Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  ÜLKENİN EKONOMİK İŞGALİ -YABANCI BANKALAR.= UYGULANMIŞ ÇARE
 

TÜRKİYEDE  BANKACILIK

YABANCI BANKALARA SATIŞ

KREDİYLE EV ALMA

İŞİN SONU 

ABD  DEKİ  

EMLAK KRİZİNE 

GİDİŞMİ



OKUYUP

BÜYÜK RESMİ

GELECEĞİ 

GÖRÜN.





“Küresel Çete”nin baş aktörlerinden, 

Baron M.A. Rothschild’ın söylediği şu sözü her zaman tüylerim ürpererek hatırlarım:


*** Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, 

yasaları kimin yaptığı umurumda deği
l
.***
 


bankaların yabancıların eline geçmesi 



BANKALARIN YABANCILARIN ELİNE GEÇMESİ

NEDEN TEHLİKELİDİR?


Avrupa Birliği’nin ve Amerika’nın dev şirketleri,
mal ve sermaye akımları yoluyla,

***küreselleşme kılıfı altında 
dünya çapında bir işgal gerçekleştiriyor.*** 

Bu işgalin ilk hedeflerinden biri,
az gelişmiş -daha doğrusu gelişmesi engellenmiş-
ülkelerin bankacılık sektörü.

Bir iktisatçımız, Yaman Törüner,
bir yazısında (14.2.2005)
bu sızmayı şöyle dile getiriyordu: 

“Dünyada birçok ülkede ulusal banka kalmadı.
Küreselleşme ilk örneklerini bu sektörde veriyor.

Meksika'nın bile bankalarının % 95'i yabancıların eline geçti.

Romanya'da, Endonezya'da neredeyse ulusal banka yok.

Ulusal bankacılığın yok olması,
giderek ulusal sermayenin de yok olması sonucunu doğurabilir.”

 Y. Törüner’in verdiği rakamları bugün yenileriyle destekleyebiliriz. 

T.C. Merkez Bankası’nın Mayıs 2007 tarihli
Finansal İstikrar Raporu’na göre
bankacılık sektöründeki yabancı paylarının gözleminden şu çarpıcı bulgulara ulaşılıyor: 


Avrupa’da Bankacılıkta yabancı payı en düşük ülke

***Hollanda’dır: 
%2.3 (Hollanda başka ülkelerde kendi payını artırmaktan geri durmuyor; son bir örnek,

Türkiye’de Oyakbank’ı satın alması oldu).

İsveç, İtalya, Almanya, İspanya ve Fransa’da yabancı payı

%9 ile %12 arasındadır.

Sadece Avusturya ve Danimarka’da %20 civarına yükselmektedir.

Bunların hepsi düşük ve makul oranlardır.

Buna karşılık eski sosyalist,
sonradan kapitalist ve
piyasa ekonomili ülkelerde

bankacılık hemen bütünüyle yabancıların eline geçmiştir.

Öyle ki yabancılaşma oranı
Polonya’da yüzde 67.1,
Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 74.8,
Slovak’ya da yüzde 97.4 gibi inanılmaz boyutlardadır.

Bütün bu ülkeler
Türkiye gibi IMF’nin boyunduruğu altına girmiş,
IMF reçetelerini uygulayan,
kısacası Batı’nın
“merdiveni itme”
politikasına maruz kalan ya da izin veren ülkelerdir.

Bütün veriler şunu göstermektedir ki

günümüzde zengin kapitalist ülkelerden
çevre ülkelerine doğru

küresel ölçekte bir saldırı,

adeta bir ekonomik işgal gerçekleştirilmektedir.

Aynı saldırıyı 1980’lerden bu yana kendi yurdumuzda,

Türkiye’de de yaşıyoruz.
Türkiye’nin yönetiminin,

A.K.P. gibi kuruluş şartları şüpheli bir partiye teslim edildiği

2002 sonundan bu yana saldırı tam bir işgal şeklini almıştır.

Bir iktisatçımız, Abdurrahman Yıldırım olup biteni şöyle yorumluyor: “Üzerine 2001 krizi ve küreselleşmenin hızlanması binince bankalar bir bir satılmaya başladı. Yerlilerden hiçbir alıcı yok. Giden, yabancıya gidiyor. En son olarak, askerin de bağlantılı olduğu bir bankanın da yabancıya satılması;  yerli sermayenin bankacılıkta kalamayacağının, bu sektörde gelecek görmediğinin, küresel sermaye ile rekabet edemeyeceğinin ve bankacılıktan elini eteğini çekeceğinin tescili gibi oldu.”

Genel olarak Türkiye küresel rekabet koşullarında temel ve kritik sektörlerdeki hâkimiyetini giderek yitiriyor, çünkü bu sektörlerde yabancıların payı hızla yükseliyor. Finans sektöründe yabancılaşma, kendini ilk olarak borsada gösterdi. 2002 yılından önce yüzde 40’ın altında olan yabancı payı, 2006 yılı sonunda yüzde 65’i buldu. Merkezî Kayıt Kuruluşu verilerine göre İMKB’de yabancı yatırımcıların borsadaki payı Mayıs 2007 itibariyle yüzde 71’e tırmanmış vaziyette.

Bankacılık sektörüne gelince, Oyakbank’ın 2.7 milyar dolara yabancıya satılmasıyla yabancı payı yüzde 40’ı geçmiş bulunuyor. Eğer özel finans kurumları da katılırsa, bu pay yüzde 50’yi aşmakta. 2002’den önce bankalarımızda yabancı hissesi yalnızca %10’un altındaydı!... İşte bu, halkımızın yüzde 47’sinin destek verdiği A.K.P.’nin büyük başarılarından (!) biri.

Öykü bununla bitmiyor tabii; çünkü yabancıya herhangi bir tesis satışı ile, bir bankanın yabancıya devredilmesi aynı anlama gelmez. Bu sebepledir ki banka satışları diğer şirket satışları gibi serbest olmayıp BDDK’nin iznine tabidir. Geçen yıl BDDK Başkanı, bankaların yabancıya satışına, “içi yanarak, üzülerek” izin verdiğini söylemişti. Acaba neden içi yanıyor, neden üzülüyordu?  Çünkü bankaları yabancıya satmanın topluma getirdiği ağır maliyetler, çok önemli sakıncalar var.

“Küresel Çete”nin baş aktörlerinden, Baron M.A. Rothschild’ın söylediği şu sözü her zaman tüylerim ürpererek hatırlarım: Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, yasaları kimin yaptığı umurumda değil. Yabancı sermayenin finans sektörüne ilgisi, herhalde bu nedenle büyük olmalı. Kemal Derviş bile hükümette iken, “ülkenin finans sisteminin yabancıların eline geçmesini arzulamadıklarını” söylemişti. Oysa bugün, -yine kendisi ve zihniyeti sayesinde- nerdeyse geçmek üzeredir.

Ulusal bankaları yabancılara satmanın maliyetleri nelerdir? Bankacılık sektöründeki yabancılaşmaya karşı, neden diğer sektörlerde olduğundan daha şiddetli itirazlar yükseliyor?  Bankacılık sektörünün yabancıların eline geçmesi neden tehlikelidir? Bunlar üzerinde Türkiye’de sistemli bir bilgiye ulaşmak zor. Ben bu boşluğu bir ölçüde gidermek amacıyla, belgesel bir gözlem çerçevesinde hızlı bir araştırma yaptım. Bu sakıncaları en önemlilerinden başlayarak aşağıda açıklıyorum.

1) Yabancıya Banka Satışı Merdiveni İtme Stratejisinin Bir Uygulamasıdır

Emperyalist Batı genel olarak, gelişmelerini engellemek için Türkiye gibi ülkelere “merdiveni itme” politikası uygular. Serbest ticaret, özelleştirmeler, yabancı sermaye girişi, banka satışları,… bu genel politikanın birer aracıdır. Başka bir deyişle bir ülke; bankalarını -IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşların baskısıyla- yabancılara, dev ulus ötesi şirketlere sattığı zaman, Emperyalist Batı’ya merdiveni itme stratejisini uygulama fırsatı vermiş oluyor. Bundan dolayıdır ki, yani böyle haince bir politikaya geçit verdiği içindir ki banka satışı sakıncalıdır. Başka bir deyişle sanayileşmiş ülkeler kendi bankacılık sektörüne yabancı girişini düşük düzeyde tutarken, bizim gibi ülkelere tam tersini yaptırmaktadır (Yukarda Hollanda örneğine bakınız). Kısacası “merdiveni itme” stratejisi uygulamaktadır. Bu sebeple Batı’nın dediğine değil, daima fiilen yaptığına bakmak gerekir. Kendileri yabancı paylarını hangi düzeyde tutuyorsa, yoksul çevre ülkeleri de o oranı esas almalıdır.  Euro kapsamındaki ülkelerde bankacılıktaki yabancı payı sadece yüzde 16’dır. Avrupa Birliği’nde ortalama olarak yüzde 20’dir. Türkiye’de de bu civarda tutmalıdır. Ancak ne yazık ki şimdiden %40’ı geçmiş bulunmaktadır.

2) Banka Satışıyla Ekonomi Yabancıların Kontrolüne Geçer

Türkiye’de Oyakbank’ın da Hollanda sermayeli ING Bank'a satılmasıyla, bankacılık sektöründe yabancı payı yüzde 42'ye yükselmiş bulunuyor. Satışa çıkarılan diğer bankaların da (Ziraat Bankası’nın tamamı ile Halkbank ve Vakıfbank’ın yüzde 51’inin de) yabancıların eline geçmesi durumunda, sektördeki yabancı sermaye oranı yüzde 80’in üzerine, kontrol oranı yüzde 90’lar üzerine çıkacaktır. Oysa gelişmiş AB ülkelerinde -yukarda gördük- bu oran hayli düşüktür.  Hiçbir Avrupa ülkesinde “yabancı sermaye oranı” yüzde 20’nin üzerinde değildir. Yabancı payının yüksek olduğu ülkeler, IMF’nin Avrupa ve Amerika kıtasındaki geçmişte ve bugün “işbirliği” yaptığı daha doğrusu denetimi altına aldığı ülkelerdir.

Türkiye’deki oranın -A. Yıldırım’ın vurguladığı gibi- yüzde 50'nin altında olduğuna bakarak sektörde yabancı sermayenin değil, yerli sermayenin hâkim olduğu sanılabilir. Oysa durum pek öyle değil; neden? Açıklıyorum:

-Birincisi, 5 yıl gibi çok kısa bir süre içinde yabancı payı yüzde 8 gibi çok düşük bir orandan yüzde 40’ın üzerine tırmanmış bulunuyor.

-İkincisi, mevduat toplamaya yetkili 33 bankadan -üç kamu bankası hariç tutulursa- 19'u yabancı sermayeli, sadece 11'i yerli sermayelidir. 10 büyük banka arasında -kamu bankaları hariç tutulursa- yabancı sermayenin nüfuz etmediği, sadece tek bir banka kalmış bulunuyor. Diğer altı bankaya yabancı sermaye ya hâkimdir ya da Akbank örneğinde olduğu gibi “yönetici hissedar” durumundadır. Yabancılaşma süreci birkaç yıl önce başladığına göre, yabancı payının daha da artmasını beklemek yanlış olmayacaktır. Sürecin bu aşamadan sonra tersine dönmesi de çok zordur (A. Yıldırım, Sabah, 20.6.2007). Kamunun elinde kalan üç bankanın (Halk Bankası, Vakıflar Bankası, Ziraat Bankası) halka açılmaları ve özelleştirilmeleri, bankacılık sektöründeki yabancı hâkimiyetini pekiştirme açısından belirleyici olacaktır. Çünkü bunlar da çok büyük olasılıkla yabancılar tarafından satın alınacaktır.

Öyleyse yakın gelecekte -Kemal Unakıtan da, “hikmetinden sual sorulmaz”  halkımızın oylarıyla bir dört yıl daha makamında kalacağına göre- bankacılığımızın tamamen yabancıların (ulus ötesi şirketlerin) eline geçmesine kesin gözüyle bakabiliriz. Peki, bu ne demek? Bankacılık sisteminin yabancıların eline geçmesi ne anlama geliyor?

Yanıt kısa ve basit: Sadece bankacılık sektörümüz değil, tarımı ile, sanayi ile, diğer hizmet sektörleri ile bütün bir Türk ekonomisi yabancıların kontrolü altına girmektedir. Daha somut bir anlatımla, Türk bankalarına 20-25 milyar dolar yatıran yabancı sermaye, Türk halkının trilyon dolarlık aktifini kontrol edecek bir konuma gelmiş olmaktadır. Çünkü bankaların kredi verdiği reel sektör şirketlerinin kaderi yabancıların eline geçmiş oluyor. Finans sektöründe hâkimiyeti ele geçiren yabancı sermaye, ekonomide hangi sektörün öne çıkartılacağı, hangi sektörün ihmal ve tasfiye edileceği konusunda söz sahibi oluyor. Bu hâkimiyet aynı zamanda para piyasaları (kısa vadeli fonlar) ile iç borç sisteminin de yabancı bankaların denetimine geçmesi anlamına geliyor. Türkiye’de gidiş ne yazık ki bu yöndedir. Bu aynı zamanda bir millî politika oluşturulmasının da artık imkânsız hale gelmesi demektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük talihsizliği olan A.K.P. sayesinde ekonomimiz böylesine tehlikeli bir noktaya sürüklenmiş bulunmaktadır.

3) Türkiye Hakkındaki Gizli Bilgiler Yabancı Güçlerin Eline Geçer

Bankalarda ülkenin reel sektörü (tarımı, sanayii, hizmet sektörü), şirketleri, hanehalkları ve bireyleri hakkında önemli bilgiler vardır. Bu bilgiler sayesinde kimin ne kadar geliri olduğu, harcamaları, servet miktarı ve bileşimi, kişilerin ve kurumların finansal varlık profili kolayca öğrenilir. Ulusal bankalar yabancılara satılınca, bunları ele geçiren küresel sermaye söz konusu stratejik bilgilere de ulaşmış olacaktır. Bu bilgileri, ekonomik ve ticarî, hatta siyasî amaçlarla, her türlü işlerini yürütürken, başka şirketleri satın alırken,  Türkiye hakkında strateji oluştururken, onun aleyhine kullanabileceklerdir. İsterlerse başka odaklara da -bunlar Türkiye hakkında düşmanca niyet ve planlara sahip kişi ya da kuruluşlar da olabilir- aktarabileceklerdir

4) Yabancılaşma Bütün Ekonomiye Yayılır

Bankaların yanı sıra, aracı kurumların, sigorta ve “leasing” sektörünün de -kısacası finansal sektörün de- ağırlıklı olarak yabancı veya küresel sermayeli bir karakter kazandığını varsayalım. Bu özellik hızla ekonominin diğer sektörlerine de bulaşacaktır. Finansal sektörle ilişkisi olan her alanı ve herkesi etkisi altına alacaktır. Özetle finansal sektörde başlayan yabancılaşma, kendini diğer sektörlerde ve bütün ekonomide gösterecektir. Ekonomi kendi öz dinamiğinden yoksun kalacaktır. Bu yalnız ulusal değil, aynı zamanda evrensel boyutta bir kayıptır.

5)Yabancı Bankalar Ulusal Politikaları Engeller

Finans sektörü bir ülkenin siyasetini önemli ölçüde etkiler. Bu çerçevede bankalar lobi oluşturmakta etkin ve başarılı işletmelerdir. Yabancılaştıkları ölçüde ulusal politika uygulanmasına kayıtsız, hattâ karşı olacaklardır. Hele bunlar bir de ulus-ötesi şirketler ise!

Bankalar siyaseti etkilemek ve istedikleri zemini oluşturmak için medyaya el atarlar. Dolayısıyla çoğu yabancı banka medyada etkilidir. Bu yoldan piyasa koşullarını ve beklentilerini kendi lehlerine oluşturmaya çalışırlar. Yabancı kuruluşlarla işbirliği yaparlar (Örnek: Soros’un Açık Toplum Enstitüsü). Bulundukları ülkenin, örneğin Türkiye’nin iç ve dış politikasında belirleyici olurlar. Tabii, bu belirleyicilikte çok yüksek olasılıkla Türkiye’nin çıkarları değil, yabancı güçlerin (ülke ve şirketlerin) çıkarları ön planda olacaktır.

6) Yabancı Sermayeli Bankalar Ulusal Şirketleri Dışlar

Yabancı sermayeli bankaların, ulusal olanı dışlama sakıncasını örnek vererek açıklayalım.

i)Bankacılık sektörüne yabancılar tarafından el konulan eski sosyalist, bugün piyasa ekonomili ülkelerin müteahhitleri; uluslararası ihalelerde kendi ülkelerindeki “yabancı” bankalardan teminat mektubu ve kredi talep ettikleri zaman, yabancı rakiplerinin tercih edildiğini söylemekte, kendi öz ülkelerinde yabancı muamelesi gördüklerinden şikâyet etmektedir (U. Söylemez).

ii)Temmuz 2005… Türk Müteahhitler Birliği Başkanı yakınıyor: “Bankalarımız yabancı sermayenin eline geçtikçe, müteahhitlik sektörü olarak yabancı sermayeli bankalardan, bırakınız kredi almayı, teminat mektubu almakta bile zorlanıyoruz. Eskiden yurtdışında yarıştığımız rakiplerle artık kendi vatanımızda, Türkiye’de de yarışmak durumunda kalıyoruz. Kendi ulusal bankalarımızdan aldığımız teminat mektuplarını yurtdışındaki muhataplarımız kabul etmiyor. Yabancı bankalardan yüksek komisyonlarla teminat mektubu bulmaya çalışıyoruz.” Başkan, bir diğer konuşmasında ise şunları söylüyordu:  “Bankacılık sektöründe yabancı sermaye oranının artması, hem iç hem de dış müteahhitlikteki rekabet gücümüzü olumsuz etkileyecek ciddi bir risk kaynağıdır. Gelişmiş ülkelerin bankacılık sektöründe yabancı sermaye oranı yüzde 5 dolayındadır. Türkiye’de 2004’te yüzde 2.3 olan bu oran 2006’da yüzde 30’u aşmış bulunuyordu (2007’de yüzde 42, cd). Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde bankaların yabancıların eline geçmesinin ardından yerel inşaat firmaları, Avrupalı firmaların ezici rekabeti karşısında birer birer yabancıların eline geçmiş bulunmaktadır. Daha önce firma patronu olanlar, yabancı firmaların taşeronluğuna dönüşmüştür.”

Bu neden böyledir? Bir açıklama şöyle: Yabancı veya küresel sermayeli hale gelmesi, bankaların davranışlarını değiştirir. Verdiği hizmetleri ve bunun karşılığında aldığı komisyonları farklılaştırır. O zaman bankalar yeni maliyetleri hizmetlerine yansıtır. Hazine kâğıtlarına yatırım yerine, kredi vermeyi ön plana çıkarabilirler. Daha risk temelli bir tavır ortaya koyarlar. Bunları yaparken de mevcut müşterilerine yönelik davranışları yabancılaşır (A. Yıldırım, Sabah, 22.6.2007).  “En iyiler”e odaklanır, “kredi riski” yüksek olan şirketleri göz ardı ederler.

7)Yabancı Bankalar KOBİ’lere Hizmet Vermekten Kaçınır

Türkiye’de KOBİ niteliğindeki firmaların yabancı bankaların uluslararası ölçekteki bilanço değerleme ve teminat taleplerine cevap verecek kredi yeterliliğini sağlamaları neredeyse imkânsızdır; kayıt dışı ekonomi, yerel özellikler, moralite faktörleri gibi sebepler yüzünden. Yabancı bankalar gittikleri ülkelerde en güçlü, en büyük firmalarla çalışmayı tercih ederler; bunların dışında kalan KOBİ’leri ve yerel üreticileri desteklemekte ise gönülsüz davranırlar. Satın aldıkları hazır pazar payları ve müşteri portföyleri ile kredi kartı, tüketici kredileri gibi nispeten kolay ve daha az riskli alanları tercih ederler (U. Söylemez).

8) Milli Kaynaklar Yabancı Ülkelere Akar

Yabancı sermayeli bankalar millî kaynakları ülke dışına aktarırlar. Bu etkinin üç yönü vardır: Kâr transferi, kredilendirme ve cari açık.

a)Kâr Transferi: Yabancı bankalar kazandıkları yüksek gelirleri, genellikle dövize çevirerek yurt dışına transfer ederler.  Bu, ülke dışına kaynak çıkışı demektir. Böylece, zaten dış borç faizi için kaynak kaybederken, buna bir de bankaların kâr transferleri eklenmiş oluyor.

Türkiye’de en yüksek faizi yabancı bankalar alıyor.  Örneğin banka ve kredi kartları için yasal faiz olarak yüzde 96, gecikme faizi olarak yüzde 106 oranını uyguluyorlar. Buna karşılık örneğin Ziraat Bankası bu oranların ancak yarısı kadar faiz alıyor.

b)Kredilendirme: Banka satışıyla, kredilendirme imkânı yabancıların eline geçer. Bu sakıncayı Yaman Törüner bir yazısında şöyle açıklıyor:  Bir ülkede hâkimiyet yabancıların eline geçince, kredilendirme olanağı da yabancıların eline geçmiş olur. Bu durumda, o ekonominin tasarrufları başka bir ülkenin ekonomisinin geliştirilmesinde kullanılacaktır. Bu nedenle -gelişmekte olanlar hariç- hemen her ülke bankacılıkta yabancı sermayeyi iki açıdan sınırlandırmıştır:

-Genel bankacılığa yabancıların hâkimiyeti açısından,

-Kullandırılan kredilerin başka ülkelere kaydırılması açısından.

Törüner şöyle devam ediyor: Doğal olarak, işe hisse oranı değil, banka hâkimiyeti olarak bakmak gerekir. Örneğin, Rusya'da bile yabancı bankalar, ulusal bankaların % 25'ini geçemiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde bu konuda eyaletler arası sınırlamalar vardır. Her banka her eyalette istediği gibi şube açamıyor ve kredi kullandıramıyor.

c)Cari Açık: Yabancıların yurt içinde üretilen gelir ya da tasarrufu kendi merkezlerine aktarması, cari açığı olumsuz etkiler. Yabancılar bugün banka almak için para getirir, cari açık kapanır. Ancak yarın, aynı yabancılar kâr transfer ederek cari açığın daha çok artmasına sebep olurlar.

9) Bankacılık Döviz Geliri Sağlamaz

Türkiye’ye gelen yabancı sermaye "gelirin yurt içinde yaratıldığı" dört sektörde yoğunlaşma eğilimi göstermektedir. Bu sektörler toptan ve perakende ticaret, elektrik üretim ve dağıtımı, telekom - iletişim ile bankacılık sektörüdür. Vurgulayalım ki bu sektörlerin ortak özelliği, yaratılan gelirin ya da tasarrufların yurtiçinde yaratılıyor olmasıdır. Dolayısiyle bankacılıkta dış âlemden sağlanan ihracat geliri yoktur. Yapı böyle oldukça yabancılar yurtiçinde üretilen gelir ya da tasarrufu kendi merkezlerine aktaracaktır. Bu da -yukarda belirttiğim gibi- cari açığı olumsuz etkileyecektir.

10)Yabancı Banka Kriz Çıkınca Kaçar, Mevcut Krizi Büyütür

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bir tehlike de şudur: Reel sektöre giren bir yabancı yatırımcı -ilke olarak- fabrika binasını ya da makineleri söküp dışarı götüremez (bununla birlikte unutmayalım, tesisin tapusu artık onundur; tapuyu cebine atıp götürür). Ancak bankacılıkta durum farklıdır: Bir bankanın yükümlülükleri yerli mevduat sahiplerine karşıdır. Varlıkları ise yabancı ülkelerde olabilir. Küreselleşme süreciyle sermaye öyle akışkan bir hale gelmiştir ki artık kontrol edilemiyor. Bir kriz dönemine girilince, yabancı banka yükümlülüklerini ülke halkının sırtına yıkıp yurt dışına kaçabilir. Banka elindeki mevduatı dövize çevirip dışarıya transfer eder. Varlıklarını, dışarıda oldukları için, kurtarmış olur.

Somut örnek: 2001 krizinden önce Arjantin’de yabancı bankalar devalüasyon kokusunu alınca dışarıya 30 milyar dolar transfer etti. Bu transfer krizi daha da hızlandırdı, devalüasyon getirdi, krizi büyüttü. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş bu sakınca ile ilgili olarak şöyle diyor:  “Tüm bankaların yabancılar tarafından satın alınmasını doğru bulmuyorum. Türk sermayesi de bu alanda güçlü olarak kalmalı. Çünkü bankacılık çok hassas bir sektör… Özellikle bir kriz anında, bir olumsuzluk anında çoğunluğunu Türk sermayesinin tuttuğu bankanın bulunması bence önemlidir. Hiçbir toplum, finans sektörünün tümüyle yabancı sermayeye gitmesini kabul etmez. Bizim de kabul etmememiz gerekir.”

11) Bankacılık Sistemi Oligopole Dönüşebilir

Yabancı bankaların, bulundukları ülkeyi siyasî ve ekonomik krizler öncesinde ve sırasında terk etme riski vardır. Bu risk finansal aracılık hizmetlerinde şok düşüşlere yol açar.  Artan rekabet, yerlileri aşırı riskli alanlara iter. Yabancı rekabetin şiddetlenmesi ile yerliler sektör dışına itilir. Bankacılık sistemi tam bir “oligopol”e dönüşür.

12) Yabancı Bankalar Borçlanma Eğilimini Artırır

Yabancı sermayeli bankalar bireyleri daha fazla borçlanmaya iter. Ana sermayedar yabancı olduğu için bankaların yurtdışı borçlanmaları bundan olumlu etkilenir. Banka riski veya “rating”i yurtdışındaki ana banka ile eşitlenir. Daha ekonomik koşullarda ve büyük ölçekli kaynak bulabilirler. Bunu da yurt içinde kredi olarak kullandırırlar. Sonuçta, bireyler ve hanehalkı daha fazla borçlanma imkânına kavuşacaktır. Bu uzun vadede olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

13) Diğer Olumsuz Etkiler

Bankacılıkta ve finansta sermaye küreseldir. Bu özellik sadece bankacılıkta değil, bütün ekonomide iş yapma şekil ve kurallarına küresel nitelik kazandırır. Söz konusu değişim ekonomiyi ve devleti yönetenlerden, şirketlere, vakıflara, derneklere, hane halkına ve bireylere kadar herkesi etkisi altına alır. Tabiatıyla bu da yeni ve tahminî önceden zor olan başka olumsuz etkiler yaratabilecektir (A.Yıldırım, Sabah, 22.6.2007).

***

Görüldüğü gibi bankacılık sektörünün yabancılaşmasının ekonomi üzerinde pek çok olumsuz etkisi vardır. Bunlardan bazıları asla mazur görülmeyecek derecede önemli ve hayatidir. Dolayısiyle Kemal Unakıtan usulü banka satışlarına derhal son verilmesi gerekir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Bankacılıkta sınırsız-kontrolsüz-denetimsiz bir yabancılaşma sürecine kesinlikle hayır! Yabancı payına bir sınır çizilmelidir. Kanı’mca Türkiye bir ölçüt olarak AB ortalamasını alabilir ki bu oran yüzde 20’dir. Bunun üzerinde yabancı sermayeye izin verilmemelidir. Rusya’da sınır yüzde 25’dir.

Yabancı bankaların ülkemize girişi kesinlikle kontrol altına alınmalıdır. Kredilerin büyük kısmının yurt dışına kaydırılması kesinlikle önlenmelidir.

 

 

Türkiye`de Türk bayraklı banka kalmayacak


Önümüzdeki dönemde devlet bankası Ziraat dışında Türk bayraklı banka kalmayacağını söyleyen Global Yatırım Holding Başkanı Mehmet Kutman, `Bir bankanın bilançosu hangi ülkede olursa olsun 250-300 milyar







Önümüzdeki dönemde devlet bankası Ziraat dışında Türk bayraklı banka kalmayacağını söyleyen Global Yatırım Holding Başkanı Mehmet Kutman, `Bir bankanın bilançosu hangi ülkede olursa olsun 250-300 milyar doların altında oldu mu ciddi problem yaratır. Gönül isterdi ki Türk bankaları birleşsin, bir dev banka çıksın. Ama olmadı. O olmadığı için de tek tek yabancı bankalara geçecekler` dedi.
Finans sektöründe bilanço büyüklüğünün çok önemli olduğunu bu yüzden önümüzdeki dönem Ziraat dışında Türk bayraklı banka kalmayacağını söyleyen Kutman, şöyle devam etti: `Buna `Hep Türk bayrağı taşıyacağız` diyenler de dahil. Kişisel görüşüm İş Bankası`nın ortaklığa gitmesi de çok iyi olur. Türkiye`de gönül isterdi ki bankalar birleşsin bir dev banka çıkartsın. Ama olmadı. O olmadığı için tek tek yabancı bankalara geçecekler ya da Akbank`ın yaptığı gibi (ki çok başarılı bir operasyondu) stratejik ortaklık yapacaklar. Yoksa ayakta kalma şansları yok.`
GLOBAL MENKUL`ÜN ŞANSI YOKTU: Global Menkul`ü rekabet şansı kalmadığı için sattıklarını söyleyen Kutman şöyle konuştu: `Yatırım bankaları Merrly Lynch, Morgan Stanley gibi devler, şirketlere bir yandan `halka arzınızı yapalım` diyorlar, diğer yandan `bir milyar dolar kredi verelim` diyorlar. Sizin bununla rekabet şansınız yok ki. Global Menkul Değerler`in de bu piyasada rekabet etme şansı yoktu.` Kutman, Kuşadası`nda bulunan Adnan Menderes Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu`nun binasının yapımı için düzenlenen imza töreni için geldiği Kuşadası`nda gazetecilerle düzenlediği sohbet toplantısında kendisine ve ortaklarına yönlendirilen eleştirileri yanıtladı:
GALATAPORT`A 8.7 MİLYON $ HARCADIK: Galataport için `ihale yeniden açılırsa tabii gene gireceğim` diyen Kutman şöyle konuştu: `O dönem sismik araştırma yaptırdık, dalgıçlar girdi dip taraması ve deprem testleri yapıldı. 8.7 milyon dolar ön araştırma için para harcadık. 9 koli evrak verdik. Ve o evrakları geri alamıyoruz. İhaleye tekrar Royal Caribbean ile birlikte gireceğimiz belli değil. Şirket Ofer`in falan değil. En büyük ortak Norveçli bir armatör. Öyle bir şirketi tekrar ikna etmek çok zor.
İSTANBUL`A BİR GALATAPORT YETMEZMehmet Kutman, İstanbul`a sadece Galataport`tun yetmeyeceğini iddia ederek şunları söyledi: `Galataport 2 gemi alır. Oyasa ki, yüksek sezonda İstanbul`a en az 5-6 geminin gelmesi gerekiyor. Avrupa yakasında bir kuruvaziyer limanı daha gerekiyor.`
Ofer`i Koç`un açıklamaları üzdü
Mehmet Kutman, Ofer`i bazı işadamlarımızın açıklamaların üzdüğünü belirterek şunları söyledi: `Sami Ofer`in kara gözlüklü resmi toplumda bir tepki oluştu. Ama Ofer 1950`lerden beri Türkiye`ye büyük katkılar sağlıyor. 100 binin üzerinde Türk yanında çalışmış. Gemilerinde hala çalışan binlerce Türk var. Dünyanın en büyük armatörü. Türkiye`yi de bu kadar seven bir insanı gücendirip yazın buraya teknesiyle gelmeyipYunanistan`a gitmesi beni çok üzdü. Bu adamın Türkiye`den asla bir beklentisi olamaz. Normal işini yatırımını yapıyor. En çok da bazı iş adamlarımızın (Rahmi Koç) söylediği laflar onu çok üzdü. Bazı laflar toparlanmaz. Böyle insanların Türkiye`ye gelmesi Türkiye için her alanda katkı yapar. Bu insanların çevreleri çok geniş. Bu insanlara Türkiye`nin AB`de uluslararası ekonomide her konuda dost olarak ihtiyacı var. Her forumda Türkiye`yi destekleyen insanlar bunlar ama artık yatırım yapması çok zor.`
LİMANA 20 MİLYON $ YATIRIM YAPTIK
Kuşadası Limanı`yla ilgili uzun dava sürecinin tamamlandığını söyleyen Mehmet Kutman, limana ilişkin şu bilgiyi verdi: `Limana yaklaşık 20 milyon dolarlık yatırım yaptık. Limanı aldığımızda sefer sayısı 200`lerdeydi şimdi 450`ye, yolcu adedi ise 200 binden 400 bini geçti. Akdenizde aralarında Venedik`in de bulunduğu 2-3 liman gelip inceledi. Buradaki sistemi kendi limanlarına adapte edmek istediler.
300 MİLYON $`LIK TATİL KÖYÜKuşadası Tatil Köyü içinse 250-300 milyon dolarlık yatırım yapılacak. Böylece Kuşadası`na toplam 350 milyon dolar civarında bir yatırım planlıyoruz. Beş yıldızlı bin yataklı bir tatil köyü yapacağız. Ayrıca 200 tekne kapasiteli marina da olacak. Türkiye`de olmayan markalar, konseptler getirilecek. Yüksek gelir düzeyi olan turistlere hizmet etmeyi planlıyoruz.`
TÜPRAŞ hissesi alanların sicil kaydı İMKB`de var
Mehmet Kutman İdari Mahkeme`nin iptal ettiği ve Özelleştirme İdaresi`nin (ÖİB) geri istediği Tüpraş`ın yüzde 14.76 hissesin hangi fonlarda olduğunu İMKB`nin bildiğini söyledi. Bu hisselerin satışı yapılmadan önce borsanın kendilerinden hisse alanların sicil kayıtlarına kadar tüm belgeleri istediğini belirten Kutman, `Bütün kayıtlar borsada mevcut. ÖİB`nin bize gönderdiği yazı hisseleri geri verin demiyor, gereğini yapın diyor. Biz de alıcılara aynı hukuki prosesi avukatlar aracılığıyla gönderdik. Biz aracıyız elçiye zeval olmaz` dedi.
HİSSELER GERİ VERİLMEZ: `ÖİB`nin satışını yaptığı 21 şirketin mahkeme kararı ile geri iadesi gerekiyor` diyen Kutman, `Bunun içinde hisse satışları da var. Tüpraş`ta da durum aynı. Ama hiç biri imkan olmadığı için yapılamıyor. Mahkeme süreci devam ediyor ancak bizim görüşümüz hisselerin geri verilmeyececeği yönünde` şeklinde konuştu.
Kutman, Tüpraş hisselerin satışı ile ilgili Petrol İş Sendikası avukatının bu olayda insider yaşındığıyla ilgili savcılığa ve üst mahkemeye gittiğini ancak her ikisinin de reddedildiğini de söyleyerek şunları kaydetti: `Bu konuda da aklandık. Avukat özelleştirme yapılacağını bir tek biz biliyormuşuz gibi bir iddia ile dava açmıştı.Savcılık bunu reddetti. Konu Danıştay`da şu anda esastan inceleniyor. Tüpraş`ın Koç`a satışında da durum aynı. Ayrıca bizim muhatabımız ÖİB değil bize malları satan İş Bankası.`
Enerjide rekabetçi piyasa 5 yıl sonra
ENERJİ sektöründe rekabetçi ortamın mutlaka doğacağını söyleyen Kutman, ancak bu sektörde liberal bir piyasanın oluşmasının 5 yıldan önce olmayacağını belirterek şöyle devam etti: `Enerji sektöründe 11 il ve 7 bölgenin gaz dağıtım işlerini aldık. Bu illerden 5`inde gaz veriliyor. Bu alanda daha da büyümeyi düşünüyoruz. Türkiye`de gaz dağıtım alanında bir numaralı şirket olduk. Stratejimiz bulunduğumuz bölgelerde enerjinin tüm dallarına girmek. Ciddi rakipler var.`
Sefer Yüksel/ Kuşadası


EV KREDİSİ ALACAKLAR DİKKAT.
 











“Kira öder gibi ödüyorsunuz
ama 
kendi evinizin sahibi oluyorsunuz”
 




yalanıyla mortgage kredi sistemini pazarlayan
bankacıların,
pazarlamacıların ve 
televizyoncuların 
kabirde kemikleri sızlayacak. 



“Küresel Çete”nin baş aktörlerinden, 
Baron M.A. Rothschild’ın söylediği şu sözü her zaman tüylerim ürpererek hatırlarım:


 Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, yasaları kimin yaptığı umurumda değil. 
bankaların yabancıların eline geçmesi 
neden tehlikelidir?





Bu öyle büyük bir yalan ve 
öyle bir büyük bir zulümkü ancak 
Amerikada morgıç krizlerini 
2-3 defa yaşamış ve 
dibin dibini görmüş insanlar 
size neler çektiklerini gerçekten anlatabilir. 

Bu balonlardan 
sadece 2008 yılında yaşananını 
Amerika’da birebir görmüş birisi olarak
bu yazıyı okuyan sizlere avazı çıktığınca, 

“mortgage almayın 
ve
tanıdığınız kimseye 

aldırmayın”


diyorum.
Mortgage öyle bir zulüm sistemidirki,

sizin alacağınız morgıçlardan 
sadece siz değil, 

çocuklarınız hatta torunlarınız zarar görecek. 


Nasıl mı? 
Adım adım yazıyorum,

lütfen sevdiklerinizle paylaşın.

1- Cebinde peşin parası olmayan kişilere 
çok az bir garanti ile 5 yıllık morgıç verecekler. 

100 bin TL’lik evi, 
morgıç faizi ile birlikte 150 bin TL olarak 
bankaya ödeyecek. 

Türkiye için bu tarih 2005 yılı idi.

2- Bankanın gücüyle ev alan kişiler
sınırlı arza karşı 
cepleri güçlü bir şekilde geldikleri için 
evlerin fiyatları yükselmeye başlayacak.

3- Ev almak isteyen ve
cebinde parası olmayan kişiler 
bu sefer daha uzun süreli ve 
dolayısıyl alacaklrı eve göre 
daha düşük aylık ödemeli faiz almak isteyecek.
Bankalar bu talebi karşılamak için
8-10 yıllık morgıç verecekler.

4- 8-10 yıllık morgıç ile
yeni piyasa raici olan 150 bin TL’ye alınan evin 
geri ödemesi yaklaşık 250 bin TL olacak 

çünkü süre uzadıkça ödenecek faiz artacak.

5- 150 bin TL’ye ev satabilen müteahhit 
fiyatları 250 bin TL’ye yükseltecek.

6- Bu arada 100-150 bin TL’ye ev almışlar 
fiyatların yükseldiğini görünce gaza gelecek, 
evlerini satacaklar ve daha yüksek akçeli evlere girecekler. 
250 bin TL’lik evlerin albenisi ve yaşam komforu daha yüksek olacak ama

müteahhite maliyeti belki 30 belki 40 bin TL daha fazla mal olacak ama müteahhit
150 bin TL daha fazla kar ile satacaklar.

7- Üniversiteden mezun olmuş, 
yeni aile kurmuş gençler ev almak istediklerinde

yeni evlerin fiyatları artık 250 bin TL’den başlayacak. 

Bu kişiler de ev almak isteyecek ama
8-10 yıllık morgıçlar ile alamayacaklar. 

Bankalar bu kişilerin yeni doğan ihtiyaçlarını karşılamak için 
“yeni morgıç ürünleri” sunacak. 

Yaşasın 15 yıllık morgıç!!!

8- 250 bin TL’ye alanlar, 
15 yıllık morgıç faizleri 
için takriben 400 bin TL ödeyecek! 

Tabi bu fiyata topraktan giren kişi
proje bittiğinde evini 
300-350 bin TL’den satmak isteyecek.

9- Morgıç faizlerini sattıkça semiren ve

kârlılıklarını artıran Bankalar, 

milletten elde ettikleri kârlarla 
artık rahatlıkla 30 yıllık 
morgıç verebilecek para hacmine ulaşmış olacaklar.

Dolayısıyla bir sonraki adımda 
30 yıllık morgıç kredileri piyasaya salınacak.
Yani, normal şartlar altında
sabredip peşin parayla veya
kooperatifle eski düzende ev almak dururken,



insanlar kendi elleriyle
inanılmaz bir faiz batağı ve 
müthiş bir faiz yaratığı ortaya çıkaracak.


Bu morgıç faiz canavarı 
hortladıktan sonra artık 

hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.
1- Ev fiyatları nakit parayla
80-100 bin TL’ye alınabilecekken artık 
300-400 bin TL’den aşağıya alınamayacak.


2- Kira fiyatları 
ev fiyatlarını karşılayabilmek için
astronomik rakamlara çıkacak.


3- Birkaç ay morgıç ödeyemeyenler 
evlerini kaybedince, 
haraç mezaç evlerinin satıldığına şahit olacak,

---yani evinin 
morgıç balonuyla şişirilmiş değil 
gerçek değerini -- GÖRECEKLER

4- Bu işten tek kârlı çıkanlar 
bankalar, 
müteahhitler ve 
arazi sahipleri.


5- Sonunda masonların, 
illüminatinin veya 
siyonistlerin 

hayallerindeki 
***piramit faiz sistemi kurulacak.***


6- İşinizi sevmeseniz de 
işinizden ayrılamayacaksınız, 
1 ay dahi ödemeyi kaçırmamak için

çok afedersiniz “köpek” gibi çalışacaksınız,

bol bol “Mandıra Filozofu” izleyip,

keşke uzakta 
çok uzakta banliyöde kirada otursaydım da

bu mortgage işine 
girmeseydim 
diyeceksiniz.
Peki bu filmin sonunda ne olacak?

1- İlk ekonomik krizde, 
topluca işten çıkartılma durumu yaşandığı takdirde,

mortgage taksitlerini 
3-4 ay ödeyemeyen kişilerin 
evlerine
bankalar el koyacak.


2- İcra edilen evlerden dolayı 
emsal dairelerin fiyatları düşecek. 

Aynı binada 500 bin TL’ye ev almış kişiler,
diğer evlerin 300 bin TL’ye 

yedieminde satıldığını görmeye başlayınca, 
kendi dairelerinin raiçlerinin düştüğünü de görecek.

3- 500 bin TL’ye 
30 yıllık mortgage kredisi ile 
aldığı evin 
mortgage faiziyle birlikte 
karşılığı aslında 

1 milyon TL olduğu için, 

ödediğini kiraya sayıp


“ben battım” 

diyecek ve evi bankaya iade edecek.


4- Normalde sadece 
işten çıkartılmış kişilerin etkileneceği 
bir ekonomi krizi, 
totalde bütün toplumun etkileneceği 
bir faiz ve ekonomi krizi haline dönüşecek.
Üstte yazılı 4 madde
aynen 2008 yılında 
Amerika’da yaşanan 
mortgage krizinin temelini oluşturmaktadır.

Kaynak:
http://feedproxy.google.com/~r/sonofnights/~3/VSiNWPo_LRk/?utm_source=feedburner&utm_medium=email




Günümüzde Amerikanın dev imkanları nedeniyle 
bir şekilde toparlanma imkanlarını deneme şansı bulunurken  , gelişmekte olan  ülkeler için bu durum

TAM BİR YIKIM FELAKET OLABİLECEKTİR. 








Yiğit Bulut
yigitb@cnnturk.com.tr

Bu faizler ile asla borçlanmayın, peki neden
 
Mortgage düzenlemesinden başlamak üzere, 
Türk Ticaret Kanunu dahil 
her satırı vatandaşımızı koruyacak şekilde,
ABD ve AB düzeyine getirelim. 
Türk halkının sırtındakileri indirelim. 
 
Değerli dostlarım, 
önümde belli başlı dünya ülkelerinin ve gelişmekte olan piyasaların 
borçlanma oranlarını gösteren bir tablo var,

bu tablo 
uluslararası bir dergi tarafından yayımlanmış. Tabloda çok ilginç detaylar var.

Türkiye haricinde

iki haneli bir değer ile borçlanan bir ülke yok!

Bizde "faiz çok düşük ya" ama bizden başka da bu faizle borçlanan da yok. 

Pakistan bile, veya beğenmediğiniz başka birkaç ülke, "dolar bazlı" bonolarda Türkiye'den düşük faiz ile borçlanıyor. Bu noktada aklınıza şu soru gelebilir; ama o dolar bazlı, bizim faiz TL bazında. 
 
Dolar bazında rekor getiri
O zaman ben de bir soru sorayım; bir ülkede dolar kuru geriliyorsa o ülkenin hazinesinden yerel para birimi üstünden aldığınız faiz sizin için daha kârlı olmaz mı?                                                                     Örnekleyelim; dolar 1.70 TL seviyesindeyken Türkiye'ye dolar soktunuz, bozup bono aldınız, bir yıllık faiz kazandınız, vade sonunda aldığınız faizli bakiye ile birlikte doları 1.55'ten alıp ülkeyi terk ettiniz,                                                                            dolar bazında kazancınız yani faiz oranınız TL bazındakinden çok daha yüksek                            çünkü kur farkı da elde ettiniz. Bir örnek daha; kur aynı seviyede kalırsa bile Türkiye'de aldığınız faiz dolar bazında oluşuyor anlamına geliyor. Son 2 yıldır dolar kurunun aynı seviyede olduğunu varsayarsak bono alanlar dolar bazında yüzde 25-30 arasında faiz kazandılar. Bir not düşeyim; 2003-2007 arasında özellikle faizin "yüksek" dolar kurunun "basılmış" olduğu dönemde aldıklarından çok daha fazla kazandılar. 



 Devletimize para satan bankalar 

inanılmaz dolar bazlı kâr elde ediyorlar. 
Bir de "vatandaşa" aşırı yüksek faizden kredi satmaya çalışıyorlar,  

                                                 bu sisteme ve "bankalarımız" gerçeğine nasıl bakmak gerekli? Örneğin bu fiyatlama ile konut kredisi kullanmak mantıklı mı? Değerli dostlarım, özellikle yüksek faizli kredi kullanmayın detayında neden bu kadar ısrar ediyorum ve özellikle yabancı bankalar "neden" bu oranlarla kredi vermek için ciddi bir çaba sarf ediyorlar? Bu kadar "konut-araba" kredisi "veriyoruz" çağrısı babalarının hayrına mı. Detaylandıralım:
1- Borç verenin ne kadar kazandığı sizin ne kadar kaybettiğinizle veya ödediğiniz kredinin ne kadar pahalı olduğu ile doğru orantılı. Dünya üzerinde en kârlı iş; yüksek faiz olan bir ülkeye para sok, kur düşük-yatay kalabiliyorsa hatta düşmeye devam ediyorsa, senden kârlısı olmaz. Parayı devletten kazan! Sonra kazandığını "daha da yüksek bileşik faiz" ile sadece "kendini aşırı güvenceye aldığın" bir yapıda vatandaşa" sat! Konut kredisi ver, vatandaşın bütün varlığını "garanti" al! Taşıt kredisi ver, taşıta haciz koy, sigorta yap bir de kefil al! Ne güzel dünya !! 
 
Düzenlemeler vatandaş aleyhine

2- Bugün Türkiye'de verilen kredilerin özellikle yabancı kaynaklı olanların, yüzde 1,10 ile 2.00 arasında olduğuna bakarsak, çarkın diğer kısmından elde ettikleri gelirle birlikte, verdikleri kredilerde ne kadar büyük kâr ettiğini rahatlıkla görebiliriz. 
Peki bu noktada başka bir soru soralım; Bankaları bu kadar sert eleştiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "sistemin gerçekleri de" ortadayken, bu eleştirilerinde haklı mı? Ben bazı maddeler sayayım, siz karar verin "kim haklı"! Değerli dostlarım, bir ülke düşünün bankacılık sektörü ile vatandaş arasındaki "bütün düzenlemeler" vatandaşın aleyhine yapılmış! 
Bir ülke düşünün "dünyada eşi benzeri olmayan" bir uygulama yapılıyor. Konut kredisi alıyorsunuz, adına dünya ile uyumlu şekilde "mortgage" diyorlar ama yaptıkları dünya yüzeyinde eşi benzeri olmayan detaylar içeriyor. Konuta karşılık verilmesi gereken kredi için "bütün mal varlığınız hatta ailenizin bütün varlıkları" tehdit altına alınıyor! 
 
Reel sektör yok oluyor
Bir ülke düşünün "bankadan gelen öde emrine" itiraz etmeniz için "önce ödemeniz" gerekiyor, sonra "yargı makamına" gitme hakkınız var! Bir ülke düşünün "düşük kredi faizi" diyerek reklam yapılıyor, işlem yaptığınızda "peşin komisyon, dosya parası, kur farkı" gibi "abuk subuk" kalemler ile "kredi faizi" inanılmaz noktalara geliyor. Bir ülke düşünün "aylık kredi kartı gecikme faizi" ABD ve Avrupa Birliği'ndeki (AB) "yıllık faizden" daha yüksek! Bir ülke düşünün, o ülkede bir Ticaret Kanunu düşünün "bütün detaylar" vatandaşın "aleyhine" çalışıyor ve "size gönderilen" ödeme emrine itiraz etmeniz için en az "o ödeme kadar" paranız olması gerekiyor! Bir ülke düşünün bankaları "katrilyonlarca" kâr açıklarken, reel sektör "yok oluyor"!
Şimdi soruyorum; Kim haklı! Var mı böyle "kârlı, ballı" bir ticaret, vatandaşını bankalara bu kadar ezdiren başka bir "mekan"! Peki ne yapılabilir? Ne yapılabileceğini yetkililere seslenerek seslendirmek ve bitirmek istiyorum; "mortgage" düzenlemesinden başlamak üzere, Türk Ticaret Kanunu dahil "her satırı" vatandaşımızı koruyacak şekilde, ABD ve AB düzeyine getirelim! Ve Türk Halkının sırtındakileri indirelim! İster iktidar, ister muhalefet, herkese çağrı yapıyorum; "getirin bu düzenlemeleri" TBMM çatısı altına "destek vermeyenleri" hepimiz görelim.
Referans



BANKA KAZANSIN  BİZ BATALIM










Hakan Göksel'in haberi

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıkoğlu, Ekonomi Gazetecileri Derneği  ve TOBB tarafından Greenpark Kartepe Oteli'nde düzenlenen Kartepe Ekonomi Zirvesinde yaptığı konuşmada bankaların yüzde 12-12,5’lerle mevduat toplayıp; reel sektörde en sağlam müşteriye yüzde 20 normal müşteriye 25’le kredi olarak kullandırılmasını, ironik bir dille eleştirmiş; “biz ağlarken bankalar gülüyor” diyerek; bankaların 2008 yılında yapmış olduğu 13,3 milyar 

TL (13,3 katrilyon) “süper” net kâra  gönderme yapmıştı.
30 Eylül 2008-30 Mart 2009 arasındaki altı aylık dönemde kredi imkanlarının yüzde 14 daraldığını ifade eden Hisarcıklıoğlu; her sektör kaybederken bankacılığın kâr patlaması gerçekleştirdiğini ifade etmişti.
Hisarcıklıoğlu, bankaların kredileri kısmasının nedenini, bankaların en sağlam yatırım olarak gördükleri “devlete borç vermek” yani “Hazine Bonosu”na yatırım yapmaları olarak açıklamıştı. Hisarcıklıoğlu reel sektör kredi diye kıvranırken bankaların, reel sektöre vereceği krediden 14 milyar TL’yi kısıp, bonoya 31 milyar TL yatırmalarına sitem etmiş ve “bize insafsızca yükleniyorlar” demişti.
Okuduğu bir haberden yola çıkarak kar patlaması yapan bir bankanın 1500 kişiyi ertesi gün kapı önüne koymasına da eleştiren Hisarcıklıoğlu “bari o insanlara işsizlik kaygısı yaşatmayın” demişti. Hisarcıklıoğlu reel sektörün kredi sorunlarını böyle dile getirirken, bankaların yüzde 12,5’tan topladıkları mevduatı sağlam diye hazine bonosuna yüzde14 ile yatırdığını dile getirmişti.  Hisarcıklıoğu  “Ben esnafıyla sanayicisiyle 1 milyon 300 bin kişinin başkanıyım ve onların feryatlarını dile getiriyorum” demişti.

HİSARCIKLIOĞLU’NUN SÖZLERİNE TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ BAŞKANI NE CEVAP VERDİ?
Hisarcıklıoğlu’nun bu sözleri Avrupa Yatırım Bankası ile KOBİ finansmanına yönelik 250 milyon avroluk kredi anlaşması imzalayan Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince’ye soruldu.
Reel kesime kaynak sağlama amaçlı olan krediler için en önemli kaynak yaratma aracının mevduat olduğunu ifade eden Özince mevduatta vadelerin son derece kısıtlı olduğunu belirtti.
Mevduat dışında kaynağın yabancı para cinsinden sendikasyonlar olduğuna değinen Özince, ekonomik kriz koşullarından dolayı kreditörlerin kendi kaynak yaratma sıkıntıları ve maliyet artışları nedeniyle mevduat dışı kaynak miktarlarında azalma ve maliyetlerinde de özellikle uzun vadeli kaynaklar açısından artışlar yaşandığını belirtti.
Hisarcıklıoğlu’nun iddialarının sorulduğu Özince "Bu ikisi birbirinden farklı şeyler. Türkiye’de kredi vermenin iki önemli kaynağı var; birincisi mevduat, ikincisi sendikasyonlardır. Mevduatın Türkiye’de ortalama vadesi ise bir ay. Bir aylık mevduata ancak bir aylık kredi verebiliriz. Bir aylık kredi istiyorsanız gelin verelim, siz de bize bir ay sonra geri ödeyin" demişti.
Özince’ye göre bankaların kaynak bulmadaki zorluğu ve mevduat sürelerinin kısalığı ve dışarıdan temin edilen kredilerin maliyetlerinin fazla olması kredi veren kuruluşları zor durumda bırakıyor; bu da reel sektöre yansıyor�  
"TÜRKİYE’DEKİ BÜTÜN BANKACILIK UYGULAMALARI VATANDAŞIN ALEYHİNE"
Hisarcıklıoğlu’nun feryadına bir destek de köşe yazarı Yiğit Bulut’tan gelmiş; Bulut, ‘Bu ülkenin şımarık çocuğu’ olarak nitelediği bankalarla ilgili önemli bir gerçeğe dikkat çekmişti.
Bulut’un köşesinde feryadını ‘Bir ülke düşünün bankacılık sektörü ile vatandaş arasındaki bütün düzenlemeler vatandaşın aleyhine yapılmış olsun! Konut kredisi alıyorsunuz, adına dünya ile uyumlu şekilde “mortgage” diyorlar ama yaptıkları dünya yüzeyinde eşi benzeri olmayan detaylar içeriyor.”
Konuta karşılık verilmesi gereken kredi için “bütün mal varlığınız hatta ailenizin bütün varlıkları” tehdit altına alınıyor! Bir ülke düşünün “bankadan gelen öde emrine” itiraz etmeniz için “önce ödemeniz” sonra “Yargı makamına” gitme hakkınız var! Bir ülke düşünün “düşük kredi faizi” diyerek reklam yapılıyor, işlem yaptığınızda “peşin komisyon, dosya parası, kur farkı” gibi “abuk subuk” kalemler ile “kredi faizi” inanılmaz noktalara geliyor...Bir ülke düşünün “aylık kredi kartı gecikme faizi” ABD ve AB’deki “yıllık faizden” daha yüksek!” şeklinde ifade etmişti” böyle dile getirmişti.
2008'İ "SÜPER KÂR"LA KAPATAN BANKALAR 2009’DA NE YAPTI?
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) Şubat ayı verilerinin yer aldığı Nisan ayına ilişkin “Aylık Bülten”de 10 Nisan’da yayınlandı. Süper kar eden bankaların 2009 karnesi yine bankacılık sektörü açısından son derece iyi bir seyir izledi.
Bankaların fon kaynağı mevduatlar, ocak ayında 454,3 milyar lira iken; bir sonraki ay yüzde 2,1 artarak 463,8 milyar lira seviyesine yükseldi. Bankalar yalnız 1 aylık bir dönemde şubat ayı içerisinde  9,5 milyar TL kar elde etti. Bankaların bir ayılık karı verilen kredilerdeki artışla kıyaslandığında ise tam bir hayal karıklığı�
Ocak döneminde 365,5 milyar lira olarak bankalar tarafında kullandırılan krediler son bir ayda yalnızca yüzde 0,1 artarak Şubat’ta 365,9 milyar liraya yükseldi. Yani bankalar bir ayda topladıkları mevduatın (9,5 milyar TL) sadece 0,4 milyar TL’sini kredi olarak verdiler.  

Bankarın faiz dışında aldıkları gelirler yine aynı dönemde yüzde 16,4 oranında arttı. Bankaların likidite diye tabir edilen sıcak ve hazır para oranı yüzde 169 seviyesinde gerçekleşti.
2008 yılı için süper kâr açıklayan bankacılık sektörünün 2009’un ilk 6 ayındaki durumu da bankacılığımıza nazar değmesin denecek türden� Küresel ekonomik krizin yaşandığı dönemde “sağlam yapısı” ile tüm dünyanın nazarına üzerine çeken bankacılık sektörü; gerek kriz zamanında kredileri geri çağırması, talep edilen kredilerin yüzde 50’sini vermesi; bankacılık işlemleri ücretleri, kredi kartı ücretleri, hesap açma ücretleri gibi bankacılığın asli işlevi dışında kalan küçük kalemlerle; dünyanın birçok gelişmiş ülkesini aşan kredi kartı faiz oranları ile kendisinden çok söz ettireceğe benziyor.
50 BİN TL’Sİ OLAN TÜZEL KİŞİ PARASINI MEVDUATA YATIRSA NE KADAR KAZANIYOR?

Tüzel ve gerçek kişiler, bankalara mevduat olarak yatırdığı paralarının ne kadar getirisi olduğunu çeşitli bankaların internet sitelerine girerek hesaplamak mümkün. 50 bin TL’lik örnek miktar üzerinden hesaplandığında ortaya çıkan tablo bankaların mevduatlara verdiği faiz oranları ile kredilere uyguladığı faiz oranlarını kıyas etmek açısından ve TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun açıklamalarını daha anlaşılır kılmaktadır� (Bankalar daha yüksek mevduatlara farklı rakamlar uyguladıkları gerçeği göz önünde bulundurularak hesaplamalara esas olan oranlar sitelerde bilgi olarak yer alan oranlardır. Örnek teşkil ettiği için banka adı kullanılmamaktadır.)
A BANKASI 

A Bankası Gerçek ve Tüzel kişilerin  50 bin liralık mevduat için 
1   haftada 50.040,75 TL  
1   ayda      50.401,71 TL 
3   ayda      51.218,53 TL 
6   ayda      52.450,45 TL 
12 ayda      54.887,50 TL 
A Bankası müşterisinin 50 bin lirasına yılda yaklaşık yüzde 9,7 faiz veriyor.
A Bankasından alınan 50 bin liralık kredi için  

Bireysel ihtiyaç kredisi (1 yıllık)
Geri Ödenecek Toplam Tutar:    57.543,71 
Taksit Tutarı:                                    4.795,31 
Faiz Oranı:                                      1,94
Otomobil Kredisi  (1 yıllık)
Geri Ödenecek Toplam Tutar:     57.140,72 
Taksit Tutarı:                                     4.761,73
Faiz Oranı(%):                                 1.84
Konut Kredisi  (1 yıllık)
Geri Ödenecek Toplam Tutar:     54.631,77
Taksit Tutarı:                                      4.552,65 
Faiz Oranı(%):                                 1.39
Kısaca 50 bin lirası olan bir vatandaş parasını  bankaya yatırdığında 1 yıllık vadeli hesabı için yüzde 9,7 civarında getiri sağlarken; aynı parayı bir yıl çalıştıran bankalar ihtiyaç kredisinde yüzde 16; taşıt kredisi için yüzde 14; konut kredisinden ise yüzde 9,3 oranında bir getiri sağlıyor. Bankaların uyguladıkları masraf, komisyon, sigorta ve benzeri tutarlar bu rakamları aşıyor.
Bankaların kredilerden almış oldukları faiz cüzi gibi gözükse de vadeyi ülke şartlarını da göz önünde bulundurarak 36 aya çıkardığınızda; farkın ne kadar belirgin olduğu ortaya çıkıyor. 

Yine örnek tablodan ve örnek miktar olan 50 bin liralık kredi miktarı esas alındığında; taşıt kredisinde yüzde 44’ü, ihtiyaç kredisinde yüzde 47, konut kredisinde ise yüzde 28’leri buluyor�
Bankacılık sektörü kredide faiz uygulamalarını duyururken toplam ödenecek miktarını değil yüzde 1,89 gibi, müşterinin hesabını tam olarak yapamayacağı, oranlarla kredilerine aldığı fahiş faiz oranlarını saklıyor� 

Bankaların birbirinden farklıymış ya da daha düşük faiz oranı olarak reklamını yaptıkları; yüzde 0,99 gibi  kredi faiz oranları rakip bankalara göre bir ya da birkaç puan daha cazip görünse de; kredinin maliyeti şirketler veya bireyler için aynı hesaba geliyor. 
Yani A bankasından yüzde 1,41 ile alınan konut  kredisi  ile yüzde 1,34 faiz oranıyla alınan konut kredisinde; toplam ödenecek miktar değişmiyor.
Ayrıca Türkiye’de kredinin müşteriye maliyeti, komisyon, dosya masrafı, hayat sigortası, KKDF, BSMF gibi ücretlerle 10-15 bin aşan kredilerde veya 12 ay vadeyi geçen kredilerde bankalara ödenen masraf kalemleri 1.500 TL'den başlıyor...

Bankaların lobisinin çok güçlü olduğu ülkemizde; TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu gibi 1 milyon 300 bin taciri temsil eden sivil toplum kuruluşu yetkilileri feryat edip çaresiz kalırken, sıradan vatandaşın, her yıl alınan kredi kartı kullanım ücreti, kredi kartına uygulanan faiz oranı ve kredi kullanım faiz oranları konusundaki taleplerinin ve şikayetlerinin cevapsız kalacağı gerçeği gözlerden kaçmıyor. Vatandaş ise bu konuda ilgili yetkililerden daha ciddi icraatlar beliyor. 




 

 
 
 
 

Banka reklamındaki mesaj
Prof. B.Gültekin Çetiner
Haber 7










ELwwraNQ.jpg görüntüleniyor
Banka reklamındaki mesaj


“Son beş dakika” yazısında anlatmıştık. 
İnsanlar bileşik faizin nasıl bir şey olduğunu kavramış değiller.
Etkilerini hayal bile edemiyorlar.
Banka  reklamları o kadar  yaygınlaştı   ki 
 artık küçük yaştan  itibaren insanların bilinçaltına  yerleştirilen  belli 
mesajlar  sayesinde pek çok şey toplumumuzda kanıksanmaya başladı.

Basit bir örnek:

“Allah’ın sadık kulu” isimli filme gittiğimizde

oğluma ilgisini dağıtmak için 

banka reklamlarının çıkıp çıkmayacağını 

takip etmesini, çıkarsa

diğer filmlerdeki gibi kaç tane olduğunu 

saymasını söyledim.


Çocuk filmden önce saydı.

Altı reklamdan dördü bankacılık reklamlarıydı.

“Allah’ın sadık kulu”nu izlemeye gelen 

bizim dışımızda bir Allah’ın kulu da çıkıp



ya bu filmden önce bari koymayın diye tepki göstermedi.

Eskiden televizyonlarda 

banka reklamları yer almazdı. 

Şimdi banka reklamları 

küçük yaştaki çocuklara da hitap edecek şekilde 

sevimli hale getirilen hayvan vs karakterleriyle 

beyin yıkama operasyonlarını sürdürüyor. 


Ne RTÜK ne de başka bir kuruluştan ses yok…
Neyse konumuz bir banka reklamındaki

hayvan karakterleriyle ilgili 

bir okuyucunun gönderdiği 

şahane yorumlar hakkında olacak.


BDPS
’yi ve içindeki kısmi rezerv bankacılık mekanizmasını

gayet iyi anladığı belli olan

bu okurumuz

banka reklamlarından birisi üzerine

gayet güzel yorumlar yaparak

bize iletmiş.

Reklamdaki

kuş,

eşek

, köpek 

ve tavuk

tiplemelerinden çıkardığı mesajı 


bizlerle paylaşmış.


Kendisini tebrik ve teşekkür ediyorum.
Hayvanlı banka reklamındaki mesaj 


okurumuza göre şöyle: 


“Kuş kadar beyninizle,

eşek gibi kredi alacak, 

köpek gibi ödeyecek ve

biz de tavuk gibi yolacağız”
.



Çok anlamlı gelen bu mesajı


kredi almak zorunda bırakılanların

affına sığınarak başlıklar halinde şöyle açalım.
Kuş Kadar Beyninizle…
 
İnsanların çoğu maalesef 

asgari düzeyde bile finans okuryazarlığına sahip değil.

Hele bu bankaların 

adeta her gün geliştirdikleri hileli araçları karşısında

bilgi olarak çok savunmasızlar.
Bir mağazada kredi kartlarıyla,

senetlerle ödemeleri alan, 

her türlü alışverişi yapan bir bayana 

kendi kredi kartındaki 

asgari ödeme olarak tavsiye edilen rakamı değil 

tümünü ödemesi gerektiğini

yoksa faiz ödemek zorunda kalacağını söylediğimde





verdiği

“asgari ödeme yaparsam faiz ödenmiyor 

diye biliyorum” 


cevabı çok düşündürücüydü.
Kredi alanlar üzerinde

şöyle çevrenizde bir araştırma yapın. 


İnsanların pek çoğu minicik 

neredeyse karınca harfleriyle yazılmış

sayfalar dolusu belgenin


düşünüp akletmeden

her sayfasına attıkları imzanın



kendileri için nelere mal olacağından fazlaca haberleri yok.
Nasıl bir taahhüdün altına girdiklerinin,


aslında kendilerinin

attıkları imza karşılığı bankanın


o miktar parayı havadan yarattığının 


ve bileşik faiz denen illetle 


ne kadar geri ödemeleri gerektiğinin, 


hangi ödeme planıyla ödeneceğinin,


yarıda çıkmak istediklerinde 


başlarına ne geleceğinin, önce faizin büyük kısmını 



sonra anaparayı ödeyeceklerinin vs vs farkında değiller.

Okurumuzun yorumunda söylediği gibi 



adeta kuş beyinli gibi hareket ediyorlar.
Şaka değil. 



Yurtdışında üniversitede öğretim üyesi olan 


yabancı bir arkadaş



“430 bin dolara krediyle ev aldım


şu anda 600 bin dolar civarında diye seviniyordu.”



Sorgulayınca 


aldığı evin ödeyeceği faizlerle kendisine


maliyetinin borçlar bittiğinde 


900 bin dolardan fazla olduğunu hatırlatınca



yüzünün aldığı şekli düşünebilirsiniz.



Son beş dakika” yazısında anlatmıştık. 


İnsanlar bileşik faizin nasıl bir şey olduğunu 

kavramış değiller.

Etkilerini hayal bile edemiyorlar.




Bildik bir örnek. 


Oğlu için 

25 yaşındaki daireye talip olan bir vatandaş 


bankadan 120 bin lira kredi çekerek 

daireyi satın almak istiyor. 



Dairenin aylık kirası 400-500 lira civarı


. Kendisi %1.3 gibi bir oranla 
(sudan ucuz gibi değil mi?)


kredi çekmeyi düşünüyor. 



10 yıllık kredi çekse yaklaşık geri ödemesi 


240 bin lira, 30 yıllık çekse daire 


460 bin liraya geliyor.


10 yıllık kredi çektiğinde ayda 


1900 lira kredi ödeyecek. 


Yani 10 sene boyunca




her ay yaklaşık 4 kira parasını bankaya ödüyor.



Çocuğunun kirasını karşılasa


3 kirayı da köşede altın olarak biriktirse 


rahatlıkla evini alacak ve faiz belasına da bulaşmayacak.


Pek çok insan aylık 

%1-2 faiz oranlarının düşük olduğunu zannederek 

ayrıntılı hesap kitap yapmadan,

bileşik faizin nasıl bir şey olduğunu

fazlaca düşünmeden işin içine giriyor. Bu bir.



Eşek gibi kredi alacak…
İkinci kısımda ise.

.  “Eşek gibi” tabiri zaruret belirtmek için kullanılmış.


Bugün piyasada fiziksel olarak sadece 

53 milyar lira para var. 


İnsanların kredi çekmesi sonucu


bankaların havadan ürettiği 

650 milyarlık sanal kısmı dahil olmak üzere


toplam 700 milyar lira civarında para mevcut.


Paranın %90’ından fazlası


bankalar tarafından sanal olarak üretilen,


bilgisayar kayıtlarında var olan 


ancak fiziksel olarak bulunmayan para.



Üşenmeden hesapladık. 



Fiziksel olarak mevcut olan bu para 


Türkiye’deki tüm çalışanlara ödenen



yaklaşık 2 aylık para ediyor.



O nedenle paralar bankalara yatırılıyor deniyor. 



Kayıt dışılığı önleme gerekçesine



sığınılarak


maaşların bankalara yatırılmasını 


yasal zorunluluk haline getirdiler. 



Aslında nedeni 



çoğu durumda gerçekte hesaplara yatan


fiziksel bir paranın olmaması.


Sadece kayıt oluşturuluyor.



Eskiden mutemetler vardı. 


Parayı getirip çalışanlara teslim ederlerdi. 


Artık bu mümkün değil. 



Zira artık piyasada


fazla fiziksel para bulunmaması nedeniyle


3. aydan itibaren maaşlar ödenemez.





Yatırılıyor denen paralar


devlete ait banka hesaplarından


eksiltilerek çalışanların hesaplarında


arttırılarak oluşturulan rakamlardan yani 


bilgisayar kaydından ibaret. 



Şimdi piyasada gerçekte para var olmayınca


insanlar mutlaka

ya birilerinden borç bulma durumunda 


ya da kredi almak zorunda olacak. 




Zira para ekonomideki kan gibi.



Bulunmayan fiziksel paranın yerini


kredi


yani sanal olarak üretilen borç parası dolduruyor.



Bu durum “Teğet geçme meselesi”nde açıklanmıştı. 



Piyasada 219 milyar liralık kredi kullanılmış.



Bankalar olmayan parayı havadan yaratıyor.


Ama vatandaş



böyle bir “beceriye” sahip değil. 


Ne yapacak?



Borçlarını ödemek amacıyla


veya açığı kapatmak üzere gidip


 eşek gibi yani mecburen kredi alacak.








Köpek gibi ödeyeceksiniz…
Köpekler 

bilindiği gibi sadık hayvanlardır.


Sahiplerinin emrinden ve yanlarından ayrılmazlar. 




Kredi çektiğimizde 


benzer şekilde büyük özverilerde bulunup


borcumuza sadık olmak zorundayız.

Nasıl sadık olmayalım? 


Borç ödenmediği zaman kaşınız

gözünüze bakmazlar.
Borcunuz bitene kadar 


ipotek altına alınan servetiniz

tehdit altındadır. 


Stresten strese girer ama 

o borcu son kuruşuna kadar ödemeye çalışırsınız.



Arada bir yerde çıkamazsınız.


Zira anapara ve faiz ödemeleri 


öyle hesaplanır ki… 



Önceleri çoğunlukla faizleri ödersiniz. 


Siz vadenin yarısına geldiğinizde 


ödediğinizin paranın büyük çoğunluğu faizdir.



Sizin asıl borcunuzun 


çok cüzi bir kısmı ödenmiş olarak gözükür.

Örnek; 

%1,04 aylık faizle 
30 yıllık 120 bin lira



kredi kullanan birisi

10 sene sonra çıkmaya karar verdiğinde 


kendisine

300 bin lira üstünde borcu kaldığı belirtilir.


Aldığı 120 bin liraya karşılık

300 bin lira borç kalmıştır. 



İsterse çıksın.
kullan



Sakın ha başına iş gelmeye görsün. 



İşten çıkarılır veya işleri rast gitmezse


başka borçlar bularak 


bu borcuna sadık olarak 


ödemelere devam etmesi gerekir. 


Aksi takdirde



hem evi gidecek 


hem de ipotek altına alınan diğer neyi varsa.




Borcuna sadık kalarak 


bu şekilde borçlarını ödemeye mahkûm edilecektir.











Biz de t

avuk gibi yolacağız.
 
Tavuk yolma deneyimi olanlar bilir. 


Tavukların önce büyük/iri tüyleri yolunur.



Tavuk gibi, 

ne olduğunu anlayamadan 


tüylerinizin çoğu gitmiştir bile



. Ondan sonra yolma sırası küçük tüylere gelir.



İş işten geçtikten sonra



borcunuza sadık olarak devam eder çıkamazsınız 


ve kalan tüylerinizin de



yolunmasını beklersiniz. 


Ya da ilgili neyiniz varsa kaybedersiniz.





Yandaki resme baktığınızda 

bu durum görülmektedir.



120 bin liralık 

30 seneliğine 

kullanılan aylık %1,04 faizli kredinin 

toplam borcu 460 bin liradır. 


Yani toplam borç

kullanılan kredinin 

3 katına çıkmaktadır.

Ödeme planındaki faiz ödemelerine bakarsanız 

büyükten küçüğe

parabolik dizildiğini görürsünüz.


Yani iri tüyler (faizler) başta yolunur.


Halbuki ana para 

ilk zamanlarda çok komik durumdadır.


Siz kredinin 

1279 liralık ilk taksidini ödediğinizde 

1248 lirası faiz ödemesi 



kalan sadece 31 lira ise anapara için yaptığınız ödemedir.
kullan
Arada bir yerde çıkmanız

artık pek söz konusu değildir.


Büyük tüyler yolunmuştur. 




Ya borcumuza sadık şekilde


“köpek gibi” 


kalan borcun tamamını 


tek defada

ya da sonuna kadar kalan


küçük tüyleri de aldıracak şekilde ödeyeceğiz demektir.



Örnekte görüldüğü gibi 


ödediğiniz faiz ile anapara ödemesi 



başabaş noktasına ancak 25. yılda ulaşmaktadır. 




Ondan önce 

“kaba tüyler” yolunurken 

ödediğiniz faizler 

her zaman için 

anaparadan çok daha fazladır.




Şimdi soralım.


Bu okurumuza hak vermemek mümkün müdür? 


Diğer yandan…


Acaba banka reklamındaki 



hayvan tiplemelerini üretenler de 


bu okurumuz gibi düşünmüşler midir?



Siz ne dersiniz?
Prof. Dr. B. Gültekin Çetiner / Haber 7
http://www.drcetiner.org
twitter.com/drcetiner


Türkiye'de Bankalar Havadan 
Para Kazanıyor" 
- Haberler.com

Mar 20, 2015 

 Gültekin Çetiner

Türkiye'de 
bankaların havadan

para 
kazandığınıbelirterek

Parayı devlet üretmiyor

bankalar 

bilgisayar tuşlarına basarak üretiyor











Tevfik Bilgin’in bu sözlerini unutmayın !
BDDK BŞK TEVFİK BİLGİN’İN 
BU SÖZLERİNİ UNUTMAYIN !

BDDK Başkanı Tevfik Bilgin, 
bankacılıkta yabancı payının % 30 ( 2006)   
*(2009= %43    2014 = %50% (AB ORTALAMASI %20)
olduğunu belirterek, 
"Bankalar Birliği Başkanı'nın, 
bir gün
'Mr. bilmem ne' 
olmasına alışamayacağımı söylemek isterim" dedi.










PROF.DR. OSMAN ALTUĞ;

Adnan KAHVECİ, Recep YAZICIOĞLU 
ikisi de gitti, ben her zamanki gibi onlardan yine geride kaldım. 

Biz üç arkadaştık 

ortak noktamız; 
Ülkemizde halkımızı mutlu etmek için Adam gibi üreten, 
adam gibi paylaşan 
yeni bir sosyo-ekonomik düzen kurmaktı.

Onlar, pazarlık etmeyi sevmediler, 

doğruluk istediler. 
Ailelerinin kimsesizlerden, yoksullardan, çaresizlerden, işsizlerden ve 
helal kazanç sahiplerinden oluştuğunu asla unutmadılar

ama başarmanın sabretmek ve çalışmakla, 
Türkiye’de sosyal barışın kurulmasının gelir dağılımında adaletin sağlanmasının
yeniden yapılanması ile mümkün olduğunu, 
kararlılıkla savundular. 
Susmadılar, 
susturulamadılar, 








www.youtube.com/watch?v=V_oyNVI73_o
Jan 29, 2014 - Uploaded by Tuncay Üner
Osman Altuğ CNN Türk 5N1K programında Merkez Bankası'nın neler yapacağı ve ekonomi hakkında .
 
x1btkpi<<<  TIKLA











www.dailymotion.com/.../xponiw_prof-dr-osman-altu...
Prof.Dr. Osman Altuğ - Üç Kağıt Ekonomisi. ... 
Osman AltuğNecmettin Erbakan



xponiw
 <<<  TIKLA




 




VİDEO
http://www.facebook.com/video/video.php?v=475138132539615




Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN 
Türkiyenin Sanayileşmesindeki
Yeri ve Vizyonu

 http://www.youtube.com/watch?v=dmRakq9rZlg&feature=youtu.be …
 



"Necmettin ERBAKAN,


 
sermayenin gücünü ve bu gücü yönlendirmede odaların gücünü daha 1960'lı yıllarda  Anadolu insanına verdi, onların güçlenmesi için uğraştı.
1969 yılında Erbakan Birlik başkanıyken 

İstanbul sermayesinin devleri olan Koç, Sabancı, Boyner vb... bir heyet oluşturup Ankara'ya giderler.
Gittikleri kişi, 



Başbakan Demirel'dir. 

***********************************************

Demirel'e 
Erbakan'ı, tüm tahsisleri Anadolu'ya verdiği için şikâyet ederler.
İstekleri, Erbakan'ın görevden alınmasıdır. 

Sermayenin bu isteğini




Demirel geri çevirmez ve 
Erbakan'ın görevden alınması için talimat verir. 


Talimatın gereği yerine getirilir ve 
Erbakan, görevden alınır.

Holding patronundan TOBB'a: AK Parti'ye karşı partileşin


Ak Parti Konya milletvekili Hüseyin Üzülmez, 
yakın dönemle ilgili ilginç bilgiler paylaştı.
TOBB'da görevliyken bir holding patronunun kendisini yemeğe davet ettiğini belirten Üzülmez,
'Bana TOBB olarak Ak Parti'ye karşı partileşin teklifinde bulundu" dedi

Birlik Vakfı Bursa Şubesi'nin Cuma Meclisi'ne konuk olan Ak Parti Konya milletvekili Hüseyin Üzülmez hem bir milletvekili hem de sivil toplum örgütlerinde yetişmiş biri olarak tecrübelerini paylaştı.
Üzülmez, yakın dönem Türkiye'sinin bir fotoğrafını çekti. Bu fotoğrafta Türkiye'deki derin devlet de vardı, kendi menfaatini her şeyin üstünde tutanlar da, Anadolu'nun bir kenara itilmeye çalışılan insanları da...
Ticaret ve Sanayi Odaları hangi gerekçeyle kuruldu?
Hüseyin Üzülmez, konuşmasının odak noktasını oluşturacak Ticaret ve Sanayi Odalarının tarihî süreciyle ilgili birkaç bilgi aktardı önce. Bu bilgiler, dönemin özelliklerini yansıtması ve örtülü bir savaşın ekonomik aracı olması bakımından önemliydi.
İşte Hüseyin Üzülmez'in anlattıkları:
"Ticaret ve Sanayi Odaları, 1881 yılında padişah emriyle kurulmuştur. Altı aylık hazırlık sürecinden sonra ilk oda, İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası adıyla kurulmuştur. İTSO, kuruluşundan hemen sonra on maddelik bir karar alır ve ticaret ve sanayi odalarının yaygınlaştırılmasını ister.
O zamana kadar kurulan odaların yönetiminde çoğunluk hep az farkla da olsa Müslümanlardadır. Ama 1877 yılına gelindiğinde durum birden tersine döner ve gayrimüslimler çoğunluğu ele geçirir. Bu durumu riskli bulan padişah, Müslümanların çoğunluğu ele geçirmesi için odalara ziraatçıları da katar.
Odaların adı artık uzunca bir süre "Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odaları" olacaktır. Bu manevra ile Müslümanlar yönetimlerde çoğunluğu sağlar. Ama gözden kaçırılmaması gereken şey şudur: Bu odalar da ülkenin Batılılaşmasına hizmet etmek amacıyla kurulmuştur. Hemen kısa bir süre sonra iktidarı ele geçiren İttihatçılar, doğru bir karar vererek Anadolu insanını ticarete atılmaya teşvik eder."
1950 yılından sonraki gelişmeler neler?
Hüseyin Üzülmez, bu odaların zamanla etkisini artırdığını ve hatta bu etkinin devleti etkileyecek bir güce eriştiğini şu sözlerle aktardı: " 1950 yılında odalar, birliğe dönüşür ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) kurulur. 1960 yılına gelindiğinde, Birlik, devletin ekonomik faaliyetlerini perde arkasından yönetmeye başlamıştır.
En önemlisi de, döviz tahsis işi odaların emrindeydi ve odaları yönetenler dilediklerini zengin edip dilediklerini güçsüz düşürebiliyorlardı. O yıllarda döviz tahsis memuru, daha sonra özellikle 28 Şubat Sürecinde önemli bir rol üstlenecek olan Fuat Miras'tı."
Erbakan, gelişmeleri okudu
Anadolu insanının sermayeden uzak tutulduğunu ve kurulan bu birlikleri yönetenlerin zihniyetleri göz önüne alındığında, bu ülkenin yerlilerinin ülkenin sermayesinde ve yönetiminde söz sahibi edilmeyeceğinin herkesçe görülemediğini, bunu görüp Anadolu insanının bir yerlere gelmesi için çırpınanlardan birisinin de rahmetli Erbakan olduğunu söyleyen Hüseyin Üzülmez, Erbakan'la ilgili düşüncelerini şöyle aktardı:
"Necmettin Erbakan, sermayenin gücünü ve bu gücü yönlendirmede odaların gücünü daha 1960'lı yıllarda fark etmişti. Bunu sadece anlamakla kalmadı, bir şeyler yapmak için de çabaladı. Odalar Birliği Başkanı olduğunda, tahsisleri Anadolu insanına verdi, onların güçlenmesi için uğraştı.
1969 yılında Erbakan Birlik başkanıyken İstanbul sermayesinin devleri olan Koç, Sabancı, Boyner vb... bir heyet oluşturup Ankara'ya giderler.
Gittikleri kişi, Başbakan Demirel'dir. Demirel'e Erbakan'ı, tüm tahsisleri Anadolu'ya verdiği için şikâyet ederler.
İstekleri, Erbakan'ın görevden alınmasıdır. Sermayenin bu isteğini Demirel geri çevirmez ve Erbakan'ın görevden alınması için talimat verir. Talimatın gereği yerine getirilir ve Erbakan, görevden alınır."
Şerden hayır doğar
Hüseyin Üzülmez, anılarla süslediği sohbetini sürdürürken bir tespitini de, bu benim kişisel gözlemimdir diye vurgulayarak şu şekilde aktardı: "1969 yılında Erbakan'ın görevden alınması, hiç öngörülemeyen bir olaya yol açtı ve Erbakan siyasi parti kurdu.
Önce Milli Nizam, sonra da Milli Selamet Partisi bu olaylardan sonra kuruldu. O operasyon, böyle hiç tahmin edilemeyen bir olaya yol açtı. Kaderin cilvesidir ki aynı aktörler (Erbakan ve Demirel) bir kez daha karşı karşıya geldi. Bu olay, 28 Şubat Süreciydi. 28 Şubat da, Erbakan'a karşı yapıldı ve bu hareketten sonra da yeni bir parti, AK Parti doğdu."
Tayyip Erdoğan'ın demokrasi fotoğrafı
Hüseyin Üzülmez, TOBB'un desteğinin siyasiler için ne kadar önemli olduğunu şu anısıyla anlattı: " 27 Nisan Muhtırası öncesinde ülkede gerginlik vardı. Hükümet üzerinde çok ciddi baskılar vardı.
Bu ortamda Başbakan Erdoğan, TOBB'a geldi ve ortamın gerginliğinden söz ederek belki de bir ihtilal olabileceğini söyleyerek bizlerden demokrasi adına destek istedi. Biz de yönetim olarak Başbakana destek verdik ve Tayyip Erdoğan'ın yanında TOBB yöneticileri, elinde anayasa kitapçığı ile verdiği o demokrasi fotoğrafı böyle çekildi.
TOBB siyasi harekete dönüşebilecek bir yapıdır
Hüseyin Üzülmez, TOBB'un tüm Türkiye'yi etkileme gücünü büyük sermayenin çok iyi bildiğini ve gerektiğinde bu gücü siyasi olayları etkileyip yönlendirmek için kullandıklarını kendi örneğinden hareketle anlattı:
" 2010 yılında, çok büyük bir holdingin patronu beni İstanbul'da yemeğe çağırdı. Yemekte, TOBB olarak bizim AK Parti'ye karşı bir siyasi hareket başlatmamızı istedi.
Ben de bu harekete başlayacakmışız gibi, nabız tutmak için bu işe çok para gerektiğini söyledim. Para konusunun önemli olmadığını, gereken paranın karşılanacağını taahhüt ettiler. İşte TOBB bu kadar önemli ve belirleyici bir örgüttür."
Müslümanlar sosyal sermayeyi yönetebilmeli
Müslümanların, Cumhuriyet ilan edildikten sonra özellikle bazı alanlardan bilinçli bir şekilde uzak tutulduklarını söyleyen Hüseyin Üzülmez, odalar ve birliklerin yönettiği 'sosyal sermaye'nin bunların en önemlilerinden olduğunu şöyle açıkladı: "Sosyal sermaye denen şey yaşadığın bölge, yaşadığın ülke ve uluslar arası alanda güç sahibi olmak demektir. Çünkü tüm devlet yöneticileri sosyal sermayenin gücünü ve etkinliğini bilir.
Sosyal sermayenin yöneticileri, tüm toplantılara davet edilir. Bu da onlara birçok devlet yöneticisiyle tanışma, uluslar arası ilişki kurma imkânı sağlar ve bu da sosyal sermaye yöneticilerine ayrıca güç sağlar. Sosyal sermaye bu kadar önemli olduğu için Müslümanlar yıllarca sosyal sermayeden bu yüzden uzak tutulmuştur."
Ahmet Serin / Kuzey Haber Ajansı









Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN










 
Tanıdığım Erbakan
 


Fiili olarak Erbakan hocamın yanında yaklaşık 20 yılım geçti.

Son nefesini verinceye kadar da yanında oldum.

Çok şükür bu

hem benim istikrarım ve istikametim 

hem de babamın bana vasiyetiydi. 

Bu şekilde hareket etmenin huzuru içerisindeyim.


Erbakan Hocayı anlatmak tabi ki uzun bir kitap çalışması konusu.

Her açıdan inceleyip yazmak,

gelecek nesiller açısından oldukça faydalı ve önemlidir.

Burada bu makale çerçevesinde birkaç hususu ancak ana hatları ile ifade edebilirim.
Öncelikle bir insan olarak Hocamız

çok mülayim ve hoşgörülüydü.

Hiç kimse hakkında olumsuz düşünmez,

herkesin olumlu yönlerini ele alarak

ya da öne çıkararak ondan istifade etme yollarını arardı.

Bu şekilde o insanı da hayra yönlendirmiş olurdu.

Gayet kibardı ve çevresine de kibar davranırdı.

Örneğin,

birgün başbakanlık merkez binasındaki odasında,

yuvarlak masada çok yoğun bir çalışma içerisinde iken

hizmetinde olan arkadaşımız gelip

“Hocam çayı yeni demledim, arzu eder misiniz?” diye sorduğunda verdiği cevap


“lutfedersiniz”


olmuştu.


Bu cevabı hala gıpta ile hatırlarım.

Hocamız çok akıllı ve zeki bir insandı.

Düşünme mantığı,

problemi ortaya koyma şekli,

çözüm kümesi oluşturma becerisi ve

çözümlerini uygulama sistematiği istisnai kabiliyetleri arasındaydı.


Onun problemlere yaklaşımında ve çözümünde

hem analitik hem de kartezyen mantığın nasıl kullanıldığını keşfetmek

müthiş heyecan vericiydi.


Her olayın ya da problemin

olumlu ve faydalı yönlerinden hareket ederek

bir çözüme ulaşma gayreti içerisindeydi.


Her türlü çözümü de şu

dört ölçü ile test ederdi.


İlim,


akıl,

tecrube

ve gerçekler.



Bu dört zihin süzgecini paralel olarak kullanır ve

sonunda herkesi ikna edebileceği bir çözüm haritası ortaya çıkarırdı.


Onun için de Erbakan hocanın,

eğer art niyetli ya da ön yargılı değil ise,

ikna edemeyeceği insan yoktu.


Erbakan hocamız

dini vecibelerini yerine getirmede de çok hassas ve samimi davranırdı.

***Besmelesiz ve ***fatihasız hiç bir işe başlamaz 

ve işlerini ***hayır duasız bitirmezdi.



Her türlü sıkıntılı koşullarda dahi namazlarını aksatmaz,

orucunu ikmal eder ve

diğer vecibeleri sünneti seniyye üzerine yerine getirirdi.


Mesela,

ayakta desteksiz duramayacak hale gelinceye kadar

namazda rükusunu ve secdesini kendisi yapar,

namazın tadil-i erkanına uymak için şartları sonuna kadar zorlardı.

İbadetleri konusunda hiç eringenlik göstermezdi.

Bir dava adamı olarak zihni çok berraktı.

Ne yapılacağını ve nasıl yapılacağını

çok net bilir ve ifade ederdi.


Zihninde davası ile ilgili olarak

şüphelere veya tereddütlere yer yoktu.


Davasında sabırlı,

tavizsiz ve kararlıydı.


Kendi şahsına karşı yapılan hiçbir şeyi uzun müddet zihninde taşımazdı.

Affeder ya da unutur giderdi.


Ancak davasına karşı yapılan her şeyi bir kenara not eder ve

onlarla nasıl mücadele edeceğini düşünürdü.



***İşi gücü


davasını bir adım ileriye nasıl götüreceğinin tespitini ve

tecrubesini yapmaktı.



Bu açıdan davasının delisiydi.



Bunun için de teşkilatlarda sürekli


***“davanın delisi olmak”***


ifadesini kullanır ve onları yönlendirirdi.


Yine bu çerçevede hiçbir mazeret kabul etmezdi.



Diyelim ki görev vermek için bir arkadaşı aradık ve ulaşamadık.


Gelip de kendisine “arkadaşa ulaşamadık” dediğimizde


“ölmüş mü?”


diye cevap verirdi.


Diğer bir ifade ile,

bir adam yeryüzünde ise “onu bulamadık” ya da

“ona ulaşamadık”

türünden mazeretleri asla kabul etmezdi.


Yine bir teşkilat çalışması esnasında bir grup arkadaşa bir iş vermişti.

İş biraz zordu.

Arkadaşlar oturup kendi aralarında konuşmuşlar ve

o işin neden yapılamayacağına ilişkin

17 maddelik bir yazı yazarak tekrar görüşmeye gelmişlerdi.


Aralarından bir sözcü hem yazıyı takdim etti hem

de madde madde izahlarda bulundu.


Hocam sabırla hiç sözlerini kesmeden dinledikten sonra kendilerine,


“siz bir gece çalışıp bu işin niçin yapılamayacağına dair 17 madde yazacağınıza,


17 gece çalışıp

bir madde ile

bu işin nasıl yapılacağını izah etmek için gelin bana” deyip

kendilerini uğurladı.


Hakikaten o iş,

Hocamızın yönlendirmesi ve arkadaşların yüksek azmiyle başarılmıştı

.
Erbakan Hocamız,

ideolojisini Milli Görüş ismiyle ifade eder ve

bir matematik netlikte tarif edip uygulardı.

Tarifleri arasında çelişki ve çelişkili ifadeler olmazdı.


Bu ideoloji ile Osmanlı, Selçuklu ve İslam Tarihini

çok güzel bir şekilde içiçe bütünleştirmişti.

Milli Görüş’e has bu bütünleşik yapı,


dünyadaki bütün müslümanlara örnek olmuştur.


Böylece müslümanlar,

kendi inançlarıyla çelişmeyen

yerel aidiyetlerini kaybetmeden,

ümmet paydası altında

birlik ve beraberliği düşünebilir hale gelmiştir.


Hocamız,

bu çalışmaları ve tanımlamalarıyla

ülkemizde olası değişik dış mihraklı yapılandırmaların da önüne geçmiştir.


Onları atıl bırakmıştır.

O aynı zamanda bir ıslah adamıydı.


İşi gücü yeryüzündeki ifsada karşı çıkmak ve ıslah etmekti.

Bu yaklaşım,

fikirlere yönelik olduğu gibi kurumsal yapılara yönelik olarak da görünürdü.


Bir insanın fikirlerini düzeltmek ya da onu ıslah etmek için

saatlerce konuşmaktan çekinmez ve usanmazdı.


Ülkemizin kurumsal yapısına bağlı ve saygılıydı.

Bu çerçevede hiçbir tahriğe kanmaz ve kapılmazdı.

Kurumsal yapılar içerisindeki bazı insanların yaptıkları yanlışlar ile

kurumsal yapıları ayrı değerlendirirdi.


Örneğin TSK ile ilgili olarak kendisine

birçok telkinler ve öneriler yapılmış olmasına rağmen,

onu her zaman

“Peygamber Ocağı”


olarak görmüş ve

ordumuz ifadesini özel sohbetlerinde dahi

hiçbir zaman yalın olarak değil hep

“Kahraman Ordumuz”


diye niteleyerek kullanmıştır.


Hiç unutamıyorum bir gün

Altınoluk’da bahçede birlikte yemek yerken sohbet esnasında bazıları

ordumuz ile ilgili olarak birşeyler söyleyince;



“… 1000 yıl İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu kahraman ordumuzun…”



dedi ancak gözleri doldu.

Üzüntüden çenesi oynamaya başladı.

İçin için ağlıyordu.


Onun o halini görünce herkes sustu.

Bir müddet kimse konuşamadı.

Hocam yanlış yapanları da ıslah etmek,

eğitmek

düzeltmek

gerektiğine inanırdı.


Bu milletin hiçbir evladının

bilerek ve isteyerek


yine bu milletin özü olan;

hakkı üstün tutan,

maneviyatçı,

nefis terbiyesini esas alan,

hidayet, feraset ve dirayet sahibi

Milli Görüş’e

karşı olabileceğine inanmazdı.



Onun için de ülkemiz insanlarını ikiye ayırırdı;


“Milli Görüşçü olanlar ve

Milli Görüşçü olmak için sırasını bekleyenler”.
 


Kısacası


Erbakan Hocamız büyük bir önder,

iyi bir öğretmen ve

güzel bir insandı.


Vatan ve millet sevgisi ile doluydu.


Emrolunduğu gibi dosdoğruydu.


Son nefesine kadar


kısaca cihad


diye tarif ettiği

 

iyinin,


güzelin,


doğrunun,

faydalının ve

adil olanın


hakim olması için çalıştı.



Bu ilkeler çerçevesinde,

Yaşanabilir Bir Türkiye,

Yeniden Büyük Türkiye ve

Yeni Bir Dünya kurulması vasiyeti ile

ahirete irtihal etti.


Hepimizin başı sağolsun.



Allah (CC) kendisine rahmet,

bizlere sabırlar versin.
Not: Bu yazı Nisan 2011 tarihinde çıkan

Anadolu Gençlik Dergisi Erbakan Özel Sayısında

(Sayı: 135) yayınlanmıştır.









Mete Gündoğan 
Özgeçmişi
 
 
Prof. Dr. Mete Gündoğan,

1963 Balıkesir – Dursunbey doğumludur.

İlköğretim ve Lise tahsilini Ayvalık ilçesinde tamamladı

. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Lisans (1985)

çalışmasını bitirdikten sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Yüksek Lis
 
 
ans çalışmasına başladı.

Tez aşamasında British Council’den

kazanmış olduğu bursu değerlendirmek üzere İngiltere’ye gitti.

Cranfield Teknoloji Enstitüsü’nde

Üretim Sistemleri Mühendisliği alanında

Yüksek Lisans (1990) çalışmalarını tamamladı.

Doktora’sını (1995) yine İngiltere’de,

Cranfield Üniversitesi Endüstri ve Üretim Sistemleri Mühendisliği

alanında yaptı

. Doçentliğini 2000 yılında aldı

. Balıkesir Üniversitesi,

Hacettepe Üniversitesi

(yarı zamanlı), Polis Akademisi (yarı zamanlı) ve

Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nde çalıştı.

Ghent Üniversitesi’nde literatür çalışmaları yaptı.
 
 
Akademik çalışmalarının yanı sıra

Dr.Gündoğan,

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)

Araştırma ve Geliştirme Planlaması Müdürlüğü’nde

araştırma mühendisi ve bir müddet de müdür olarak görev aldı


. Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT)

Bilim ve Teknoloji Sektörü uzmanı,


Başbakanlık Başmüşavirliği ve TBMM’nde

müşavir görevlerinde bulundu.


Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nde açılan

20nci Dönem Kamu Diplomasisi Kursunu tamamladı.
 
 
Çeşitli sanayi çalışmaları ve tecrübeleri çerçevesinde,



Akıncı F-16 Uçak Fabrikası’nda (TAI)


Kalite Teminat Sistemleri Başmühendisi olarak çalıştı.


Avrupa Ford Motor Fabrikalarında

(Köln-Almanya, Genk-Belçika, Valencia-İspanya, Bordeaux-Fransa ve

Dagenham-İngiltere)


“Bilgisayar Destekli Bakım Yönetim Sistemi”

projesinde mühendis olarak çalıştı



. Özel sektörde

üst düzey yöneticilik ve danışmanlık da yapan

Dr. Gündoğan,


Balkanlarda ve ülkemizde

özelleştirmeden alınan birçok fabrikanın

devreye alınması projelerini baştan sonra gerçekleştirdi.
 
 
Evli ve dört çocuk babası olan Prof. Dr. Gündoğan

İngilizce ve Fransızcanın yanısıra

kısıtlı derecelerde

Felemenkçe, Boşnakça ve Arapça bilmektedir.
 
 
Uluslar arası ve ulusal düzeyde

birçok yayını bulunan Prof. Dr. Mete Gündoğan’ın

akademik ilgi alanları:


Mühendislik Ekonomisi,

Sistem Analizi ve Tasarımı


, Üretim Yönetimi Sistemleri,


Üretim Planlama ve Kontrolü,


Teknoloji Yönetimi, Kalite Teminatı,


Toplam Kalite Yönetimi,


Bakım / Onarım Planlaması ve Yönetimi,


Maliyet Analizleri ve Muhasebesi ve


Ekonomi (Mikro ve Makro)’dir.
 
 
İrtibat:
 
 
Tel   : +90 378 223 5036
 
 
Fax: +90 378 223 5041
E-mail: mgundogan@hotmail.com


Ahmet Hakan Coşkun’dan

Erbakan hocanın

10 Özelliği


 








Bu gün hayata bakışımda, kimliğimde, varsa eğer birikimimde, cesaretimde, öz güvenimde, nereye gidersem gideyim beni takip eden vicdanımda Erbakan’ın payı çok büyüktür. Allah ondan razı olsun” 








 

Gazeteci Ahmet Hakan Coşkun konuşmasının son kısmında ise Erbakan’ın 10 özelliğini sıralayarak,

“Eşsiz bir hitabet özelliği vardı,

sistematik konuşurdu,
bağırıp, çağırmazdı.

Ustaca kurulmuş cümlelerle
müthiş konuşurdu.

Promter’a, cama bakmadan
destansı konuşmalar yapardı.

Çok hazır cevaptı.


Kararlılık bir diğer özelliği.

Bazen
‘bu kadar da olmaz’ dedirten kararlılık.

En umutsuz olunması gereken anda bile
büyük bir umut.

Umutsuzluğa hiç yer yok.


Meydan boş ise bile
meydanı dolu görebilme umudu.

Çok az oy alsa bile
onu enyüksek oymuş gibi anlama görme
umudu. 


Nezaketi bir başka özelliğiydi.

Dostu da,
düşmanı da,
onu seveni de,
ondan nefret edeni de
onun eşsiz nezaketini inkar edemez.


Büyük bir motivasyon ustasıydı.

Teşkilatına bağlı,
herkesin kendisini çok değerli ve önemli
hissetmesini sağlardı.

Refah partisi apartman sorumlusu bile
kendisini çok önemli hissederdi.

Bu en önemli özelliklerinden biriydi.


Teşkilatçılık ve örgütlenme de ustaydı.

 Geçen CHP’lilere
‘Erbakan Hoca’nın teşkilatlanma modelini
takip edin’ dedim.

‘Sokak, sokak
apartman, apartman örgütleneceksiniz
başka çareniz yok’ dedim.

‘Leninist model’ dedi biri.
‘Yok’ dedim

‘Bu Erbakanist model’ dedim.


Vefa da bir başka özelliği.

Çocukluğumdan beri bildiğim
bütün arkadaşları hala yanında.


Hoca’nın en önemli özelliklerinden biride bu.

 Yetki verme ve a
dam yetiştirme. O mektepten yetişmiş insanlar yönetiyor Türkiye’yi. Onlara yetki vermiş, onları yetişmiştir. Ben Erbakan mektebinden yetişmiş biriyim. Şimdi kimse kimseye yetki vermiyor, önünü açmıyor.

İslam dünyasına bakışı da önemli benim için. Hiçbir İslam dünyası liderinin aleyhinde tek bir kelime etmezdi. Aleyhinde laf edilecek iş yapsa dahi bunu yapmazdı. Her zaman iyi ilişkiler kurardı. Erbakan hocanın politikaları olsaydı, Suriye’de bunlar olmazdı. Biz o günlerde kızardık, ya ‘Saddam’a bir laf etsin’ derdik; şimdi anlıyorum ki, hocanın o politikası çok doğruymuş.

Eşsiz bir mizah anlayışına sahipti. Buluşları, hazır cevaplılığı vardı. 12 Eylül’den önce Erbakan Hoca 30 Ağustos programın katılmamış. Evren, ‘30 Ağustos’un karşısında mı bu Erbakan’ diye soruyor. Hoca ise ‘Biz 30 Ağustos’un ne yanındayız, ne sağındayız, ne solundayız, biz 30 Ağustos’un tam içindeyiz’ diyerek tarihi bir söz etmişti.

Yatıştırıcı olması ve yüksek sorumluluk bilinci. Refah Partisi’nin kapatma kararı çıkmış çok öfkeliyiz. Hocamın şu cümlesini hiç unutmuyorum, ‘İnsanlık tarihinde bir nokta kadar yeri olmayacaktır’ demişti. O kadar umut verici bir cümle ki, herkesi diri tutan enerji veren bir cümle. Kindar değildi, nefret eden değildi, kendi tabanının başkalarından nefret etmesi gibi kışkırtıcı cümleler kurmazdı.

‘28 Şubat’ta Erbakan niye direnmedi’ diye millet çok tartıştı. Bir direniş sergilemesi gerektiği gibi düşünenlerdendim. Erbakan Hoca’nın aslında doğru bir siyaset izlediğini görüyorum. Şimdi baktığımda Hoca’nın toplumsal barışa çok önem verdiğini görüyorum. Yüzde 50 alsaydı da aslında toplumsal barışı önceleyen bir siyaset izlerdi. Bu asla pasif davranmak anlamına gelmiyor. Hoca’nın buna azami dikkat gösterdiğini hareketine baktığımız zaman bunun önemli olduğunu bu gün daha iyi anlıyoruz. ‘Tek adamlık yapıyor’ deniyordu. Hiç de öyle tek adamlık yapmıyormuş. Şimdi tek adamlık yapanları gördüğümüz zaman Hoca’nın çok demokrat olduğu görülüyor. Keşke o yaşarken bunları daha fazla ifade edebilseydik, onu yalnız bırakmasaydık”

Babam İflah Olmaz Bir Milli Görüşçüydü

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan Coşkun ise Erbakan’ı hayatındaki etkileri ile anlattı. Babasının ‘iflah olmaz bir Milli Görüşçü’ olarak niteleyen Coşkun, “Ben Erbakan Hoca ile çocukluğumda tanıştım. Çocukluk dönemim hep Erbakan Hoca ile geçerdi. Babam eve gelen AP’lilerle hep tartışırdı. Cami cemaati olan Adalet Partilileri ikna etme çabasını hep hatırlarım. İlk siyasi bilinçlenmem o sohbetlerle oldu. MSP’nin mitinglerine  giderdik. Kayseri mitingine, Yozgat,  Konya mitingine gitmiştik. Yozgat mitinginde, Akıncı Gençler Erbakan Hoca’yı miting alanına girişini yapıyordu. Bende o gençlerin arasına girdim, 11 yaşındayım ve kısa boyluyum. Hoca da tam geçerken, ‘sen kaç yaşındasın’ dedi. Ben ’11 yaşındayım’ dedim ve ‘maşallah maşallah’ dedi. İlk olarak orda temasım oldu” diyerek hatırasını paylaştı. Coşkun, Erbakan’ın bütçe konuşmaları sırasında heyecanlı muhalefetini de ailecek seyrettiklerini anlatarak, “Ailecek bu konuşmaları dinlerdik. Zaman zaman farkında olmadan hep beraber ayağa kalkar, alkışlardık. Üniversite yıllarımda radikal oldum, İrancı oldum, bütün gruplara girip çıktım, ancak son tahlilde Refah partili ve Erbakan’cıydık. Ne kadar mesafeli olursak olalım orda kendimizi buluyorduk. İsmet Özel o günlerde ‘bize yüzde 7’ derlerdi diyordu ve bize çok şey anlatıyordu. Kanal7 de Erbakan Hoca bize hep destek oldu. ‘Çok müdahale eder, karışır’ gibi bir algı tamamen yanlış. Bize hiçbir zaman müdahale etmedi. Bunu çok yakinen gördüm. Bu gün hayata bakışımda, kimliğimde, varsa eğer birikimimde, cesaretimde, öz güvenimde, nereye gidersem gideyim beni takip eden vicdanımda Erbakan’ın payı çok büyüktür. Allah ondan razı olsun” dedi.





















 

 

 

 

 

 

BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

 

 

 

 

 

 

 

ÇEKTİĞİM KREDİ BORCUMU ÖDEYEMEDİM VE İPOTEKTE EVİM VAR.
EVİMİ BANKA SATACAK.
EV SATILDIKTAN SONRA 
KALAN BORÇ İÇİN BANA 
İCRA GELECEK GİBİ GÖZÜKÜYOR.

İKİ SORUM VAR:
1- İCRADA HANGİ TÜR EŞYALARA EL KOYUYORLAR, HERHANGİ BİR SINIFLAMA VAR MI?(EV EŞYALARI İÇİN)
2- İCRA GERÇEKLEŞTİKTEN SONRA 
KALAN BORCU NASIL TAHSİL ETMEYE ÇALIŞIRLAR?BEN İŞTEN ÇIKTIĞIM İÇİN 
MAAŞIMI DA KESEMEYECEKLER ÇÜNKÜ.
BİR YARDIM LÜTFEN...

 

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

 

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

İpotek karşılığı kredi kullandın sanırım ve icradan satış istenecektir büyük ihtimal. Biliyorsun ki icra dan satışta 100.000 TL lik evin 40.000 TL ye satılır ve bunu da büyük ihtimal artık banka borcuna karşı üstüne geçiriyor. Sana tavsiyem evi haricen bir tanıdık veya akrabana değerinde satmaya çalışman. Müşteri ile anlaş sonra bankaya git konuş ama müdürle ve bu evi sattığını parayı müşteri kendi hesabına blokeli yatıracak siz de bir yazı verin ev müşterinin üstüne geçtikten sonra ipoteğin kaldırılacağına ve blokedeki paranın hesaba geçmesi şartıyla deyin. Göreceksiniz ki banka kabul edecek ve eviniz yok pahasına gitmeyecek ve borcunuz daha da azalacaktır.
Eve icra geldiğinde kısaca hayatı idame edecek mallar haricinde her şeyi yazıp alabilir. Ama genelde beyaz eşyaları yazarlar ve evdeki birine de yeddiemin bırakırlar.
İsten çıktığın için maaşına haciz koyamayacaklarına göre evdeki mallarla artık idare edecekler.
Bu arada ödeyecek gücün yoksa da icra geldiğinde sakın ödeme taahhüdünde bulunma. 3 ay hapsi var. Tebligat aldığında da adetten mal beyanında bulun

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

 

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

CEVAP İÇİN TEŞEKKÜRLER.AMA; 
1) 3 AY HAPİS OLUR MU GERÇEKTEN?KREDİ BORCUNA HAPİS OLMADIĞINI OKUMUŞTUM BİR YERDE.
2) HACZETTİKLERİ EŞYALAR BORCU ÖDEMEYECEĞİ İÇİN BANKA BORCUNU BENDEN NASIL TAHSİL EDECEK.HİÇBİR MALVARLIĞIM VE PARAM YOK.

SON OLARAK BEN BU HUZUR BOZAN DURUMDAN NASIL KURTULURUM ALLAH RIZASI İÇİN Bİ ÇIKIŞ YOLU...

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

 

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

Bakın size icra tebligatı geldiğinde yani ödeme emri orada 7 gün veya 10 gün içinde itiraz veya mal beyanında bulunun der. Bir dilekçe yazarsınız ilgili icra dairesine hitaben ve söz konusu borcu ödeyecek bir menkul,gayrımenkul veya arabanızın bulunmadığını, bulunan bir tane gayrımenkulunde zaten bankaya ipotekli olduğunu, geçiminizi de işsiz olduğunuzdan günlük yevmiyeli işlerde çalışarak sağladığınızı yazarsınız. Bu mal beyanını yapmamanın şu anda cezası yok ama siz gene de yapın. 
Size icraya geldiğinde icra memuru tutanak yazıp malı haczettiğinde o anki psikolojik durumda mallar kalsın vs diye ben bu borcu şu tarihte veya şu taksitlerde ödeyeceğim diye bir taahhütte bulunup imzalamayın. İmza atacağınız her şeyi önce okuyun sonra imzalayın. Bu yazılan şey sizin ödeme yapma taahhüdünüz olur. Eğer bu belirtilen tarihlerde ödeme yapmazsanız o zaman taahhüdü ihlalden 3 aya kadar hapis cezası alırsınız. 
O yüzden zaten ödeyemeyecekseniz boşu boşuna dosyaya ödeme taahhüdünde bulunup imza atmayın. Atmazsanız hapis filan olmaz. Ben sizi bilgilendirip uyarmak için yazmıştım. Diğer yazılarda sürekli olduğu için bilginiz vardır diye üstüne düşmemiştim

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

ALLAH RAZI OLSUN AÇIKLAMALARINIZ ÇOK AYDINLATICI OLDU.SON OLARAK BÜTÜN BUNLAR OLDUKTAN SONRA BEN BU BELADAN TAMAMEN NASIL KURTULURUM.BANKA BORCUNU İLLA Kİ İSTEMEZ Mİ BENDEN.HERGÜN BORÇLU OLARAK MI YAŞAMAK ZORUNDA KALACAĞIM?

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

 

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

Kalan borç miktarı ile toplam borcunuzu tam bilmiyorum ama genelde banka evi satar, eve hacze gelir malları kaldırır veya yeddiemin bırakır sonra satışını ister ve satar baktı ki başka alacağı bir donu kalmış dosyaya aciz vesikası alır ve bankaya verir banka da bunu zarara atarak dosya kapanmış olur. Ama kapanmış olması illa daha sonra takip yapılmayacağı anlamına da gelmez. Genelde bankalar kapattı mı bir daha avukat vs değişeceği için uğraşmaz direkt zarara atıp işlerine bakarlar müşteri çok olduğu için. Sahıs borcu olsa peşini bırakmaz yıllarca. Buradaki süre senin haczedilen mallarının satışının sonunda biter. Bir dip not olarak söyleyeyim borç kendi borcun olduğu için adına kayıtlı gsm telefondan vatandaslık numaranı sonra abone yazarak 4060 gönder.(2358559595 ABONE) ardından aboneliğin gerçekleştiğine dair onay mesajından sonra vatandaşlık numaranı yazarak 4060 gönder hakkında açılan tüm icra, ceza vs dosyalarının bilgisi gelir.Banka senin hakkında büyük ihtimal ihtiyati haciz kararı alarak çat kapı yapacaktır. Buradan da mesaj gelince anında hakkında icra takibi yapıldığını anlarsın ve evdeki haciz edilebilecek malları bir yerlere götürür haciz edilmesini engellersin ki satışla uğraşıp bir de orada süre kaybetme. Sanırım anlamışındır ne dediğimi.

 

 

 

Gönderilme Zamanı: 2009/5/4

 

 


 

Re: BİR YARDIM DA BEN ALABİLİR MİYİM LÜTFEN?

ANLADIM ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.ALLAH YARDIMCINIZ VE YARDIMCINIZ OLSUN.



Krediyle Ev alırken
Bilinmesi Gereken Hak ve Yükümlülükler

Tarih: 11/11/2010, Kaynak: Sabah

Kredi ile ev almak yasalarla belirlenmiştir, kuralları açıktır. Bu nedenle hakları, sorumlulukları ve yükümlülükleri iyi bilmek, titiz davranmak gerekmektedir.

ev_57
Kredi Sözleşmesinde Nelere Dikkat Edilmelidir?

Bu soru çok önemli çünkü daha sonra dert yanmamak, ağlamamak için kredi meselesini çok ciddiye alınmalıdır.

Bu nedenle de banka kredi işlemlerinde önünüze konan sözleşmeyi çok iyi okumalı, dikkatle değerlendirmelisiniz.

Bildiğiniz gibi halk arasında Mortgage olarak bilinen "Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun" a göre konut finansmanı kuruluşları, yani bankalar, tüketicilere sözleşme öncesinde kredi işlemleri ile ilgili Sözleşme Öncesi Bilgi Formunu vermek zorundadırlar.

Bu form tüketiciye teklif ettikleri kredi sözleşmesinin koşullarını içermektedir. Tüketici teklifi kabul edip etmemekte serbesttir. Sözleşme Öncesi Bilgi Formunun tüketiciye verilmesini takip eden bir iş günü geçmeden imzalanan sözleşme geçersizdir. Bu yüzden unutmayın, mutlaka bu bilgi formunun tarafınıza verilmesi gerekir.

Konut finansman sözleşmeleri tüketici işlemi kabul edildiğinden, tüketici lehine diğer haklar konut tüketicileri tarafından da kullanılabilecektir. Bankalar bu konuda çok dikkatli ve titiz davranmaktadırlar.

Bütün işlemler tamamlandıktan sonra sizin banka ile yapacağınız sözleşmeye gelelim şimdi. "Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun" a göre sözleşmelerin mutlaka yazılı olması ve bir suretinin tüketiciye verilmesi zorunludur.

Şimdi sözleşmelerde yasa gereği olması gereken hususlara şöyle bir göz atalım:

a) Kredi tutarı
b) Kredi sözleşmeleri için üzerine ipotek tesis edilen konuta ilişkin belgeler,
c) Yıllık faiz oranı ve yıllık maliyet oranı
d) Toplam borç tutarının anapara, faiz ve diğer giderler itibarıyla dağılımı
e) Faiz oranındaki değişmenin hesaplanma yöntemi
f) Geri ödeme, ödeme tarihleri, belirlenen ödeme tarihinin resmi tatile gelmesi durumunda ödemelerin ne zaman yapılacağı, ilk ve son ödeme tarihleri
h) İstenecek teminatlar, gecikme faiz oranı, borçlunun temerrüde düşmesinin sonuçları
i) Kredi geri ödemelerinin vadesinden önce yapılması halinde, erken ödeme ücreti öngörülmekte ise bu ödemenin hesaplanmasına ilişkin esaslar,
j) Kredinin yabancı para birimi cinsinden belirlenmesi durumunda hangi tarihteki kurun dikkate alınacağı k)Konutta kıymet takdiri yapılmasını gerektirebilecek haller ve kıymet takdirinin kimler tarafından yapılabileceği
l) Konuta ilişkin sigorta bilgileri.

 

 

Men edildikleri halde
faizi almalarından ve 
haksız (yollar) ile 
insanların mallarını yemelerinden dolayı 
içlerinden inkâra sapanlara 

acı bir azap hazırladık. 
(Nisa 4/161).


Faiz yiyenler 
ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların: 

“Alım satım da ancak faiz gibidir." 
demelerinden dolayıdır. 

Oysa Allah alış verişi helal, 
faizi haram kılmıştır. 

Kime Rabbinden bir öğüt gelir de
faize bir son verirse, 
artık geçmişi kendisine, 
işi de Allah'a aittir. 

Kim faize geri dönerse 

artık onlar ateşin halkıdır, 

orada sürekli kalacaklardır. 

Allah, faizi yok eder de, 

sadakaları artırır. 

Allah, 
günahkâr kafirlerin hiç birini sevmez.
 
(Bakara 2/275-276).


Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe ederseniz artık sermayeleriniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılş olursunuz. (Bakara 2/278-279).



 


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056746 ziyaretçi (4528328 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol