|
« : Temmuz 06, 2008, 13:48:49 »
|
|
Ottoman Women kitabını kaleme alan İngiliz edebiyatı uzmanı Amerikalı yazar Aslı Sancar zihinlerde yerleşmiş olan Harem algısının bir ‘mit’ olduğunu söylüyor. Işık Publishing tarafından yayınlanan ve Amerika’da binlerce yayınevinin katıldığı Benjamin Franklin onuruna düzenlenen yarışmada, Tarih/Politika alanında birincilik ödülüne layık görülen Ottoman Women kitabı çerçevesinde Aslı Sancar’la beraber ‘asri birer seyyah olup’ Harem Humayun’da gezindik.
Osmanlı döneminde kadınlar, erkeklere açtıkları davaların yüzde 77’sini kazandı
Geçtiğimiz günlerde kültür dünyamız adına mutlu edici bir haber aldık. Amerika’da düzenlenen, yılın en iyi eserlerinin belirlendiği Benjamin Franklin ödülleri, bu yıl da yapılan törenle sahiplerini buldu. “Ottoman Woman: Myth and Reality” yani Türkçe ismiyle ‘Osmanlı’da Kadın’ isimli eser, tarih/politika kategorisinde birincilik ödülüne layık görüldü. Kapak ve tasarım yönüyle de finalist oldu. Kitap aslen Amerikalı bir yazar olan Aslı Sancar tarafından kaleme alındı ve Light Publishing yayınları arasından çıktı. Aslı Sancar, ödülünü alacağı zaman ‘Osmanlı kadını’ ifadesiyle takdim edildi. Otuz yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan Aslı Hanım’la haremi ve Osmanlı’yı konuştuk.
Türkiye’de yaşayan bir Amerikalı olarak bu konuda kitap yazmak aklınıza nereden geldi?
Türkiye’ye geldiğimden beri farklı görüşler duyuyorum. Sadece kadın hakkında değil, Osmanlı kültürü, hukuku vesaire hakkında. Kimisi çok pozitif, kimisi çok negatif. İster istemez bir merak uyandırıyor. Asıl tetikleyici olay ise şu: 1990’ların başında çok güzel bir kitap gördüm haremle ilgili. Tasarım açısından şahane, kâğıdın kalitesi çok iyi, iç kapaklar ebruli hazırlanmış. O her zaman duyduğumuz sansasyonel yaklaşım vardı orada. Haremdeki kadınlar erotik, miskin, bastırılmış olarak yansıtılıyor. Birçok kitabın defalarca tekrarladığı bir tez bu. Kitabı çok beğendim fakat tezi içime sinmedi. Aksini ispat etmek için elimde herhangi bir delil de yoktu. Ve araştırmaya başladım.
Edebiyatçı olmanız da besledi eminim...
Evet, hepsi bir araya geldi.
Kitapta genel olarak hangi başlıklara değindiniz?
Asırlar önce birçok Avrupalı seyyah geldi Osmanlı topraklarına. Kendi gözlemlerini yazıp memleketlerindeki okurlara aktardılar. Kitabın bir bölümünde onların sözleriyle ve gözleriyle tanıtıyorum Osmanlı kadınını. Türkiye’ye ilk gelen dalga erkekti. Tabiî ki onlar hareme adım atamazlardı, yazdıkları hayali şeylerdi. ‘Harem miti’ oryantalist ilim adamlarıyla başladı. 18., 19. ve 20. asırda birçok kadın gelmeye başladı. Sonra çizilen imaj değişmeye başladı. Bu kadınlar hareme girdi, oradaki kadınları gördü ve onların hayat tarzlarına şahit oldu. O zaman daha realistik bir tablo ortaya çıktı. Evlerdeki harem bölümünde meşguliyetler neydi, günlük hayatları, örf ve âdetleri nelerdi, annelik, eş rolleri nasıldı, bunları tarif ediyorum. ‘Haremdeki Cariyeler’ bölümünde bunların nerelerden ve nasıl geldiklerini, haklarını, Avrupa’daki kölelikle arasındaki farkları ortaya koyuyorum. ‘Saraydaki Kadınlar’ bölümünde hiyerarşinin başında kim vardı, rolleri ve mesuliyetleri nelerdi, bunları geniş bir şekilde tarif ediyoruz. ‘Hukuki Kayıtlar’ bölümünde ise Osmanlı hukuk sisteminde kadının haklarının neler olduğunu anlatıyoruz. Birçok şer’i sicillerini incelediğimizde Osmanlı kadınının haklarının peşini bırakmadığını, kendilerini korumaya gayret ettiklerini görüyoruz. Son bölümde de ‘Metafizik Aynasında Osmanlı Kadını’nı inceliyoruz. Osmanlı kadınına bütün olarak bakmak gerektiğini düşündüğüm için onu manevi hayatıyla değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Bu bölümde de bunu inceliyoruz.
Pek çok davada kadınların açtıkları davaları kazandıklarını öğreniyoruz kitabınızdan...
Evet, bununla ilgili belgeler de var kitapta. Osmanlı hukuk sisteminde ana prensiplerden birisi, ‘kadı’nın görevi, zayıf olanı korumaktı. 17. ve 18. asırlarda kadınların erkeklere karşı açtıkları davalarda % 77 kadınların kazandığını görüyoruz. Yine müslimler ve gayrimüslimlerin açtıkları davalarda da çoğunluğunu gayrimüslimlerin kazandığını görüyoruz.
Kitabınızda harem gerçeğini aslî fonksiyonu ile Batılı okurlara aktarıyorsunuz. Türk okurunun da fazla bilgi sahibi olduğu bir konu değil harem. Bu konuda kitabınız paralelinde neler söylemek istersiniz?
Oryantalistlerle başlayan, Avrupa’da çok güçlü bir etki yapan bir tezdi bu. Bugün de devam ediyor. Harem mitinin, Osmanlı kadınına ve daha çok da Müslüman kadına karşı bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Zannedildiği gibi kadınlar, Osmanlı döneminde değersiz değildi. Kadın hakları vardı, Avrupalı kadınlardan 600 sene önce bu haklar elde edilmiş. Sadece Müslüman kadınlar da değil, bütün kadınlar açısından önemli. Tarihsel olarak baktığımızda kadının geçmişi birçok zulümlerle dolu. Osmanlı kadınının durumu daha aydınlık. Osmanlı kadınının sosyal statüsü annelik ve eşlik. Kitaptaki resim ve gravürlerden de görüldüğü gibi çok ince, nazik, narin hareketleri vardı. Hem rolleri, hem görüşleri, hem hareketleriyle oldukça feminen bir duruşları vardı. Fakat aynı zamanda bunu çok iyi dengeleyen bir yönleri de legal alandaki faaliyetleri. Gerektiği zaman çok diyalektik, çok aktif görüyoruz onu. Bazı Osmanlı kadınları yerel kadılardan haklarını alamayınca İstanbul’daki Divan’a kadar giderlerdi. Orada pek çok şikâyetname var. Onların şikâyetleri Sultan’a kadar götürülüyordu. Adaleti korumak için son derece aktiflerdi. Bunu görünce anlıyoruz ki sadece feminen değildi, cesaret, gayret, cevvallik de vardı onlarda.
Kitabınızda Duckett Ferriman’dan bir alıntı var. Ferriman şöyle söylüyor: “Kanun gözünde Türk kadını özgür bir unsurdur. Kocasından bağımsız olarak hareket edebilir, onunla hiçbir bağlantısı olmaksızın dava açabilir, dava edilebilir. Bütün bunlar düşünüldüğünde, Türk kadını, Türkiye’deki Hıristiyan hemcinslerinden çok daha geniş bir özgürlük içindedir.”
Osmanlı kadını birine dava açabilir veya dava edilebilirdi. Ferriman’ın bahsettiği gibi Osmanlı kadınının legal agency denen hakları vardı. Fakat İngiltere’deki kadınların o yıllarda bu hakkı yoktu. Eşleri üzerinden dava açabiliyorlardı. Bir kadın evlendiğinde kadının bütün mal, mülkü kocasına geçiyordu, miras hakkını da kaybediyordu. Her şey kocasının üzerinden yürütülüyordu. Osmanlı’da kadın evlenmeden önce özel bir kontrat imzalıyordu. Kadınların özel istekleri bu anlaşmaya ekleniyordu. Mesela ailesinden çok uzaklaşmak istemiyorsa bunlar ekleniyordu. Dul ise eğer yeni eş kadının eski kocasından olan çocuklarından mesul oluyordu. Poligamiyle ilgili, eğer başka eş kabul etmiyorsa kadın bunu belirtiyordu. “Eşim eğer başka bir kadınla evlenirse biz boş oluyoruz.” diye belirtiliyordu ve bu durumda hiçbir maddi mağduriyet yaşanmıyordu.
Çok eşliliğin Osmanlı döneminde zannettiğimizden çok çok az olduğunu söylüyorsunuz.
O da mitin bir parçası. Mite göre poligami çok yaygındı. Bütün yurt çapında çok evlilik çok düşüktü. Büyük şehirlerin kayıtlarında yapılan araştırmalarda, İstanbul, Bursa gibi büyük şehirlerde % 1, +2, % 4 gibi bir oran çıkıyor. Toplam % 7 gibi bir farklılık vardı büyük şehirler arasında. Yani yaygın değildi. Önemli olan başka bir nokta. Çok evlilik legal olarak geçerliydi fakat sosyal olarak kabul edilmemişti.
Osmanlı kadınlarını hangi sıfatlarla anlatırsınız?
Hem fizik açısından hem giysi olarak çok güzeldi. Allah Teala’nın Cemal sıfatını yansıtıyorlardı. Hal ve hareketlerde de bu güzelliği görüyoruz. Osmanlı kadınlarıyla tanışan bütün kadınlar, onları zarif ve nazik olarak tarif ediyorlar. Kendileri ve mekanları, evleri çok temizdi. Misafirperver, cömert ve dindarlardı.
Eserinizin Türkçesi, okuruyla ne zaman buluşacak?
Birkaç aya kadar Türkçesi de hazır olacak inşallah.
***
Kitabı Batılı okuru düşünerek hazırladık
Amerika’dan Türkiye’ye, 2008’den Osmanlı dönemine uzanan bir yolculuğunuz var. Kısaca anlatabilir misiniz?
Amerika’da Kentucky eyaletinde doğdum, Ohio’da büyüdüm. Ohio University’de okurken genç bir Türk’le tanıştık ve evlendik. Otuz küsur sene önce Türkiye’ye gelmeye karar verdik. Benim üniversite branşım ve ilgi alanım İngiliz dil ve edebiyatı. Hep kitapla haşır neşirdim. İstanbul’a taşındıktan sonra kadın üzerine yazmaya eğildim. Kadın ve Aile gibi çeşitli dergilerde yazılarım çıkıyordu. Ardından Osmanlı kadını üzerine eğildim. Önce araştırmalar yaptım ve bazı panellere, seminerlere davet edildim, sunumlar yaptım. 1999 senesinde bugünkü kitabın özü Osmanlı Toplumunda Kadın ve Aile adıyla çıktı.
Kitabınız birinciliğe layık görüldü. Osmanlı kadınını anlatan bir Amerikalı olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Elhamdülillah. Bu kitap öncelikle Batılı okur için düşünüldü. Batılı okur, öncelikle kaynağı görmek ister. “Bu söylediklerinizi nelere dayandırıyorsunuz?” diye sorarlar. Bu, önemli bir konu. Görsel boyut da çok önemli. Asırlarca belli bir imaj oluşturulmuş Osmanlı kadını üzerine. Bunu yıkmak hiç kolay bir şey değil. Bu kitabın yalnızca akademik çevrelerde kalmasını istemedim. Bu ‘coffee table book’ yani sehpa kitabı olarak tanıtılıyor Amerika’da. Yüzde yüz okunmasa bile resim ve gravürlerden bile bir imaj oluşur diye düşündük.
Benjamin Franklin ödülü ne anlama geliyor?
Amerika’nın bağımsız yayıncıları arasında en büyük organizasyon. Yirmi beş senelik bir kuruluş. Her yıl, o sene içerisinde basılan yeni kitaplar çok farklı kategorilerde ödüllendiriliyor. Bizim kitabımız ise tarih/politika alanında birinci oldu, kapak ve tasarım alanında da finalist oldu. Kitap bizim için çok çok değerli çünkü birçok kişinin emeği var burada. Yayınevi, dostlar, araştırmacılar ve bilhassa oğlum Şahin Sancar. Kendisi mimardı, çok ince ve estetik bir sanat anlayışı vardı. Bu kitabın her adımında beraberdik, kitaba çok büyük bir katkısı var. Kitap bitti ve birkaç gün sonra bir trafik kazasında vefat etti oğlum. Bu yüzden bu kitap benim için çok önemli.
YÜSRA MESUDE - Zaman Pazar Keyfi
20 yıldır üzerinde çalıştığı “Osmanlı Kadını” araştırmalarıyla ABD’de Benjamin Franklin ödülüne layık görülen Aslı Sancar, Osmanlı kadınını, sarayı ve harem hayatını anlatan Harem romanını kaleme aldı. Roman, hem İngilizce olarak hem de Türkçe çevirisiyle yayımlandı.
ABD’de doğan Aslı Sancar, Ohio Devlet Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Bu üniversitede dersler verdi. Sonra bir Türk’le evlendi ve Müslüman oldu. 1976’da Türkiye’ye yerleşti. 20 seneyi aşkın bir süredir Osmanlı kadını ve Harem üzerine araştırmalar yapıyor. Oryantalist eserlerdeki kadın imajıyla Osmanlı’nın mirası olan Türk kadını arasındaki tutarsızlık ilgisini çekti. Ve araştırmalarını 1999’da “Osmanlı Kadını” adlı eserinde bir araya getirdi. Bu kitap yazara ABD’deki en büyük bağımsız yayıncılar birliği olan IBPA tarafından siyaset-tarih kategorisinde Benjamin Franklin ödülünü getirdi.
Padişahın Evlenme Teklifini Reddeden Cariye
Romanın iki kahramanı; Kafkasya’daki köyünden kaçırılıp saraya satılan, yüksek Harem eğitiminden geçen Didenur… Saray hekimi Kamil’le yaptığı evlilik akdine daha 1850’lerde tek eşlilik maddesi koyduran, bu maddeye kocasının ihanet etmesinden sonra eşinden boşanan bir İstanbul hanımefendisi Cemile…
Romanın başkahramanı Didenur gibi Kafkasya’dan kaçırılıp saraya satılan Servetseza güzelliğiyle Padişahın ilgisini çekmektedir. Padişah ona defalarca evlenme teklifinde bulunacak fakat Servetseza Padişahı her seferinde reddedecektir. Çünkü, kendisine koca olacak kişinin kesinlikle tek eşe sahip olmasını arzu etmektedir.
Yıllarca “Fantastik, Egzotik, Baştan Çıkarıcı” Nitelemelerine Maruz Kalan Harem
Seçkin Bir KADIN AKADEMİSİ miydi?
Harem Kadınlarının Harem’den İstifa Edebilme Hakları Var mıydı?