Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  İSTANBUL İSLAM BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ MÜZESİ
 




Image result for FUAT SEZGİN GÖRSEL




16/06/2008

Sayın Abdurrahim Barın,
15.06.2008 tarihli E-mail' inizi aldım.
Lutufkâr sözlerinize eşim adına da teşekkür ederim.
Istanbul'da kurulan müzenin milletim üzerinde ve
Türkiye dışı Islam dünyasında ve gayrısında
arzuladığım etkiyi yapacağı yönündeki inancımı artırdınız.

Saygı ve selamlarımla.

Fuat Sezgin


 

 1 TEMMUZ 2018

 
PROF. DR. FUAT SEZGİN  
TANITIM VİDEOSU <<<    
  TIKLA

İST İSLAM BİLİM TARİHİ MÜZESİ WEB SİTESİ
,YOUTUBE    DILYMOTION DAHİL

*BULUNMAMAKTA*

* YALNIZCA* 
C.B. WEB SİTESİNDEKİ
BU LİNKİNDE BULUNMAKTADIR


Fuat Sezgin ve Bilal Erdoğan

Prof.Dr. Fuat Sezgin'den,
Bilal Erdoğan'ın yanında serzeniş
<TIKLA<VİDEO

 

CUMHURBAŞKANININ

OĞLUNUN YANINDA SÖYLÜYORUM

15.11.2014 19:40:53

Foto : ORHAN FIRAT

Sezgin'in konuşmasının

en dikkat çeken bölümü


Almanya'da

yaptığı çalışmalaraverilen değer ve


Türkiye'ye sitemini anlattığı kelimeler oldu.

Sezgin, Almanya'da geniş bir imkanlar topluluğu ile çalıştığını anlatarak
"İstediğim her şeyi veriyorlardı.
Hamd etmesini bilmek lazım.
Milletimizin bunu bilmesi lazım.

Ben Türk milletinden

neyi beklerdim biliyor musunuz?

Yanımda,
Cumhurbaşkanı'nın oğlunun yanında söylüyorum.

Bana
Türkiye'nin
en büyük mükafatını vermeniz lazımdı

fakat bunu veremediler,

veremiyorlar.

Bana Almanlar

Gothe plaketi verdiler.

Ondan bir sene sonra


Almanya'nın birinci derecede ödülünü verdiler"

serzenişinde bulundu. 

 

KAPILARINA KADAR GİTTİM

Konuşması sırasında böbürlenmek istemediğini

ve bu şekilde algılanmak istemediğini de aktaran

Fuat Sezgin,
"Bu kitaplar ile bize ne kadar yanlışlıklar geldiğini anlatmaya çalışıyordum.
Ama sizler uyuyordunuz.
Maalesef bu kitabın varlığından haberdar değildiniz.

Kapılarına kadar gittim,

bu kitabı tercüme ettirin dedim.

Ama dinletemedim.

Şimdi Türkiye'de bir uyanma başladı

tünelin sonunda ışığı görmeye başlıyoruz demektir."

ifadelerini kullandı. 

ENGİN DENİZCİLİK site:hiziracil.tr.gg ile ilgili görsel sonucu

ENGİN DENİZCİLİK site:hiziracil.tr.gg ile ilgili görsel sonucu
2013 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreni-24.12.2013
11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 

hJhKAKwZB2k   <<< VİDEO TIKLA


Cumhurbaşkanı Gül, Çankaya Köşkü’nde düzenlenen törenle
2013 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ni;
İslam bilim ve teknoloji tarihi alanında
Prof. Dr. Fuat Sezgin’ için 

Prof Dr.Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi AraştırmalarıVakfı


 Bşk. Prof. Mecit ÇETİNKAYA ya verdi


=> FUAT SEZGİN İSLAM BİLİM MÜZESİ VE ALİMİN ÖLÜMü< < TIKLA













PROF. DR. FUAT SEZGİN İSLAM BİLİM TARİHİ ARAŞTIRMALAR VAKFI
OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISI YAPILDI

 02 Ocak 2016 18:53

Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmalar Vakfı

Olağan Genel Kurul Toplantısı gerçekleşti.

  • PROF. DR. FUAT SEZGİN İSLAM BİLİM TARİHİ ARAŞTIRMALAR VAKFI OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISI YAPILDI


Genel Kurul Toplantısı'na Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal,
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık,
İçişleri Eski Bakanı Muammer Güler,
İstanbul Valisi Vasip Şahin,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaşı,
Merkez Valisi Hüseyin Avni Mutlu,
İslam Bilim Tarihi Araştırmalar Vakfı
Mütevelli Heyeti Üyesi Necmeddin Bilal Erdoğan ve
Prof. Dr. Fuat Sezgin katıldı.


Toplantı Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmalar Vakfı
Yönetim Kurulu faaliyet raporunun okunması ve gelir-gider tablosunun
değerlendirilmesiyle başladı.


Toplantıda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal sözlerine
"geçmişte hafızalarımızı arardık"
diye başlayarak,
"Yitik hafızamızı bulabileceğimiz kurumsal bir yapı olmadığı için
o dönemde bir yerlerde bir şeyler arardık.
Çünkü kaçınılmaz olarak
bizler zihnimiz, aklımız bir şeyin eksikliğini söyler ama
okuduğumuz okullarda bu hafızaları tamamlayacak parçaları bulamazdık.
Batılı bilgi kuramının oluşturduğu paradigma
bizim medeniyetimizi oluşturan birikimi yoksaydığı için
biz bir şekilde bir yerlere çarparak
kimliğimizi, hafızamızı bulmaya çalışan gençlerdik" dedi.
Vakfın
medeniyetin bilimsel mirasını
gelecek nesillere aktarma konusunda
önemli bir rolü olduğunu belirten
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık
vakıfta bu çalışmalarda yer alan herkese minnettar olduğunu belirtti.


İstanbul Valisi Vasip Şahin
"Değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca'ya şükranlarımı sunuyorum.
Bu millete bu gençliğe özgüven verdiler. Bu tür faaliyetler vefa borcunun yerine getirildiği faaliyetlerdir. Burada kurulan vakıf, burada kurulan mütevelli heyet hocamızın çalışmalarını Türkiye kamuoyunda, İslam coğrafyasında dikkatlere sunulmasında çok önemli bir görev üstlenmiştir. Üzerimize düşen her konuda vakfın ve mütevelli heyetin yanındayız. Ne zaman ihtiyaç olursa bir görev bilinciyle sizlerin yanınızda olmaya devam edeceğiz" diye konuştu.


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş "Bu durumu bir gurur tablosu olarak değerlendirmek lazım. Bu kadar büyük bir geçmişi olan değerleri bir anda ortaya çıkarmak çok da kolay değil. Yaptığımız işin; kendi geçmişimizi geleceğe taşımak konusundaki sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Bu vakıfta emeği geçen her bireye ayrı ayrı teşekkür ediyorum" şeklinde konuştu.


İslam Bilim Tarihi Araştırmalar Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Necmeddin Bilal Erdoğan ise "İslam Bilim Tarihi'nin, sayın hocamızın çalışmaları ve bunu gelecek nesillere aktaracak misyon maalesef geçmiş yıllarda gereken ilgiyi görmedi. Gönüllü insanların inanmasıyla zaman ayırmasıyla güzel mesafeler aldık. Üç alanda çalışmalar yapılıyor. Birincisi müze hizmetleri, ikincisi Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızın çalışmaları ve üçüncüsü ise enstitümüzün güçlenerek yaşamasıdır" ifadelerini kullandı.


Prof. Dr. Fuat Sezgin de toplantıda söz alarak "17 ciltlik kitap yazdım. Şu an 18. ciltteyim. Desteklerinizden dolayı çok mesudum" diye konuştu.


Toplantı hatıra fotoğrafı ile sona erdi.

 


FUAT SEZGIN ANISINA
TÜRKISTAN SEMPOZYUM BILDIRILERİ<
< TIKLA










  
BİRİLERİ 

    *** İLERLEMEYELİM   DİYE ***

***     BİZİ  GEÇMİŞİMİZDEN KOPARMAK ***

 *** BİZ BİRŞEY YAPAMAYIZ ***

      ****ANLAYIŞINI   BEYİNLERE KAZIMAK İÇİN**

  **** GÖZETLİYOR
. ***  ÇALIŞIYOR ***
.

   ***TÜM   DIŞ  GÜÇ VE İÇ UZANTILARININ***

                         GÖZÜ BİZDE...










                               *** D İ K K A T ***

                   ANA   BAŞLIKLARIN 

                ALT  SAYFALARINI  

              TIKLAMAYI UNUTMAYINIZ  !!!









Dünya, İslam bilimini ondan öğrendi

İbretlik Resimler

 


Dünyanın ilk ‘İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ İstanbul’da açıldı

Başbakan Erdoğan ve Başkan Topbaş tarafından Gülhane Parkı’nda açılan ‘İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’, bilim tarihine farklı bir bakış getirecek. Törende konuşan Erdoğan, “Burada sergilenen eserler medeniyet tarihi yazımında düşülen çok temel bir yanılgıyı düzeltme imkanı verecek” dedi.

Haber Tarihi : 24.05.2008 19:05:00

Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası’nda hizmet verecek olan İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi törenle açıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve Prof. Dr. Fuat Sezgin ile ortak bir çalışma yaparak dünyanın ilk ‘İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni İstanbul’a kazandırdı. İslam kültürünün bilim dünyasına ve modern bilimin oluşumuna katkılarını gözler önüne seren müzenin açılışına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Valisi Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Prof. Dr. Fuat Sezgin ve eşi bilimler tarihçisi Dr. Ursula Sezgin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, TÜBİTAK Başkan Vekili Prof. Dr. Nüket Yetiş, TÜBA Başkanı Prof. Dr. Engin Bermek ile Büyükşehir Bürokratları da katıldı.

İslam Araştırmaları Merkezi <TIKLA
http://www.isam.org.tr/

                                                                      

                                                                   ”http://www.bilgicagi.net/resimler/admin.gif”




                                                                                    









İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Açıldı







BİLİM VE TEKNOLOJİNİN YAYILMASINDA İSLAM DÜNYASININ AĞIRLIĞI-PROF.FUAT SEZGİN
 
FUAT SEZGİN`in İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Muzesi`nin 24. Mayıs 2008`deki açılış konuşması
 
Kıymetli Misafirler !

Tarih anlayışının yeterli bir gelişme göstermeye başladığı anlardan itibaren birçok insanın zaman zaman şu veya bu aletin veya cihazin nerede ve ne zaman ortaya çıktığı yönünde kafa yorduğu ihtimaline bir gerçek nazarıyla bakılabilir. Ama tarih bilimi genelde ve çok uzun bir süre, alanını politik, askeri ve bir dereceye kadar da iktisadi olay ve değişmelerin toplanıp kaydedilmesinde gördü, bilim ve teknolojinin kazandığı gelişmelere bir üveyana gözü ile baktı

Bilim ve teknolojinin Yunanlılara kadar gerçekleşen gelişmesinin kademelerini takip takip etmek çok zor. Onlar, yani Yunanlılar bilimler tarihinde işgal ettikleri sekiz yüz kadar yıllık muazzam yapıcı safhada öncülerine dair çok az ipucu veriyorlar. Kaynaklara işaret etme geleneği kendilerinde çok zayıf.

Onların muazzam yerlerini başlangıç olarak görmeye alışkın modern bilimler tarihin üç yüz yıldan beri alışılan görüşü, Sümerlerin, Babirlerin, Asurilerin, Hititlerin, Kenanilerin, Aramilerin ve Mısırlıların kültürlerinin arkeolojik araştırma ve bulunan kitabe çözümlerinin modem bilimler tarihinin getirdiği ışığa rağmen, önemli bir değişme bulmadı. Bilimler tarihinin büyük otoritelerinden Avusturyalı Otto Neugehauer� in yarım yüzyılda Yuanlıların başta değil ortada bulundukları, onların bilim tarihindeki önderlik bayrağını ellerine aldıklarından beri geçen 2500 yıllık devreye, geçmiş olan 2500 yıllık bir öncül devreyi daha eklemek gerektiği yolunda savunduğu tez çok az dikkat çekti. Yedinci yüzyılın ilk yarısında, Yunanlıların elinde çok yüksek bir düzeye ulaşmış bilimlerin Doğu Akdeniz havzalarında ve Sasaniler İranında ağır adımlarla çok küçük mesafeler geriye bırakmakta olduğu bir sırada, İslam bu kültür merkezlerini içine alan bir kudret olarak tarih sahnesine çıktı. O kültür merkezlerinin mümessillerini, hangi inançta olursa olsunlar büyük tölerans ve anlayışla entegre ve onların hocalığını kabul ederek, bilimlere yeni bir kıvılcım kazandırıldı. Sekizinci yüzyılın ortalarında Hind kaynaklarına uzanıldı. İki yüzyıl kadar süren bir resepsiyon ve asimilasyon safhasından sonra yaratıcılığa ulaşıldı. 

Bilimlerin İslam Dünyasında ulaştığı yaratıcılık safhası bazı alanlarda daha 8. yüzyılın ikinci yarısına, bazı sahalarda ise 9. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşmiş oldu. Bu yaratıcılık safhası sonlara sür�atin ve kantitenin düşmesiyle beraber 800 yılı yani 16. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Onların başardıklarının bugün küçük bir kesimini biliyoruz. Ayrıntılı olarak saymaya kalkışmak yerine şu şekilde ifade edilebilir: Onlar diğer kültür dünyalarından, özellikle Yunanlılardan aldıkları bilimleri geliştirdiler, yeni bilimleri ortaya koydular; önderlik durumuna geçecek kültür dünyasında ortaya çıkacak bazı bilimlerin yollarını döşediler. �Büyük� ve �Yaratıcı� diye vasıflandırdığımız bilimin 800 yıl kadar süren bu safhasında Müslümanların Arapça yazan Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarının katkısı az olmadı.

Bilimler tarihine bu yaratıcı safhada nelerin kazandırıldığının hepsini veya büyük bir kısmını bilmekten henüz çok uzak bulunuyoruz; tamamını tanımak belki hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Ama bugün bildiklerimiz, bilimler en büyük birkaç safhasından biri karşısında bulunduğumuzu duymamıza yetiyor. Şüphesiz ki, içinde bulunan devir faktörü ve diğer bir çok koşullar, öncülerle ardıllarından başarılarının yön, karakter ve tabiatlarını etkiliyor.

Bilimler tarihçesi için, büyük safhaların kendine has temel değerlerinin belirtilmesi işi kolay olmuyor. Ben şahsen yıllar boyunca İslam bilimler safhasının kendine has prensipleri olarak şunlara ulaşabildiğimi sanıyorum:

 
1.       Adil tenkit prensibi
2.       Vazıh bir tekamül kanunu düşüncesi
3.       Kaynak zikretmede diğer kültür dünyalarında olduğundan daha çok gösterilen gayret
4.       Bilim tarih yazarlığının 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkışı ve gelişmesi

5.       Tecrübe ile teori arasında bir denge kurma prensibi ve tecrübenin araştırmada sistematikman kullanılacak bir vasıta olarak yer alması

6.       Uzun süreli gözetleme prensibi; bunun sonucu olarak rasathanelerin icadı
7.       Bilimin sadece kitaptan değil, hocadan ve kitaptan öğrenilmesi; buna bağlı olarak ilk üniversitelerin ortaya çıkışı

Bilimler tarihinin en önemli başlangıç çizgilerinden biri şudur ki; İslam kültür dünyasının kitapları, aletleri ve ilaçları 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İspanya üzerinden Batı Avrupa�ya yollarını buldular. Müslümanlar�ın 711 yılında İber Yarımadası�na ayak basmakla İslam kültür dünyası ile Avrupa arasındaki bağlantıyı kurmuş, geliştirecekleri bilimlerin birkaç yüzyıl sonra ayrı bir kültür dünyasında yayılma kaderini çizmişlerdi.

İki kültür dünyasını birbirine bağlayan yollar zamanla artmaya devam etti. Bunların en önemlileri Sicilya, İtalya ve Bizans üzerinden geçiyordu; bahusus İslam dünyasındaki teknolojinin Avrupa�ya ulaşmasında Haçlı Seferleri büyük bir rol oynamıştı.

Bilim ve Teknolojinin dünyasından Avrupa�ya ulaşma safhası- ki, bu resepsiyon ve asimilasyon diye iki kademede gerçekleşti- en azından beş yüz yıl sürdü. Avrupa�da gerçek manada 16. yüzyılda kreativite ve aynı yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyasında bilimlerin duraklaması başladı. On yedinci yüzyılın başlarında Avrupalılar bilimde önderlik durumuna geçtiler.

Bu münasebetle bir tarihi realiteye istemeye istemeye işaret etmeyi zaruri buluyorum. O da şu ki, Latin kültür dünyasının Arap-İslam kaynaklarından alma işi, Müslümanların Yunanca kaynaklarından alışındaki açıklıkla olmadı. Müslümanlar Aristoto�yu �Büyük Üstad� diye adlandırıyordu. Bokrat�ın, Galen�in ve diğerlerinin kitaplarından �Faziletli Bokrar�, �Faziletli Galen� diyerek alıyorlardı. Ama Arapça kitaplarının birçoğunun Latince tercümelerinde gerçek müelliflerin adları kayboluyordu. Kaynak zikretme alışkanlığı hemen hemen hiç yoktu.

Bunun sonucu olarak, Avrupalılar 17. yüzyılda önderlik durumuna nasıl geldiklerini bilmiyorlardı. Gerek Avrupalılar, gerek Müslümanlar, bunu yüzyıllardan beri gelen üstün bir mazinin devamı sanıyorlardı. Bunun sonucu, Avrupalılarda Müslümanlara karşı bir üstünlük, Müslümanlarda ise yavaş yavaş bir aşağılık duygusu gelişiyordu. Avrupalılarda doğan bu üstünlük duygusu, aradan çok büyük bir zaman geçmeden, daha doğrusu 18. yüzyılda Rönesans tabiri içinde, günümüze kadar geçerliliğini pek kaybetmemiş olan kalıplaşmış ifadesini buldu. Buna göre, bilimlerin birkaç yüzyıldan beri tanınan yeni safhası, Avrupa�da doğrudan doğruya Yunan bilimlerinden kaynaklanan bir kalkınmaydı.

Derin bir minnet duygusuyla anılmalı ki, bu, 1955�te Fransız filozofu Etienne Gilson�un �Profesörler Rönesans� ı� diye maskaraya aldığı görüşe karşı hümanist bir reaksiyon da daha aynı yüzyılda kendini göstermeye başlamıştı. Bunların arasında Fransızlardan filozof ve tarihçi Voltaire, Almanlardan Johann Gottfried Herder, Johann Wolfgang von Goethe ve Alexander von Humboldt vardı.

 Kısmen bu Hümanistlerin yanı sıra, kısmen de ara sıra ortaya çıkan Avrupa merkezli bilim tarihçiliğinin bilmemezlikten geldiği çok önemli yeni bir hümanist cereyan vardı; o da Arpça, Farsça ve Türkçe kitaplarının Latince tercümelerine değil de asıllarına dayanarak İslam bilimlerini araştırmak. Bu cereyan çok yavaş bile olsa, daha 17. yüzyılda başlamış ve 19. yüzyılda konservatif bilim tarihçiliğini bazı alanlarda tashihlere zorlayacak kadar kuvvet kazanmıştı. Felsefe alanında dinle ve felsefe tarihçisi Ernest Renan 1852 yılında yayımladığı �Averroes et l�averoisme� isimli kitabında Endülüslü İbn Rüşd�ün Batı Avrupa ve İtalya� da felsefi düşünceyi ne kadar derinden etkilediğini çok mahir bir şekilde gösterdi.

            Onun çağdışı filozof Heinrich Ritter İslam bilimlerinin Avrupa�ya felsefe dışındaki etkisinin çok büyük olduğu, Arap felsefesinin fiziksel yönünün Hıristiyan Ortaçağ biliminde bi değişim sağladığı tezini savunuyordu. Fransız j-j. Sedillor ve oğlu I.-A. Sedillor 60 yılı aşan çalışmalrıyla Müslümanların astronomi alanında gösterdikleri başarının büyük bir kısmını ortaya koymakla çağdaş meslektaşlarını hayrete düşürüyorlardı. Diğer taraftan J.T. Reinaud aynı zaman içinde İslam kültür dünyasının coğrafya alanındaki başarılarını elli yıl kadar süren etütleriyle tanıtıyordu.

            Matematik alanında hümanist alexander von Humboldt� un Paris�te adı geçen bilginlerin yanında doktora yapmaya gönderdiği Franz Woepcke başardığı kırkı geçen çok enteresan etütleriyle konservatif matematik tarihçiliğini çok ciddi tashihlere zorladı. Mesela o çağın en ünlü matematik tarihi kitabında Müslümanların cebir alanında ikinci derece denklemlerin ötesine geçemedikleri iddia ediliyordu. Woepcke 11. yüzyılda yaşayan Ömer Hayyam� ın üçüncü derece denklerin sistematik tanıtımını taşıyan Cebir kitabını yayımlayıp Fransızcaya çevirmekle, üzerinde çalıştığı alandaki eski hükümlerin ne kadar geçersiz olduklarının çok açık bir misalini sunmuştu.

            19. yüzyılın ikinci yarısı İslam bilimlerinin tanıtılması yönünde çok önemli gayterlere şahit oldu. Bu misale coğrafya alanında çalışan Hollandalı Michael Jan de Goeje ve Alman Ferdinand Wüstenfeld yarım yüzyılı aşan çalışmalrında günümüze ulaşmış olan hemen hemen bütün önemli Arapça coğrafya yazmalarını yayımlayıp kısmen de Avrupa dillerine çevirdiler. Çağdaşları Alois Sprenger, daha 1864 yılında 10. yüzyılda yaşayan Makdisi�yi kitabının bir yazmasını Hindistan2da bulduktan sonra �yaşamış olan en büyük coğrafyacı� olarak ilan ediyordu. Daha sonraki etüdler gerçekten insan coğrafyasının 10. yüzyıl İslam dünyasındaki düzeyine avrupa�da ancak 19. yüzyılda rastlanabildiğini kolaylıkla gösterebildi.

            1875 yılından itibaren İslam doğal bilimler tarihi araştırmalarına Erlangen şehrinden Eilhard Wiedemann adlı fizik bilgini katıldı. Bu dinlenmek bilmeyen bilgin 1928 yılına kadar yayımladığı 200�den fazla etüdü bilimler tarihinde anıtsal bir yer alıyor. İslam dünyası ona ne kadar teşekkür etse yetmeyecektir. İslam dünyası ona ne kadar teşekkür etse yetmeyecektir. Onun İslam kültür dünyasının bazı aletlerinin modellerini ilk yapan kimse olduğunu anmayı bir borç biliyorum. Öğrendiğime göre, onun yaptığı modellerden birkaçı Münih Müzesi�nin arşivinde muhafaza ediliyor.

             Oryantalistler birkaç yüzyıllık çalışmalarıyla Müslümanların bilimler tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu göstermeye yetecek kadar önemli sonuçlara vardılar. Bununla beraber, bu yerin ne kadar büyük olduğunu gerçeğe yakın bir şekilde öğrenebilmekten çok uzağız veya hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bu yolda birkaç adım ileriye gidebilme amacıyla 1982 yılında Frankfurt Üniversitesine bağlı bir Arap-İslam Bilimleri tarihi Enstitüsü kurduk. Çalışmalarımız esnasında, Müslümanlara tarafından geliştirilen ve icad edilen aletlerin modellerini yapmak düşüncesi doğdu; böylece orada bir müze ortaya çıktı. O aletlerin benzerlerinin bugün açılmakta olan çok büyük bir ziyaretçi kitlesi tarafından görüleceği ümidini taşıyor, onun bilimler tarihinin bütün insanlığın müşterek malı olduğu hususundaki temel düşüncemizi yansıtmak için müstesna bir yer olduğuna inanıyoruz.

 

Başbakan Erdoğan; “İstanbul’un müze fakirliği bizi üzüyor…”

Açılış töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin müzeler fakiri bir ülke olduğunu belirterek,  hele tarih, kültür kenti İstanbul’un bu noktadaki fakirliğinin kendilerini ayrıca üzdüğünü belirterek, Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası’nda açılan “İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi”nin geçmişi anlamak ve geleceği anlamlı kılmak için önemli olduğunu söyledi. Müzenin kurulmasına öncülük eden Fuat Sezgin ile tanıştığı ilk günde, böyle bir eseri ortaya çıkarma kararlılığını dinlediğinde, Sezgin’in heyecanını unutamayacağını anlatan Erdoğan, şöyle konuştu;

“Bu toprakların bir evladı olarak, buraya bu eseri kazandırma gayreti, hele hele böyle bir mekanı da tespit ederek, bunu burada anlamlı kılma tespiti, beni de duygulandırmıştı ve arkadaşlarımla bunun istişaresini yaparak, bu adımı atalım dedik. Biz aslında müzeler zengini bir ülke değiliz. Müzeler fakiri bir ülkeyiz. Hele hele tarih, kültür kenti İstanbul'un bu noktadaki fakirliği bizi ayrıca üzmektedir. Dönemimiz, öyle zannediyorum ki, hiçbir dönemle mukayese edilemeyecek şekilde... Gerek devlet, gerekse özel müzelerin açılma noktasında en önemli adımların atıldığı bir dönem olmuştur. Tabii ki bu devam edecek, bununla kalmayacağız.”

Müzenin sadece burada sergilenen eserler bakımından değil, medeniyet tarihi yazımında düşülen çok temel bir yanılgıyı düzeltme imkanı verecek olması nedeniyle de çok değerli ve anlamlı olduğunu vurgulayan Başbakan Erdoğan, “Tarihi veriler, tartışmasız biçimde gösteriyor ki İslam düşünür ve bilginleri, 8. yüzyıldan itibaren bilimsel düşünceye kaynaklık edecek, çok yönlü araştırmalar yapmışlar, çok başarılı sonuçlara ulaşmışlardır. Müslüman düşünür ve bilginlerin bu çalışmalarının 12. yüzyıldan 16. yüzyılda uzanan süreçte, Arapça’dan Latince’ye yoğun olarak çevrildiği; Avrupalı bilim adamlarının kaynaklarını belirtmekte çok özenli davranmasalar da bu çalışmalardan yararlandığı biliniyor. Bugün hala inkar etmeye devam ediyorlar. O ayrı mesele... Tarihe ve insanlığa karşı sorumluluğunu yerine getiren her tarihçi, her bilim adamı şu gerçeği kabul ediyor; İslam medeniyeti, 8. yüzyıldan itibaren çok değerli bilimsel ve kültürel çalışmalar gerçekleştirmiş. Bu çalışmalar 12. yüzyıldan itibaren Avrupa medeniyetini önemli ölçüde beslemiştir” diye konuştu.

Medeniyet tarihine bakarken İslam medeniyetine hizmet eden bilgin ve düşünürlere hakkını teslim etmenin hakkaniyetin gereği olduğunu belirten Recep Tayyip Erdoğan, İslam’ın ilk emrinin “Oku” olduğunu, kadına ve erkeğe doğumundan ölümüne kadar bilimi emrettiğini hatırlatarak, “Bunun yanında sürekli bir ikaz vardır ki, bu çok önemli. Bizim inanç değerlerimizde, kitabımızda hep akledenlere hitap edilir; düşünenler için orada büyük hikmetler olduğu sürekli hatırlatılır: Akıl, ilim, düşünce... Bunların üçü sürekli zikredilmiş. Eğer bizler, birer Müslüman olarak bunu yerine getirmiyorsak, kimse kalkıp faturasını bu medeniyete, bu inanca kesemez. Öyle bir hakkı yoktur” dedi.

Müzede İslam Medeniyeti’nin bugünlere miras bıraktığı eser ve araçların şimdilik bir bölümünün sergilendiğini anlatan Erdoğan, müzenin çok önemli katkı sağlayacağını ifade eden Erdoğan, pek çok bilim adamı, tarihçi, kurum ve kuruluşun katkılarıyla bu eserin ortaya çıktığını dile getirerek, “Buna elbette, tarihin derinliklerinde, insanlığa kandiller yakan bilimsel ve kültürel gelişime çok sağlam zemin hazırlayan, Müslüman bilgin ve düşünürlerini eklemek gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Müze arı kovanı gibi çalışacak…”

İstanbul’un tarihi, coğrafi ve kültürel yapısıyla ölçüşen bu müzenin ziyaretçilerinin, medeniyet inşa eden asli gücün zihinsel arayış ve bilgelik olduğunu fark edeceklerini vurgulayan Erdoğan, bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’nın belediyelerle işbirliği yaparak, İstanbul içinden ve dışından programlar yaparak, müzenin arı kovanı gibi çalışmasını sağlayacağını kaydetti. Gülhane Parkı’nın o zaman çok daha iyi tanınacağını belirten Erdoğan, Gülhane’nin de bir tarihi olduğunu, sadece gül ve çeşitlerini barındıran bir yer değil, tarihi itibariyle de ne anlama geldiğinin çok daha iyi anlaşılacağını söyledi.

Müzede sergilenen mirası paha biçilemez değerde gördüğünü vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü; “Müzeyi, yeni katkılarla daha da zenginleştirilerek geleceğe taşınması gereken müstesna bir emanet kabul ediyorum. İnsanlığın sahip olduğu en zengin medeni tecrübelerle bugüne gelen, asırlar boyunca farklı inanış, kültür ve yaşam biçiminin beşiği olan İstanbul, aynı zamanda Sultanahmet, aslında dünya turizminin bir hareket noktası haline geldi. Bu eserle Topkapı ve bu müze farklı hizmetler de sunacak. Bu değerli eseri gururla gezecek, tanıyacak, bunu da kendi ülkelerine taşıyacaklardır. İslam medeniyetinin, insanlığın bilimsel gelişimine yaptığı büyük katkılar, bu müzenin varlığıyla artık imkanı mümkün olmayan bir görünürlüğe kavuşacak. Bu müze genç kuşakların tarih bilincini sağlamlaştıracak. Böyle bir müzenin Türkiye’de özellikle İstanbul’da açılmasını, coşku ve heyecanla karşılıyorum ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”

Bakan Aydın; “Müze Müslümanların başardığının delilidir…”

Devlet Bakanı Mehmet Aydın da İslam dünyası hakkında bir takım kanaatler ortaya atılırken, İslam’ın bilinmeyen bir medeniyet gibi göz önüne getirdiğini ve “Bu Müslümanlar bir şey başarmadılar, başaramıyorlar, başaramayacaklar” denildiğini belirterek, “Bu müze bunu yalanlayan, yanlış yerine doğruyu koyan somut bir projedir, somut bir başarıdır. Bizim de engin, derin, zengin bir tarihimizin bilincini ihmal etme hakkımız ve lüksümüz yoktur ve olamaz” dedi.

Tarihin bilinmesinin aynı zamanda bugünün bilinmesi ve yorumlanması olduğunu ifade ederek, Fuat Sezgin’in, İslami araştırmaların 8. yüzyıldan itibaren başladığını ifade ettiğini, bunun ne kadar erken bir tarih olduğunu anımsatmak istediğini dile getiren Bakan Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü; “Bırakınız orijinal bir ilim, sanat, teknoloji üretimine geçilmesini, başka kültürlerin ürettiğinin alınması bile bir akıl seviyesi istiyor. Bu seviyenin kaynağı çok iyi bilinmelidir. İnsan denilen varlık kendini bilecektir, bu her türlü bilmenin anahtarıdır. İnsan denilen varlık tabiatı bilecektir. İnsan denilen varlık tarihini bilecektir. Tarihi bilmek niçin önemli? Bugünkü sorunların önemli bir kısmının temelinde birbirimizin kültürünü, medeniyetini, medeni başarılarını bilememe, yani cahillik vardır. Bilinmediği için düşman olmak da, sevmemek de kolay oluyor. Bugün dünyanın gidişatını önemli ölçüde etkili olan çok önemli bir kişi, önemli bir kurumun başındaki kişi, izin verirseniz, ismini vermeyim, yaptığı çok tedirginlik uyandıran bir konuşmasında demiştir ki, ‘İslam’ın en önemli sorunlarından biri akılla yüzleşememesidir, rasyonel bir düzeye gelememesidir’ Oysa o rasyonelliği alabilme ve o rasyonellikte adım atabilme tarihi, İslam vahyinin gelişinden takriben bir asır, hatta daha yakın bir zaman sonradır. İslam öyle bir düşünce dünyası ki, ortaya çıkışından sonraki iki asırda, kültür ve medeniyet dünyasına 100'ün üzerinde düşünce ekolüne sahip olabiliyor. 4-5-6 sistemli felsefeye sahip olabiliyor, dinin derinliğine anlaşılması için tasavvufta en az 7-8 kanalda, kolda önemli başarılar ortaya koyuyor ve bilimde, teknolojide, başarıyı, hakka itaatin, hak sevgisinin bir parçası olarak görüyor. Onun için de bilimi hem kadına, hem erkeğe doğumdan ölüme kadar farz kılıyor. Eğer İslam denilen medeniyetin ürünlerinin bir kısmı bilinmiş olsaydı, İslam dünyası yine eleştirilirdi ama koca bir tarih düşüncesizlikle, bilinçsizlikle, bilgisizlikle suçlanamazdı. Batının ‘karanlık’ dediği Orta Çağ bu müzede sergilenen ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayan ‘aydınlık ve mübarek bir çağdır. Bu çağ olmasaydı, bugün haklı olarak imrenilen ve beğenilen Batı medeniyeti olmasaydı, bugün insanlığın bulunduğu yerde olamayacaktı. Buradan yola çıkarak İspanya’dan, İtalya’dan oradan Avrupa’ya çıkan Müslümanların geliştirdiği felsefe, bilim ve teknoloji, apayrı bir toprakta apayrı üretimlerde bulundu. Aşağı yukarı iki asırdır o topraklardan ödünç alıyoruz. Medeniyetler tarihi özü itibariyle bir alıp-vermek tarihidir. Bu medeniyetleri bilmemedir ki, bizi çok rahat bir şekilde medeniyetler çatışmasından bahsettirebiliyor.”

Bakan Günay; “Topkapı Sarayı’ndan dünyaya hafıza müdahalesi yapıyoruz”



Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesiyle bir ilkin gerçekleştirildiğini belirterek, “Buradan, Topkapı Sarayı'nın has ahırlarından, bütün dünyaya çok makul ve medeni bir hafıza müdahalesi yapmaya çalışıyoruz. Bu şekilde dönüp kendimize de bir uyarı yaptığımız söylenebilir. 1500’lü yıllardan bu yana duraklamış bu medeniyeti, bu hafıza müdahalesinden yola çıkarak yeniden uyandırmak konusunda hepimizin, çocuklarımızın, gençlerimizin Fuat Sezgin hocanın gayretinden ders alması çok daha büyük bir şevkle, inanç ve gayretle çalışması gerekiyor. Öte yandan, bu kapsamda Tarihi Yarımada’yı iyileştirme, tarihine yakışır bir ortama kavuşturma konusunda gayretlerimiz de sürüyor” şeklinde konuştu.

Başkan Topbaş; “Müze Müslümanların medeniyete katkısının göstergesidir”

Törende konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da İslam medeniyetinin teknik, ekonomik ve teknoloji tarihinde benzersiz bir birikim oluşturduğunu ifade ederek, müzenin, Müslümanların medeniyete koyduğu katkıların bilinmesi açısından önemli olduğunu söyledi. Müzenin gelecek kuşaklara önemli yansımalar ortaya koyacağını vurgulayan Başkan Kadir Topbaş, “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin Fethin 555 yılında İstanbul’da Sur-i Sultani’de açılışını çok anlamlı buluyorum. Bu müze gelecek kuşaklara İstanbul’dan önemli yansımalar yapacak ve bazı bilgilerin yeniden gözden geçirilmesine de fırsat verecektir. Müslüman bilim adamlarının modern bilime yaptığı katkıları gözler önüne serecek bu müzenin bir zamanlar dünyaya medeniyet götürmüş İstanbul’da kurulmasının çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.

2010 Avrupa Kültür Başkentliği çerçevesinde İstanbul’a yeni müzeler, kültür ve sanat mekanları ile yeni aktivite alanları kazandırdıklarını ve mevcut mekanları ihya ettiklerini hatırlatan Kadir Topbaş, şöyle konuştu; “Sur-i Sultani’de (Topkapı Sarayı ve Çevresi) de bu kapsamda 10 milyon YTL harcayarak yenileme çalışmaları yaptık. Gülhane Parkı’na 26 çeşitten oluşan 18 bin gül dikerek ismiyle müsemma bir peyzaj düzenlemesi yaptık. Ayrıca yine Gülhane Parkı’nda TÜBİTAK ile Bilim ve Teknoloji Müzesi ile Genç Mucitler Atölyesi kurmayı kararlaştırdık. Böylece bu üç müze geçmişten günümüze ve geleceğe bir bilim-teknoloji geçişi sağlayacak. Bu çalışmaların özellikle gençler üzerinde çok önemli katkıları olacağına inanıyorum.”

Prof. Sezgin; “Müslümanların başardığının küçük bir kısmını biliyoruz!”

Müzenin kurulmasına öncülük eden Frankfurt Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin ise bilimlerin İslam dünyasında ulaştığı yaratıcılık safhasının, bazı alanlarda 8. yüzyılın ikinci yarısına, bazı sahalarda ise 9. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleştiğini anlattı. Bu yaratıcılık safhasının 16. yüzyılın sonlarına kadar devam ettiğini belirten Sezgin, “Onların başardıklarının bugün küçük bir kesimini biliyoruz. Onlar diğer kültür dünyalarından, özellikle Yunanlılardan aldıkları bilimleri geliştirdiler; yeni bilimleri ortaya koydular, önderlik durumuna geçecek kültür dünyasında ortaya çıkacak bazı bilimlerin yollarını döşediler. 'Büyük' ve 'yaratıcı' diye vasıflandırdığımız bilimin 800 yıl kadar süren bu safhasında, Müslümanların Arapça yazan Hristiyan ve Yahudi vatandaşlarının katkısı az olmadı. Bilimler tarihine bu yaratıcı safhada nelerin kazandırıldığının hepsini veya büyük bir kısmını bilmekten henüz çok uzak bulunuyoruz, tamamını tanımak belki hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Ama bugün bildiklerimiz, bilimler tarihinin en büyük birkaç safhasından biri karşısında bulunduğumuzu duymamıza yetiyor” şeklinde konuştu.

Törende konuşmaların ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr. Fuat Sezgin’e katkılarından dolayı çini tabak ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Kültür Sanat Hizmet Ödülü”nü verdi. Daha sonra Başbakan Erdoğan, Bakanlar, Başkan Topbaş ve diğer katılımcılar kurdele keserek müzeyi açtılar. Törene, KKTC’den bazı bakanlar, milletvekilleri, yabancı misyon temsilcileri ile Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı, müzenin mimarı Hilmi Şenalp, Başbakan Erdoğan'ın kızı Esra Albayrak da yer aldı. Erdoğan ve beraberindekiler tören sonunda müzeyi gezerek yetkililerden bilgi aldılar.

Müze bilim tarihine ışık tutacak…

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), TÜBİTAK, Frankfurt Goethe Üniversitesi Arap İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü ve Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokol çerçevesinde kurulan müzede, Frankfurt Üniversitesi Arap İslam Bilimleri Enstitüsü tarafından kaynaklardaki tarif ve resimlere, çok küçük bir kısmı da günümüze ulaşan orijinal cihazlara dayanak hazırlanan, Müslümanlar'ın 8. ve 16. yüzyıllar arasında gerçekleştirdikleri alet ve cihazların örnekleri sergileniyor.

Kendi türünde ‘dünyada ilk’ olan “İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi”nde Müslüman bilginlerin kurdukları kimyasal düzenekler ile rasathane, hastane, üniversite gibi kurumsal eserler de görsel olarak yer alıyor. İlk etapta 140 eserin sergileneceği ve zamanla bu eserlerin sayısının 800’ü bulacağı müzede, ayrıca “Bilimler Tarihi Kütüphanesi” de yer alıyor. 3 bina içerisinde 3 bin 550 metrekare alanda faaliyet gösteren müze, rönesansın İslam kültür çevresinde 8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden bilimsel çalışma ve başarılara dayandığını gözler önüne seriyor. Prof. Fuat Sezgin’in katkılarıyla oluşturulan müzede astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarındaki eserler ve aletler yer alıyor.



Endülüs, İstanbul, Bağdat, Kudüs, Şam, Yemen… Gözü yaşlı medeniyetimizin yitik bırakılmış huzmeleri. Yüreklerde tekrardan keşfedilmeyi ve fethedilmeyi bekleyen, bizi "biz" yapan, bir madalyon gibi boynumuzda taşımamız gereken değerlerimiz…

 

Geçtiğimiz hafta Gülhane Parkı'nda İslam Bilim Teknolojileri Müzesi açıldı. Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nda hizmet verecek olan İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve Prof. Dr. Fuat Sezgin ile ortak bir çalışma yaparak dünyanın ilk 'İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'ni İstanbul'a kazandırdı. Törende konuşan Başbakan Erdoğan, "Burada sergilenen eserler medeniyet tarihi yazımında düşülen çok temel bir yanılgıyı düzeltme imkânı verecek" dedi.

"from imagination to reality, from drawing to material

hayalden gerçeğe, çizimden malzemeye"

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), TÜBİTAK, Frankfurt Goethe Üniversitesi Arap İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü ve Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokol çerçevesinde kurulan müzede, Frankfurt Üniversitesi Arap İslam Bilimleri Enstitüsü tarafından kaynaklardaki tarif ve resimlere, çok küçük bir kısmı da günümüze ulaşan orijinal cihazlara dayanarak hazırlanan, Müslümanların 8. ve 16. yüzyıllar arasında gerçekleştirdikleri alet ve cihazların örnekleri sergileniyor.

 

Evrenin ahengini anlamaya çalışan İslam filozofları, yaptıkları aletlerle yıldızlarla iletişim kurmaya çabalamış, kâinatı okuyarak kâinatta var olan müthiş koroda insanın varoluşunun hikmetini idrak etmeye çalışmışlar. İbn Heysem "Evren bütün değişimlerine rağmen bir düzen ve bütün ayrıntılarına rağmen bir ahenk içindedir" sözüyle anlamın kapısını aralamış. Evrendeki müthiş koro hakkında müzede Şerif Muhiddin Targan'ın şu sözü dikkat çekicidir: "Kâinatın bir lisanı vardır, o lisan musikidir."

 

Klasik Osmanlı Türk mimarisinde dahi ve sivil bütün binalarda asırlardır kullanılan en küçük ölçü birimi "Târ-ı Ankebut" yani "Örümcek Ağı" ile yapılmış kuleler, Rasathaneler, Darüşşifalar, yapay mücevher imalatı için yapılmış fırınlar, Hekim ve Kimyacı Ebu Bekr Er Râzi'nin "metalleri eritmek, ametalleri işlemek" amacıyla yaptığı fonksiyon hesapları, İbn Heysem'in aksidental ışığın doğrusal cereyan ettiğini ispatlamak için kurduğu deney düzenekleri…

 

Kendi türünde 'dünyada ilk' olan "İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi"nde Müslüman bilginlerin kurdukları kimyasal düzenekler ile rasathane, hastane, üniversite gibi kurumsal eserler de görsel olarak yer alıyor. İlk etapta 140 eserin sergileneceği ve zamanla bu eserlerin sayısının 800'ü bulacağı müzede, ayrıca "Bilimler Tarihi Kütüphanesi" de yer alıyor. 3 bina içerisinde 550 metrekare alanda faaliyet gösteren müze, Rönesans'ın İslam kültür çevresinde 8. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden bilimsel çalışma ve başarılara dayandığını gözler önüne seriyor. Prof. Fuat Sezgin'in katkılarıyla oluşturulan müzede astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarındaki eserler ve aletler yer alıyor.

 

Galaksilerde Seyahat Etmek…

 

Usturlaplardan denge ağırlıklı mancınıklara, Hekimlerin tıp alanında kullandığı aletlerden güneş sistemine, helezonlu pompadan deney düzeneklerine, gökkürelerden duvarlara işlenen medeniyet tablolarına kadar akustik bir ortamda, insan o ana gidip kendisini sinüs hesaplama aletinin yapımında buluyor, pergeller ile açı hesaplıyor sanki…

 

Gıyaseddin Cemşîd el Kaşâni Pi sayısının virgülden sonraki 12 basamağını Avrupalı matematikçilerden 200 yıl önce 1424 yılında hesaplamış, İlk ve orta çağın en büyük seyyahı İbn Battuta'nın, Rıhlet-ü İbn Battuta adlı eserinden tasvirlerle müze gizemli bir ortama bürünmüş.

 

Okuduğum Harita Mühendisliği bölümünde Küresel Trigonometri dersinden elde edindiğimiz bilgilerle gökküreler üzerinden "öyle bir çağda nasıl bu kadar ileri gitmişler?" sorusuna cevap arayıp tefekkür ediyoruz. Endülüslü âlimlerin astronomi dalındaki eserlerinin, yıldızların yüksekliklerini hesaplamak için yapılan usturlapların karanlık bir ortamda sarı ışıkla aydınlatılması, insanı modern dünyanın büyüsünden arındırıp "Aa biz neler yapmışız, nelere sahipmişiz, vay be…" dedirtiyor. Nobel ödüllü ünlü Fransız Fizikçi Pierre Curie "Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı. Atomu parçalayabildik, eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı elimize ulaşmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyahat ediyor olacaktık" demişti.

Bu Müzeyi Herkes Gezmeli

Böyle bir müzenin daha çok tanıtılması gerekmez mi?… Yazarlarımızın en azından köşe yazılarına taşımalarıyla, gençlerin kendi değerlerini tanıması adına sesimize ses katarak medeniyetimizin yitik değerlerini tanıtma girişimlerini desteklemelerini bekliyoruz.

 

Müzeyi ve eserlerin tanıtımını konusunda tanıtıcı broşürlerin daha tanıtıcı ve ilgi çekici olması müzeye ilgiyi arttıracaktır.

 

Eserler hakkında gelenlerin "niçin, neden" gibi sorular karşısında daha açıklayıcı bilgilere, yer yer detay bilgilere yer verilmesi daha açıklayıcı olur kanaatindeyiz. Eserlerin hemen yanında bulunan plazma ekranlarda verilen bilgiler görsel ve açıklayıcı lakin bunun metinlere de yansıması çok daha hoş olacaktır.

 

Müze yetkililerine de, gelenlerin sıcakta rahatsız olmamaları için önlem almalarını, özellikle üst kata bir klima koymalarını tavsiye ediyoruz.

 

Müzenin Kurucularından Fuat Sezgin Kimdir?

Hayatı: 24 Ekim 1924'te Bitlis'te doğdu. 1943–1951 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü'nde İslami Bilimler ve Orientalistik alanında öncü bir yere sahip olan Alman orientalist Hellmut Ritter'in (1892–1971) yanında öğrenim gördü. 1954′te Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde Buhari'nin Kaynakları adlı doktora tezini tamamladı. Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buhari'nin (810–870) bir araya getirdiği hadislerde biline geldiğinin aksine sözlü kaynaklara değil İslam'ın erken dönemine, hatta 7. yüzyıla kadar geri giden yazılı kaynaklara dayandığı tezini ortaya attı. Bu tez Avrupa merkezli orientalist çevrelerde hala tartışılmaktadır. 1954 yılında İslam Araştırmaları Enstitüsü'nde doçent oldu. Burada Zeki Velidi Togan ile çalıştı.

 

27 Mayısçıların Kovduğu Fuat Sezgin

27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve 147'likler diye bilinen akademisyenler arasındaydı. 1965 yılında Frankfurt Üniversitesi'nde profesör oldu. Oradaki bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası Arap-İslam kültür çevresinde tabii bilimler tarihi alanı olmuştur ve bu alanda 1965 yılında habilitasyon çalışmasını yapmıştır. Henüz İstanbul'da iken başladığı 7./14. yüzyıldan itibaren gelişen Arap-İslam edebiyatı tarihi çalışmasına Almanya'da da devam ederek, orientalistik çalışmaları için kaynak eser haline gelmiş ve hala aşılamamış 13 ciltlik eserinin ilk cildini 1967 son cildini ise 2000 yılında yayınladı. Geschichte des arabischen Schrifttums İslam'ın ilk döneminde uğraşılmış, dini ve tarihi edebiyattan coğrafya ve haritacılığa kadar bütün ana ve yan bilim dallarını konu edinmektedir. Prof. Sezgin Suudi Arabistan Kral Faysal Vakfı'nın İslami bilimler ödülünü 1978 yılında ilk alan kişidir. Bu ve başka desteklerle Sezgin, 1982 yılında J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü ve 1983'de buranın müzesini kurdu, buranın halen direktörlüğünü yürütmektedir.

Ödülleri: Kral Faysal Ödülü (1978), Frankfurt am Main Goethe Plaketi (1980), Almanya 1. Derece Federal Hizmet Madalyası (1982), Almanya Üstün Hizmet Madalyası (2001), İran İslami Bilimler Kitap Ödülü (2004).

Yayınları: 60 yılı aşkın bir süredir bilim tarihi çalışmalarını yürütmekte olan Prof Dr. Fuat Sezgin'in başyapıtı olan Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS) isimli 13 ciltlik eserinin işlediği konular şunlardır:

Cilt 1, Leiden 1967: Kuran bilimleri, hadis, tarih, fıkıh, kelam ve tasavvuf. (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 2, Leiden 1975: Edebiyat / Şiir (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 3, Leiden 1970: Tıp, Farmakoloji, Zooloji, Veterinerlik (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 4, Leiden 1971: Simya, Kimya, Botanik, Ziraat (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 5, Leiden 1974: Matematik (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 6, Leiden 1978: Astronomi (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 7, Leiden 1979: Astroloji, Meteoroloji ve ilgili bilimler (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 8, Leiden 1982: Leksikografi (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 9, Leiden 1984: Gramer (yaklaşık 430/1038 yılına kadar)

Cilt 10, Frankfurt 2000: İslam'da matematiksel coğrafya ve haritacılık ve bu bilimlerin Avrupa'da devamı

Cilt 11, Frankfurt 2000: İslam'da matematiksel coğrafya ve haritacılık ve bu bilimlerin Avrupa'da devamı

Cilt 12, Frankfurt 2000: İslam'da matematiksel coğrafya ve haritacılık ve bu bilimlerin Avrupa'da devamı, haritalar.

 

*Fuat Sezgin'in İslam bilimler tarihinde eşsiz bir yere sahip olan bir diğer çalışması ise Coğrafya, Avrupalı seyyahların Seyahatnameleri, Matematik ve Astronomi, Tıp, Felsefe, Müzik, Nümizmatik, Tarih yazımcılığı ve bilimler tasnifi ve diğer konularda yazılmış orijinal eserlerin tıpkıbasımlarını ve bu konuda araştırmalar yapmış olan batılı bilim adamlarının çalışmalarının yeniden basımlarını içeren seriler halinde 1300 cilt civarındaki yayınları.











Gönül almada gariplik var

Cumhurbaşkanı Gül, Frankfurt’ta Prof. Fuat Sezgin’i ziyaret etti. Ziyaretin önemi şuydu: Prof. Sezgin, Gülhane Parkı’ndaki İslam Bilimleri Müzesi’nin kuruluşunu gerçekleştiren isim. Kendisine verilmek istenen TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nü reddetmişti. Habere göre Gül de bu ziyaretle Sezgin’in gönlünü almak istemiş.

Ancak konuyla ilgili edindiğim bazı bilgiler “gönül alma” ziyaretinin altında, AKP’ye yakın bir mimarın yolsuzluğa bulaşmış olması ihtimalinin yattığını öğrendim.

Sezgin, müzenin mimarlığını yapan kişinin Kültür Bakanlığı’ndan 10 milyon liraya yakın haksız kazanç sağladığını tahmin ediyormuş. Bu konudaki kuşkularını da hem Cumhurbaşkanı’na hem de Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a aktarmış. Sezgin’in son buluşmada da konuyu dile getirdiğini ve bir cevap beklediğini söylediğini sanıyorum.

Bakanlık ise Prof. Fuat Sezgin’in “zor memnun” olan biri olduğunu ve müzenin inşaatının bu nedenle geciktiğini ileri sürüyor. Bakalım bu işin altından da bir yolsuzluk çıkacak mı?


*****







Prof. Dr. 'in derin düşünce dünyası
  •  Giriş Tarihi: Haziran 30, 2018
  •  Güncelleme Tarihi: Ekim 24, 2018
 
Prof. Dr. Fuat Sezgin'in derin düşünce dünyası
İslam Bilimleri üzerinde, tez ve çalışmaları ile ezber bozarak çığır açan Prof. Dr. , bilim tarihine yaptığı katkılarla adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Değerli çalışmalarıyla, dünyaya bilimin İslam kültür ve medeniyetlerinden ulaştığını kanıtlayan , 2004 yılında Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu'na verdiği ender röportajlarından birinde kendini ve çalışmalarını anlattı. İlimler tarihini çalışmaya nasıl başladığına, dönemin zorluklarına, Rönesans'ın yanlış aktarıldığına ve İslâm medeniyetinin Batı medeniyetine etkilerine değinen Prof. Dr. Fuat Sezgin’in derin düşünce dünyası...




Prof.Dr. İhsan Fazlıoğlu: "Prof. Dr. Fuat Sezgin ile Bilim Tarihi Üzerine Söyleşi"

 
Sizinle 'bilim tarihi' merkezli bir konuşma yapmak istiyoruz. Ancak daha da önemlisi sohbetimizi, "bir bilim tarihçisi olarak Fuat Sezgin kimdir, bilim tarihi çalışmalarına nasıl başladı, ne tür amaçlar güttü, ne tür ilkelere dayanarak çalıştı, neleri başardı ve daha neler yapmak ister" gibi sorular çerçevesinde sürdürmek niyetindeyiz. Öyleyse ilk sorumuz şöyle olsun: Bilim tarihi çalışmalarınıza başladığınızda Türkiye'de nasıl bir ortam vardı? Sizi yönlendiren hocalarınız kimlerdi?

Hocalar mı dediniz? O kadar çok hoca var mıydı Türkiye'de?
 
 
Kimler var idiyse…
Bir hoca vardı. Hem de büyük bir hoca. O da kafiydi. Alman asıllı . (Odasındaki duvarı işaret ederek) resmi orada asılı. Bana gelince, ben esasında matematiğe meraklıydım ve mühendis olmak istiyordum. Bir tanıdığım, bir gün beni alıp Ritter'e götürdü. Bir süre konuştuktan sonra içimden "büyük bir adammış" dedim. Gerçekten de o küçük halimle bile, çok büyük bir adamın karşısında olduğumu hissettim. O an karar verdim: " okuyacağım." Ritter'le çalışmaya başladım. Çok zor bir adamdı. Çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra bana: "Fuat! Günde kaç saat çalışıyorsun?" diye sordu. "13-14 saat çalışıyorum" dedim. O zaman bana: "Bu çalışmayla alim olamazsın. Eğer alim olmak istiyorsan bu miktarı artıracaksın. Benim hocam (Eilhard) Wiedemann günde 24 saat çalışırdı. Gün daha uzun olsaydı daha çok çalışırdı" dedi. Ben bu konuşmadan sonra çalışma saatlerimi yavaş yavaş artırdım. 17 saate kadar çıkardım. Uzun zaman böyle devam ettim. Son senelerde, malum, artık yaşlanınca çalışma tempomu biraz yavaşlattım.
 

Şarkiyattan bilim tarihine geçişiniz nasıl oldu?
Benim öğrenciliğim döneminde İstanbul Üniversitesi'nde  yoktu. Ancak, hocam bana: "Matematiği bırakma" dedi. Fen Fakültesi de zaten yanımızdaydı. "Matematik bölümüne git, ders al, matematiği iyi öğren. Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetişmişti" diye izahatta bulundu. Konuşma esnasında birkaç isim saydı: Harizmî, Ebu'l-Vefa Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi. Bu isimler benim hiç bilmediğim, hatta duymadığım isimlerdi. Dehşete düştüm. Hocam halimi görünce: "Bunlar ve daha pek çok isim büyük alimlerdi ve daha sonraki Avrupalı alimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan da üstündüler" diye açıkladı. Bu konuşmadan sonra da bilim tarihi yapmaya karar verdim. Hocam Ritter, tabiî ki matematik ilimlerden anlamıyordu. Ancak benden çok süratli bir şekilde  öğrenmemi istedi. O tarihlerde Almanlar Bulgaristan'a kadar gelmişlerdi. II. Dünya Savaşı'nın şiddetli günleri. Türkiye'de devlet bütün üniversiteleri kapatıyordu; bizim üniversiteyi de kapattılar.
 
1941 Nisanı mı?
Doğrusu tarihi çok iyi hatırlamıyorum. 1942 ya da 1943 de olabilir. Ancak çok uzun bir tatil vardı. Hocam da benden Arapça öğrenmemi istemişti. Eve kapandım ve 6 ay boyunca çalıştım, hiç bir yere çıkmadım. Babamdan kalan Taberî Tefsiri'ni okumaya başladım. Hepsini anlamasam da ısrarla okuyor, Türkçe Kur'an tefsirleriyle karşılaştırıyordum. Bu şekilde, gece gündüz 6 ay içinde 30 cildi okudum.
 
Babanız alim miydi?
Din adamıydı. Sonra sonbaharda, okulda seminere gittim. Ritter'in ilk seminerlerine o zamanın büyük alimleri de, zaman zaman katılırdı; beraber münakaşa ederlerdi. Derste bana bir yandan "Bu yaz ne yaptın bakalım" diye sorarken diğer yandan önüme Gazzâlî'nin İhya Ulumi'd-din'ini koyuverdi. Ben hemen hocanın maksadını anladım ve okumaya başladım. Şaşırdı ve "Hayatta bir lisanı bu kadar süratle bu kadar iyi öğrenen bir insan görmedim" dedi. Çok sevinmişti. Gerçekten de talebelerinin başarısı karşısında bu kadar çok sevinen bir insanı, bir hocayı hayatım boyunca tanımadım.
 
Bu çalışmalarınızda, o dönemdeki Süleymaniye'nin yeri neydi? Duyduklarımıza göre Süleymaniye'de çok sıkı çalışırmışsınız.
'ye Ritter'le beraber giderdik. Dediğim gibi zor bir adamdı. Onun için etrafında pek talebe tutamazdı. Nadiren tek tük talebe gelirdi. Bu sebeple çoğunlukla hoca ile baş başa idim. Bu da benim için iyi bir şanstı. Çünkü Ritter, başta İstanbul kütüphanelerindekiler, Türkiye'deki yazmaları dünyada en iyi bilen kişiydi. Bir süre sonra beni de yanına alıp kütüphanelere götürdü ve gösterdi: "Bak! Şu eski kitap İbn Heysem'in kitabı." Böylece yavaş yavaş kitapları, yazarları tanımaya başladım. Hiçbir şeyi de unutmuyor, söylediği her şeyi hafızamda tutuyordum. Kolay değil, bir adam sana birçok nesilden aldığı birikimi, öğrendiği her şeyi veriyor, aktarıyor. Öyle şeyler ki hiçbir yerde bulamaz, hiç bir kitapta okuyamazsın. Bu şuurla söylediği her şeyi kafama almaya çalışıyordum.
 
Sizi matematiğe yönlendirmesine rağmen, doktora teziniz bilim tarihiyle alakalı değil bildiğimiz kadarıyla.
 benim doktora tezimdi. Evet bilim tarihiyle alakalı değildi; ancak beni yazmalarla tanıştıran bir çalışmaydı. Bunun bir nüshası 'in kütüphanesinde, Ankara'da bulunmuştu. Hocam da İsmail Saib'i çok severdi. Onun kitapları Ankara'ya intikal edince, Ritter Ankara'ya gitmiş orada aramış, bulmuştu. Çalışmaya başladım. Fakat, yazma çok eski olmasına rağmen kitabı tek nüshayla neşretmek zordu. Aradım taradım ikinci nüshayı buldum. Hocam da şaşırdı: "Ben 30 senedir bu kitabı bulmaya çalışıyorum, nasıl buldun?" dedi. Kitabı tez olarak teklif eden oydu; ben de hazırladım.
 
Bir de Buharî çalışmanız var. O nasıl başladı?
Buharî çalışması şöyle başladı: Mecazu'l-Kur'an'ın kaynaklarını arıyordum. O sırada İbn Hacer el-Askalanî'nin Tehzib adlı eseriyle karşılaştım. Muammer b. Musemma'yı Buharî'nin kitabında Muammer diye zikrettiğini öğrendim, "Buhari'nin ne alakası var bu kitapla?" dedim. Buhari'nin kitabının sekiz büyük bölümü vardır, bir kısmı tefsirdir. Buharî'nin kitabına baktım, "Kale Muammer" diye alıntılar yapıyor. Bunu okuyunca baktım ki, Buharî, Mecazu'l-Kur'an'dan da cümleler iktibas ediyor. Yani bir hadis kitabında, bir filoloji kitabından alınma uzun uzun cümleler var. Hatta yer yer, aşağı yukarı, kitabı ihtisar etmiş. Bu durum, bütün hadisler hakkındaki tasavvurumu allak bullak etti. Bunun üzerine karar verdim, tezi bitirince Buharî'ye bakacaktım: Acaba Buharî ara sıra da olsa yazılı kaynak kullandı mı? Bu işin hikayesi de böyledir.
 
GAS [Geschichte des Arabischen Schrifttums) çalışmanıza gelirsek. Bu devasa projeye nasıl başladınız?
Brockelmann'ın GAL'ını (Geschichte der Arabischen Litteratur) kullanırken, hem İstanbul'da, hem de Türkiye'nin diğer şehirlerinde bulunan çok güzel yazmalara nadiren atıf yapmış olduğunu fark ettim. Bu esere, eksikliklerini tamamlayan bir Zeyl yazmanın lazım geldiğini düşündüm.
 
Kaç tarihinde bu fikir oluştu?
1944'tü. Durumu hocama açınca "Sen yap" der gibi bana baktı. Ben de başladım.
 
Size güveniyordu demek ki.
Zannederim biraz güveniyordu, evet. Ben de o zaman karar verdim. Hem zaten yazma kütüphanelerine Ritter'le beraber giderdik. O tarihlerde İstanbul'da, hatta Türkiye'de, özellikle Arapça yazmalarda ciddi manada ilgilenen yalnızca ikimizdik; yani Ritter ile ben...
 
O kadar az mıydı?
Maalesef kimse yoktu. Ritter'le beraber Ayasofya kütüphanesine giderdik. Tabiî o zaman Ayasofya Kütüphanesi Ayasofya Camii'ndeydi. 20 yazma kitap alır aramızda taksim ederdik. Sonra da cildine, kağıdına, yazısına bakarak tarihini tespite çalışırdık. Önce Hoca tahmin ederdi, sonra da ben. Tabir caizse aramızda çocuk gibi müsabaka ederdik. Ama son derece heyecan vericiydi. Umumiyetle o benden daha isabetli sonuçlara varıyordu. Bazen de ben tutturuyordum. Benim tahminim daha iyi olduğunda "O! Bakıyorum boynuz kulağı geçti" gibi latifeler yapardı. Bu şekilde yazmalarla içli dışlı olurduk.
 
Size yardımcı olan bir ekip var mıydı?
Ne ekip vardı, ne de para. Hiç bir şey yoktu. Ama kafaya koyma vardı. Kafama koymuştum yani. 1954 senesinde doçentliğim biter bitmez bunu ciddi bir proje haline getirdim ve çalışmaya başladım.
 
Hâlâ devam ediyor.
Evet, tam 50 sene oldu. Fakat çalıştıkça fikrim değişti. Hem biraz da gecikmiştim. Gecikmemin nedeni de Brockelmann'ın atladığı yazmaların çok olmasıydı. Bu eserin bir Zeyl değil, müstakil yeni bir eser olması gerektiğine karar verdim. Dünyadaki bütün yazmaları ihtiva etmeliydi. 1956 yılında Ritter Türkiye'ye gelmişti. Fikrimi ona açtım: "Hocam" dedim "Ben artık Zeyl'i bıraktım. Dünyadaki bütün yazmalara dayalı müstakil, yeni bir eser yazıyorum". O zaman bana: "Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma" dedi. İlk defa ona inanmadım; çünkü kararımı vermiştim. Karar verdim ve yaptım. 1967 yılında kitabın birinci cildi çıkar çıkmaz Hocama gönderdim. 3-4 ay cevap gelmedi. Ben o zaman Almanya'daydım; o da Türkiye'de. Kendisine bir mektup yazdım: "Ne oldu hocam? Size kitap gönderdim, henüz cevap alamadım" dedim. O zaman "Ne acele ediyorsun? Koca kitabı okumak lazım" şeklinde bir cevap gönderdi. Daha sonra gönderdiği bir karta "Şimdiye kadar böylesini hiç kimse yapamadı. Senden başka da hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim" cümlelerini yazdı. Önceden hiç inanmıyordu ama görünce "sadece siz yaparsınız" dedi. Hocam insaflı bir adamdı. Daha önce de dediğim gibi talebesinin muvaffakiyeti çok mesut ederdi kendisini. Öyle bir insandı.
 
Bilim tarihine doğru gelirsek... Türkiye'den ayrılmanız ve Almanya'ya gelmeniz. Burada büyük bir emek harcayarak kurduğunuz müessese. Bu hikayeyi, sebepleriyle birlikte dinlesek.
Sebepleri pek hoş değil. O sıralarda Türkiye'de atmosfer çok iyi değildi. İsmini zikretmeyeceğim, bir adam Şarkiyat'ın atmosferini çok kirletti. Kıskanırdı bizi. Tabiî, devir askerî ihtilal devri. Siz gençsiniz, bu olayları bilmezsiniz ama okumuşsunuzdur. Milli Birlik Komitesi içerisinde bulunan bir subay, bizde şarkiyat tahsili yapan bir adamın hanımının akrabasıymış. Bu yolla benim ismimi vermişler. Zaten böyle ortamlarda bu işler de kolaydır. Bir gün evden dışarı çıktım, Enstitü'ye gidiyordum. Gazeteler yazmış. Çocuklar: "Yazıyor, yazıyor! Profesörlerin üniversiteden atıldığını yazıyor!" diye bağırıyordu. Baktım benim de ismim vardı. İhtilali gördükten sonra Türkiye'de çalışılamayacağına karar vermiştim. Ancak kendi kendime Türkiye'yi terk etmeye karar veremiyordum. Neyse! O sırada Amerika ile Almanya arasında da kararsızdım. Almanya'dan davet gelince Almanya'yı tercih ettim ve Almanya'ya geldim. Almanya'ya misafir doçent olarak davet edilmiştim. Gelince tabiî ilimler tarihi derslerini takip ettim. Aynı senelerde de  olmaya karar vermiştim.
 
Yaklaşık olarak...
1965 senesi. Enstitü'de ikinci bir doçentlik çalışması yaptım. Doçentlikten sonra da bilimler tarihi profesörü unvanını verdiler.
 jj sedillot la sedillot ile ilgili görsel sonucu
jj sedillot la sedillot ile ilgili görsel sonucu
jj sedillot la sedillot ile ilgili görsel sonucu

 
Frankfurt'da Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften [Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü] adlı kurumu kurarken hangi ilkelere dayandınız ve nasıl bir üslup takip ettiniz?
Enstitü fikri şöyle oluştu: Kitabımı yazarken gördüm ki İslâmî ilimlerin tarihinin etüdü tesadüflere bağlı. Gerçi hâlâ da öyle. Avrupa'da çok büyük alimler fırsat gelince ortaya çıkıyor ve Müslümanların keşiflerini insaflı bir şekilde ortaya koyuyorlar. Ama onlar geçince her şey öylece kalıyor. Yani bir süreklilik yok. Yeri gelmişken şunu da vurgulayayım: Bizim bu alimlere bir şükran borcumuz var. Çünkü eğer Müslümanlar bugün ilimler tarihinde bir yerleri olduğunu ve çok mühim bir yerleri olduğunu biliyorlarsa, bunu bazı fedakâr oryantalistlerin çalışmalarına borçludurlar. Bu çalışmaları XIX. yüzyılda başlatan öncelikle Fransızlardır. Baba-oğul iki Fransız (J.J Sédillot, L.A Sédillot) oryantalist Paris'teki yazmalardan hareketle İslâm medeniyetindeki astronomi üzerine çalışıyorlar ve ilk dönemde Avrupa'ya ne kadar giden şey varsa hep Müslümanlardan gelmiş olduğunu fark ediyorlar. [Hasan] el-Merrâkuşî'nin Câmi'u'l-mebâdî ve'l-ğayat fî ilmi'l-mîkât adlı eserinin kalın olmayan bir nüshasını elde edip Fransızcaya çeviriyorlar. Bu ve benzeri çalışmalarının neticesinde bilimlerin gelişmesine ilişkin tarihî tasavvurumuzun yanlış olduğunu ileri sürüyorlar. Her şeyi Yunanlılara nispet etmeyi ya da İslâm medeniyetini atlayarak Avrupa'dan başlamayı yanlış buluyor ve Müslümanların ilim tarihinde takdir edilemeyen bir yerlerinin olduğunu savunuyorlar. Daha da ileri gidip bu gerçeği Fransız ilim dünyasının kabul etmesi için çalışıyorlar. Fransız Akademisi bunların iddialarına karşı çıkıyor ve neticede bir çatışma başlıyor. Ne kadar ilginçtir ki bu baba-oğul bu çatışmayı elli yıl aralıksız sürdürüyor. Öyle bir hale geliyor ki bu çatışma Fransa sınırlarının ötesine taşıyor. J. Reinaud adlı bir araştırmacı benzer bir çatışmayı Coğrafya sahasında devam ettiriyor. Bu sırada Almanya'da Alexandre von Humboldt bu çatışmayı yakından izliyor. Son derece insaflı, ilme saygı duyan bu akıllı adam Woepcke adlı öğrencisini İslâm ilim tarihinde yetişmek üzere Paris'e gönderiyor.
 
İslâm matematik tarihi, özellikle cebri üzerine çalışan kişi değil mi? Ömer Hayyam'ın cebir kitabını çalışarak ilk defa üçüncü derece denklemlerin geometrik çözümlerinin İslâm dünyasında verildiğini tespit eden kişi.
Evet. Kırk kadar eser yazıyor. Bu bilginin eserlerini toplu olarak birkaç cilt halinde Enstitü'nün yayınları arasında yayımladık.
 
Osmanlı döneminde Salih Zeki'nin Woepcke'nin eserlerini kullandığını biliyoruz. Öyle ki Salih Zeki, Woepcke'nin İslâm cebrindeki notasyon ve semboller hakkındaki makalesini geliştirerek yeni bir makale yazıp Journal Asiatic Sociéty'de yayımlamış.
Bu benim için de yeni bir şey. Demek ki son dönem Osmanlı'da başta Fransızların yaptıkları olmak üzere Avrupa'daki ilim tarihi çalışmaları takip edilmiş. Bu oldukça önemli. Neticede Woepcke bu çalışmalarıyla matematik tarihinin çehresini değiştiriyor. Onun çalışmalarının sonuçları o kadar etkili oluyor ki, artık Fransızlar bile İslâm ilimler tarihinin kıymetini kabul etmeye başlıyorlar. Woepcke'yle beraber  çalışmaları Almanya'ya intikal ediyor. İngilizlere çok daha geç intikal etti. Daha doğrusu tam manasıyla intikal etti bile denemez. Kısaca, İslâm ilimler tarihinde önderliği Fransızlar yaptı, daha sonra Almanların eline geçti. Almanya'da en ileri gelen isim Wiedemann'dır. Özellikle Fizik tarihi çalışmaları üç büyük cilt tutuyor. Yeri gelmiş iken bu yayınlar Türkiye'ye geliyor mu?
 
Süleymaniye Kütüphanesi ile İslâm Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi'nde Enstitü'nün hemen hemen bütün yayınları mevcut. Çok az bir kısmı da IRCICA'da var zannediyorum.
Çok iyi. Bu yayınlar Türkiye'ye hiç ulaşmıyor diye üzülüyordum açıkçası. Sizin Enstitü'de var mı?
 
Bilim Sanat Vakfı kütüphanesinde henüz yok.Yavaş yavaş topluyoruz.
Mevcut nüshalardan birer tane gönderelim o zaman. Arkadaşlar istifade etsinler.
 
Lütfedersiniz.
Evet! Wiedemann yalnızca kendisi çalışmıyor. Talebelerini de vazifelendiriyor. Mesela bir talebesine Kemaleddin Farisî'nin Tenkîhu'l-Menâzır adlı optik kitabını çalıştırtıyor. Açıkçası sohbetimizi şahıs ve kitap isimleriyle boğmak istemiyorum. Kısaca dersem, Wiedemann ekolü kırk yıla yakın bir zaman Almanya'da faaliyet gösteriyor. O zamanlar, imkanları daha az olmasına rağmen alimlerin birbirleriyle münasebeti daha sıkıydı. Birbirlerine bugünkünden daha çok hürmet ediyorlardı. Mesela, bir alim bir yazma keşfettiğinde; kendisi anlamadığı zaman hemen kopyasını alıp anlayan birisine, mesela Wiedemann'a gönderiyor. Burada şu noktayı da belirtmeme müsaade edin: İslâm medeniyetinde kullanılan bazı ilmî âletlerin modellerini ilk çizen ve yapan Wiedemann'dır; yani bu konuda da önderimizdir. Hülasa olarak bu alimlere şükran borcumuzu unutmamalıyız. Bu realiteyi kabul etmemiz lazım. Biz bu çalışmaları, bütün denilenlere rağmen, oryantalistlere borçluyuz. Bugün, evet, son on onbeş sene içerisinde, Türkiye'de de bir faaliyet var. Ancak dil bilmiyoruz; gerekli kitaplar mevcut değil. Biliyor musunuz? Yunanlılar bile İslâm ilimler tarihi konusunda bizden ileride... Düşünmemiz lazım, niye böyle diye?
 
Enstitü'ye dönersek, Enstitü'nün kuruluş felsefesi, amacı neydi? Kısaca, nasıl kurdunuz? Bu çok önemli bir süreç. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Her şeyden önce ilimlerin tarihinin çok geniş bir çapta ele alınması zaruretine inandım. Bunun da bir müessese çatısı altında yapılması zarureti vardı. Müessese de maddî bir problemdi her şeyden evvel. Bir enstitü kurmanız bugün de çok kolay bir hadise değildir. Hele o zamanın Almanya'sında, yabancı bir memlekette, nasıl kurabilirdik? Ortaya bir şans çıktı. Bana, kitabımdan dolayı, 'Kral Faysal Mükafatı' verdiler. Milletlerarası bir mükafat olduğu için, törene birçok devlet adamını çağırmışlardı. Bu törende onlar beni, ben onları tanıdım. Bu durumu fırsat bilip yine kafama koydum: "Bir vakıf kurmalıyım. Bu vakıf da daha sonra teşekkül edecek Enstitü'nün malî tarafını temin etsin." Dediğim gibi kafama koydum mu yaparım. Gerisi cehd ü gayret. Bu düşüncemi geliştirdim. O zamanki dekana gidip konuyu açtım. İkna oldu ve üniversitenin yine o zaman ki rektörü ile görüştü. Rektör hayret etti. Beni çağırttı. Ben ona da projemi açıkladım. Biraz düşündükten sonra, bana, "Fuad Bey! Siz meşhur bir insansınız; ancak zannediyorum yanlış bir şeyin peşindesiniz. Başarısız olursanız, şu an sahip olduğunuz şöhreti de harap edebilirsiniz" dedi. Netice olarak, rektörü de ikna ettim. Çalışmalara başladım. Para bulmak kolay değildi. Önce bu binayı, şu anda içerisinde bulunduğumuz binayı temin ettik. Bunun için, Kuveyt'te katıldığım bir konferansın akabinde yaptığım uzun görüşmelerden sonra Kuveyt Devleti yardımcı olmayı kabul etti ve bu binayı rektörün de yardımıyla aldık. Kısaca 'Kral Faysal Mükafatı'nı bütün bu seyahatlerde kullandım. İki sene süren amansız takiplerden sonra Vakfı kurdum. Ama bununla bitmedi. Enstitü'yü finanse edebilecek şekilde Vakfın sermayesini artırmaya çalıştım. O hale gelmeli idi ki Enstitü'nün senelik masrafını karşılayabilmeliydi. Hem Arap dünyasından, hem de Avrupa'dan para bulmak zordu. İnsanları birçok şeye ikna etmek zorundaydınız. Hasılı bütün bunları başardım ve Enstitü'yü kurdum. Kurulduğu günden bu yana gayesine uygun çalışmalarını sürdürüyor. Nitekim bugüne kadar tutunabildi, yaşadı ve çok meşhur oldu. Hedefimiz neydi? Şuydu: İslâm ilimler tarihini geniş çaplı araştırmak ve tanıtmak. Vakıf ve Enstitü kurulduktan, maddî gelir sağlandıktan sonra gerisi insan unsuruna bağlıydı. O zaman Avrupa'da bu işe inanan yoktu, Arap dünyasında ise anlayan. Velhasıl işimiz zordu; ancak bu zor işi de başardık. Ancak o zaman ben hem genç hem de dinçtim. Gece gündüz çalışarak Enstitü'yü bu seviyesine getirdim. Projelerimden birisi de İslâm İlim Âletleri Müzesi idi. Çok şükür bunu da başardım ve 800'ü aşkın aleti yeniden imal ederek Enstitü içerisinde çok önemli bir müze kurdum.
 
Enstitü araştırma yanında öğrenci de yetiştiriyor mu?
Ben öğretim üyesi iken yetiştiriyordu. Ancak ben şu an emekliyim. Fahrî olarak çalışmaya devam ediyorum. Yine de doktora verme hakkımız var. Seksen yaşını aştık ve zaman bizi yordu. Yine de yapacak işlerim var. Her şeyden önce kitap devam ediyor. Enstitü başka eserler yayımlamayı sürdürüyor. Müze çalışmaları ise oldukça yoğun. Sırtımda çok iş var. Ders verme işini bırakınca kendimi tamamen bu işlere teksif ettim. Kolay değil. Bu Enstitü'de olan her şeyi bütün aşamaları ile takip etmek kolay değil.
 
Sizin gözünüzle, bilim tarihi çalışmalarının, özellikle İslâm ilimler tarihi araştırmalarının dünyadaki durumu nedir? Bunca emek vermiş bir insan olarak kuş bakışı baktığınızda nasıl bir manzara görüyorsunuz? Geçmişini özetlediğiniz Fransa'da, Almanya'da şu andaki durum nedir? Ne tür eksiklikler var ve neler yapılmalı?
Henüz çok şuurlu, bir hedefe götüren çalışma, açık söyleyeyim, dünyanın hiç bir yerinde yok. Sadece bu Enstitü'de var. O da, mütevazı olmaya hiç gerek yok, şahsımla alakalıdır. Araplar kendi ülkelerinde daha henüz bu işe ayak uyduramadılar Tek tük Amerika'da, Fransa'da veya başka ülkelerde ferdî olarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Elbette, tekrar edeyim, ferdî çalışmalar var. Yeni keşifler yapılıyor. Ancak, mesela Almanlar bile yetmiş seksen sene evvelki Wiedemann gibi bir insanı yetiştiremiyorlar. Nasıl bir insan? Bu işin heyecanını duyan, kendini bu işe veren bir insan. Maalesef, dünyada böyle bir insan hemen hemen hiç yok.
 
Yalnızca akademik rütbeler için mi yapılıyor çalışmalar?
Ya da zevk alıyorlar diyelim; hoşlarına gidiyor. Mesela bir matematikçi Arapçadan da biraz anlıyorsa, İslâm matematik tarihiyle uğraşıyor ve bundan zevk alıyor. Hedef yok demek istiyorum. Hedeften de şunu kast ediyorum -bence bu işin püf noktası da budur-: 800-1000 yıl devam etmiş yaratıcı bir medeniyetin hakkını ortaya çıkaralım şeklinde bir maksat yok. Bu maksat etrafında biraraya gelmiş bir müessese yok. Bunu başarmaya azimli bir heyet yok. "Sadece bu Enstitü'de var" derken kasdım buydu. Evet, bu hedef sadece bu Enstitü'de var.
 
Öyleyse manzara budur diyebilir miyiz?
Evet manzara budur. Geçen sene Fransızlar geldi ve Fransa'da bir ilmî aletler sergisi açmak istediler. Üç sene çalıştık; ama neticede, maalesef, olmadı. Bu esnada bir Fransız profesör bana şöyle dedi: "Pek çok ülkede iddialarınız kabul görmeye başladı; Müslümanların ilimler tarihinde önemli bir yeri olduğuna inanmaya başlıyor insanlar. Fakat biz Fransızlar, aynı kanaatte değiliz." Demek istediğim bunca çalışmaya rağmen hâlâ bir mukavemet var. Elbette mukavemet olabilir; ancak hakikat benim dediğim gibiyse, yani hakikaten Müslümanların ilimler tarihinde bir yeri varsa, bu mukavemet ne olursa olsun bir gün çöker. Buna eminim. Ben şahsen Müslümanların katkısının çok büyük olduğuna inanıyorum. Ancak hakikatleri çarpıtmamak için, yani hiçbir yalan, mübalağa katmamak için de daima kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Gerçekten Müslümanların yeri çok büyük. Bunu göstermeyi hedef edinmeliyiz. Bu bakımdan bizim müzemizin çok tesirli olacağına inanıyorum. Bu amaçla, İslâmî İlimler Tarihine Giriş isimli bir eser yazdık. Bu eserde ilk defa Müslümanların bilimler tarihindeki yerini kronolojik olarak, başlangıcından XVI. yüzyıla kadar göstermeye çalıştık. Bu eseri okuyan yabancılar, takdirlerini ilettiler. Ayrıca bir de teknoloji müzemizi gezdiler mi dehşete düşüyorlar. Mefhumların yanında, daha müşahhas olan bu aletleri yavaş yavaş insanların tasavvurlarına sokabiliriz. Bu da yanlış malumatları tashih edecek bir tesir yaratabilir. Ben buna inanıyorum. Ama mühim olan bu çalışmalara Müslümanların katkıda bulunması. Bu katkı şimdilik çok zayıf. Hatta Avrupalılar bizim adımıza araştırma yaparken bugün dünyada yaşayan Müslümanların varlığını bile kabul etmiyorlar. Çok ilginç. Ancak bu histe sadece Avrupalılar suçlu değil; hiçbir katkıda bulunmayan Müslümanlar bence çok daha fazla suçlu. Sanki İslâm dünyası diye bir şey yok. Muhatap bile kabul etmiyorlar.
 
Dünyadaki durum, manzara böyle. Elbette dünyadaki manzaraya nispetle, belki sizce, Türkiye'nin durumu söz konusu bile edilmez. Yine de tecrübeli bir kişi olarak Türkiye'de bilim tarihi çalışmalarını nasıl görüyorsunuz? Evet söz konusu bile edilemez.
Peki! Ne yapılmalı sizce? Özellikle Türkiye'de. Türkiye'de son yıllarda bir yönelme olduğundan bahsetmiştim. Ancak bunların çalışma tarzları çok iptidaî.
 
Bu yönelimi beslemek, bu potansiyeli harekete geçirmek için neler yapılabilir? Kısaca tavsiyeleriniz nelerdir?
Bizim tecrübemiz, Enstitü tecrübesi dikkate alınarak başlanabilir. Mesela, Türkiye'deki şartlar, emin olun, bu Enstitü'nün şartları kadar müsait değil. Onun için, evvela bir ilimler tarihi müzesi kursak, belki bir ilk adım olabilir ve bir heyecan yaratabilir diye düşünüyorum. Bu müzeden de Enstitü'ye geçilebilir. Ah! Sizler gibi insanlar benim 15-20 sene evvel karşıma çıkmış olsalardı!
 
Demek ki geç kaldık! Peki Hocam! Dediniz ki Türkiye'de bir müze kuralım, bir heyecan yaratalım, mevcut bu yönelimi besleyelim. Dünyadaki İslâm bilim tarihi çalışmaları için ne öngörüyorsunuz? Bildiğiniz gibi dünyada ferdî olarak çalışan bazı insanlar var. Belki hedef cihetinden sizin kurumunuzla mukayese edilemezler; ancak yine de onlara bir uyarı olması bakımından neler önerirsiniz? Dünyada İslâm bilim tarihi çalışmaları için neler yapılmalı? Müzeler mi kurulmalı, Enstitüler mi açılmalı? Yoksa bir birlik mi kurulmalı? Mesela, 'İslâm Bilim Tarihi Çalışanları Cemiyeti' gibi bir şey düşünür müsünüz?
Her şey insana bağlı. Gerçekten zor bir sual sordunuz. Evet şurada burada İslâm ilimler tarihinin muayyen branşlarını üniversitelerde okutan hocalar var. Öncelikle bu isimleri tespit edip onlara talebeler göndermek lazım. Sayımızı artırmalıyız. Bu Enstitü'de mesela, ders veremiyoruz; ancak insanlar buraya araştırmaya gelebilir, bunlara burslar sağlanabilir. Türkiye için daha önemli bir şey var. Bu, ilmî çalışma için her şeyden daha ehemmiyetli. Türkiye'de araştırma kütüphaneleri yok. Ben, mesela Kültür Bakanlığı'yla, Devlet'le temasa geçip, çok büyük bir kütüphane kurmasını tavsiye edebilirim. Zannediyorum, şu sıralar Türkiye'de siyasî şartlar da çok müsait. En azından koalisyon yok tatbik edebilecek bir hükümet sözkonusu. İşler de en azından yurt dışından görüldüğü kadar, müspet. Düşünün! Türkiye'de muhtelif üniversitelerden kitap getirtmek diye bir şey yok. Kendi çalışmalarımdan örnek vereyim: Matematik Tarihi ciltlerini yazdığım zaman, mesela bir kitap, makale ismi tespit ediyorum. Biz de var ise ne âlâ, yok ise hemen asistanlarıma söylüyordum. Almanya'daki bütün kütüphaneler taranıyor. Tespit edilen kütüphaneye ya faks çekiliyor ya telefon ediliyor ya da şimdilerde elektronik posta gönderiliyor. Nerede olursa olsun kitap veya makale en geç 72 saat içerisinde Enstitü'ye ulaştırılıyor. Bu sistem var mı Türkiye'de. Kısacası, bu büyük bir imkan. Bu imkanı Türkiye'de de yaratmak lazım. Kitabı çoğaltmak lazım. Onun için bütün bu işlemleri de yapabilecek, büyük bir kütüphane kurulması şart. Ayrıca Türkiye'deki mevcut kütüphaneleri dünya kütüphaneleriyle, büyük kütüphanelerle, dünyayla alışveriş edebilecek bir hale getirmek lazım.
 
Dediklerinizi, bir nebze de olsa, Ankara'da YÖK yapmaya çalışıyor.
İstanbul'da olması lazım. Çok büyük bir kütüphane... Hatta Türkiye'deki bütün yazmaların dahi orada toplanması gerektiğini düşünüyorum. Allah korusun bir yıkım halinde bu dağınık, Türkiye'nin ötesinde berisinde bulunan yazmaların hali nice olur!
 
Daha nazarî bir soru sormama müsaade ediniz: Diyelim ki bir genç İslâm bilim tarihinin belirli bir sahasında uzman olmak istiyor. Tecrübeleriniz ışığında nasıl başlaması lazım? Bir rehber olarak nasıl bir yol haritası çizersiniz?
Evvela, Almanca bilmeden İslâm ilimler tarihi yapılamaz. Çünkü bugüne kadar en mühim etüdler Almanca yapılmıştır. Almanca bilmek lazım. Bundan 40 sene evvel Süleyman Demirel'e yaptığım bir teklif vardı. O zamanlar kardeşim bakandı. Teklifim şuydu: Bursa'da Alman diliyle tedrisat yapan bir üniversite kurulsun. Evet dendi, ama sonu gelmedi. 40 sene evvel bu üniversite açılmış olsaydı çok yol kat etmiş olurduk. Ayrıca Latince de şarttır. Arapça'ya gelince onsuz zaten hiç olmaz. Üstünde çalışılacak ilim dalının teknik muhtevasını bilmek de zorunludur tabi.
 
Diller ve ilmî teknik muhteva. Daha sonra...
Kitapları takip etmek, araştırmaların izini sürmek; özellikle uygun bir hoca bulmak… Bunların hepsi olmazsa olmaz. İslâm ilimlerinin en büyük, en yapıcı unsurlarından biri şuydu: Müslümanlar, ilimleri hocalardan öğreniyorlardı. Hoca vazgeçilmez bir vasıtaydı. Bakınız Avrupalılar X. yüzyılda Müslümanların kitaplarını tercüme etmeye başladılar, ancak tercümelerin pek çoğu zaten doğru değildi. Metinleri çoğu kez anlamadan tercüme ediyorlardı. Tercümeleri okuyanlar da konuları yarım yamalak anlama şansına sahiptiler. Ne zaman anlamaya başladılar: Hoca yetiştirip bu konuları hocalardan okumaya başlayınca. Bu da ancak XVI. yüzyılın sonu XVII. yüzyılın başlarında vuku buldu. Hocalardan öğrenme metodu son derece önemlidir İslâm ilimler tarihinde. Hoca merkezli bu eğitim-öğretimde intihal da çok zordur. Bundan dolayı İslâm medeniyetinde intihalin oranı çok azdır.
 
İntihal yoksa, o zaman atıf sistemi çalışıyor demektir.
Evet! İntihal yok ve kaynakları zikrediyorlar. Yunanca veya başka bir dilde fark etmez. Belki de tarihte ilk defa kaynak zikrederek ilim yapma gele-neği İslâm medeniy etinde oluştu. Bu nokta son derece önemlidir ve pek çok oryantalist bu noktayı anlayamamıştır. Aslında bir şey diyeyim mi: Hocam Ritter dahil, pek çok alim İslâm medeniyetini hakkıyla anlayamadı ve hala anlaşılamıyor.
Bu açıklamalarınıza istinaden şöyle diyebilir miyiz?: Müslümanlar dahil, günümüzde insanların  tasavvurlarında sorun var. İşte tam da dediğim bu. Evet! Hem de ciddi anlamda sorun var. Tefsir geleneği, hadis geleneği, kısaca 'rivayet geleneği' son derece ilmî usullerdir. Öte yandan bakıyorsunuz 'rivayet usulü' tarih ilminde de uygulanmış ve yüksek seviyede ilmî bir tarih geliştirilmiş. Avrupalılar bu noktaları hâlâ anlayamadılar. Müslümanların da anladığı söylenemez ya. Bu dediklerimi en güzel Taberî Tefsiri'nde müşahede edebilirsiniz.
 
Son söylediklerinizi fırsat bilerek sorayım: "İslâm medeniyetinin batı medeniyetine etkisini insanlar hâlâ anlamadı" diyorsunuz. Bu konuda ne yapılması lazım? İslâm medeniyetinin Batı medeniyetine aktarılması ve oradaki ilmî faaliyetleri tetiklemesi, etkilemesi...
Bu hususta yine tevazu hududunu rencide ederek söyleyeyim: İlimler Tarihine Giriş adlı el kitabımda bu konunun metodunu yazdım, çerçevesini çizdim. Bu kitabın iyi bir rehber olduğunu düşünüyorum. Sonra bugüne kadar çıkan pek çok kitabımın önsözlerinde bu konuyu defaatle ele aldım, inceledim. Ama bu çalışmaları Türkçeye tercüme etmek lazım.
 
Konuşmamızda bir vurgunuz var: "Batılılar hatta Müslümanlar bu 'etki'yi anlayamıyorlar" diyorsunuz. Bu etkiyi küçümsüyorlar ya da çok cüzî kabul ediyorlar.
Mesele anlamak değil yalnızca. Bilmiyorlar. Hayır! Bilmiyorlar. Çünkü ilimler tarihinde yanlış Rönesans tarifi var. Herkesin kafasında bu tarif mevcut: Yunanlılar ilimleri kurmuş, aradan asırlar geçmiş, XVI. yüzyıl sonlarında Avrupalılar yavaş yavaş bu ilimleri elde etmiş ve geliştirmeye başlamış. Peki! Bu ilimler Avrupalıların eline nasıl geçmiş, hangi coğrafyadan geçmiş, hangi muhteva ile geçmiş. Bunları uzun zaman Avrupalılara unutturdular. İlimler tarihi kitaplarında da bu hakikati görmezden geldiler. Biraz önce zikrettiğim isimler büyük bir insafla bu tarife karşı çıkmış. Ancak yanlış malumatlar, düşünceler o kadar derine inmiş ki bunları kolay kolay tashih etmek mümkün değil. Bir neslin değil, birkaç neslin işi bu. Bu işin de çok şuurlu bir şekilde yürütülmesi lazım. Her şeyden önce İslâm dünyasının bu çalışmalara yoğun olarak katılması gerek. Açıkça söyleyeyim: İslâm dünyası bile bu yanlış düşüncelerin o kadar içinde ki bir çok kişiye yaptıklarımızı anlatınca şaşırıp kalıyorlar. Yani işin ilginç tarafı Müslümanların tarihte ne kadar büyük yerleri olduğuna önce Müslümanları inandıracaksınız. Bu da işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
 
Bir Türk gazeteci, Topkapı'daki İslâm Teknoloji Âletleri serginiz hakkında bir yazı yazmış. Bu yazıda şöyle diyor: "Fuat Bey'in yaptığı çalışmalara itibar ediyoruz. Tamam bunlar vardı. Ama ne oldu? Niye devam etmedi?" Bu soruya nasıl cevap verebilirsiniz?
Bana çok zor bir sual sordunuz. Bu sual şimdiye kadar bana binlerce kez sorulmuştur. Alman bilim adamları Müzemizi gezdiklerinde daima şu soruyu soruyorlar: "Peki! Doğru. Müslümanlar bu kadar ileriydiler; bunu kabul ediyoruz. Müslümanlar bu kadar ileri oldukları halde neden şimdiki İslâm dünyası bu kadar geri?" Bu sorulara bir dereceye kadar cevap vermeye çalıştım. Hemen söyleyeyim: Bu sualin cevabı kolay değil. Kitabımın ilk cildinin son sayfalarında bu problemi ele alıp cevaplandırmaya çalıştım ve ben o cevabın geçerliliğine inanıyorum. Ama dediğim gibi bu sualin cevabını bu kısa konuşmada tafsilatıyla veremem.
Şöyle bir örnek vereyim. Bizanslılar Yunanca bilmesine ve Yunanlıların bütün kitapları ellerinde olmasına rağmen devam edemediler. Ortaya kayda değer bir şey koyamadılar. İslâm dünyasında ise tercümeler yapılıyordu. Mevcut ilmî birikim fehm edilmiş, dönüştürülmüş, geliştirilmiş, yepyeni katkılar yapılmış, yeni ilmî disiplinler kurulmuş vs. Batılıların ilk tanıdığı bu geliştirilmiş ilim. Daha sonra Yunan'a dönüyorlar. Hatta biliyor musunuz; ilk tercümeleri yapan Avrupalılar, bu eserleri Yunalıların eserleri diye tercüme ediyorlar. Önceyi bilmedikleri için İslâm ilmî birikimini de anlayamıyorlar; hatta eserlerin üzerine Yunanca alim isimleri yazıyorlar. Neyse bu tarihî bir vakıa. Biz gerileme meselesine gelelim.
Her şeyden önce İslâm medeniyetinde bir yıpranma oldu. Öncelikle bu yıpranmanın sebeplerini bulmak lazım. Ben bunu eserlerimde izah etmeye çalıştım. Kısaca, İslâm dünyası, dünyanın merkezi halindeydi. Avrupalılar Hindistan diye Amerika'ya ulaştıktan sonra dünyanın şartları değişti. İslâm'ın politik, özellikle iktisadî gücü yavaş yavaş kayboldu. 1492 senesinde Müslümanlar İspanya'yı tamamıyla kaybettiler. Daha önce Portekiz'i kaybetmişlerdi; yani bütün Avrupa'yı terk ettiler. Bu bölgelerde geliştirdikleri bütün ilimler Avrupalıların eline geçti. Demek istediğim şu: Müslümanlar sadece ilim üretmekle kalmadılar, kendilerinin yerini alacak insanları da yetiştirdiler. Esasında şöyle söyleyeyim: Müslümanların hem kendileri, hem de dünya medeniyeti bakımından en büyük faydalarından birisi de İspanya'ya ayak basmalarıydı. İspanya'ya ayak basmalarından itibaren Müslümanlar kendi haleflerini de seçmişlerdi. Yani kaderlerini kendileri çizdiler. Müslümanlar Bizans topraklarına ayak basarken yeni bir medeniyetin kurucusu olacaklarını, kurmaya namzet olduklarını göstermişlerdi. İspanya'ya ayak bastıklarında ise yerlerini alacak kültür dünyasını seçmişlerdi. Ben bunu: "Bu kültür dünyasını biz yetiştiriyoruz" manasında anlıyorum. Çünkü onların kullandıkları pusula İslâm dünyasında yapılmış pusulaydı; bütün bilgileri İslâm dünyasından gidiyordu. Kısaca Avrupa medeniyetinin istikbalini biz çizdik. Ama bu son geldikleri noktadan bizim sorumlu olduğumuz manasına gelmemeli: Atom, anormal silahlar... İlginç bir şekilde kendi sonlarını kendileri hazırlıyorlar, hem de akıl almaz bir süratte.
 
Sizi çok yorduğumuzun farkındayız. Son bir sorumuz var: Bilim tarihi açısından Osmanlı dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Esasında Osmanlı medeniyetinin hiçbir büyük, cevherî problemini, İslâm medeniyetinin dışında düşünmemek gerekir. Böyle düşünmeye başladığınızda hiçbir sorunu çözemezsiniz. Başka bir ifadeyle, İslâm medeniyetinin yükselme ve zaaf noktalarını iyi bileceksiniz, ondan sonra Osmanlı medeniyetini tanıyacaksınız. Bizim çok iyi tarihçilerimiz var; ancak Arapça bilmediklerinden İslâm medeniyetini hiç tanıyamıyorlar. Bunun sonucunda da Osmanlı medeniyetini bir türlü çözemiyorlar.
 
Kısaca şöyle diyebiliriz: Osmanlı'yı İslâm medeniyetinin tabiî bir parçası, devamı olarak görünce hem zaaflarını, hem kuvvet noktalarını fark etmiş oluruz. Son olarak kamuoyuna, ilim dünyasına, bu yola baş koyacak genç ere bir diyeceğiniz var mı?
 
 
Türkiye'yi ziyaret ettiğim zamanlarda uzaktan şunu görüyorum: Aşağı yukarı iki cephe var: Bir muhafazakâr zümre; bu zümre mütearız olmayan bir zümre. Bazen kendisini müdafaa şeklinde tezahür eden bir taarruza geçişi var; ama çok önemli değil bu. Bir de bugünkü İslâm dünyasının zayıflığını, İslâm medeniyetinin, İslâm dininin bünyesinde arayan bir zümre var. Bu zümre kompleksler içerisinde. Ben bu iki cepheyi de yabancı bulmuyorum; çünkü bana göre her ikisi de benim milletimin bir parçası. Mesela muhafazakâr zümre öbürlerinden korkuyor ve kaçıyor belki; çünkü öbürleri mütearız; muhafazakâr kesimi insan gibi görmüyorlar. Birçok Avrupalı alimlerin bizi, İslâm dünyasını hiç görmeleri gibi. Neticede ben bu iki kesimi de reddetmiyorum. Onlar benim mensup olduğum medeniyetin parçaları. Ancak her iki kesim de İslâm medeniyetinin, İslâm ilimlerinin 800-1000 yıllık yaratıcı bir medeniyet olduğundan haberdar değil. Bunu göstermekle, en azından büyük bir kısmının yaratıcı hale getirilebileceğine inanıyorum. Mütearız zümre, İslâmiyet'ten kendimizi kurtarırsak, dinadamlarını, dini bertaraf edersek Türkiye'yi birden bire Avrupalı yaparız düşüncesindeler. Bu çok yanlış; bu kafayla hiçbir şey yapamazlar. Tam tersine çok büyük bir pasiflik içerisine düşerler. Başka bir taraftan muhafazakâr zümrede, bizde din adamı da yok. Din adamını çok kuvvetli hale getirmek lazım. İslâm dininin birçok ahlâkî prensibi var. Bu prensipleri bütün insanlara duyurmak, bu prensipleri yaymak lazım. Bunları duyuracak, yayacak din adamı yok maalesef. Hem Avrupa sihirli bir değnek değil ki... Eğer bu medeniyeti dinden tecrit ederek birden bire Avrupalılaştıracaklarını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Hakikat ne menfi, ne de müspet anlamda mübalağayı kaldırmaz. Onun için her iki kesime de yalnızca hakikati göstermek lazım. Ben bu bakımdan kurmuş olduğumuz müzenin muhtevasıyla çok faydalı olacağına inanıyorum. Elbette Enstitü'nün yayımladığı kitapların tercümesi de büyük bir mesafe kat edilmesini sağlayabilir. (Prof.Dr. İhsan Fazlıoğlu, "Prof. Dr. Fuat Sezgin ile Bilim Tarihi Üzerine Söyleşi", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 4.)












 

Vatikan Kütüphanesi'nde bulunan ve bugüne kadar hiç görüntülenmeyen, Evliya Çelebi'nin "Nil Haritası" ilk kez görüntülendi.

1 METRELİK BÖLÜMÜ GÖSTERİLDİ

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden sonra ikinci ünlü eseri kabul edilen ve Vatikan Kütüphanesi'nde olduğu bilinen 6 metre uzunluğundaki "Nil Haritası", Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve yazar Rinaldo Marmara öncülüğünde, Vatikan Kütüphanesi'ne yapılan gezide görüldü. Uzmanlar, eserin Nil Nehri'nin doğduğu Cebel-i Kamer'in yer aldığı 1 metrelik baş bölümünü gösterdi. Kütüphane gezisi boyunca geziye katılanların tarihi bir ana tanıklık ettiği vurgulandı.

6 METRE BOYUNDA

Geziden sonra, Vatikan Kütüphanesi'nde Türk ve dünya kültür tarihi açısından çok enteresan birtakım şeyler gördüklerini anlatan Büyükelçi Prof. Dr. Gürsoy, "Bunun için çok heyecan duymalıyız bence. Bunların başında da Nil Haritası geliyor. Evliya Çelebi'nin çalıştığı, yorumlar yaptığı, şerhler yazdığı bu Nil Haritası 6 metre boyunda. Galiba biz onu ilk görenlerdeniz" dedi.

339 YIL SONRA İLK KEZ

Gürsoy, "Kendimize ait olan mirası korumamız gerekir" diyerek, bu eserin Vatikan Kütüphanesi'nde bulunmasının heveslerini kırmaması ve kendi ellerindekilerini iyi saklayabilmeleri gerektiğinden söz etti.

NİL HARİTASI RESTORE EDİLEBİLİR

Vatikan Kütüphanesi'nde bulunan Nil Haritası'nın restore edilmeye ihtiyacı olabileceğini kaydeden Büyükelçi, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Belki Türkiye'deki hayırsever pek çok sponsor, kültüre katkıda bulunabilecek pek çok sponsor, bu eşi benzeri görülmemiş, tarihi kıymeti fevkalade yüksek olan bu haritayı, üstelik de UNESCO tarafından Evliya Çelebi yılı olan bu senede, sponsorluk yaparak bize kazandırabilir. Restorasyonunu yaptırtabilir. Kolay olmayacaktır. Bakalım bir deneyelim. Pek çok hayırsever zenginimiz bu işe katkıda bulunabilir. Bu ayrıca, Türkiye ile Vatikan ilişkileri bakımından, Vatikan Kütüphanesi'nde yapılacak işler bakımından da yardımcı olur."

NİL YOLCULUĞUNDA YAPTI

1672-1673 yıllarında Nil yolculuğuna çıkan ve kuzeyden güneydeki Sudan'a kadar indiği söylenen Çelebi'nin, "Nil Haritası"nda bu gezisini anlattığı aktarılır.

Vatikan Kütüphanesi'ne yapılan bu önemli gezide, "Nil Haritası"nın yanı sıra 15. yüzyıldan kalma Dede Korkut'a ait bir kitabe gösterilen Türk konuklara Yeni Kütüphane kısmı hakkında da bilgi verildi. Prof. Dr. Gürsoy, kütüphanede gördükleri Dede Korkut kitabesinin de bilinen en eski iki nüshasından biri olduğunu söyledi. Bir diğerinin de Almanya'nın Dresden kentinde bulunduğunu bildiren Büyükelçi, Dede Korkut üzerine araştırmaların çoğunun ya Dresden ya da Vatikan'ın temel alınarak yapıldığını, ancak bu konuda ağırlığın Dresden'den yana olduğunu sözlerine ekledi.

Geziye Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un yanı sıra "İki Dünyanın Buluşma Noktası: İstanbul" adlı kitabın yazarı ve Vatikan Kütüphanesi'nde araştırmalar yapan Rinaldo Marmara, Tevere Enstitüsü Başkanı Mustafa Cenap Aydın ile bazı Türk gazeteciler katıldı.









 
Serpil Yılmaz - Erdoğan'ın cami mimarı Hilmi Şenalp evinin ..

 Öğrendim ki; Üsküdar Belediyesi’nin bu gayretkeşliğinin ardında bu sokağın üzerindeki Şen Piliç’in sahibi Haşim Gürdamar’ın ikinci derece tarihi evini, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yakın dostu Yüksek Mimar Muharrem Hilmi Şenalp satın almış

 
HİLMİ ŞENALP

 

 


 
Hırka-i Şerif Ramazan'a hazır - Hırka-i Şerif, Mimar Hilmi Şenalp .
1 MİLYON LİRAYA MALOLDU 

Hırka- i Şerif'i koruyan Köprülü ailesinden gelen talep üzerine 2010 Mayıs ayında başlanan restorasyon ve konservasyon çalışmaları tamamlandı. İl Özel İdaresi bütçesiyle yapılan yenileme çalışmaları yaklaşık 1 milyon liraya maloldu.




ADI GEÇEN   MİMAR   İSTANBULDA BİRÇOK RESTORASYON İŞİNİ  YAPMAKTADIR 
Eyüp Sultan'da restorasyon ne zaman bitecek?
Eyüp Sultan da restorasyon ne zaman bitecek?
 
Kandil ve bayramlarda ziyaretçi akınına uğrayan Eyüp Sultan Türbesi'nin kapsamlı restorasyonu ne zaman bitecek?
 
23 Ağustos 2011 Salı 12:15
Hicret sırasında Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahabe Ebu Eyyub el-Ensari'nin mezarının yer aldığı ve özellikle cuma günleri, kandil ve bayramlarda ziyaretçi akınına uğrayan Eyüp Sultan Türbesi'nin kapsamlı restorasyonun ardından gelecek yıl ramazan ayında yeniden ziyarete açılması bekleniyor.
Konuyla ilgili bilgi veren İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, Ebu Eyyub el-Ensari'nin mezarının İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin tarafından keşfedildiğini ve üzerine türbe yapıldığını söyledi. Türbe yaptırıldıktan 5 yıl sonra 1458 yılında Fatih Sultan Mehmet'in inşa ettirdiği Eyüp Sultan Camisi'nin ibadete açıldığını anlatan Cengiz, türbe ve caminin 1766 yılında meydana gelen depremde büyük hasar gördüğünü kaydetti.
Türbenin 1. Ahmed, 3. Selim ve 2. Mahmud dönemlerinde onarım gördüğünü aktaran Cengiz, "1925'te türbeler, tekkeler ve zaviyeler kapatıldıktan sonra Eyüp Sultan Türbesi de kapatılmış ve 1950'ye kadar kapalı kalmış. 1950'de Bakanlar Kurulu kararı ile açıldıktan sonra hem insanların türbeyi rahat bir şekilde ziyaret edebilmeleri için, hem de 25 yıllık bakımsızlığından dolayı dönemin hükümeti tarafından kısmı bir restorasyona tabi tutulmuş" diye konuştu.
Cengiz, türbenin yaklaşık 50 yıldır basit onarımlar haricinde ciddi bir restorasyona tabi tutulmadığını dile getirerek, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan anlaşmayla İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğüne ait türbelerin restorasyonunun İstanbul Büyükşehir Belediyesince yapılmasının kararlaştırıldığını, bu kapsamda Eyüp Sultan Türbesi'nin projelerinin tamamlandığını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de bu projenin ihalesini yaptığını kaydetti.
TÜRBENİN ALTINDA SU KANALLARI TESPİT EDİLDİ
Türbenin restorasyonuna mayıs ayında başlandığını dile getiren Cengiz, konuşmasını şöyle sürdürdü: 
"Bir türbeyi yeniden inşa etmek onu restore etmekten daha kolay. Restorasyon hem zahmetli, hem riskli, hem de zor bir olay. Burada da aynı olayla karşılaştık. Eskinin bazı bilgilerinden noksandık. Türbenin altında drenajlar, kanallar tespit edildi. Bu drenajlar açıldıktan sonra türbenin içindeki nemin azaldığını, hatta neredeyse yok olma düzeyine geldiğini gördük. Türbenin içinde aynı zamanda bir hava sirkülasyonu başladı ve bu türbeyi çok rahatlattı."
Cengiz, geçmişte sandukanın etrafına ince bir beton döküldüğünü aktararak, "Bu ince tabaka söküldü ve altından orijinal yapı, yani tuğla yapı çıktı. Bundan sonra yeni bir değerlendirme yapılarak restorasyonu yapılacak ve orijinal yapısıyla ortaya çıkacak" diye konuştu.
Türbenin kubbelerindeki kurşunların değiştirildiğini dile getiren Cengiz, konuşmasını şöyle sürdürdü: 
"Bu değiştirme esnasında restorasyon firmasının bize verdiği bilgiye göre, kurşunun altında bulunan çamurun altında da ağırlıklı bir kireç tabakası bulundu. Buna ilk defa rastlanıldığı için bunun parçaları İstanbul Büyü kşehir Belediyesinin Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğüne (KUDEB) gönderildi. Kurşun kaplanmadan önce de içinde nelerin olduğu tespit edilerek kireç olgusu tekrar oraya yerleştirildi ve üstüne kurşun geçirildi."
Cengiz, türbenin içinde tarihi bir kuyunun bulunduğuna işaret ederek, "Fazlalaşan kuyu suyu ve iç avludaki yağmur suyunun tahliyesi için bulunan tahliye kanalları zamanla dolmuş ve çökmüş. Firmanın yaptığı çalış mayla bunların yerleri tespit edildi. Bunların dışarıda bağlantıları vardı. Bu kanalların birçoğu tarihi kanal olduğu için yeni yapılan kanalizasyon çalışmalarında genelde ihmal edilmiş. Firma yetkilileri ile büyükşehir belediyesi arasında kurulan iletişim sonucunda buralarda bir iyileşmeye gidilmesi kararlaştırıldı ve bu yönde çalışmalar yapılıyor."
RESTORASYONA BEŞİR AĞA TÜRBESİ, CÜZHANE VE SEBİL DE DAHİL EDİLDİ
Türbenin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği düşünü lerek daha sonra restorasyon çalışmalarına Beşir Ağa Türbesi, cüzhane ve sebilin de dahil edildiğini, bu yerlerin projelerinin yapıldığını anlatan Cengiz, bu nedenle onarım süresinin öngörülen 6 ayı geçeceğini söyledi. 
Cengiz, türbede çeşitli dönemlere ait çinilerin bulunduğunu belirterek, "Bunlar 1950'li ya da 1960'lı yıllardaki restorasyon sırasında yanlış uygulamalara tabi tutulmuş. Beton kullanılmış, betonun da ortaya çıkardığı bir tuzlanma var. Türbe içindeki nem oranının fazla olması çinilerin alt tarafında kopmalara neden olmuş. Bunlar yeni sorunlar ortaya çıkardı. Burada ciddi bir çini restorasyonuna ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Firma da bakanlığın ve büyükşehir belediyesinin ilgili birimleri ile iletişim içerisinde buraya yeni bir proje yapıyor. Gerekli süreç işledikten sonra çinilerin restorasyonuna başlanacak. Restorasyon çalışmaları bittikten sonra Eyüp Sultan Türbesi'nin uzun bir dönem restorasyona ihtiyacı olmayacak" şeklinde konuştu.
Türbenin restorasyon nedeniyle ziyarete kapalı olduğunu hatırlatan Cengiz, sandukanın görülebildiği "niyaz penceresi"ni açık bıraktıklarını, ziyaretçilerin de buradan dualarını ettiklerini sözlerine ekledi.
MİMAR VE RESTORATÖR HİLMİ ŞENALP
Daha önce Hırka-i Şerif'in sergilendiği bölümün restorasyonunu da yapan Hassa Mimarlık şirketinden Yüksek Mimar ve Restoratör M. Hilmi Şenalp, Eyüb Sultan Türbesi'ndeki restorasyon çalışmalarının en zorlu bölümünün, türbe duvarlarındaki yoğun rutubet nedeniyle çini onarımı olacağını söyledi.
Şenalp, restorasyon çalışmalarına kubbe ve çatılardaki kurşunların yenilenmesi, türbe taş duvarlarının ve ahşap kaplamalarının tamirinin de dahil olduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: 
"Türbedeki en mühim işimiz zemin suyu seviyesinin düşürülmesi. Bu maksatla türbenin ilk inşası sırasında yapılmış havalandırma kanalları ile orijinal drenaj kanallarını bulduk. Bunlar maalesef tamamen kapatılmıştı. Türbe restorasyonundan sonra problemin tekrarlanmaması için Büyükşehir Belediye Başkanımız Kadir Topbaş'a Eyüp semtinin, Haliç'in su seviyesi ile yağmur suyundan kaynaklanan genel su problemini aktardık. Onlar da özellikle tarihi cülus yolunda olan bu problem için İSKİ'yi harekete geçirdiler. Bu vesile ile tarihi cülus yolunun da ihya edilmesi talimatında bulundular. Su meselesini hallettikten sonra çini ile ilgili çalışmalara da başlayacağız. Koruma Kurulu, KUDEB ile Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile temas halinde restorasyonu doğru müdahalelerle kalıcı ve uzun ömürlü bir şekilde yapmaya çalışıyoruz."
Türbede 50 yıldan fazla bir süreden beri önemli bir onarımın yapılmadığını ifade eden Şenalp, "Zaman içinde türbede onarım adı altında bir takım yanlış uygulamalar, iyi niyetli, ancak neticesi yapıya zarar veren müdahaleler yapılmış. Örneğin türbenin içindeki 500 yıllık orijinal tuğla döşemenin üzerine şap dökülmüş. Türbenin iç kodu, ziyaret mahallinde 50 santimetre yükseltilmiş. Bu yanlış müdahalelerle kapilarite yoluyla zaten yüksek olan zemin suyu daha da yükselmiş. Bizim yaptığımız ilk iş onları kaldırmak oldu. Binanın adeta nefes aldığı hemen hissedildi" şeklinde konuştu.
Şenalp, restorasyon çalışmalarına mayıs ayında başladı klarını aktararak, "Restorasyon işi çok hassas bir konu. Yanlış yapma lüksümüz yok. Buraya senelerdir el atılmamış. Su problemi de çıktıktan sonra restorasyon öngörülen sürede bitmeyecek. İnşallah gelecek ramazan ayında Eyüp Sultan Türbesi, Beşir Ağa Tü rbesi kısmı, cüzhane ve sebildeki restorasyon çalışmalarının bitmesiyle yeniden ziyarete açılacak" diye konuştu.
EYÜP SULTAN TÜRBESİ
Duvarlarında Sultan 1. Ahmed Han, Sultan 1. Mahmud ve Sultan 3. Selim Han tarafından yazılmış, bu mekanın kutsallığına işaret eden manzum kitabelerin yer aldığı Eyüp Sultan Türbesi'nin içinde ayrıca padişahların bir çoğunun ve ünlü hattatların kaleminden çıkmış levhalar bulunuyor. 
Sekizgen planlı kubbeli bir yapıda olan ve kesme küfeki taşından inşa edilen türbe, sagir ve kasnaksızdır.
Her cephesi, altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen biçimli, üstte ise sivri kemerli pencerelerle aydınlatılan türbenin içi ve dışı 16. ve 17. yüzyı lın en güzel çinileriyle süslü.
Ziyaret salonunda, Hz. Muhammed'in ayak izinin bulunduğu bir panonun da yer aldığı türbede, 1730 Patrona İsyanı'na kadar muhafaza edilen Sancak-ı Şerif, bu olayın ardından asilerin eline geçmemesi için saraya alınarak Hırka-ı Saadet Dairesi'ne konulduğundan burada yalnızca Sancak-ı Şerif'in kılıfları bulunuyor.
Sultan 3. Selim Han dönemine ait gümüş şebekenin etrafını çevirdiği sandukanın Sultan 2. Mahmud Han tarafından konulan örtüsünün üstündeki simle işlenen yazılar Mustafa Rakım Efendi'nin hattıyla yazıldı.
Sultan Abdülhamid Han'ın kapı ve pencere kanatlarını yenilettiği t ürbeye ayrıca tunç kapı kanatları önüne kendi eliyle yaptığı sedef kakmalı parmaklıklı kanatlar koydurdu. 









İslam Bilimi Müzesi'nin yön tabelası yok!



Tarih: 10 Aralık 2008 Kaynak: Radikal
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından törenle açılan İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi,

*************altı ayda ‘unutuldu'. **************

Gülhane Parkı'ndaki müzenin kurucusu Prof. Dr. Fuat Sezgin kırgın:

"Açılalı altı ay oldu ama müzenin Gülhane Parkı'nın içinde olduğunu gösteren bir yazı yok

. Işıklandırma hiç iyi değil.

Müzede yer alan aletlerin tarihleri, nasıl çalıştıkları ve ne işe yaradıklarını anlatan 200 kadar levha hazırladık.

Almanca, İngilizce, Fransızca, Arapça ve Türkçe olarak hazırladığımız levhaları müzeye gönderdik.
Levhalarda, büyük oranda İslam Bilimler Tarihi'nin yerini dünyaya tanıtmak için büyük çabalar harcayan Avrupalı alimleri konuşturdum. Ancak bu levhalar hâlâ basılmadı ve asılmadı."
 
Müze Büyükşehir Belediyesi'nin Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nı tahsis etmesiyle, 24 Mayıs'ta açılmıştı. Müzenin hâlâ istediği seviyeye gelmediğini ama kurulmasının bile önemli bir aşama olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sezgin, "Benim istediğim düzeye gelince müzenin insanlar üzerindeki tesiri çok daha kuvvetli olacak" dedi.
 
İstanbul İslam ve Bilim Tarihi Müzesi 142 eserle kuruldu. 500 küsuru aştı. Müzede İslam bilim adamlarının 8'inci ve 16'ıncı yüzyıllar arasında gerçekleştirdikleri alet ve cihazların örnekleri, hazırladıkları kimyasal düzeneklerin yanı sıra 9'uncu yüzyılın başlarında Abbasi Halifesi Mem'un'un 70 coğrafyacı ve astronoma dağıtarak 30 yılda hazırlattığı dünya haritası da sergileniyor.
‘Müslümanlar yanlış biliyor' dedi...
‘Müslümanların ilimler tarihindeki muazzam yerlerini bilmedikleri veya yanlış bildikleri için Avrupalılar karşısında aşağılık duygusu içinde' olduğunu söyleyen Prof. Sezgin, akademik çalışmalarına İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde başladı. 27 Mayıs 1960 darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılınca Almanya'ya gitti. 1982'de Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü 'nü ve 1983'te de Müslüman bilginler tarafından yapılan bilimsel araç ve gereçlerin yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı numunelerini sergilediği bir müze kurdu.
Frankfurt'taki müzede halen İslam dünyasının bilime armağan ettiği 900 alet sergileniyor. Sezgin çalışmalarını Goethe Üniversitesi'nde kurduğu enstitüde direktör olarak sürdürüyor.








YORUM :

web sitem hiziracil.tr.gg de belirttiğim gibi,İstanbuldaki gönüllüsü olarak,yürütmeye çalıştığım ve şahit olduğum olaylar sonucunda üzülerek şuna şahit oldum.İnce-profesyonelce-en yakın görünenlerce-yardım ediyormuş görüntüsü altında,Hocamın ve Dünyaca kabul görmüş Evlatları olan eserleri; Ülke insanıının mümkün olduğunca az tanınması için çalışıyorlar.
Saygılar












 
 

Prof.Dr.Fuat Sezgin İslam bilim tarihi sohbeti 1
<< TIKLAYIN
9 dakika - 24 Şub 2008












Abdurrahim BARIN  Prof.Dr. Fuat SEZGİN

İst.Fatih-Ali Emiri Kül.Sal. 0cak 2010











   Bayan SEZGİN  Prof.Dr.Fuat SEZGİN











0CAK 2009   Prof.Dr.Fuat SEZGİN Saygı Günü





Cevdet Akçalı

İstanbul kültür şehri mi, kültürlüler şehri mi olmalı



Avrupa Birliği 2010 yılında İstanbul`un bir kültür şehri olmasına karar vermiştir. Bu kararı duyunca aklımıza, kültür şehri olmakla, kültürlüler şehri olmak arasındaki fark geldi. Bu gözlükle baktığımız zaman, içimize şu korku düşmektedir: İstanbul resmen kültür şehri ilan edilse bile, üzerinde yaşayanlar, yönetenler kültürlü değilse, bu kararın bir manası var mıdır Gazetelerde, meşhur Gülbekyan Müzesi`nde bulunan bazı eserlerin bir süre için İstanbul`da sergileneceğini okuyoruz. Gülbekyan Müzesi`nin esasını Osmanlı sanatının şaheserleri teşkil eder. İnsan bu müzeyi gezerken aklına şu sual gelmektedir: Bu müze neden İstanbul`da değildir de Portekiz`dedir. Zamanında Gülbekyan bu müzeyi İstanbul`da açmak istemiş ve fakat gerekli ilgiyi görmediği için Lizbon`a götürmüştür. Franfurt`ta İslam İlimleri Tarihi Müzesi vardır. Bu müzede, Müslümanların ilim alanına katkıları ve keşiflerine ait eserler sergilenmektedir. Burada yapılan çalışmalar ve sergilenen eserler, İslam Medeniyeti hakkında kalıplaşmış kanaatleri alt üst etmiştir. İnsan bu müzeyi gezerken de kendisine şu suali soruyor: Neden bu müze, İstanbul`da değil de Almanya`dadır. Bu sualin cevabı da çok hazin ve düşündürücüdür. Bu enstitüyü kurup bu güne getiren Prof. Fuat Sezgin`dir. Sezgin 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra İstanbul Üniversitesi`nden ayrılmış, ona Frankfurt Üniversitesi kucak açmış ve bu enstitü ve müzeyi kurmasına imkan sağlamıştır Bu enstitü ve ona bağlı olarak kurulan İslam Eserleri Müzesi, yaptığı yayınlar ve teşhir ettiği eserlerle, İslam dünyasının, ilim tarihine yaptığı katkıları göstermiştir. Bu yönüyle bu müze, İslam ve Türk Medeniyeti hakkında Avrupalıların kafasında kalıplaşmış birçok tabuyu yıkmıştır. Prof. Sezgin yaptığı konuşmalarında ve verdiği konferanslarında, bu bu müzeyi kurmasındaki asıl maksadının ne olduğunu şu şekilde açıklamaktadır: Müslümanların ve Türklerin Batı uygarlığı karşısında eğilmiş olan alınlarını yukarıya kaldırmak... İnsan hakikaten de bu müzeyi gezdiği zaman, boynu eğikse yukarı kaldırmakta, içinde Türk ve Müslüman olduğu için bir kompleks varsa bunu yok etmektedir. Bu haliyle bu eser gayesine ulaşmıştır demektir. Bu enstitünün çalışmasına ve eserlerine karşı olan ilgisizliğimiz vardır. Müze İslam ülkelerinin üst seviyede idarecilerinin ziyaretlerini gösteren fotoğraflar ve hediyelerle doludur. Türkiye`den giden hediye sadece duvarda asılı duran Kütahya yapısı bir çini panodan ibarettir. İşte bu sebeple diyoruz ki, kültür şehri olmak başka, kültürlülerin şehri olmak başkadır Müze ilk defa birkaç ay önce Kültür Bakanı ve İstanbul Valisi tarafından ziyaret edilmiştir. Bakan ve İstanbul Valisi, bu müzenin İstanbul`a nakli ricasında bulunmuşlar ve bunun İstanbul`un Avrupa`nın kültür merkezi olma fikrine katkıda bulunacağını ifade etmişlerdir. Sezgin bu isteği memnuniyetle karşılamıştır, Bu kararın yerine getirilmesinde inşallah ilgisizlik gösterilmez. Avrupa müzeleri Anadolu`dan kaçırılırmış veya hediye olarak verilmiş eserlerle doludur. Bunları gördüğümüz zaman içimiz sızlıyor. Yurt dışındaki bu eserler, kültür anlayışımızın noksanlığından ileri gelmektedir.Tekrar diyoruz ki, İstanbul kültür şehri olmadan evvel, kültürlülerin yaşadığı ve idare ettiği bir şehir olmaya mecburdur.












DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ İSLAM BİLİMİNDE SAKLI
Da Vinci'nin şifresi İslam biliminde saklı
İslam bilim tarihi uzmanı Prof. Fuat Sezgin, dünya bilimler tarihinin tekrar yazılmasının şart olduğunu söylüyor. Çünkü Avrupalılar intihalci ve İslam tarihini atlayıp bilim tarihini Eski Yunan’a dayandırıyor
13 Temmuz 2009, 15:4

İslam bilim tarihi konusunda yaşayan en büyük âlim olan Prof. Fuat Sezgin için bir biyografi denemesi yayınlandı. Prof. Dr. İrfan Yılmaz'ın hazırladığı çalışmada, yaptığı çalışmalarla İslam medeniyetini öğrenmemiz hususunda bir çığır açan Fuat Sezgin'in genç nesillere tanıtılması hedefleniyor.
Fuat Sezgin'in ismini şimdiye kadar duymayanlar için kısa bir hatırlatma yapalım. Sezgin geçtiğimiz yıl, Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü için hazırladığı bilimsel araç ve gereçlerin benzerlerini yaptırarak, İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi'nin açılmasına önayak olmuştu. Medyadaki en yakın tarihli haber bu. Hocayı daha yakından tanımak isteyenler için kısaca özgeçmişinden bahsetmekte yarar var. 24 Ekim 1924'te Bitlis'te doğan Sezgin, İlkokulu Doğubayazıt'ta, Ortaokul ve Lise'yi Erzurum'da tamamladıktan sonra, 19 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne ( Şarkiyat Enstitüsü) girdi ve burada dünyanın en büyük oryantalistlerinden kabul edilen Alman Hellmut Ritter'in talebesi oldu. Ritter'in matematikle meşgul olmasını ve modern matematiğin temelinde İslam âlimlerinin bulunduğunu söylemesi üzerine Şarkiyat okumaya karar veren Sezgin, Ritter ile çalışmaya başladı.
İslam bilim tarihi ve medeniyetine ait eline geçen her yazılı nesneyi büyük bir ihtimam ve dikkatle inceleyerek onu bugünün ölçülerinde tanıtan, tercüme eden ve dip notlarla izah ederek yayınlayan Fuat Sezgin Hoca'nın en önemli çalışması GAS şeklindeki kısaltılmış sembolüyle tanınan 'Geschichte des Arabischen Schrifttums'dur. GAS İslam İlimler tarihinin vazgeçilmez en temel müracaat eseridir. Sezgin'in; Süleymaniye Kütüphanesinde ki binlerce el yazması arasından ilim dünyasına tanıttığı en değerli eserler arasında Ebu'l İz'el Cezeri'nin daha sonra Türkçe'ye çevrilen 'Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap' isimli çalışması ise dünya teknoloji tarihinin en önemli kitaplarından biri. Fuat Sezgin, uzun yıllar uğraşarak İslam âlimlerinin kimi kaybolmuş, kimi sadece kitaplarda teorik olarak kalmış icatlarını âletleştirmeyi başararak bu konuda da bir ilke imza attı. Prof. Sezgin Suudi Arabistan Kral Faysal Vakfı'nın İslami bilimler ödülünü 1978 yılında ilk alan âlim. Bu ve başka desteklerle Sezgin, 1982 yılında J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü ve 1983'de buranın müzesini kurdu, buranın halen direktörlüğünü yürütüyor.
Müzedeki aletler arasında Halife Me'mun'un meşhur dünya haritasının yer aldığı yerküresi. Sufi'nin ünlü gökküresi, Osmanlı âlimi Takiyyüddin'in su pompası ve saatleri, dünyanın ilk tankı gibi eserler yer alıyor. Fuat Sezgin kitabı bu gibi buluşların detaylarının yer aldığı bir kitap aynı zamanda. Bilim tarihimizden, matematik, geometri, coğrafya, denizcilik ve astronomi sahasındaki gelişmeler ayrıntılandırılarak anlatılmış kitapta.
AVRUPALILAR İNTİHALCİ
Sezgin'in gençlik yılları, tahsil hikâyesi ve yaşamından detayların yanı sıra düşünce dünyası ve tavsiyeleri de önemli bir yer tutuyor çalışmada. Medeniyetlerin birbirine tesiri ve Avrupa Birliği hakkındaki düşünceleri bu minvalde dikkate değer. Büyük âlimin dünya bilimler tarihi konusunda söyledikleri de önemli. Fuat Sezgin dünya bilimler tarihinin tekrar yazılmasının gerekli olduğunu düşünen bir âlim: 'Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs'te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli arasındaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Eski Yunan'a izafe ediliyor. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilim dalının kuruluşu bundan yüz, iki asır öncesine değil, 9 ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor.'
 
Da Vinci'nin şifresi İslam biliminde saklı
 
İşte kitapta yer alan bilim tarihimizin bazı önemli örnekleri:
 
 
İbn'ül Heysem'den öğrendiğimiz çok enteresan bir pergel ile kubbelerin daire şeklindeki temellerini çizmek mümkün olmuştur.
 
 
Leonardo da Vinci'nin resimlerini çizdiği aletler ve matematik hesapları, İslam alimlerinin buluşudur. Leonardo'nun İslam bilginlerinin buluş ve bilgilerini kullandığı kabul edilse, resimlerinin çözülemeyen sırları aydınlanmış olacaktır.
 
 
Bîrûnî'nin, boylam derecelerini hesaplamak için bulduğu metodun hata derecesi, 6 ile 40 derece arasında değişmekte olup, ancak 20. yüzyılda düzeltilebildi. Bu metod, bugün de bilinen 'Triangülasyon'dan başka bir şey değildir. Fakat maalesef, modern coğrafya tarihi triangülasyonun ilk tatbikinin Hollandalı alim Willebrord Sinellius'a dayandırır.
 
 
Engin denizlerde koordinat hesaplamalarını Müslümanlar 15. asırda yapabiliyordu. Kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da Ekvator'a paralel ölçüleri yapabiliyorlardı. Avrupalılar Müslümanlardan ilk iki ölçümü öğrendi. Fakat trigonometri bilgileri yeterli olmadığından Ekvator'a paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını anlayamadılar.
 
 
950 yılında Ebu Cafer el Hâzînî adlı matematikçi ve astronom, parabol konstrüksiyonu kullanmak suretiyle üçüncü dereceden bir denklemi çözdü. 11. asrın ilk yarısında optik hususundaki çalışmalarıyla tanınan İbn'ül Heysem, bir optik problemini dördüncü dereceden bir denklemle çözdü. Avrupalılar İbn'ül Heysem'in çözümünü ancak 19. yüzyılda kavrayabildi.
 
 
9. asırda güneşle dünyanın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar, yörüngedeki ilerlemenin 12,09 saniye olduğunu tespit ettiler. Günümüzde bu değer 11,46 saniye olarak biliniyor. Avrupa'da Johannes Kepler, 17. asırda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilim adamlarıyla yazışıyordu.
(Yeni Şafak)









  1950  KOREYE GİDEN BİRLİĞE, ANKARA HİPODROMDA      ALBAY DORA  NAMAZ  KILDIRIYOR



BOSNADA  1994 TE 250 000 MÜSLÜMAN  ÖLDÜRÜLDÜ



  IRAKTA  CAMİİDEKİ ASKERLER.  1.5 MİLYON MÜSLÜMAN . 40.000  ÇOCUK ÖLDÜ.




   ORGN.YAMAK - KIBRIS SAVAŞINDA, CEPHEDE EZAN  OKUNUYORDU




  GAZETECİ AVNİ ÖZGÜREL :

  *BABAM ORDUDA
    KURAN OKUMA YARIŞMASI
     BİRİNCİSİ İDİ.*

     ŞİMDİ NE OLDU BU ORDUYA ?
      DİYE SORUYOR.




  ASKERİ ÖĞRETMEN; DERSİ GEREĞİ,  ÖĞRENCİLERİNE ORUÇ TUTUN DEDİĞİ İÇİN CEZALANDIRILDI.?



  KORE ASKEİNİN BAŞINDA NAMAZ KIDIRAN ALBAY DORA, ÜSTÜN HİZMETİNE KARŞILIK,TÜRKİYEYE GERİ GÖNDERİLİYOR,  DAHA BAŞARISIZ TAHSİN YAZICI  ÜST RÜTBEYE YÜKSELTİLEREK  ÖDÜLLENDİRİLİYOR.

Logotipo de la Red Europea de Medios Islámicos<<<TIKLAYIN



Nurbaki Çalışma Grubu




DUYURU, UZAY DİNSİZLİK ÇAĞINA DİKKAT


Önümüzdeki imtihan safhasında iman üzerinde yeni bir kumar vardır.

 

İki bin yılına doğru iman üzerine yeni bir kumar vardır. Muhtemelen uzayla ilgili bazı GÖRÜNTÜLERİ bahane ederek yeniden “UZAY DİNSİZLİK ÇAĞI” açılacak! Bu imtihan haziresinden Müslümanlara yeni bir imtihan olacak.

 

Yani iki bin yılına kadar olan durumda maddi bir imtihan yok, bir İşkence imtihanı veyahut da bir savaş imtihanı gibi gelmiyor bana… Bu uzayla ilgili bir takım imtihanlar yapacak imanlılara, Cenâb-ı Hakk.


Haluk Nurbaki / Ankara 1988

 


"Operasyonlarda kullanıma hazır olan altı özel ürün geliştirilmiş­tir.

Bunlardan üçü kişi farkında olmadan verilebilen ve mağdurun hareketlerini

kontrol etmeyi sağlayan ve etkisiz hale getirme özel­liklerine sahip maddelerdir."

 

CIA Teftiş Müdürü- 1957




*DÜNYA
  KARDEŞLİK BİRLİĞİ”
  MEVLANA
  YÜCE  VAKFI.*

  TARİKATI

Uzaylılardan vahiy alarak, Kuran-ı Kerim dahil üç büyük kutsal kitabın yerine geçecek "Bilgi kitabı "adlı din kitabı yazdığını iddia eden "Dünya Kardeşlik Birliği, Mevlana Yüce Vakfı " adlı Topluluk.

ANKARA/Uzaylılardan vahiy alarak, Kuran-ı Kerim dahil üç büyük kutsal kitabın yerine geçecek "Bilgi kitabı "adlı din kitabı yazdığını iddia eden "Dünya Kardeşlik Birliği, Mevlana Yüce Vakfı " adlı kuruluşa yargıdan tokat geldi.Gazeteci Hulki Cevizoğlu, bu vakıfla ilgili gerçekleri masaya yatıran bir program yapmıştı.

BAŞKANLIĞINI 82 YAŞINDAKİ VEDİA BÜLENT ÖNSÜ ÇORAK ADLI KADININ YAPTIĞI SÖZKONUSU VAKIF İLE BU VAKFIN YAYINLADIĞI BİLİM DIŞI VE KUTSAL DİNLERE HAKARET EDEN, “KUR’AN’I KERİM DAHİL TÜM KUTSAL KİTAPLARIN DÖNEMİNİN KAPANDIĞINI” İLERİ SÜREN “BİLGİ KİTABI” ADLI KİTAP; HULKİ CEVİZOĞLU’NUN CEVİZ KABUĞU PROGRAMINDA MASAYA YATIRILMIŞTI.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİNCE KURULAN BİLİM HEYETLERİ, BU KURULUŞUN KİTABINI “İSLAM VE BİLİM DIŞI” OLARAK TANIMLAMIŞ, BİLGİ KİTABININ “ÜLKEDE DİN VE MEZHEP KAVGALARI YARATABİLECEK; DİNî VE MİLLİ BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ BOZABİLECEK NİTELİKLER TAŞIDIĞINI” RESMİ RAPORLARI İLE KAMUOYUNA AÇIKLAMIŞLARDI.

“MEVLANA’NIN RUHUNU TAŞIDIĞI” İLERİ SÜRÜLEN VAKIF BAŞKANI VEDİA BÜLENT ÖNSÜ ÇORAK VE “DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ MEVLANA YÜCE VAKFI” OLARAK ANILAN KURULUŞ, BASINDA DEŞİFRE OLMALARI ÜZERİNE CEVİZ KABUĞU PROGRAMI VE HULKİ CEVİZOĞLU’NA 455 MİLYARLIK TAZMİNAT DAVASI AÇMIŞTI. DAVA, DÜN SONUÇLANDI VE KADIKÖY 4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ DAVAYI REDDETTİ.

DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ MEVLANA YÜCE VAKFI OLARAK BİLİNEN MEVLANA TARİKATI; ÇIKARMIŞ OLDUKLARI BİLGİ KİTABININ KUTSAL KİTAPLARIN YERİNE GELDİĞİNİ VE KUR’AN-I KERİM DAHİL DİĞER KİTAPLARIN HİÇBİR HÜKMÜNÜN KALMADIĞINI, BİLGİ KİTABININ DİREKT ALLAH’IN KİTABI OLDUĞUNU KİTAPLARININ UZAYDAN İNDİRİLDİĞİNİ FAKAT UZAYDAKİ İRTİBATLARININ BUGÜNKÜ ORTAMDA KONUŞULMASININ BİRÇOK SAKINCASI OLDUĞUNU VE KUR’AN-I KERİM’İN HÜKMÜNÜN 2000 YILINDA SONA ERDİĞİNİ İDDİA EDİYORDU. KIBLE’NİN MEKKE DEĞİL LİDERLERİ OLAN BÜLENT ÇORAK’IN EVİNİN BULUNDUĞU BÖLGE OLDUĞUNU İLERİ SÜREN KURULUŞ,

“ATATÜRKÇÜ”

OLDUKLARINI

İLERİ SÜREREK

TARAFTAR TOPLUYOR

AMA BİLGİ KİTABINDA VE FASİKÜLLERİNDE

ATATÜRK’ÜN

UZAYLI OLDUĞUNU YAZARAK,

ULU ÖNDERİN MANEVİ KİŞİLİĞİNE VE ESERLERİNE HAKARET EDİYORDU.
















Namaz kıldığı için GS'den kovuldu Video 22 Aralık 2009 Salı 
Bir dönem Galatasaray'da da forma giyen yıldız futbolcu Hamza Hamzaoğlu dini inançları nedeniyle Sarı Kırmızılı takımdan dışlandığını ve gönderildiğini açıkladı.
 
Taha Dağlı'nın röportajı
Bir dönem Galatasaray'da da forma giyen Hamza Hamzaoğlu Sarı Kırmızılı takımdan neden ayrılmış? Hamzaoğlu'nun açıklamaları olay yaratacak. Genellikle Ramazan ayında yaşanan oruç tartışması ve bununla birlikte  futbolcuların dini inançları medyada yer alır. Özellikle 3 büyük takımlarımızda bu tür haberler daha sık görülür.
Tümspor editörü Taha Dağlı'la çok özel bir röportaj yapan bir dönemin yıldız futbolcusu Hamza Hamzaoğlu'nun Galatasaray'da oynadığı dönemde dini sıkıntıları olmuş. Hamza Hamzaoğlu Sarı Kırmızılı takımdan ayrılmasını buna bağlıyor...
 
Tümspor.com
 
 
 
   
   
   
     
 
 
Toplam (1) adet  yorum eklenmiştir.
Abdurrahim BARIN 22-12-2009, 22:13:32
Türkiyede :
FB.Lİ UCHE Deniz oldu gönderildi
FB.Li AURELLO Mehmet oldu gönderildi
GS.li Hakan ŞÜKÜR gönderildi
GS.Li H.ÜNSAL,Arif,Bülent gönderildi
GS Li Hasan ŞAŞ göderilecek gibi
BJK dan Ertuğrul gönderilmişti
Korede Dün. şamp.da Cumaya giden,topçular aşağılandı
DÜNYADA:
Avrupada kulüp komple Papayı Ziyaret ediyor.
Oyuncularının inançlı olmasını destekliyor
Pekin Olimp.da İngiltere flamasını Başıörtülü taşıyor
Atın şu ideolojik At gözlügünü.
Para ve Makam gücünü Toplumu kaynaştırmada kullanın.





Alevilerin Büyük Sırrı                                             
 

Kendisi de Alevi olan ve “Alevilerin Büyük Sırrı” adli bir kitap yazan yayıncı Ünsal Öztürk; “Alevilikte Allah anlayışı yoktur.Yurt Yayınları’ndan çıkacak olan  ve bu yayınevinin sahibi olan Ünsal Öztürk tarafından kaleme alınan “Alevilerin Büyük Sırrı”, hayli tartışılacak gibi görünüyor. Kayseri kökenli bir Alevi olan Öztürk, kendileri için inançlarının neredeyse felsefi temeli olarak kabul ettikleri “Kırklar Cemi-Meclisi’nin Sırrı”nı çözdüğünü iddia ediyor

Nedir “Alevilerin Büyük Sırrı”?

Bizimkiler kendilerine “Hak Ehli Erenleri” adini verirlerdi. Alevi sözcüğünü ilk kullanan Baha Sait’tir. Yani, her bilginin insanin kendisinde olduğuna ve her olgunun merkezinde insan olduğuna inanırlar. Onlar için her şey insanda baslar ve biter. İsin temeli sudur: Tek ve çok tanrılı dinlerin tümü yaradılış teorisine inanmaktadır. Oysa, bilim bu inanışı reddetmektedir. Din insanin çamurdan yaratıldığını söyler.

Kuran’ın Hac Süresi’nin 5. Ayeti “Biz sizi topraktan, sonra az bir sudan yarattık” der. Aleviler buna inanmıyorlar mı?

Aleviler öz olarak anneler ve babalardan oluştuklarına inanırlar. Alevilikte, Hak Ehli Erenleri’nde yaradılış yoktur. Bilimin savunduğu evrimci teze inanmışlardır. İslam öncesinde de böyleydi. Benim görüşüm, İslam’la birlikte Alevilerin kendi görüşlerini “sır” etmiş olduklarıdır. Bu sır da doğuşla ilgilidir.

Bu sırrı çözdüğünüzü söylüyorsunuz?

Sır insanin doğusudur. Alevilerde ölünün kefenlenmesi geleneği, sırrın başlangıç noktasıdır. Ölüyü  tamamen örten iki katli ve diş kefenin altında “yakasız gömlek” denilen, ancak ölüyü boydan boya örtmeyen bir iç kefen vardır. Bu kefene ölünün cinsel organını örttüğü için, “sır örtüsü” de denir. Edep örtüsü yerine sır örtüsü denmesinin nedeni de, Alevilerin sırrını saklamasıdır. Çünkü cinsel organlar, üreme organlarıdır. sır, birleşmede, üremededir.

Bu, herkesin bildiği bir gerçek, sır bunun neresinde?  

Alevilerde temelde Allah anlayışı yoktur. Yaradılışa inanmazlar. Aleviler, insanin evrimci bir mantıkla yaratıldığına inanırlar; ancak, Müslüman olmak zorunda kaldıklarında, bu inanışlarını saklamak zorunda kalmışlardır. Bu sırrı bildiğini inandığım Basköylü Hasan Efendi adli Alevi piri, “Varlığın Doğusu” adli kitabında  bu konuyu söyle açıklar: “Baba mayayı ana sütüne katar, ana rahminde vücut tutar. Mayalanan maya 40 gün mayada kalır. 41. gün vücut hasıl olur.” Yani anne rahmindeki mayalanma 40 gün sürer. 41. gününde insanin ilk sekli oluşur. İlk insanin oluşumu 40. günden sonra, 41. günde gerçekleşir. Anne rahminde bebeğin ilk nüvesi tamamlanır. Bu da Alevi inancında çok önemli bir yer işgal eden “Kırklar Cemi-Meclisi” inancıdır.

Kırklar Cemi-Meclisi nedir?  

“Kırklar Cemi”, insanin ilk kez belirmesi, ilk insanin ana rahminde toparlanması, cem olmasıdır. Bu da başka bir alemde, “Kubbe-i Rahman’da yani ana rahminde gerçekleşmektedir. Cem kavramı anne rahminde oluşan insanin ilk toparlanmasını, cem olmasını anlatmaktadır. Kırklar cemi ve semah insanin ana rahminde mayalandığı ilk 40 gün ile ilgilidir. 40 günden sonra da 41 yoktur. Yani Kırklar bir’e dönüşmektedir. Zaten Kırklar Söylencesi’nin bütün anlatımları da buna dönüktür. Kırklar cinsiyetsizdir, cinsiyet henüz oluşmamıştır. Bu yüzden Sırrı Hakikat Kapısı’ndan geçip Kırklar Cemi’ne girenlerin cinsiyetinin olmadığı kabul edilir. Bir başka değişle, Adem’in Allah tarafından çamura sekil verilerek; kadının da onun kaburgasından yaratıldığı inanışına karsı, Aleviler evrimci bir mantıkla meseleye bakarlar. Ve insanin evriminin bir sonucu olarak  doğduğuna inanırlar. Kırklar Cemi’yle de, erkeğin spermlerinin, kadının rahim içinde bulunan yumurtasını döllemesiyle ortaya çıkan embriyonun yolculuğunu tasvir ederler. Sözle söylenemeyen bilimsel gerçeğin dans ile anlatılmasıdır. İlk 40 günün anlatılmasıdır. Alevi inanışı bu bilimsel düşüncenin sır edilmesidir.  

Müslüman gibi görülen, ancak kendi içlerinde evrim inancını yasamaya çalışan bir topluluktan mi bahsediyorsunuz?  

Tam da öyle. Alevilerin bilimle ilgileri var, dinle ilgileri yok. Kendilerini “Hak Ehli Erenleri” diye tanımlayan bir grup, İslam kapıyı çaldığında korkudan, “Biz de Müslüman olduk” diyorlar. Ama kendi inançlarını, bir nevi Sebataycilar gibi sırra büründürüyorlar. Aslında kendi dünyalarında doğuma inanıyorlar. Bunlar, çok büyük bir ihtimalle Harran Üniversitesi ya da bu üniversiteye bağlı çevredeki eğitim kurumlarında çalışmalarını sürdürüyorlar. Bunların ortaya koyduğu bilim felsefesi de zamanla, özellikle Anadolu coğrafyasına yayılıyor. Bu felsefeye inananın topluluklar sayesinde kitleselleşiyorlar. Örneğin Baba Issak, Baba Ilyas gibi erenlerin köyleri Harran etrafındadır. Onların izlerini sürerseniz, o coğrafyaya ulaşırsınız.  

Aleviler için “Orta Asya’dan gelen Türklerdir” deniyor. Siz bu tezi ret mi ediyorsunuz?  

Aleviliğin Orta Asya’dan gelmediği bellidir. İddiam da sudur, bundan böyle hiç kimse Alevilerin cemlerinin ve semahlarının Orta Asya’dan eski Türk inançlarından ve Saman ayinlerinden geldiğini söyleyemez. Çünkü aralarında çok farklı kozmik ve mitolojik farklılıklar var. Birbirine çok zıt iki sistemdir. Orta Asya kültürü ve Saman, Kutup Yıldızı merkezli düşünür, dünya merkezli düşünmez. İnanışa göre Kutup Yıldızı’nın etrafında dönen bütün gök cisimleri dönmektedirler. Orta Asya’dan gelmedikleri bellidir ama kimdir bu Aleviler? Dediğim gibi evrimci düşünceyi benimsemiş farklı topluluklardır.  

Bu sırrı saklayanlara, bir süre sonra kendi cemaatinden de mi bu sırrı saklamaya başlıyor?  

Evet kesinlikle! İslam’la tanışılmasının ardından bilgi, sırra büründü. Bir süre sonra sırrı bilenler, özellikle diğer baskıların da etkisiyle Aleviler içinde azalmaya başladı. sır hak edenlere verilmeye başlandı.  

Aleviler içile bir grup var ki, sırrın gerçekte ne anlama geldiğini biliyor ve ona göre mi yasıyorlar?  

Evet! Kesinlikle böyledir. Dedelerin çoğu sırrı bilmez. Mürşit ve Pirler bilirler. Kırklar cemi yaparlar. Kırklar Cemi’ne sadece Mürşitler ve Pirler katılır. Bu cemde kimse oturmaz herkes kendi hizmetlerini kendisi görür ve yaşanan hiçbirsek anlatılmaz. sır iste burada gizlidir. Su anda Alevi sırrını bilen olup olmadığını bilmiyorum. Yoksa bu kadar kafa karışıklığı olmazdı. Alevi cemaati içinde Mürşit ve Pir denen iki makam var, bunlar sırrı biliyor ve bunlar sırra göre yasıyor, zaman zaman bir takım ritüllerde bulunuyorlar. Yunus Emre Kırklar Cemi’nin gerçek anlamını bilen biridir örneğin. Örneğin Yunus Emre diyor ki, “Derviş adini duydum/ derviş yolun dolandım/ yola baktım utandım/ her isim yanlış benim” Yunus, “sır-i Hakikat Kapısı’ndan geçtim” diyor. “Yola bakınca geçmişimden utandım, bütün islerim yanlışmış” diyor.  

Bu sırrı bilen son kişi kim sizce?  

Bas köylü Hasan Efendi, Erzincan’ın Çayırlı yakınlarında bir köyündedir; o, bu sırrı biliyordu. kitabında da saklıyordu. Ama ben hem ondan hem sırrı bile Alevi ozanlarından öğrendim ve sırrı çözdüm.  

Haber : Okan Konuralp

Fotograf  : Baris Oral

 

 

Kitapta böyle anlatılıyor:

Kırklar Meclisi’nin sırrı

“...Nihayet dışarıdan gelen 40. kişi Muhammet’in önüne bir üzüm tanesi koyar. Üzümü paylaştırmasını ister. Sonuçta sonradan gelen üzümü de kendisi ezerek Kırklara tattırır. Muhammet’e de tattırır. Artık 40 tamamlanmıştır ve Kırklar coşkuyla aralarına Muhammet’i de alarak, “ Gezegenlerin dünyanın etrafında dolaşımı” gibi semaha kalkarlar. Bu semah tabii ki üryan, yani çıplak olacaktır. Oturan kimse, semahın dışında kalan kimse kalmamıştır meydanda, yani ana rahminde. Artık Kırklar yoktur. Bir’e dönüşmüştür. Anne rahminde ilk insanin 366 azasının oluşumu tamamlanmıştır. Kırklar, 41. günü Muhammet ile tamamlayarak gelecek insani selamlamaktadır. Semah sırasında Muhammet’in basındaki sarık yere düşer. Kırklar bu sarigi alıp 40 parçaya bölerek bellerine bağlarlar. Kırkların sarigi bellerine bağlaması Göbek Kordonunu ifade etmektedir. Muhammet’in sarigi Alevilerin “kemerbest” sırrını, bebeğin Göbek Kordonunu saklamıştır. Muhammet’i de evine göndermişlerdir. Ali ise Hak’ça yani Bir’e tavaf ederek Kırkların Bir’e dönüşümünü ve Bir’i selamlama ritüelini gerçekleştirmiştir. İste Alevilerin sırrı budur.“  

Kitap hakkında görüşler:  

Alevi Dedesi Ali Yıldırım: Hüseyin Gazi Derneği’nin Kurucusu

„Âlevilerin Tanrısı, insanların isine karışmaz”  

“Ünsal Öztürk sonuçlardan yola çıkarak “olsa olsa böyle olmalıdır” diyor. Ancak buna ait bizim elimizde bilimsel açıdan veriler olması gerekir. Ama bu başka insanların isi. Tabu diye bir şey kalmamalı. Bunlardan biri de oradaki kırklar Cemi’ne ilişkindir.

Birçok konu Alevilerde Kırklara dayandırılır. Cesaretle bunun üzerine giden bir çalışma bu. Kırklar hakkında söyledikleri, yaratılış ve doğuş üzerine söyledikleri son derece sağlıklı. Bir üstün yaratıcı, her şeye kadir yaratıcı Alevilikte yoktur zaten. Tanrı yoktur anlamında söylemiyorum,  ama Alevilerin Tanrısı insanların islerine karışmaz. Benim temel eleştirim, tarihsel bağlamına oturtmak gerektiğidir. Kitabin, bilimsel olarak desteklenmesi gerekir. „

 

Avukat Fevzi GümüşAlevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri

“Alevi öğretisine uygun”  

-Bu  kitabi nasıl değerlendiriyorsunuz?  

„Bu kitap, anladığım kadarıyla, “Aleviliğin merkezi insandır” tezine dayanıyor. Doğadaki dönüşüme atıf yapılıyor. Kadın ve erkeğin birleşmesi sonucu çocuk doğuyor. Burada çocuk sır olarak gösteriliyor. Ana rahmine düsen sperm 41. gün insan seklini alıyor.

- Evrimci-Bilimsel bir yaklaşım değil mi?  

Evet, öyle görünüyor. Yaradılışa değil, doğula gönderme yapılıyor. Bu da aslında Alevi öretişine uygun. Alevilikteki bütün ibadetlerin ana merkezi insandır. Hacı Bektaş’ın bir sözü var. “Her ne arar isen insanda ara, Kâbe’de, Hac’da, Mekke’de değildir” diyor. Bu anlamda doğru.                                      

Kaan Tecelli

 YASAKLI YAYINCI

Kayseri doğumlu Ünsal Öztürk (1957), 1981’de IÜ Orman Fakültesi’nden mezun oldu. 1982’de Orman Bakanlığı’nda başladığı görevine, 1983’de son verildi. 1987’de Yurt Yayınları’nı kurdu. 1994-97’de İsmail Besikçi’nin kitaplarının yayıncısı olduğu için tutuklandı. Yayınladığı 41 kitap toplatıldı; 36’sından mahkum oldu. Yargılamalarının tamamını AIHM’e götürdü ve bir kısmını kazandı. 

Tempo Dergisi, 25 Ekim 2005











Yargıya Osmanlı çözümü
15.11.2010 01:29
Yitik Hazine Yayınları, Osmanlı Mahkemesini, tarihin tozlu raflarından çıkararak günümüzün hukuk dünyasıyla buluşturdu.
Yitik Hazine Yayınları, Medeni Yargılama Hukuku'nun model kurumu olan Osmanlı Mahkemesini, tarihin tozlu raflarından çıkararak günümüzün hukuk dünyasıyla buluşturdu.
Dr. Abdullah Demir'in kaleminden çıkan 'Osmanlı Mahkemesi' isimli akademik çalışma, bugüne kadar çok defa tartışılan fakat yetersiz malûmatların darlığında kısır yorumlara muhatap kalan Osmanlı Adalet Teşkilatı'nın tarihine ışık tutmanın yanı sıra, devrin en hızlı ve isabetli kararlarına imza atan mekanizmasını objektif ve açıklayıcı bir yaklaşımla irdeliyor.

Derinlemesine analizler, dönemin uygulamalarını ele alan ilmi araştırma ve değerlendirmelerle Osmanlı tarihine farklı bir pencereden bakmayı başaran eser, adaletin uygulama sahası olan mahkemeleri; görev, işleyiş ve etkinlik gibi farklı başlıklarda ele alıyor.

Eser; karar aşamaları ve uygulamaları ile günümüzde de yerli ve yabancı birçok hukukçunun dikkatini çeken Şer'iye mahkemelerinin hukuk davalarında takip ettiği yargılama usûllerini ortaya koyan ve bu uygulamaların tercümanlığını yapan kapsamlı bir çalışma.

Kitapta geçen her görev, usul ve yöntem bugünün sistemi ve hukuk terminolojisi ile net ve anlaşılır bir dille izah ediliyor. Özellikle Şer'iye sicillerinden hareketle Osmanlı mahkemelerinin anlatılması kitabın okurları için Osmanlı coğrafyasında bulunan ülke ve milletlerin genel tarihi, şehir tarihi, iktisat tarihi, hukuk tarihi, tıp tarihi, diplomasi tarihi, yer ve kişi adları gibi alanlarda da önemli malumatlar sunuyor.

Yaşadığımız çağda, özellikle hukuk alanında yaşanan tıkanıklıkların açılmasına yönelik, uygulanabilir pek çok çözüm yolu bulunabilecek bu eser, yeryüzünde 'adalet' kavramını kendi varlığında mücessem hale getiren Osmanlı Devleti'nin, muhakeme gücünü farklı açılardan ele alıyor. Eser aynı zamanda popüler ve güncel konulara açıklık getiren soruları ve çözüm yollarını da ihtiva ediyor.

CİHAN


 BİR MİSYONER  ÇALIŞMASI

NASIL DURDURULDU




Yıldızlı kimden Abdurrahim Barın <tugra113@gmail.com>
kime ustunyetenekliler@googlegroups.com
tarih 09 Ağustos 2010 00:35
konu Re: ÜZE ustunyetenekliler@googlegroups.com için kısa özet - 3 Konu konuda 7 İleti ileti
gönderen gmail.com



 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (6 gün önce)
 
 Sayın Yönetici.

Gurup haberlerinden çok yararlanmaktayız.

Bir konu bizi rahatsız etmekte.

Sponsorlarınızdan

*www.kampusweb.com*

içerik olarak

böyle seçkin bir guruba

destek vermesi

düşündürücü.


Saygılarımızla.


TÜRKİYE ULAŞ İŞ



kimden Ustun Zekalilar Enstitusu <info@ustunzekalilar.org>
kime tugra113@gmail.com
tarih 09 Ağustos 2010 05:02
konu Grubumuza hosgeldiniz
gönderen gmail.com
imzalayan gmail.com
 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (6 gün önce)
 
Kampusweb enstitu olarak bizim sponsorumuz degildir.Google vasitasiyla sitemize reklam aldigimiz icin o reklamlari google yayinlamaktadir.Bu durumu googleye bildirerek reklami sitemizden kaldiracagiz.Bizi haberdar ettiginiz icin tesekkur ederiz.

Iyi gunler






kimden Abdurrahim Barın <tugra113@gmail.com>
kime Ustun Zekalilar Enstitusu <info@ustunzekalilar.org>
tarih 09 Ağustos 2010 22:04
konu Re: Grubumuza hosgeldiniz
gönderen gmail.com
 
ayrıntıları gizle 09 Ağu (5 gün önce)
 
      Sayın Yetkili.


 Kampusweb yazımla ilgili derhal gereğini yaptığınız için,

çok teşekkür ederim..

Sağlık başarı dileklerimle.


Abdurrahim BARIN


































Sitemizde yer alan yazı ve  makaler
tamamen bilgi amaçlı olup
kesinlikle  idari hukuki amaçlı kullanım için 
tavsiye edilmez, 
sitede yer alan bilgileri 
ilgili kurum ve hukuk uzmanına danışmadan uygulamanız
beklenmedik sonuçlar doğurabilir, 
www.hiziracil.tr.gg sitesinde 
yer alan haberler ,yorumlar, bilgilerden dolayı 
hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz,
sitede dolaşım yapan kullanıcılar 
bu uyarıyı kabul etmiş sayılırlar.. 
Hoşça kalın. 
Saygılarımızla


<a href="https://twitter.com/hiziraciltr1" class="twitter-follow-button" data-show-count="false" data-lang="tr" data-size="large">Takip et: @hiziraciltr1</a>
<script>!function(d,s,id){var js,fjs=d.getElementsByTagName(s)[0];if(!d.getElementById(id)){js=d.createElement(s);js.id=id;js.src="//platform.twitter.com/widgets.js";fjs.parentNode.insertBefore(js,fjs);}}(document,"script","twitter-wjs");</script>

<script type="text/javascript">
 
  var _gaq = _gaq || [];
  _gaq.push(['_setAccount', 'UA-35901013-1']);
  _gaq.push(['_trackPageview']);
 
  (function() {
    var ga = document.createElement('script'); ga.type = 'text/javascript'; ga.async = true;
    ga.src = ('https:' == document.location.protocol ? 'https://' : 'http://') + 'stats.g.doubleclick.net/dc.js';
    var s = document.getElementsByTagName('script')[0]; s.parentNode.insertBefore(ga, s);
  })();
 
</script>


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2053758 ziyaretçi (4517519 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol