elde etmek için, Avrupalının iki katı enerji kullanmak zorundayız. Türkiye 1000 dolarlık katma değer üretmek için 270 kilo petrol eş değeri harcarken, Almanya aynı üretim için 160 kilo petrol eş değeri enerji harcıyor. Tasarruf ettiği enerji Alman vatandaşının, sanayicisinin cebinde kalıyor.''
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın (TEPAV) yaptığı sektörel bir çalışmada 2005-2008 yılları arasında toprak-çimento sektörü yüzde 3,3 büyürken, sektörün aynı dönemdeki enerji tüketiminin yüzde 14 arttığını, kimya sektörü yüzde 2,3 büyürken, enerji tüketimi yüzde 4,5 olduğuna dikkati çeken Hisarcıklıoğlu, ''Sanayiciler olarak bizler, kazandığımız parayı, alın terimizi elin yabancısına veriyoruz. Emeğimizin önemli bir bölümünü, enerji ihraç eden ülkelere aktarıyoruz. Bu durumu değiştirmek için; sanayiciler olarak adım atmak zorundayız. Artık gerekli yatırımı yaparak, aynı işi daha az enerjiyle yapabilen yeni ekipmanları kullanmalıyız. Daha az enerji kullanan makinelere hızla geçmeliyiz. Çünkü tasarruf edilen enerji, üretilen enerjidir ve aslında en ucuz enerjidir. Enerji tasarrufu ettikçe para kazanırsınız. Yani bu işte 'bedava para' var'' diye konuştu.
Yatırımlar kısa sürede geri dönüyor
Hisarcıklıoğlu, Enerji Bakanlığının 1 milyon liraya kadar enerji verimliliğini artıracak projelere destekleri olduğunu, destek olmadan yatırımların 6 ayda, 9 ayda döndüğü projeler bulunduğunu kaydetti.
Sanayicilerden enerjilerini boşa harcamamalarını ve buradaki kazancı ıskalamamalarını isteyen Hisarcıklıoğlu, enerji verimliliğinin hem sanayiciye hem de ülkeye kazandıracağını söyledi.
Hisarcıklıoğlu, Türkiye'nin enerjinin yüzde 80'ine yakınını dışarıdan ithal ettiğini belirterek, ''Hem enerjiyi dışarıdan temin edeceksin, hem döviz ödeyeceksin, hem de enerjiyi israf edeceksin. Bu kabul edilebilecek bir durum değildir. Hele hele 'israf haramdır' kültüründen gelen bizler için, bu israf bize hem bu dünyada hem de öbür dünyada bedel ödetir. Bu dünyada kazancımızdan oluruz, öbür dünyada da boşa harcanan kaynağın hesabını sorarlar'' diye konuştu.
Enerji üretimini daha verimli hale getirirken, çevre tahribatını asgari seviyelerde tutacak teknolojileri de kullanmaları gerektiğine işaret eden Hisarcıklıoğlu, hidroelektrik ve rüzgar kaynakları başta olmak üzere, birçok yenilenebilir enerji kaynağı açısından zengin bir ülkede olan Türkiye'de hem çevreyi korumak, hem de enerji güvenliği ve dışa bağımlılığı azaltmak için bu kaynakları en etkin şekilde kullanmaya öncelik vermeleri gerektiğini söyledi.
Hisarcıklıoğlu, Türkiye'nin nükleer enerji konusunda geç kaldığını, elektrik arzında sağlıklı bir çeşitlendirme sağlamak için, elektrik üretim kaynakları arasına nükleer enerjinin mutlaka dahil edilmesi gerektiğini kaydetti.
Önümüzdeki 10 yıl zarfında, Türkiye'nin petrol ve doğalgaz ithalatı faturasının 500 milyardan fazla olmasının beklendiğini dile getiren Hisarcıklıoğlu, yerel kaynaklara yapılacak her yatırım, dışarıya bağımlılığı ve bu büyük faturayı azaltacağını vurguladı.
Patronlar Dünyası'nı Facebook'ta Beğen
Toplam yorum
2
Onay bekleyen
0
Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
Bilim adamı
15 Ocak 2012 Pazar 21:37
Bu bilim adamlarımız ne iş yapar acaba, yalan dolan üniversiteler ne iş yapar acaba, birgün de enerjiyle ilgili olarak bir buluş yapın hey mühendislerimiz..
Nasıl varlık içinde yokluk çektiriliyoruz.Türkiyenin enerjİ sorununu çözecek B.M.Hidrojen enerji mrk.istanbulda açılması için ABD.den getirilen Prof.Nejat VEZİROĞLU ,2004-2008 Yıllarında çalıştı.Tetkililer önünü açmadılar.Ülke tarihi bir fırsatı kaçırdı,VEZİROĞLU Döndü ,merkez adeta dağıtıldı,İst.Deniz otobüsleri ,İETT otobüsleri,hidrojenle çalışacaktı.Şimdi ithal hibrit araçları,hayranan ,hayran seyrediyoruz. Halbuki Dünya Hidrojen Mrk. Olacaktık.Günümüzde,tokyo elektiriğinin yarısını hidrojen enerjisindeD.Hidrojenli yollar yapıyor.n karşılıyor.Almanya istan Şuan Almanya,Suudi Arabistanda Hidrojen üretim tesisi inşaa ediyorlar. niyemi. Petrolden sonra Hidrojen Satmak için..Şimdi anladınızmı. nasıl geri bırakıldığımızı.Zenginlik içinde fakirlik çektirildiğimizi.Ayrıntılar.hidrojenenerjihareketi.tr.gg de.-Bu ülke için dertlenenlere-
Tüketiciler Birliği tuketicilerbirligi@gmail.com
Konya, 30.04.2012
*******“BTK’nın 8 yıl geciken kararı…”*******
BTK’nın cep telefonu abonelerine, üzerine kayıtlı abonelik sayısını kısa mesajla bildirme kararını değerlendiren Tüketiciler Birliği Telekomünikasyon Komisyonu üyesi ve Konya Şube başkan yardımcısı Ayhan Tekin, “BTK’nın 2004 yılında yaptığımız bu yöndeki müracaatı 8 yıl sonra değerlendirmeye alıp ancak 2012 yılında gereğini yapacağını ilan etmesi kurumda işlerin ne kadar yoğun(!) olduğunu bir kez daha göstermiştir.” dedi.
Ayhan Tekin konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
Özellikle 2004 yılında piyasada semt pazarlarında bile satılır hale gelen açık hatlı sim kartlar ciddi tehlikeler arz etmekte ve bu konuda derneğimize mağdur olan tüketicilerimiz yoğun olarak müracaat etmekteydi. Yaptığımız araştırma neticesinde, GSM operatörlerinin bayilere fazla abonelikler için vermeyi vaad ettiği yüksek iskontolardan faydalanabilmek için bayilerin, daha önce abone olan tüketicilerin kimlik fotokopilerini çekip imzalarını taklit ederek yeni abonelik sözleşmeleri düzenledikleri, gelen açık hatlı sim kartları da iş yerlerine gelen vatandaşlardan herhangi bir belge almadan açık hatlı kontörlü hat olarak sattıklarını tespit ettik. Böylelikle hem bayiler fazla ıskontodan faydalanıp kar marjlarını yükseltiyor, hem de GSM operatörleri aboneliklerini artırmış oluyordu.
Açık hatlı kontörlü sim kartları başta terör örgütü mensupları olmak üzere organize suç şebekeleri, nitelikli dolandırıcılar ve müzmin borçlu kişiler tercih ettiklerinden, bu hat kullanıcıların karıştığı suçlarla ilgili takibatlar resmi olarak kayıtlı vatandaşlarımıza yapılmakta, vatandaşlarımız da adlarına yapılan sahte abonelikleri ancak emniyet güçleri ve cumhuriyet savcılıkları tarafından yapılan kovuşturma ve operasyonlarla öğrenmiş oluyorlardı. Dolayısıyla suça karışanlar değil, masum olan vatandaşlarımız mağdur olmakta, hatta ve hatta hapis cezaları almakta, icra takibine uğramakta, masum olduklarını ispat etmek için yoğun bir hukuki mücadele içine girmekteydiler. Suça karışan hat kullanıcıları kendileri ile ilgili herhangi bir sözleşme ve evrak olmadığı için bulunamamakta, sahte abonelik sözleşmeleriyle adlarına hat açıldığından haberi olmayan vatandaşlarımız mahkemelerde gezerek masum olduklarını ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Tüketiciler Birliği olarak durumu 2004 yılında, eski adı Telekomünikasyon Kurumu olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nu, Ulaştırma Bakanlığı ve Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurumu’nu, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı defaatle uyarmış ve tüm tüketicilerimize adlarına kayıtlı aboneliklerin bildirilerek, vatandaşlarımız mağdur olmadan sahte aboneliklerin tespit edilip, bunları yapan bayiler ile sözleşmeleri gereği gibi incelemeden hat açan GSM operatörlerinin ve bu hatları organize şekilde kullanan şuç örgütlerinin haklarında gerekli çalışmaların acilen yapılmasını talep etmiştik. Maalesef birkaç gün önce BTK başkanı Acarer’in başvurularımızın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra sahte cep telefonu abonelikleri ile ilgili çalışma yapılacağını duyurması karşısında, “günaydın” bile demenin çok komik olduğunun bilinciyle, sadece bir kişi adına 400 açık hat bulunduğunun tespitinden sonra “Atı alan Üsküdar’ı geçti, uyumaya devam ediniz” demekten başka bir sözümüz kalmamıştır.
Bilginin akşamdan sabaha eskidiği post modern bilgi çağında yaşadığımız bu devirde, telekomünikasyon sektörünün en fazla kendini yenilemesi ve çağa uygun önlemler alması gereken bir sektör olduğu çok açıktır. Telekomünikasyon sektörünü denetlemekle görevli Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun, tüketiciler ve tüketici örgütlerinin sektör sisteminin açıkları için yaptıkları ihbar ve bilgilendirmelerle ilgili ancak ve ancak 8 yılda geri dönüş sağlayabilmesi karşısında ülkemiz kamu kurumlarının ve özellikle de BTK’nın ve yöneticilerinin tartışmaya açılıp, bir işi 8 yılda yapabilecekleri varsa başka işlerde değerlendirilmelerini utanarak talep ediyoruz.
Ayhan Tekin
Konya Şube Başkan Yardımcısı
TÜBİTAK'tan ''hidrojenli araç yakıt istasyonu''
TÜBİTAK, gelecekte hidrojenli araçlara yakıt istasyonu kurmayı hedefleyen bir proje üzerinde çalışıyor. DPT tarafından desteklenen ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Enerji Enstitüsü tarafından yürütülen HYDEPARK isimli proje ile doğal gaz, kömür gibi hidrokarbon temelli yakıtlardan ve yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji ve hidrojen üretme teknolojilerinin geliştirilmesi amaçlanıyor.
Projenin son aşamasında ise hidrojenli araçlar için bir yakıt istasyonunun kurulması planlanıyor.
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsünde başlatılan HYDEPARK projesinin yürütücüsü Dr. Atilla Ersöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, fosil yakıtların yakın bir gelecekte tükenecek olması ve bu yakıtlardan kaynaklanan çevre kirliliği problemleri nedeniyle alternatif enerji kaynakları ve kullanımı üzerine araştırmaların hız kazandığını kaydetti. Geleceğin alternatif enerji kaynaklarından biri olan hidrojenin, önemli çevresel avantajlara sahip olduğunu dile getiren Ersöz, bu enerji kaynağı ile ilgili şu bilgileri aktardı:
''Temiz bir yakıt olmasının yanı sıra, stokiometrik oranlarda hava içerisinde yakıldığında hiçbir zehirli emisyona neden olmamaktadır. Üretim kaynakları son derece bol ve çeşitlidir. Bu kaynakların en başta gelenleri su ve fosil yakıtlar denilen kömür, doğal gaz v.b hidrokarbonlardır. Dünyada üretilen hidrojenin büyük bölümü, _meta_nın su buharı ile katalitik olarak oksidasyonu yöntemi ile doğal gazdan elde edilmektedir. Yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak hidrojen üretimi üzerine temel araştırmalar ise özellikle 1973 yılı petrol krizi ile hız kazanmıştır. Elektrik akımı yardımı ile sudan hidrojen ve oksijen ayrıştırılması yöntemi olan suyun elektrolizi, günümüzde hidrojen üretimi için kullanılan önemli endüstriyel süreçlerden biridir.''
Ersöz, yapılan araştırmaların, 2025 yılında yenilebilir enerji payının yüzde 10-15 seviyelerine yükseleceğini, hidro ve biyoyakıtların da bu orandaki payının çok yüksek olacağını ortaya koyduğunu bildirdi.
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsünde de 1990'lı yıllarda askeri projelerle başlayan hidrojen çalışmalarının, yoğun bir şekilde sürdürüldüğünü anlatan Ersöz, hidrojen ve yakıt pili teknolojileri alanında Ulusal Mükemmeliyet Merkezi olma yolunda, gelişmiş laboratuvar altyapılarına sahip olduklarını dile getirdi.
2003'te TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü olarak araştırmacı personel sayılarının yaklaşık 30 iken, şimdi ise 120'ye ulaştığını bildiren Ersöz, şöyle devam etti:
''Biz bu teknolojilerin gelişimine çok önem veriyoruz ve gelecekte de son derece önemli olacağını düşünüyoruz. Ama tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bir geçiş süreci yaşanacaktır. Her yeni teknolojide olduğu gibi, geçiş sürecinde tabii ki bazı sıkıntılar söz konusu. Çünkü maliyetler henüz tüketicilerin kabul edeceği seviyelerde değil. Ayrıca standartlar tam olarak belirlenmedi henüz. Bu çalışmalar dünyada hızla devam ediyor. Aynı zamanda hidrojen ve yakıt pili teknolojilerine yönelik altyapıların da uygun hale gelmesi ve yaygınlaşması gerekiyor. Bu nedenle Türkiye'deki çalışmaların bir yol haritası ve ulusal bir platform çerçevesinde ele alınması çok önemli.''
Avrupa'da olduğu gibi, Türkiye'de de hidrojen yakıt pili teknoloji platformu benzeri oluşumlara ihtiyaç bulunduğunu kaydeden Ersöz, bu konuya yönelik çalışmaların da sürdürüldüğünü bildirdi.
HEDEF HİDROJENLİ YAKIT İSTASYONU KURMAK
Ersöz'ün verdiği bilgiye göre, DPT tarafından desteklenen ve TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü tarafından yürütülen HYDEPARK projesi ile doğal gaz, kömür gibi hidrokarbon temelli yakıtlardan, ayrıca yenilenebilir enerji kaynaklardan suyun elektroliz yolu ile hidrojen üretmek amaçlanıyor.
Üretilecek hidrojen için depolama teknolojilerinin uygulanması ve geliştirilmesi planlanıyor. Demo bir güç üretimine yönelik enerji dönüşüm prosesinde hidrojenin yakıt olarak kullanılması hedefleniyor.
Temel olarak ''Proje yönetimi, tedarik aşaması, entegrasyon aşaması,teknolojik araştırma ile uygulama ve test aşaması olmak üzere beş iş paketinden oluşan projenin gelecek hedefleri kapsamında yakıt olarak hidrojen kullanan demo bir araç çalıştırılacak.
Entegrasyon aşamasında çalışılmış olan tüm sistemler için testler ve deneysel çalışmalar, bir program dahilinde gerçekleştirilecek. Projenin bir sonraki aşamasında ise hidrojenli araçlar için Türkiye'deki ilk hidrojen yakıt dolum istasyonu demonstrasyonu ile birlikte performans testlerinin yapılması planlanıyor. Projenin gelecek hedefi olan 'hidrojenli araç yakıt istasyonu' kurulumu için entegre edilmiş bir pilot uygulama da yapılıyor.
''ÇEVRESEL PROBLEMLERİ DE ÇÖZECEK''
Temiz enerji kaynağı olan hidrojenin pek çok alanda etkin kılınmasıyla,hava kirliliğinin önlenmesinde de önemli yol alınacağını kaydeden Ersöz, bu ve benzeri projeler yaygın olarak hayata geçtiğinde, çevresel problemlerin de orta ve uzun dönemde çözümüne önemli katkılar sağlanabileceğini vurguladı. Ersöz, bu teknolojilerin Türk sanayisinin imkan ve kabiliyetleri ile daha da geliştirilebileceğini belirtti. Projenin, pilot ve sanayi ölçekli bir tesis kurulması için TÜBİTAK MAM bünyesinde gerekli altyapının oluşturulmasının da önünü açacağına dikkati çeken Ersöz, projeden elde edilecek diğer kazanımları ise şöyle sıraladı:
''-Hidrokarbon yakıtlardan, hidrojence zengin gaz karışımı üretecek yakıt dönüştürme sistemlerinin tasarlanarak laboratuvar ölçeğinde imal edilmesi ve yakıt pili sistemlerine entegrasyon kabiliyetinin sağlanması,
-Hidrojen üretimi ve depolanması konularında teknolojik bilgi birikiminin oluşturulması,
-Türk sanayisinin ve girişimcilerinin rekabet gücünün arttırılması,
-İlgili teknolojik faaliyetlerin sonuçlarının Türk sanayicisinin yararına patent ile koruma altına alınması,
-Bilgi ve tecrübe birikiminin artırılarak, ülkemizin gelecekte özellikle yakıt pili ve hidrojen üretimi teknolojileri alanında söz sahibi olmasına katkıda bulunulabilmesi
TÜRK EİNSTEİN�LAR FİRARDA
TÜRK EİNSTEİN�LAR FİRARDA
ATO�NUN RAPORUNA GÖRE YURTDIŞINDA OKUYAN 50 BİN KiŞiNİN TÜRKİYE�YE YILLIK MALİYETİ 1.5 MiLYAR DOLARI, 5 YILLIK EĞİTİM MALİYETİ İSE 7.5 MİLYAR DOLARI AŞIYOR
YURT DIŞINDA EĞİTİM GÖREN 100 KİŞİDEN 59�U DÖNMÜYOR.
TÜRKİYE, YURT DIŞINDAKI 50 BİN ÖĞRENCİDEN GERİ DÖNMEYEN 30 BİNİ İÇİN HER YIL 900 MİLYON DOLAR ÖDEMEKLE KALMIYOR, 5 YILLIK EĞİTİM SONUNDA DÖNMEME MALİYETİ 4.5 MILYAR DOLARI BULUYOR.
AYGÜN: �TÜRKİYE AKLINI KAYBEDİYOR
BEYİN GURBETÇİLERİ SADECE BAVULLARIYLA GİTMEZ
Bir yandan 2 milyona yaklaşan gencimiz üniversiteye girmek için ter döküyor, diğer yandan yetiştirdiğimiz beyinler yurt dışına göç ediyor.
İyi eğitim görmüş, düşünen, üreten, nitelikli işgücümüz, yıllar ve milyarlar harcayarak yatırım yaptığımız beyinlerimiz, gerekli ortamı ya da refahı sağlayamadığımız için yurtdışına uçup gidiyor. Birbirinden önemli buluşlara imza atarak insanlığa büyük katkı sağlayan �Bilimin Gurbet Kuşları� Ankara Ticaret Odası (ATO)�nın son raporuna konu oldu.
İyi eğitim gören her 100 kişiden 59�unu elimizden kaçırdığımızı gözler önüne seren Ankara Ticaret Odası (ATO)�nın hazırladığı �Türk Beyin Gurbetçileri� raporuna göre Türkiye, beyin göçü en fazla olan 32 ülke içinde 24�üncü, yurt dışına en çok öğrenci gönderen ülkeler arasında ise 11�inci sırada yer alıyor.
GÖÇÜN MALİYETİ YÜKSEK
Yurt dışında üniversite eğitiminin maliyeti öğrenci başına yıllık 30 bin doları buluyor. Buna göre yurtdışında okuyan 50 bin kişinin Türkiye�ye yıllık maliyeti 1.5 milyar doları, 5 yıllık eğitim maliyeti ise 7.5 milyar doları aşıyor. Rakam büyük ancak beyinler kolay yetişmiyor. Türkiye bu bedeli seve seve ödüyor. Ancak sorun gidenler geri dönmeyince başlıyor.
Türkiye, yurt dışına giden 50 bin öğrenciden 30 bini için her yıl 900 milyon dolar ödemekle kalmıyor, 5 yıllık eğitim sonunda dönmeme maliyeti 4.5 milyar doları buluyor. Bu da gelişmiş ülkelere karşılıksız hibe anlamına geliyor.
Örneğin, devlet işletme eğitimi almak üzere ABD�ye gönderdiği bir gence eğitimi süresince yaklaşık 100 bin dolar harcıyor. Ancak gençler Türkiye�ye dönmek yerine ABD�de kalmayı tercih ediyor. Çünkü Türkiye�de bir bankada çalıştığında yaklaşık 700 dolar maaş alacakken; ABD�de bu ücretin 10 katından fazlasını alabiliyor.
BEYİN AVCISI ÜLKELER
Rapora göre 24 bini Almanya�da, 15 bini Amerika�da olmak üzere 50 binden fazla Türk genci yurt dışında eğitim görüyor. Bu ülkeleri İngiltere, Kanada, Belçika, Avustralya, Fransa ve G. Afrika�ya izliyor. Türkiye ABD�de en fazla öğrenci okutan 9�uncu ülke konumunda.
Gençlerin akıllarını çelen, hayallerini süsleyen bu ülkeler vasıfsız işçilere kapılarını giderek daha sert önlemlerle kapatırken, yetişmiş ve eğitimli işgücüne büyük kolaylıklar sağlıyor. Örneğin bir numaralı beyin avcısı konumundaki ABD, her yıl 200 bin kalifiye elemana, Kanada ve Avustralya ise 40 bin kalifiye elemana geçici çalışma vizesi veriyor.
Türkiye�de beyin göçünün 1960�lı yıllarda ilk kez tıp doktorları ile başladığı belirtilen rapora göre doktorları, mühendisler ve sonra bilimadamlarının izlediğine vurgu yapılıyor. Bugün sadece Amerika�da 3 bin 600 Türk doktoru bulunuyor. Bunlardan sadece 90�ının Türkiye�ye dönmüş olması, gidenin kolay kolay gelmediğini ortaya koyuyor.
GİDEN DÖNMÜYOR
Raporda son 12 yılda sadece Milli Eğitim Bakanlığı'nın bursuyla yurt dışına giden 1991 gencimizden 769'unun dönmediği (% 38), buna paralel olarak, TÜBİTAK bursiyerlerinin ülkeye dönmeme oranının ise % 21 olduğu belirtiliyor.
Geri dönmeme en çok mühendislikte (bilgisayar, uçak, elektrik-elektronik, haberleşme, makine, kimya, endüstri, maden, metalurji, bioteknoloji gibi dallarda), tıpta ve daha az oranda sosyal bilimlerde yoğunlaşıyor. Fen bilimlerinde master ve doktora çalışmasını tamamlayanlar araştırma merkezleri ve teknoparklarda yüksek ücretle çalışma imkanı bulabiliyor.
BEYİN MEZARLIĞI
Dönen beyinler ise, bilgi birikimleri ve deneyimleri doğru yerlerde değerlendirilmediği, aldıkları ücretler geçinmelerine yetmediği ve mesleki gelişimleri sekteye uğradığı için mutlu değil. Yurtdışına gitmeyip Türkiye�de kalanların önemli bir kısmı da ya küstürülüyor ya da düşük ücret ve düşük motivasyonda çalıştırılıyor. Bu durum �Beyin Küsmesi� olarak adlandırılıyor ve Türkiye adeta bir �Beyin mezarlığı� na dönüyor.
Raporda, Karbon kaplama teknolojisini icat ederek bilim dünyasında çığır açan ve ABD�nin �Yüzyılın 100 bilimadamı� ndan biri kabul ettiği Prof.Dr.Ali Erdemir� e, yıllar önce iş aradığı Türkiye�de resepsiyon memurluğu uygun görülmesi beyin küsmesine çarpıcı bir örnek olarak gösteriliyor.
Türkiye, �Zakkumcu Doktor� olarak tanınan Genel Cerrah Opr. Dr. Ziya Özel� in hikayesi de Erdemir�in kinden farklı değil. Türkiye�de şarlatanlıkla suçlanan Özel, küsüp ABD'ye gitti. 1992'de ABD'den zakkumdan elde edilen "Oleander" maddesinin bağışıklık sistemini güçlendiren etkisi üzerine patent aldı. 1995'te bu konudaki araştırma haklarını bir ABD firmasına satan Özel'in oluşturduğu ilaç, ABD'de Teksas eyaletinin San Antonio kentinde bulunan Ozelle Pharmaceuticals Laboratuvarı'nda üretilmeye başlandı.
Cleveland Kanser Kliniği'nde gerçekleştirilen ve zakkumdan elde edilen hammaddenin tümörlere karşı etkili olduğunu gösteren klinik çalışma, ABD'de Amerikan Klinik Onkoloji Cemiyeti'nin 2001 yılında düzenlediği konferansta da sunuldu. İrlanda'da bazı durumlarda ilacın kullanılmasına izin verilmişken, Honduras'ta ilaç resmen eczanelerde satılmaya başlandı. Türkiye önümüzdeki yıllarda bu ilacı ithal etmek zorunda kalırsa şaşmamak gerekir.
CEP DOLMAYINCA BEYİN GÖÇÜYOR
Raporda beyin göçüne neden olan etmenlerin başında ekonomik koşullar gösteriliyor. Düşük ücret politikası, vergi oranlarının yüksek olması, ekonomik istikrarsızlık, gelecek endişesi, en fazla işsizliğin üniversite mezunları arasında olması, üniversite mezunlarının %70�inin meslekleriyle ilgisiz işlerde çalışması gibi nedenlerin yanısıra, siyasal istikrarsızlık, siyasetin ve kayırmacılığın iş hayatına girip onu kontrol etmesi gibi siyasal nedenler, Ar-Ge�ye, bilim ve teknolojiye değer verilmemesi, fikir üretiminin ve buluşun para etmemesi ve desteklenmemesi gibi bilim ve teknoloji politikalarındaki yanlışlıklar ve kişi başına (142 dolar) en az eğitim harcaması yapan 5�inci ülke olmamız, eğitim harcamasında 109 ülke içinde 105�inci sırada yer almamız gibi eğitim sistemindeki çarpıklıklar beyin göçünü tetikleyen diğer nedenler olarak sıralanıyor.
MODERN DÜNYANIN İBNİ SİNA�LARI
Rapora göre Amerika�da yaşayan Türk Doktorlar Birliği�ne kayıtlı tam 1.150 doktor bulunuyor. Onlar artık Amerika�da gelenekselleşmiş �en iyi doktorlar� sıralamasına kolaylıkla giriyor. Biri, modern dünyanın hastalığı obezite ile ilgili çalışıyor, bir diğeri beyin kanamalarının, karaciğer naklinin, sindirim hastalıklarının tedavisinde çığır açıyor. Harvard, Cornell, Yale, John Hopkins gibi hastanelerinin en önemli isimlerinin başında modern dünyanın İbni Sinaları olan Türkler geliyor. Onlar ki, çalıştıkları hastanelerin girişine artık Türk Bayrakları çektiriyor, İstiklal Marşımızı dinlettiriyor. Gazi Yaşargil, Mehmet Öz, Gökhan Hotamışlıgil, Münci Kalayoğlu ve daha nice doktorumuz yabancı ülkelerde göğsümüzü kabartıyor ancak, bu tablo beyin göçünün Türkiye fotografını en acı biçimde gözler önüne seriyor.
TÜRK BEYİN GURBETÇİLERİ
Prof. Dr. Muzaffer Şerif: Sosyal Psikoloji alanında dünyada otorite Psikoloji kürsüsü Öğretim Üyesi Dr. Muzaffer Şerif Güneydoğu Anadolu�da köylüler arasında yaptığı bilimsel araştırmaları esnasında zamanın yönetimi tarafından gözaltına alınır. Emniyette sorgu-sual, mahkeme derken derdini kimseye anlatamaz. Bu yetenekli beyini ABD görür ve derhal sahip çıkar. Adına Enstitü kurar. Ölümü üzerinden yıllar geçmesine rağmen Muzaffer Şerif Sosyal Psikoloji bilim dalının dünyadaki en etkili tek ismi olarak kalır. Günümüzde kullanılan psikoloji kavramlarının isim babası olur. Fakat bu büyük beyin artık bizim değildir. Çünkü bu gerçek bilim adamımız ABD vatandaşıdır ve soyadı da SHERIFF olarak değiştirilmiştir.
Gazi Yaşargil: Beyin Cerrahı. Alanı nöroşirürjide rakipsiz kabul edilen Yaşargil, halen Amerika�da yaşıyor.
Mehmet Öz: Kalp hastalıkları uzmanı. New York Colombia Üniversitesi�nde görev yapan kalp cerrahı Öz, Batı tıbbı ile alternatif tıbbı birleştiren çalışmalarıyla tanınıyor.
Çapa Tıp Fakültesi�nden mezun olan Ankaralı Murat Günel de beyin gurbetçilerinden. �Yeni Gazi Yaşargil� denen Günel, Yale-Çapa arasında kurulan beyin göçü köprüsünden geçenlerden sadece biri. Murat Günel, beyin cerrahı Gazi Yaşargil'den sonra beyin ve damar cerrahisinde dünyada isim yapan ikinci Türk doktoru olarak biliniyor. Günel, başında olduğu laboratuvarında beyin ve damar hastalıkları, moleküler biyoloji ve genetiği üzerine araştırmalar yapıyor, Yale Üniversitesi�nde bölüm başkanlığı yapıyor. Yılda yaklaşık 300 ameliyat yapan Murat Günel, ABD'de mesleğindeki sayısız ödülün sahibi ve pek çok organizasyonun da yönetim kurulunda bulunuyor. �Dahi Türk� olarak adlandırılan bilim adamı, beyin kanamalarının önemli nedenlerinden biri olan damar balonlaşması, tıp dilindeki adıyla �anevrizmalar� konusunda çalışmalarıyla tanınıyor.
Dr.Gökhan Hotamışlıgil: Harvard Üniversitesi�nde Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı. Obezite, şeker hastalığı ve kalp hastalıklarıyla ilgili kendisine patent kazandırmış çalışmaları var.
Emrah Yücel: Oscarlı afişlerin sahibi. Özellikle ödül aldığı "Frida" afişi ve "Rüyamdaki Amerika", "28 Gün", "Panama Terzisi", "Kadınlar Ne İster" ve daha birçok Hollywood filminin afişleriyle tanıdığımız Yücel şu anda Amerika�da yaşıyor.
Feryal Özel: NASA'nın en başarılı astrofizikçilerinden. Bilimadamı Einstein�ın aralarında bulunduğu 20 dehadan oluşan Büyük Fikirler Listesi'nde yer alıyor.
Prof. Dr. Atilla Ertan:A.Ü. Tıp Fakültesi mezunu Gastroenterolog, ABD'nin en seçkin 10 klinik hekimi arasına girdi. Ertan, dünyaca ünlü ünlü Methodist Hastanesi'nde sindirim hastalıkları konusunda tıbbi direktörlük görevinde bulunuyor.
Prof. Dr. Ali Erdemir: Nano teknoloji kullanarak geliştirdiği yapay elmas özelliği taşıyan buluşuyla, uygulamalı bilimin Nobeli R&D ödülünü 3 kez kazandı. 1987 yılından beri ABD'nin Chicago kenti yakınlarında bulunan Argon laboratuvarlarında araştırmalarını sürdürüyor.
Prof.Dr.Aslıhan Yener: Chicago Üniversitesi'nde görevli Arkeolog .
Esen Ercan Alp: ABD Enerji Bakanlığı Laboratuarları'nda araştırmalar yapan fizikçi 5 bin yıllık metal heykeli, röntgen cihazında analiz ederek, 1949 yılında icad edilmiş olan radyokarbon tekniğine son vererek arkeolojik araştırmalarda yeni bir dönemin başlamasına ışık tuttu.
Ayşem Sunal : Belçika Kraliyet Başdansçısı. Ankara Devlet Balesiyle gittiği Japonya�daki bir yarışmada Anvers Kraliyet Balesi Müdürü Robert Denvers�ın Belçika�ya davet etmesi üzerine Belçika�ya yerleşti ve kariyerine hala burada devam ediyor.
Haldun Direskeneli: Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA�da görev yapan ancak bir süre önce yaşamını yitiren Direskeneli, ODTÜ�yü bitirdikten sonra yaşanan beyin göçü ile ABD�ye gitmişti.
Neva Çiftçioğlu: Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA�da çalışan Türk kadın araştırmacı. Teksas�taki Johnson uzay merkezinde görev yapan Çiftçioğlu, kireçlenmenin neden olduğu kalp ve böbrek hastalıklarının tedavisinde kullanılabilecek yeni bir antibiyotik üzerinde çalışıyor.
Vamık Volkan: ABD�de yaşayan ünlü Psikoanalist. Yaptığı çalışmalarla psikiyatri alanında dünyanın en prestijli ödülü sayılan �Sigmund Freud� ve �En iyi eğitmen ödülü�nü aldı.
Prof. Dr. Hasan Garan: New York Presbytarian Hastanesi Elektrofizyoloji Bölümü Başkanı olan Garan ABD�de en çok tercih edilen doktorlar listesinde yer alıyor.Garan kalp ritmi bozukluğunu kateter yöntemi ile yakarak tedavi ediyor.
Prof.Dr.Ahmet Çakmak: Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Mareşal Fevzi Çakmak�ın torunu. Princeton Üniversitesi İnş.Müh. Bölümünde deprem konusunda çalışmalar yapıyor.
Prof.Dr.Reşat Kasaba: Washington Üniversitesi Jackson Uluslararası ilişkiler Yüksek Okulu�nun Başkanlığını yaptı.
Prof.Dr.Olcay Çığtay: 30 yıl Georgetown Üniversitesi Hastanesi Lombardi Kanser Merkezi Mamografi Bölümünü yönetti.
Fatih Çulha: Bilgisayar Mühendisi. Maryland Eyaleti�ndeki Amerikan Deniz Kuvvetleri Hastanesinde geliştirdiği veri tabanı projesiyle çalıştığı şirketin binlerce elemanı arasından birinci seçildi.
Prof.Dr.Aydın Arıcı: Yale Üniversitesi�nde hormon hastalıkları ve kısırlık konusunda başarılı çalışmalar yürüten araştırma merkezini yönetiyor.
Süleyman Gökoğlu: NASA�nın Glenn Uzay Merkezinde çalışıyor.
Prof.Dr.Ali Erdemir: Triboloji�nin Türk dehası. Nono teknoloji kullanarak geliştirdiği yapay elmas özelliği taşıyan buluşuyla uygulamalı bilimin Nobel�I R&D ödülünü üçüncü kez kazandı.
Dr.Rahmi Öklü: ABD�nin en iyi hastanelerinden Cornell�de çalışan Öklü beyindeki tıkanan damarların tedavisinde mucizeler yaratıyor.
Prof.Dr.Münci Kalayoğlu: Binin üzerinde karaciğer nakli yaptı.Karaciğer nakline getirdiği yenilikler ile alanında dünyanın en önde gelen bilim adamaları arasında yer alıyor.
Yönetmen Ferzan Özpetek, Güher-Süher Pekinel Kardeşler gibi dünyaca ünlü sanatçılarımızı bu kervana kattığımızda �Beyin Gurbetçileri� nin listesi uzadıkca uzuyor, kalkınmamız geciktikçe gecikiyor.
ON BİN KİŞİYE 11 ARAŞTIRMACI DÜŞÜYOR
Rapora göre Türkiye Ar-Ge�de dünyada 25. Sırada yer alıyor. 2003 yılında araştırmacı sayısı olarak, 10 bin kişide 15 araştırmacı hedefleyen Türkiye, ancak 10 bin kişide 11 araştırmacı oranını yakalayabildi. Yunanistan�da ise 10 bin kişiye 45 araştırmacı düşüyor. OECD raporuna göre her bin kişiye, Türkiye�de 1.1, Yunanistan�da 3.8, AB�de 5.8, ABD�de 8.6, Japonya�da ise 9.7 bilimadamı düşüyor.
Ülkemizde Ar-Ge harcamalarının GSMH içindeki payı sadece binde 6. Japonya�da ise bu oran yüzde 3. 1993- 2003 arasında özel teşebbüsün ar-ge yatırımları yüzde 17�den yüzde 36�ya çıktı.
İleri teknoloji ürünlerinin Türkiye�nin ihracatındaki payı yüzde 4. Bu oran İrlanda�da yüzde 47, Arjantin�de yüzde 8.
Ülkelerin, teknolojiyi ekonomilerine yansıtma başarısına göre 49 ülkeyi kapsayan sıralamada Türkiye 33�üncü sırada yer alıyor. Bu sıralamada ilk üç sırayı ABD, İsveç ve Finlandiya alıyor.
ATO BAŞKANI AYGÜN
Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, beyin göçünün gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere yaptığı karşılıksız bir hibe olduğu belirterek �Beyin gurbetçileri sadece bavullarını alıp gitmiyor. Beyin avcıları ulusal insani yatırımı temelinden söküp alıyor. Her giden beyni ile Türkiye aklını kaybediyor� dedi. Aygün şunları söyledi:
Bir çocuğun 15 yıllık eğitim maliyeti 150 milyar lirayı buluyor. İyi yetişmiş yetenekli işgücümüz gelişmiş ülkelere akıyor. Türkiye kıt kaynakları ile yetiştirdiği değerli beyinleri doğru yerde ve doğru zamanda değerlendiremiyor, iyi olanaklar sunamıyor. Gençlerimiz gelecekle ilgili hayallerini daha iyi olanaklar sunan ülkelerde yaşamak üzerine kuruyorlar. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki uçurum daha açılıyor. Gelişmiş ülkelerdeki iş ve fırsat olanakları olduğu ve daha iyi bir gelecek sunulduğu sürece beyin göçü kaçınılmaz olarak devam edecektir. Yapılacak en iyi iş bunu minimuma indirmektir. Beyin göçünü tersine ve beyin gücüne çevirmeliyiz. İyi eğitilmiş beyinlerimizden yararlanmak ve beyin göçü sorununu aşabilmek, bu yönde gerekli ortamı oluşturmak için devlete, özel sektöre, kamuoyu ve Sivil Toplum Örgütlerine büyük görevler düşüyor. Bu beyinlerimize sahip çıkmadığımız takdirde bu beyinlerimiz tamamen ülkemizin kaybı olacaktır. Türkiye� nin asıl kaybı beyin gücü kaybıdır.
Türkiye�de tescil edilen patent sayısı 2 bini geçmiyor. Buna karşılık her yıl ABD ve Japonya�da 150 bin, Almanya�da 50 bin, Fransa ve İngiltere�de 40 bin, Rusya�da 20 bin patent tescil ediliyor. Beyinler göçtükçe buluş yapma sayımız da yerinde sayıyor. Buna karşın yurt dışında dünyaca ünlü firmalarda çalışan beyinlerimiz buluş üzerine buluş yaparak hem çalıştıkları şirketlere hem göçtükleri ülkelere her yıl milyarlarca dolar para kazandırıyor. Cefasını Türkiye, sefasını gelişmiş ülkeler çekiyor�
Ismet Koyun
SN.İsmet KOYUN Beyi,
*** Alman Başbakanı Merkel TANIYOR ***Türkiye Başbakanı,Erdoğan TANIMIYOR
Hannover'deki CeBIT Fuarı'nda Turkcell, Telekom ve Avea'dan daha büyük, daha görkemli standında özgüvenle oturuyordu İsmet Koyun.
Yanına gittiğimizde hemen bizi ofisine aldı.
Sohbet koyulaştıkça anladık ki, 1970'li yıllarda üniversitede okurken, bir ara yolu Dev- Genç'le kesişen, yakalanıp hapse atılacağını öğrenince de eğitimine devam için Almanya'ya kaçan isyankâr ruhlu bir Türk var karşımızda. Worms Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı'nı bitirip yola koyulmuş.
Şirketi Kobil System GmbH'ın, 'ilk'leri anlatılır gibi değil. Çorumlu Koyun, sözünü sakınmadan şöyle dedi: "Türkler Almanya'da sadece dönercilik, kasap, manav ve bakkallık yapmıyor. Benim gibi bilişimde dünyaya ürün satanlar da var..."
"Siz ne yapıyorsunuz?" diye sordum, aldığım cevapla, "Vay canına" dedim. O pek etkilenmedi, devam etti: "25 yaşında kurdum Kobil'i. PC alıp satıyordum Çin'den. Baktım iş yok bunda. Ar-Ge'ye girdim. Veri güvenliğine odaklandım. Dünyanın ilk en sağlam server'ını (sunucu) yaptım. Compact'tan önce çıkarıp 1990'ların başında dünyaya ihraç ettim. Artık güvenlik ana konum olmuştu."
Gates örnek gösterdi
Koyun, güç kaynağı üniteleri, akıllı kartlarla devam eder. Alman Telekom, iş istasyonlarında onun kartlarını kullanılır. 2003'te e-bankacılık departmanını faaliyete geçirir. Mobil iş ve bankacılık uygulamaları için kurulumsuz çalışan dünya çapındaki ilk akıllı kart terminali "Kobil m1 Dentity"yi piyasaya sürer.
2005'te Rhine Hesse Sanayi ve Ticaret Odası'ndan kendisine, "yenilikçi yönetici ödülü" verilir. Aynı yıl Münih'e gelen Bill Gates, internet güvenliği hakkındaki konuşmasında 'm1 Dentity'i örnek gösterip över. Ürettiği her ürünün başına "güvenli" sözcüğünü koyuyor. "Güvenli USB modem" diyor mesela. Dünyada kimsede yokmuş. "Bankalarda paralar boşaltılmasın" diye güvenli internet hesabı için "Numara tanım kartı" yapmış. Komple sistem kuruyor.
Almanya'da aldığı pasaport işinde çip için güvenlik ürünü yapıyor. TÜBİTAK'ın Almanya'daki ana sunucusunu kurmuş.
Türkiye'de KOBİ ve bankacılık sisteminde yüzde 80'lere ulaşan paya sahip. 120 kişinin çalıştığı Kobil, kazandıkça yatırım yapmış. Koyun'un, 6 bin 250 markla kurduğu şirketinin bugünkü değeri 120 milyon euroya ulaşmış. Bu yıl ciroyu 30 milyon 50 milyon euroya çıkarmayı hedefliyor. Ar-Ge'ye ayırdığı pay, yılda 4-5 milyon euro. Koyun, Ar-Ge'de çalışan mühendislerine ortalama ayda 7 bin 500 euro ücret veriyor, hatırlatalım.
Kendisine, "Türkiye neden bilişimde ilerlemiyor?" diye sormak farz oluyor. "Tüccarlık yapılıyor, Ar-Ge yapılmıyor" cevabını veriyor ve ekliyor: "Ne yazık ki, Almanya Başbakanı Angela Merkel beni tanıyor, Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan hâlâ tanımıyor."
Elçiye zeval olmaz. Belki bu yazıdan sonra sizi Erdoğan da tanır.
Sn.KOYUN.
*Merkel Tanır,
Erdoğan Tanımaz.
Doğal karşılıyorum.
Çünkü,
Web sitem www.hiziracil.tr.gg de
-İst.BM.Hidrojen Enerji Mrk.Sayfası
-MSB.SSM,sayfası
-Prof.Dr.Ali ERDEMİR sayfalarını
okuduğunuzda bana hak vereceksiniz.
Varlık üstünde,fakirlik çektiriliyor ülkemin insanına
Yetkililer bunun için mesai yapıyor.
Sizi,başarılarınızdan ötürü kutlarım.
Tanışmak isterim.
İsteklerinizi beklerim.
Vecihi Hürkuş, İstanbul, Arnavutköy Akıntıburnu'ndaki yalıda 6 Ocak 1896 (1311) tarihinde doğdu. Babası İstanbul'lu bir aileden Gümrük Müfettişi Faham Bey, annesi Vidin'de doğmuş, üç yaşında İstanbul'a gelmiş Zeliha Niyir Hanım'dır. Üç yaşında iken babası ölmüş. Çok genç yaşta dul kalan annesi ile geniş bir ailenin içinde amcalar, halalar, enişteler, yengeler, ağabeyler ve ablalar ile birlikte büyümüş. Bir süre sonra Harbiye'de eskrim ve resim hocası olan amcası Şekür Bey'in yanına sığınmışlar, sonra da annesi ve kardeşleriyle Üsküdar'a yerleşmişler.
Üç kardeşin ortancası olan Vecihi çok canlı ve hareketli bir çocuktu. İlkokulu Bebek'te okudu, Üsküdar'da Füyuzati Osmaniye Rüştiye'sinde ve Üsküdar Paşakapısı İdadi'sinde okudu, sanata olan ilgisinden Tophane Sanat Okulu'na geçti ve bu mektebi bitirdi.
1912'de Balkan Harbi'ne eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey'in yanında gönüllü olarak katıldı. Edirne'ye giren kuvvetler içinde yer aldı. Balkan Harbi sonunda İstanbul Ordu Kumandanlığı tarafından Beykoz Serviburun'daki esir kampına kumandan oldu. Tayyareci olmak istiyordu. Yaşı küçük olduğundan makinist mektebine aldılar. Makinist olarak Birinci Dünya Savaşı'na girerek Bağdat cephesine uçak makinisti olarak gönderildi. Orada bir uçak kazasında yaralanarak İstanbul'a döndü. Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ne girerek tayyareci oldu.
1917 sonbaharında Kafkas cephesine, 7. Tayyare Bölüğü'ne atandı. Orada bir uçak düşürerek Kafkas Cephesinde uçak düşüren ilk Türk tayyarecisi oldu. Bir hava savaşında yaralanarak düşünce uçağını yakarak Rus'lara esir oldu. Esir olarak Hazar Denizi'ndeki Nargin adasına gönderildi. Azeri Türklerinin yardımı ile adadan yüzerek kaçtı. Birlikte kaçtığı bir arkadaşıyla Erzurum'a kadar yaya olarak geldiler.
İstanbul'a geldiğinde savaşın sonları idi. Başkent İstanbul Hava Müdafaa Bölüğü'ne tayin oldu. İstanbul işgal edilince esaretten dönen askerlerin arasında gizlice Harem'den kalkan bir gemiyle Mudanya'ya, Bursa'ya ve Eskişehir'e giderek Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan, İzmir hava alanını işgal eden tayyareci olmuş, üç defa takdirname alarak kırmızı şeritli İstiklal Madalyası kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı içinde Akşehir'de Jandarma Komutanı Ratip Bey'in kızı Hadiye Hanım'la evlendi. İzmir'de Gönül, İstanbul'a döndüklerinde de Sevim isimli iki kızı olmuştur. Savaş sonrası İzmir'de Seydiköy'de açılan tayyare okulunda yeni tayyarecileri eğitime başlamış, tam o sırada 1923 yılı başlarında İzmit mıntıkası Tayyare bölüğüne atanmış. Üç ay sonra İzmir'de Binbaşı Fazıl'ın eğitim uçuşu sırasında düşüp ölmesiyle yeniden İzmir'e çağrılmış, kara ve deniz okulunda öğretmenliğinden başka fen işleri ile de uğraşmış. Savaşta çekilen yoklukların giderilmesi amacıyla havacılığı millileştirme düşünceleri başlamıştı. Edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu tayyaresini almaya memur edilmiş.
Hizmet karşılığı bu uçağa adının verilmesi, 1919'dan beri uçak projeleri yapan Hürkuş'ta uçak inşa etmek düşüncesini yeniden canlandırmış. Ganimet olarak Yunan'lılardan ellerine geçen pek çok motordan yararlanarak projesini hazırlayıp ilk uçağı Vecihi K VI' yı imal etmiştir. Uçağı için uçuş müsaadesi istemiş, uçabilirlik sertifikası için bir teknik heyet oluşturulmuş, ancak teknik heyetin içerisinde tayyareyi uçuracak ve kontrol edecek personel bulunmadığından gecikmiştir. Sonunda teknik heyetten birinin 'Vecihi, biz sana bu lisansı veremeyiz, "uçağına güveniyorsan atla, uç, bizi de kurtar' sözü üzerine Hürkuş, 28 Ocak 1925'de yaptığı uçağı Vecihi K IV ile ilk uçuşunu yapar. İzin almadan uçtuğu için cezalandırılınca, istifa ederek Hava Kuvvetlerinden ayrılıp Ankara'ya gider ve kurulmakta olan Türk Tayyare Cemiyeti'ne (T.T.C.) katılır. T.T.C. Fen şubesini organize etmekle görevlendirilir.
Atatürk'ün 'İstikbal göklerdedir' yönermesiyle havacı bir kuşak yetiştirmek için kurulan Türk Tayyare Cemiyeti, halkın bağışları ile yaşayan bir kuruluş olacaktı. Bunun için bir okul açmak, milli bir hava sanayi kurmak amacındaydı. Hürkuş, yaptığı uçağını geri alıp, T.T.C.'nin bağış toplama faaliyetlerinde kullanarak halka havacılık sevgisini aşılamak istiyordu ama, uçağını geri almayı başaramadı. Bağış toplamak için bir madalya tüzüğü hazırlandı. Bağışa göre bronz, gümüş, altın ve elmaslı madalya verilecek, 10.000 TL. bağışlayanın adı da alınacak uçağa ad olarak verilecekti. T.T.C'ne ilk yardım Ceyhan ilçesinden gelmiş, 10.000 TL telgrafla bağışlanmış, alınan ilk uçağa da Ceyhan adı verilmiştir. Hürkuş'un uçakla yurtiçi bağış gezileri de bu uçakla başlamış. bakınız: Bağış Uçaklar
Bu arada Avrupa havacılığının tetkiki için bir heyetle Hürkuş, ikinci kez Avrupa'ya gider. Almanya'da Junkers ve Rohrbach fabrikalarını ziyaret ederler. Bu fabrikalar Türkiye'de anonim şirket halinde tayyare fabrikası kurmak fikrindeydiler. Fransa'da da Breguet, Potez, Henriot gibi birçok fabrikaları ziyaret etmişler, Hürkuş da bu fabrikaların uçaklarıyla tecrübe uçuşları yapmış. Potez 25 tipindeki rekor tayyaresiyle akrobasi uçuşundan sonra fabrika tarafından Atlantik uçuşu yapması için teklif yapılmış, fakat Fransız Aero kulübünün baskısı ile teklif suya düşmüş.
Türkiye'ye dönüşte 19 Ekim 1925'de Tayyare Cemiyeti idare kurulu istifa etmiş, cemiyetin tasarı ve projeleri suya düşmüş, elindeki tayyare, vasıta ve elemanları hava kuvvetlerine verilerek havacılıkla ilgisi kesilmiş oluyordu. Hürkuş'un da tekrar hava kuvvetlerinde görev alması istenince istifa etmiştir. Milli Savunma Bakanlığı Kayseri'de Tayyare ve Motor Anonim Şirketi (Tomtaş) adında bir fabrika kurmak için anlaşır. Hürkuş Tomtaş'ın teklifini kabul ederek Almanya'ya gider. Hürkuş Almanya'da Ju A-20 tayyarelerinde bazı noksanlıklar bulur, onların düzeltilmesi ile Ju A-35 'lerin yapımını da üstlenir. 18 Temmuz 1926'da telgrafla memlekete çağrılır, Ju A-35'in satın alınması için tecrübe uçuşu istenir. Junkers bu uçuşun özellikle Hürkuş tarafından yapılmasını, uçağının zamanın en modern ve yüksek ateş kudretinde iki kişilik av tayyaresi, savaşta her tarafa ateş saçabilme gücü olduğunun kanıtlanması için Fransızların gözde uçağı Newport De Large'la savaşını ister. 1 Ağustos 1926 da temsili savaş yapılarak Ju A-35 ile Hürkuş kazanır.
Hürkuş yurda döndükten sonra, Tomtaş emrinde biri 14 kişilik 3 motorlu Ju-23, diğeri altı kişilik tek motorlu Ju F-13 yolcu tayyareleriyle Ankara - Kayseri arasında ulaşım uçuşları yapar. Tarih 1927'dir. Hürkuş'un bu uçuşlarının, yurdumuzda ilk hava yolları uçuşları olduğu düşünülebilir
Hürkuş, Tomtaş'a, Ju A-35'in kanatlarına benzin depoları ilavesi ile havada kalma süresini uzatarak Ankara ' Tahran uçuşunu direkt yaparak, İran devletine uçağı göstermek ve hükümetimizin rızasıyla devletimizin ihtiyacından fazlasının yabancı devletlere de satılabilmesi fikrini açmış. Bu yapılırsa hem devletimiz şereflenecek, hem de Tomtaş'a büyük faydası sağlayacaktı. O sırada henüz Tomtaş fabrikası teşekkül etmemiş ve Ju A-35 tayyaresi de Tomtaş'a devredilmemiş olduğundan bu uçuşu reddedilmişti.
Milli havacılığımız için güzel bir başlangıç olan Tomtaş ne yazık ki 1928 yılına kadar çalışmalarına devam edebildi. Kötü yönetimi yüzünden 1928'de iflas etmiş, daha doğrusu iflas ettirilmiştir.
Hürkuş 1925'de Kurtuluş Savaşı öncesi İstanbul'da iken sevdiği fakat Anadolu'ya geçtiği için ailesi tarafından kendisine verilmeyen İhsan Hanım'la anlaşmış, eşinden ayrılarak onunla evlenmiş ve 1927'de Perran isimli bir kızı daha doğmuştur.
Bir yıllık aradan sonra Hürkuş Türk Hava Kurumundaki eski görev yeri olan Teknik şubeye döner. 1930 yılı sanayi kongresi Ankara'da toplanmış, Halkevi'nde de yerli mallar sergisi açılmıştır. Hürkuş burada yerli malı uçaklarının resim ve maketleri ile Vecihi K-XI uçak modelinin minyatürünü sergiler ve büyük ilgi görür. Kurumda boş durmaz, yeni model ve tiplerini tasarlamaya devam eder.
1930 yılı yıllık iznini 2 ay ücretsiz olarak uzatıp Kadıköy'de bir keresteci dükkanını kiralayarak, 3 ay içinde ilk Türk sivil uçağını, aslında ikinci uçağı Vecihi K-XIV uçağını inşa etmiştir. İlk uçuşunu 16 Eylül 1930'da Kadıköy Fikirtepe'de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında yapmış. Uçak iki kişilik, tek motorlu spor ve eğitim uçağıdır. Uçağı ile birlikte uçarak Ankara'ya dönmüş, Ankara üzerinde bir gösteri yapmış, Başbakan İsmet İnönü ve bazı komutanlar tarafından uçağı incelenerek tebrik edilmiş. Uçabilirlik sertifikası verilmesi için İktisat Bakanlığına müracaat ederek müsaade istemiş. 14 Ekim 1930'da, 'Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir' cevabını almış.
Bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen belgenin alınması amacıyla Çekoslovakya'ya gönderilmesi kararı alınmış. Hürkuş, 6 Aralık 1930'da Prag'a geldiğinde henüz tayyare gelmemişti. Tayyareye ait bütün resmi evrak önce Çek diline çevrilmiş, uçak gelince de tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve her türlü teknik kontrolu yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş. Her türlü uçuş şekilleri ile uçuşun kontrolu tamamlanmış. Hürkuş 23 Nisan 1931'de Çekoslovakya'lı yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle, baş köşesinde 'Yaşasın Türk Tayyareciliği' yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş müsaadesini almıştır. 25 Nisan 1931'de Çekoslovakya'dan uçarak Türkiye'ye gelmek için yola çıkıp 5 Mayıs 1931'de Türkiye'ye gelmiştir.
Hürkuş uçağının atıl kalmaması için Posta idaresi ile çeşitli görüşmelerde bulunur. İlk kurulmak istenen posta hattı Ankara-Erzurum ile Ankara-İstanbul arasında düşünülür. Bu arada Türk Hava Kurumu yeni bir turne planlar. Ankara'dan başlayan uçuş Aksaray, Konya, Manavgat, Antalya, Fethiye, Muğla, Aydın, Denizli, Uşak, Eskişehir, Adapazarı, İzmit ve Yeşilköy'de tamamlanır. Uçuş büyük bir başarıyla tamamlanmıştır. Kurum şubeleri bağışlarla zenginleşmiştir, ama 3 Kasım 1931 tarihli telgrafta büyük yardımcısı makinisti Hamit'in işine son verilir Hürkuş'a ödenen uçuş tazminatı kesilerek Vecihi XIV uçağı uçuştan men edilir. Bundan sonraki uçuşların Milli Müdafaa Vekaleti tarafından verilecek uçakla gerçekleştirileceği bildirilir. Bu durum Hürkuş'un Kurum'dan tekrar ayrılmasına neden olur. Gezileri sırasında gençlikte oluşturduğu uçma sevgisi ile bir havacılık okulu açmayı düşünür.
21 Nisan 1932'de İlk Türk Sivil Tayyare Mektebi'ni kurar. İkisi kız olmak üzere 12 öğrenci kaydolur. 27 Eylül 1932'de eğitim ve öğretime başlanır. Okulun gayesi Türk gençliğini havacılığa alıştırmak, tayyareci kuşaklar yetiştirerek Türkiye Cumhuriyeti hava ordusunun yedek gücü olmaktı. Okulun motorlu ve motorsuz iki şubesi olacaktı. Eğitim teorik ve uygulamalı olarak yapılıyordu. Büyük bir atölyesi vardı. Kalamış'ta bir hangar ve uçuş alanı olarak kullandıkları küçük bir sahası, bir de Fikirtepesi'nde uçuş alanları vardı. İlk 12 öğrenci Sait, Tevfik, Muammer, Abdurrahman, Salih, Osman, Rıza, Hikmet, Hüseyin, Kenan, Bedriye ve Eribe idi. Öğrencilerin eğitim sırasında hiçbir kazası olmamıştır. Zor koşullarda eğitim yaparken bazı kurumların, örneğin Tekel İdaresi'nin ve İş Bankası'nın reklamlarını yapmış, bazı vatansever yetkili kuruluşların da yardımları olmuştur.
Nuri Demirağ Bey, bir tayyare yapımı için 5000 TL vermiş, böylece 1933'de adı Nuri Bey olan Vecihi K-XVI kabin uçağı yapılmıştır. Aynı yıl tek satıhlı Vecihi KXV uçağını da inşa etmişler ve 30 Ağustos 1933'de iki Vecihi XIV, iki tane Vecihi XV ve Nuri Bey Vecihi-XVI uçakları ile öğrencileri İstanbul göklerinde gösteri uçuşu yapmışlar. Okulda, bir de Vecihi SK adlı uçak motoru ile çalışan deniz botu yapılmıştır.
Öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan, Muammer Öniz, Osman Kandemir, ilk kadın tayyarecimiz Bedriye Gökmen ve kızı (yeğeni) Eribe yalnız uçmayı başarmışlar. Vecihi Sivil Tayyare okulu parasal sorunlardan ve yetiştirdiği öğrencilerin diplomalarına denklik verdirememiş olmasından kapanmıştır.
1935 yılı başlarında Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca, çağrılı olarak Rusya'ya gider. Orada sivil havacılığın durumunu görür ve dönüşünde Atatürk'e anlatır. Atatürk, gezdiği her yerde kendisini havadan saygıyla izleyen, gazetelerdeki yazılardan izlediği Hürkuş hakkında da Fuat Bey'den bilgi ister. Aldığı cevaplar karşısında Büyük Atamız :
'Ya, öyle mi? O halde Türk Kuşu namı ile yeni bir çalışma yolu açın ve Vecihi'den faydalanın!' emrini verir. Hürkuş Ankara'ya çağrılır. O da uçağına atlayarak Ankara'ya gelir. Hürkuş bu durumdan çok sevinçlidir. Türk Kuşu'nda yapılması düşünülenler, onun gerçekleştirmek istediği şeylerdir. Baş öğretmen olarak amatör gençleri çalıştırmak, Etimesgut hangarlarını yapmak, yaz kampı için uçuş sahası İnönü'nün bulunması ve okulunda yetiştirdiği öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan ve Muammer Öniz'in Rusya'ya eğitime gönderilmesi onun mutluluğu olur.
Ne yazık ki 29 Ekim 1936'da yeğeni Eribe'nin şehit olması onu çok üzmüştür. Türk Hava Kurumu, 1937 sonbaharında mühendislik eğitimi için Hürkuş'u Almanya'ya gönderir. Vecihi Hürkuş, Weimar Mühendislik Mektebine ihtisas sınıfından başlatılmış, iki yıl sonra da mezun olmuştur. 27 Şubat 1939'da Tayyare Makine Mühendisliği diplomasını almıştır. Türkiye'ye döndüğünde Bayındırlık Bakanlığına başvurarak, 'Tayyare Mühendisliği Ruhsatnamesini' almak istedi. Ancak yetkililer, 'iki yılda mühendis olunmaz' diye bir gerekçe ile kabul etmemişlerdir. Mühendisliğini Danıştay kararı ile kabul ettirir. Türk Hava Kurumu'nda da yönetim değişmiş, vazifeleri başkalarına verilmiştir. O günkü koşullarda teknik imkanın olmadığı Van'a tayin edilir. Bunun üzerine istifa ederek kurumdan ayrılır. Havacılıktan uzun bir ayrılıktan sonra 1947'de Kanatlılar Birliği'ni kurdu. Gençlerin büyük ilgi gösterdiği bir kuruluş oldu. 1948'de Türk Hava Kurumu'ndan Magister tipi bir öğrenim uçağı temin ettiler. Kanatlılar adlı bir dergi çıkarttılar. Büyük çoğunluğu üniversite öğrencileri olan Kanatlılar Birliği fazla yaşayamadı.
1951'de beş arkadaşıyla birlikte havadan zırai ilaçlama yapmak üzere Türk Kanadı adı ile bir şirket kurmuş, Sait Bayav ve Muammer Öniz'le İngiltere'ye giderek Auster tipi üç uçak almışlar. Türkiye'ye döndükten sonra ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık üzerine Hürkuş, haklarından vazgeçerek şirketten ayrılır.
1952'de Paro mamasının reklamını yapmak için tekrar İngiltere'ye giderek Proctor V tipi dört kişilik hafif turist tipi tayyare alır. Bu tayyare ile değişik müesseselerin reklamını yaptı. Paro bebek maması, Puro sabunu gibi gıda ve malzemeleri ufak kağıt paraşütlerle uçaktan dağıtarak, kanatlarına taktığı patiskalar üzerine bankaların isimlerini yazarak reklamcılık yaptı.
6 Ağustos 1954'de kırkıncı hizmet yılını kutlamak için Yeşilköy Hava Limanı salonlarında Türk Havacılar Bayramı adıyla bir jübile yapıldı. 29 Kasım 1954'de Hürkuş Hava Yollarını kurdu. Türk Hava Yolları'nın seferden kaldırdığı uçaklardan 8 tayyareyi Ziraat Bankasından kredi ile almıştı. Bir takım güçlüklerle uğraşarak hava yollarının sefer yapmadığı yerlere seferler koyarak , izin vermediklerinde gazete taşıyarak çalışmak istedi, ama sabotajlar, uçaklarının parçalanması ve sonunda uçuştan men edilerek uçamadı. Buna rağmen uslanmadı. Elinde kalan son uçağını da Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün emrinde kullanarak Güney Doğu Anadolu'da torium, uranium ve fosfat arayarak zor doğa koşullarında çalıştı.
Hayatının sonlarında çok sıkıntı çekmiş, borçlandırılmış, uçamayacak duruma düşürülen uçaklarının sigorta giderleri ve bunların faizleri borcuna eklenmiş, vatana hizmetten kendisine bağlanan çok yetersiz maaşına bile haciz konmuştur.
Ankara'da anılarını yazarken, bir kaza sonucu beyin kanamasından komaya girdi. Gözleri ve kalbi göklerde olan Vecihi Hürkuş, insanların aya ayak basmak üzere uçtuğu gün olan 16 Temmuz 1969 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastahanesi'nde hayata gözlerini yumdu.
Bir Türk mühendis yerli roket ve bazooka yaptı. Sonra ne mi oldu? İşte güne damgasını vuracak haber;
Bundan tam 62 yıl önce bir Türk mühendis tarafından yerli roket ve bazooka imalatı gerçekleştirildiği ortaya çıkarken, tıpkı Devrim arabalarında olduğu gibi bu projenin de gizli bir el tarafından engellendiği ileri sürüldü.
Ülkemizde bundan tam 62 yıl önce yerli roket ve bazooka üretiminin gerçekleştirildiği ortaya çıkarken, tıpkı Devrim arabalarında olduğu gibi bu projenin de gizli bir el tarafından engellendiği ileri sürüldü. Bu iddianın kaynağı ise çarpıcı bir rapor.
Akit, Türkiye'nin ilk yerli otomobili Devrim'i üreten ekibin başındaki isim olan Yüksek Mühendis Topçu Albay Emin Bozoğlu'nun 1949'da hazırlayarak, Genelkurmay'a sunduğu o rapora ulaştı. 15 Ocak 1949 tarihli bu raporda yerli roket ve bazooka üretimi tecrübesinin muvaffakiyetle neticelendiği belirtilerek,Genelkurmaytarafından imkan ve yetki sağlanması halinde imalata geçilebileceği bildiriliyor. Bu şekilde hem dünya milletlerinden geri olmadığımızın ortaya konacağı ve ordunun ihtiyaçlarının yerli imalatla karşılanabileceği ifade ediliyor.
MKE'DE MÜHENDİSKEN HAZIRLANMIŞ
Edindiğimiz bilgilere göre, Emin Bozoğlu o tarihte bugünkü adıyla Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'nda(MKE) görev yapan Yüzbaşı rütbeli bir Yüksek Makine Mühendisi'ydi. Akit'e konuşan Emin Bozoğlu'nun oğlu Atilla Bozoğlu, sözkonusu rapora işaret ederek, tıpkı Devrim Arabaları projesinin durdurulması gibi bundan 62 yıl önce yani 1949'da numuneleri hazırlanan yerli roket ve bazookanın imalatına geçilmesinin engellendiğini iddia etti.
ROKETSAN'IN KURULUŞ TARİHİ 1988
ROKETSAN'ın ulusal füze ve roket progrmlarında öncü olmak üzere Savunma Sanayii İcra Komitesi kararıyla 1988'de kurulduğu düşünüldüğünde, ülkemizin yerli roket üretiminde kaç yıl kaybettiği net bir şekilde görülüyor.
İŞTE O RAPOR
15 Ocak 1949 tarih ve “Roket ve Bazooka tecrübeleri ve alınan sonuçlar” başlıklı 12 sayfalık raporun “Önsöz” bölümündeMKEpersoneli Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu, şunları kaydediyor:
“Bu raporun hazırlanmasından gaye, bugün modern ordularda geniş ölçüde yer alan yeni silahlardan bir çoğunun ve hususiyle ucuza mal olan ve imali nispeten kolay bulunanlardan bazılarının memleketimiz tekniği ile hazırlanabileceğini ve bu yolda imkanlar sağlanırsa, hiç olmazsa bazı sahalarda, dünya milletlerinden pek geri olmadığımızı tebarüz ettirmektir. Bu raporun devamında bahsedilecek olan ve tecrübelerinin muvaffakiyetle neticelenmiş olduğunu kabul edebileceğimiz Roket ve Bazooka'nın tecrübe maksadı ile meydana getirilmiş numuneler olduğunu bilhassa tebarüz ettirmek isterim. Bu silahların, mevcutlar ayarında olduğunu veya tekniği ileri milletlerin bu tip silahları ile mukayese edilebilir bir mükemmeliyete ulaşmış bulunduğunu iddia edecek durumda değiliz.”
GENELKURMAY'IN DİREKTİFLERİNİ BEKLİYORUZ
“Büyük yokluklar ve zorluklar içinde hazırlanan silahların bir iki tecrübe ile gaye olan mükemmeliyete ulaşmasına imkan olmadığı malumdur. Bu tecrübe neticeleri bize doğru yolda olduğumuzu ve gayeden hiç de uzak bulunmadığımızı göstermektedir. Hatta lüzumlu merhalelerin yüzde 70'i ve belki daha fazlası aşılmış bulunmaktadır. Tecrübelerin daha ziyade ilerletilerek, Genelkurmay Başkanlığı'nın direktiflerine uygun silahların hazırlanması çalışmalarının selametle yürütülebilmesi için bazı müdahale ve geciktirmeleri önleyecek şekilde çalışma imkan ve yetkilerinin sağlanması lazımdır.”
BU AZIMSANACAK, BASİT BİR ŞEY DEĞİLDİR
“Başka milletlerin büyük masraflarla ve senelerce süren uğraşmaları neticesi vücude getirdikleri Roket silahları azımsanacak gibi basit bir şey değildir. Pek kısa bir zaman ve pek cüzi bir masrafla Roket veya Bazooka numuneleri hazırlamış bulunuyoruz. Fakat bunlar, ancak birer numunedir ve esasın hazırlanmalarında da bu gaye ile hareket edilmiştir.”
EN AZINDAN KENDİ İHTİYACIMIZ KADAR İMAL EDEBİLİRİZ
“Genelkurmay Başkanlığı'nın lüzum göstereceği teknik vasıflar, teknik imkanların çerçevesi dahilinde karşılanarak esas Roket ve Bazooka yapılması kısa bir sürede ve az bir masrafla olabilir. Bu sahada ileri milletlere ulaşamasak dahi, kudret ve imkanlarımıza uygun, ihtiyaçlarımıza cevap verebilir silahların hazırlanması pek de yersiz olmaz kanaatindeyim. Günün imkanları belki bunların seri imalatını mümkün kılmaz, fakat her zaman için imalata geçebilir durumda olabiliriz.”
EN İNCE AYRINTISINA KADAR ANLATILIYOR
Raporda ardından imalatına geçilebilecek Roket ve Bazookalar teknik bilgiler eşliğinde en ince detayına kadar anlatılıyor.
TALEBİ, İZİN VE YETKİ İLE BİRKAÇ MÜHENDİS, BİRKAÇ RESSAM
“Sonuç” bölümünde ise şöyle deniliyor: “Yarının silahları jet motor,elektronikve atom alanında inkişaf edecektir. Bu silahların inkişafı diğer sahalardaki inkişaflara dayandığı şüphesiz aşikardır. Roket, havadan oksijen almayan bir jet motoru olduğuna göre, bu sahada pek de ufak mikyasta başlanacak planlı çalışmaların yarın için büyük kemiyetler ifade etmesi ihtimali kuvvetlidir. Bu itibarla beraber çalışacak birkaç mühendis, bir iki ressam, yazıcı ve diğer lüzumlu personelden teşekkül edecek ufak bir grubun her türlü müdahaleden uzak ve verilen yetki ve imkanlarla bu sahada çalışmanın başlaması uygun olacağı kanaatinde olduğumu üstün saygılarımla arz ederim.”
Kaynak: Akit
VİDEO TIKLAYIN
Hintli aktivist Hazare, açlık grevine son verdi
YENİ DELHİ (CİHAN)- Hindistan'da yolsuzlukla mücadelede simge isim haline gelen Anna Hazare, ülke parlamentosunun alt ve üst kanatlarının yolsuzlukla mücadele için desteklediği yasayı kabul etmesinin ardından bugün 13 günlük açlık grevine son ver
Sitemizde yer alan yazı ve makaler
tamamen bilgi amaçlı olup
kesinlikle Teknik hukuki amaçlı kullanım için
tavsiye edilmez,
sitede yer alan bilgileri
ilgili kurum uzmanına danışmadan uygulamanız
beklenmedik sonuçlar doğurabilir,
www.hiziracil.tr.gg sitesinde
yer alan haberler ,yorumlar, bilgilerden dolayı
hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz,
sitede dolaşım yapan kullanıcılar
bu uyarıyı kabul etmiş sayılırlar..
Hoşça kalın.
Saygılarımızla