Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  ALMAN OSMANLI TÜRKIYE GÖRÜŞÜ
 


 











 **** ALMAN HABER KANALINDA
TÜRKİYE HAKKINDA
EZBER BOZUCU BİLGİLER VERDİ.

Alman haber kanalının muhabiri,

İTÜ'de gizli gizli cami yapılması haberini

Türkiye'den bir canlı yayın yaparak,

Türkiye'de çok enteresan şeyler yaşanıyor
sayın seyirciler!

Resmen yüzde 98'i Müslüman olan ülkede,

en önde gelen üniversitelerden birinde,

Müslümanlar gizli gizli cami yapmak çabası içine girmişler.


Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan şey,

Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp
sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik", "adalet",
"fikir ve vicdan özgürlüğü", "tarafsız habercilik" söylemlerini dile getiren haber kuruluşları bile

"İTÜ'de gizlice cami temeli atıldı" şeklinde başlıklarla
gelişmeleri izleyici ve okuyucularına

adeta bir terör suçu işlenmiş
ya da en azından
bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış gibi
bir tavır ile duyurdular.

Bizleri oldukça şaşırtan ve kafamızdaki Türkiye olgusu ile de
çatışan bu olaydan sonra,

konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz
Türkiye uzmanı,
tecrübeli araştırmacı, gazeteci
ve aynı zamanda
ödüllü tarihçi Klaus Gunter’e
canlı yayın üzerinden bağlanıyoruz.

Klaus Gunter, genç kadın muhabirin şaşkınca sorduğu sorular karşısında,
özetle şu cümleleri kurdu;

"Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için
biraz geçmişe bakmak lazım.

Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim.

Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları
Türkiye'yi çok yanlış tanırlar.


Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı
nerede
ise iki asır geçmiştir.

Son İslami idare
Osmanlı zamanında mevcuttu.

Osmanlı yıkıldıktan sonra
Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

T.C. asla bir Türk ve İslam devleti olmadı.

Evet, olmadı
çünkü yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler

hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi.

Zaten Osmanlı’nın son dönemi de
bir Türk İslam idaresi olarak tanımlanamaz.

İyi kötü araştırmış herkes bilir ki
bu dönemde de Osmanlı devlet adamlarının bir çoğu

İngiliz işbirlikçisi gizli Ermeni ve Yahudilerdi.

Osmanlının yıkılabilmiş olması,
bir imkânsızın başarılmasıdır.

Avrupalıların ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurlar için,

'Bir daha Osmanlı
ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazımdı.

Bunu nasıl sağlarız’ endişeleri vardı.

Bu nedenle,
yeni T.C.'nin rejimi

tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden
Sabetaycı gizli Yahudiler ve
Türkiye masonluğu tarafından kuruldu.

Mesela ‘en büyük Türk’ ve
‘Türklerin atası’ anlamına gelen bir soy adını,

tuhaftır ki henüz hayatta iken alan
Kamal paşanın kendisi de,
eşi Latife hanım da,
diğer akrabaları da
Sabetaycı gizli Yahudilerdi.

Bunu batılı gerçek aydınların hepsi bilir...

Yine o yıllarda
‘İstiklal savaşı kahramanı’ ve
'Büyük Türk Kurtarıcısı"

konumunda gösterilen yüzlerce kişi de

aslında Türk ve Müslüman değillerdi.

Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi.

Bununla birlikte
hiç kimse Türkleri ve Müslüman unsurları
aldatma ve gerçekte olduğundan başka bir kimlikte,
gerçekte olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta
görünme hakkına ve
kaldı ki başka milletlerin ve devletlerin menfaatini gözetip
taktik surette
Türklere ihanet etme hakkına asla sahip değildi.

Bir Katolik Hristiyan Alman olarak
bunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum ki

Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine
çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı

bu yaptıklarında haklı değillerdi.

O dönemde Türk ve Müslüman kimliğine bürünmüş
gizli Ermeni ve Yahudiler,
iktidarı ele geçirdikten sonra

Türkleri nasıl yönlendirecekleri,
yeniden dindar bir Osmanlının kurulmasının
önüne nasıl geçebilecekleri konusunda da anlaşmazlık içinde oldular.

Önce Türkleri Hristiyanlaştırmayı düşündüler.

Kendi aralarında uzun uzun tartıştılar.

Bunun uygulama esnasında başarısız olacağını öngörüp kısa sürede vazgeçtiler.

Bu tartışmalar, pek çok saygın ismin hatıralarında yazılmış ve tarihe not düşülmüştür.

Ardından Türkleri evrimci yapmak istediler.

İşte Kamal paşa "Hepimiz maymunlarız, hepimiz süfreler gibi sudan çıktık"
şeklindeki sözünü o zaman söyledi.

Lakin Türklerin evrimci zihniyete sahip bir topluluk yapılamayacağı da öngörülüp bunda da ısrar edilmedi.

Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde duruldu.

Bu plan gereği “Benim bir dinim yok
ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum”
şeklindeki sözlerini sarf etti Kamal Paşa…

Yine benzeri şekilde
“Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız.

CHP’yi ve memleketi
din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile
kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz.

Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar”

şeklindeki çok tartışılmış sözleri sarf ederek
toplum üzerindeki etkisini ölçtüler.

Takdir edersiniz ki 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış,
siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış,

yine kendisi gibi gizli Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki
İstanbul basını tarafından
1915 yılından itibaren
sürekli gerçek dışı haberler ile parlatılmış
Kamal paşayı,

basın gücüne aldanarak
gerçek bir kurtarıcı zan eden
Türk halkı bu sözleri duyunca
adeta travma geçirdi.

Hal böyle olunca,
başka bir yöntem bulunmalı idi.

Halkın bu şaşkınlığı ve tepkisi çok iyi ölçüldü.
Israr edilmedi.

Bundan sonra ise akla laiklik geldi.

Laiklik söylemleri Türklere yabancı idi ama bu bahane ile
Türklerin
İslam’dan ve
bin yıllık kültüründen
uzaklaştırılabileceği hususunda

bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluştuğunu söyleyebilirim.

İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizi Ermeni azınlık,

İngiliz desteğini de arkasına alarak,
laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki,

Avrupa toplumları bunları duysa inanamaz.

Tabii burada din derken kastım
İslam dini.
Yoksa Hristiyan ve Yahudilerin haklarına hiç kimse karışmadı.

Düşünebiliyor musunuz
bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler

Müslümanların kutsal kabul ettikleri

Cuma gününü
iş günü yapıp,

Hristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan
Cumartesiyi ve Pazarı
tatil yaptılar.

Kılık kıyafetten,
alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar

her şeye devlet gücü ile müdahale edildi.

Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip
din, tamamen devletin daha doğru ifade ile Kamalist rejimin kontrolü altına alındı.

Bunu Türkler de Avrupa toplumları da bilmez ama
iş öyle bir raddeye geldi ki
ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri,
bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve

milli-manevi değerleri diri tutacak diye tahrip edildi.

Yaklaşık 64 bin
ünlü kişinin mezarları açılıp
kemikleri devlet tarafından çalındı.

Bu gün içlerinde
Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş
yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu
64 bin kıymetli insanın kemiklerinin akıbeti bilinmiyor.

Her hususta olduğu gibi
bu hususta da taktik bir hareket tarzı sergilendi.

Elbette ki dünya tarihinde
eşi görülmemiş böylesine bir kafatasçılığa,
ırk ve din düşmanlığına,
böylesine bir hukuksuzluğa

“Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek’
gibi komik bir mazeret buldular.

Kafa taslarını mezura ile ölçüp
sözde Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı.

Üstelik ölçtükten sonra da
yerine koymuyorlardı.

İslam düşmanlığı,
geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor
ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı.

Bu işle Kamal paşanın manevi kızlarından biri hususi olarak ilgileniyordu.

İngilizlerin meşhur ve muteber tarihçisi
Arnold Toynbe’nin

de sık sık dile getirdiği gibi,
korkunç bir inanç, kültür ve
can kıyımı yapıldı.

Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak aylarca sürebilir.

Avrupa toplumları bu İstiklal mahkemelerini de pek bilmez.

Bu mahkemelerin sadece adı mahkeme idi.

Önce asıp
sonra usulden yargıladıkları
çok olmuştur.

Tabii ki bu mahkemelerin reisleri de çoğunlukla Sabetaycı ve gizli Ermeniler ile masonlardı.

Türklerin en taktik hatası,
Çanakkale savaşında,

elde kalan son beyin takımını
yani okumuş ve okumakta olan insanlarını
cepheye sürmeleri idi.

Oysa ben bu hususu da derinlemesine araştırdım ki

Türklerin ekseriyetle tabi olduğu
Hanefi mezhebinde

seferberlik halinde kadınlar cepheye
ilim sahibi insanlardan
daha önce gönderilir,

seferberlik halinde bile

ilim sahipleri cepheye gönderilmezdi.

Çünkü beyin takımı yok edilmiş bir millet,

artık millet değil yığın olurdu.

Hangi dinden ve siyasi görüşten olursa olsun

dürüst ve medeni hiçbir insan,
bu derece korkunç gerçekleri gizlemek hakkını kendinde göremez.

Ben bu nedenle eserlerimde
sık sık Türklerin yakın tarihe temas ettim ve etmeye de devam edeceğim.

İşte bu gün hala devam eden tuhaf kabullenişleri ve yasaklamaları anlamak isteyen herkes,

Türklere son bir buçuk asırda uygulanan
devlet politikalarına,
eğitim müfredatlarına ve

Türklerin bu süreç boyunca hep
gizli Yahudiler ve Ermeniler tarafından idare edilmiş olduğu gerçeğine yönelmeliler
ve bu açıdan bakmalılar.

Biliyor musunuz,
Türklere devlet zoru ile 'milli şef' olarak kabul ettirilen
gizli Ermeni İsmet İnönü,

Türk milli eğitim sistemini
1947 yılında resmen imzaladığı

Fullbright anlaşması ile ABD'ye teslim etti.

O tarihten sonra Türk milli eğitim müfredatını
Türkiye'deki Amerikan büyük elçisinin başkanlığındaki bir heyet belirledi.

Bu durum hala da böyle...

Yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin idaresi de
gizli Yahudilere devir edildi.

Halen TSK'da bir gizli İsrail odası var.

Ya da izleyicilerimize yine çok sarsıcı gelecektir ama

yeni T.C.'nin bir merkez bankası bile yoktur.

Merkez bankası gibi gösterilen kurum da

bir anonim şirkettir
ve yüzde 40'ı Ankaralı bir Yahudiye,
yüzde 15'i İngiliz Yahudilerine aittir.

Yani Türkler
son iki asırdır
hiçbir zaman
gerçekten bağımsız olmadılar.

Onlara göstermelik bir bağımsızlık verildi.

Bir bakın yakın tarihleri onlara nasıl yalanlarla öğretilmiş...

Yunanı denize döktük derler dururlar ama

Yunanın denize döküldüğüne dair dünya üzerinde tek bir kanıt, vesika, şahit yoktur.

Hepsi yalandır.
Yunan bile İngiliz+Sabetayist ittifakının planları gereği geri çekilmiştir.

Ben ödüllü bir tarihçi olarak
laiklik söylemleri altında

Müslüman Türklerin nasıl dinsizleştirildiğini
ve devlet kademeleri ile devletin uygulamalarından
İslami esasların nasıl bir anda kaldırıldığını,
o gün bu gün
Türklerin dinini yaşamaktan
nasıl korkup geri çekildiğini,
en temel haklarını bile savunamaz bir hale getirildiğini

size binlerce kanıt ile anlatabilecek kişiyim.

Ama bu,
bir televizyon kanalındaki bir haber programında,
çok kısa süreli bir canlı yayında anlatılabilecek bir şey değil.

Son yıllarda Türklerin arasından
değerli kalemlerin bu gerçekleri yazıp anlatmak cesaretini sergilediğini de görüyorum.

Türkiye’de özellikle soysal medya ve bloglar üzerinden yayınlanan
gerçekten çok kaliteli,
büyük emek ürünü ve tarihi kanıtlara, vesikalara dayanan içerikler var.

Gerçek Türkiye’yi ve
gerçek Türkiye’nin

neden bu halde olduğunu öğrenmek isteyen Almanlar,

bu yayınları incelemeliler.

Bana bu söz hakkını verdiğiniz ve
Alman toplumunu doğru bilgilendirmeme aracılık ettiğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.”


* Çeviri: Birgül Yayman erdener.


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2030977 ziyaretçi (4454659 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol