Elvaeda Alyaşo, Kedi Mektupları, Hiçbiryere Dönüş, Sıcak Külleri Kaldı, Erguvan Kapısı, Kayıp Söz kitaplarıyla bir çok edebiyat ödülünün de sahibi. Baydar, otuz yıl aradan sonra Taraf Gazetesi'nde köşe yazarlığına döndü. Vicdan Yazıları adını verdiği köşesinde kaleme aldığı yazılar çok konuşuldu, tartışıldı. Baydar'la medyaya dönüşünü ve gündemi konuştuk.
Otuz yıl sonra yeniden bir gazetede yazmaya nasıl karar verdiniz?
Evet. Ara vermiştim, çünkü 1979'da köşe yazıları yazdığım Politika gazetesinin yayını sıkıyönetim komutanlığının emriyle durdurulmuştu, 12 Eylül 1980'de de askerî darbe oldu. Yazılarım nedeniyle, sonradan en az 27 yıl hapis istemiyle yargılandığım bir dönemdi. Ayrıca, o zaman illegal olan Türkiye Komünist Partisi üyeliğim nedeniyle de afişlerle falan aranıyordum. Yazıp çizmek bizler için mümkün değildi tabii. Yurtdışına çıktım, Avrupa'da çeşitli ülkelerde siyasal göçmen olarak on iki yıl sürgünde yaşadım. Bu arada, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, sosyalist sistemin çöküşünü içinden yaşadım. Parçası olduğum örgüt ve izlediğimiz yol konusunda uzun süredir sorularım vardı. Bugün olduğu gibi o gün de sosyalizmin ütopyasına; yani özlediğimiz o savaşsız, sömürüsüz, adaletli, özgür dünyaya inancımı hiç kaybetmemiştim. Ama gördüklerim, yaşadıklarım; kurmak istediğimiz dünyaya giden yollarda büyük yanlışlar yaptığımızı, 'birey insan'ın 'dava'ya feda edildiğini, partinin bir baskı aygıtı haline geldiğini, işçi ve emekçi sınıflar iktidarının parti diktatoryasına dönüştüğünü düşündürmeye başlamıştı.
Bunu fark ettikten sonra ne yaptınız?
İdeolojim, inançlarım, düşüncelerim, mensubu olduğum örgüt ile yüzleştim. Nerede hata yaptık; bu hatalarda benim payım nedir, sorularını açık yüreklilikle sordum. Asla ütopyamı değil -çünkü bu kendimi inkâr olurdu- ama kurmak istediğimiz özgürlük ve adalet dünyasına varmak için kullanılan, dayatılan yanlış yolları, yöntemleri reddettim. Yeni dünyanın yeni koşullarını anlamaya çalıştım. Yıllarca, yazdığım köşelerden şu doğru, şu yanlış diye fetva verip insanları yönlendirdikten sonra, yeni fetvalara kendimde hak görmedim.
Şimdi bu hakkı görüyor musunuz?
Artık yazıyorum, çünkü artık bütün merkezlerin, bütün kısıtlayıcı ideolojilerin, tabulaştırılmış kavramların ve inançların dışına çıkabilecek özgürleştirici bir birikim ve deneyim edindim. Bu hiç de kolay olmadı; yanılgılar, yenilgiler pahasına oldu. Akıl ve vicdan özgürlüğüne kavuşabilmenin bir bedeli var, bu bedeli ödedim. Artık hiçbir çifte standardım ve aklımı, ahlakımı delege ettiğim hiçbir üst otoritem yok, sadece kendi vicdanımın terazisi var.
İlk yazınızda şöyle bir ifade kullanmıştınız. "Şimdi kimi kötü ruhlar, 'Bitpazarına nur mu yağıyor? Bu yaşlı cadı da nereden çıktı yine!' diyecekler." Benzer tepki verenler oldu mu?
Aslında biraz mizah da yapmak istedim. Ben hepsini okumuyorum bu türden tepkilerin. Ama bir ikisini ulaştırdılar. Darbeciliğe karşı çıktığım için küfür edip, 'Zaten moruksun, yakında geberirsin' diyen de vardı, "Nereden çıktı bu Oya Baydar, kim sürdü bunu taze güç olarak" türünden tepki verenler de. Neden kızdılar pek anlamadım. Yazmaya başlayıp da kimilerine verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim, ama belki de biraz düşünür, utanırlar; kızsalar bile kafalarında sorular belirir.
Darbe kuşaklarına yazdığınız açık mektup tartışıldı, köşelerine taşıyan yazarlar oldu. O yazıda "Nasıl oldu da buralara geldik? Nasıl oldu da kimileriniz darbeci zihniyetin destekçisi oldu?" diye soruyordunuz. Bu soruya cevap aldınız mı?
O yazı, beni yeniden gündeme taşıdı. Hiç istemediğim bir şeydi bu. Sözünü ettiğiniz yazıyı, Ergenekon davasını ve darbe girişimlerini hafife alan, hatta, darbe planlamak suç değildir diyen; çetelerin suçlarını örtbas etmeye çalışan bir kısım eski yol arkadaşıma; geçmişimizle hesaplaşalım ve geçmiş darbelerden neler çektiğimizi hatırlayalım demek için yazmıştım. Çok olumlu tepkiler aldım. Ama kendini "sol" sayan kimi çevrelerden de küfürlere, "Kaç paraya satıldın Fethullahçılara veya Soros'a?" kıvamında, aslında kendi mizaçlarını yansıtan saldırılara, yıpratmalara hedef oldum. Oysa ben bir soru sormuştum. Ve sanırım ki o soru, onların bilinçaltlarında en korktukları, hesaplaşamadıkları soruydu, hırçınlıkları bu yüzdendi.
Acı tecrübeler yaşamış bir kısım aydın ve yazarın bugün darbecilere yakın durmasını neyle açıklayabiliriz?
Öncelikle Türkiye solunun tümünde değil ama milliyetçi Kemalist kesiminde, ta İttihat ve Terakki'den bu yana tepeden inmecilik, orduya dayanan darbecilik bir gelenek olarak hep vardı. Bu kesimler kendilerini vatanın gerçek sahipleri ve kurtarıcılar olarak gördüler. Kendi ideolojileri doğrultusunda, halka biçtikleri dar mintanı kitlelere zorla giydirmek, yani onları "kurtarmak" için darbeden başka iktidar yolları yoktu. Bugün ise artık hiç yok. Türkiye'de neredeyse yüz yıldır gerçek ve derin iktidarın temsilcileri olan bu çevreler, şimdi ideolojilerinin de iktidarlarının da tehdit altında olduğunu görüyor, buna direniyorlar. Huzursuzlar; çünkü hem iktidarları hem de köhnemiş değerleri sarsılıyor. Bir de, yıllardır bir darbeye ortam hazırlamak için yürütülen psikolojik harekatı unutmayalım. Halkın cepheleştirilmesi ve çatışmaya sürüklenmesi için her şey yapıldı. AKP ve şeriat umacısı yaratıldı. AKP eninde sonunda bir siyasi harekettir; gücün yetiyorsa demokratik yollarla alaşağı edersin.
Geçmişte Türk solunun devrim adına darbeye sıcak baktığını görüyoruz. Sol bugün de, Susurluk'a verdiği desteği Ergenekon'dan esirgedi. Bu tepki iktidarda AKP'nin olmasından mı kaynaklanıyor?
Siz ulusalcı-Kemalist soldan söz etmek istiyorsunuz anladığım kadarıyla. Sosyalist solun bütününü darbeci olarak düşünmemek gerek. Bugün AKP'ye duyulan öfke, "Bunlar gitsin de nasıl giderlerse gitsin" mantığı, Ergenekon zihniyetine ulusalcı muhalefetin verdiği desteğin temelindeki saik olarak görünüyor. Ne kadar dar ve kendi gücüne, halka güvenmeyen bir bakış. AKP bu davanın arkasına yeterince sivil irade koyamamış olmakla, uzlaşmakla eleştirilmeliydi. Ergenekoncuları destekleyenlerin kavrayamadığı şu: Bir yanda AKP, öte yanda laik Kemalistler ve darbeciler yok. Bir yanda topal ve yetersiz de olsa, bunca acılar, mücadeleler pahasına kazanılmış demokratik rejim, karşısında ise Türkiye'yi dünyadan izole etmek, dar bir deli gömleğine sokmak isteyenler var. Bunu bir kavrasak demokratik mücadelede birleşebileceğiz.
Ergenekon dava süreci sizi niçin umutlandırdı da, "Umudun farkında mısınız?"cümlesini kurabildiniz?
Umudun farkında mısınız sorusu, aslında Cumhuriyet gazetesinde iki yıl önce darbe plan ve hazırlıklarının parçası olarak manşete şimşir harflerle çıkarılmış olan o provokatif "Tehlikenin farkında mısınız?" sorusuna bir nazireydi. Demokratik sürece antidemokratik yollarla müdahale etmeyi amaçlayan vesayetçi, darbeci zihniyete karşı sivil yargıda bir dava açılabilmiş olmasını önemsiyorum, sivilleşme yolunda bir adım olarak görüyorum.
Son soru devrimci ütopyalarınıza ne oldu? Oya Baydar nasıl bir dünya ve Türkiye özlüyor?
Benim kuşağım, günahıyla sevabıyla, insanı ezen, ufalayan, küçülten, muktedirlerin tutsağı kılan, emeği köleleştiren şu kötü dünya düzenini değiştirmeküzere yola çıkmıştı. Adına ister komünist toplum deyin ister başka bir şey; ama devrimci ütopyamız buydu. Bu hedefte, yani ütopyamızda milim sapmam yok benim. Değişti, hatta "döndü" diyenlere tek cevabım var: Ben hep aynı yerdeyim; özgürlükler için, sömürüye karşı, mağdurların yanındayım, başka bir dünya mümkün diyorum. Değişen, dönen; yeni dünyayı ve değişimi anlamayan siz yerlerinizde sayanlarsınız.
Nasıl bir Türkiye mi özlüyorum? En eski sloganımızı tekrarlayayım: Ne ezen, ne ezilen; insanca, hakça bir düzen. Bunun günümüzdeki anlamı: Cephelere ayrılmamış, çatışmayı değil uzlaşmayı yöntem olarak benimsemiş, herkesin kendi inancını, kendi yaşam biçimini başkalarının inancına ve yaşam biçimine saygıyla sürdürdüğü, herkesin kendisi için istemediğini öteki için de istemediği, hangi etnik kökenden, hangi dinden, dilden, mezhepten olursa olsun bütün yurttaşların yasalar önünde olduğu kadar gündelik yaşamda da eşit yurttaş olduğu, ayrımcılığın sadece yasalarda değil yüreklerde de kalktığı, birbirimizin değerlerine ve tercihlerine saygılı tam özgür, laik, demokratik bir ülke. Ütopya mı? Büyük ütopyam, iktidar olgusunun dünyevi ve uhrevi bütün biçimleriyle sönümlendiği bir özgür insanlar dünyası...
m.tokay@zaman.com.tr
Yargıya müdahaleye büyük medya sessiz
"Ergenekon'da sonuna kadar gidilebilmesi demek bu ülkede gerçek bir devrim gerçekleşiyor demektir ki, bunun şu dönemde yaşanabileceğini sanmıyorum. Ama bir noktaya kadar gidilebilmesi bile önemlidir. Davanın arkasında yeterince güçlü ve uzlaşmaz bir sivil irade bulunmadığını düşünüyorum. AKP davanın açılmasını kolaylaştırmışsa bile, AKP'nin de demokratik açılımları sadece kendi çıkarları, dinsel kültürel referansları ve iktidarıyla sınırladığı, gerçek anlamda içselleştiremediği görüşündeyim. Ardındaki sermaye güçleri, kültürel birikim ve geleneği de gerçek demokratik açılımlara elverişli değil bana göre. Bu yüzden sonuna kadar gitmesi mümkün değil. Öte yandan, ordu fazla müdahil görünmese bile yargı sürecine ağır biçimde müdahale ediyor, büyük medya bu müdahaleye sessiz kalıyor ve kamuoyunu yanıltıyor. Yargıya müdahale edilmemesini ve adil yargıyı haklı olarak talep edenler nedense mahkeme ve savcılık üzerindeki baskıları, özellikle asker kökenli sanıkların çeşitli bahane ve taktiklerle birer birer tahliyelerini görmezlikten geliyorlar. Yine çifte standart işte... En önemlisi de davanın savcıları başta olmak üzere hukuki süreci götürenlerin deneyimi, birikimi ve tam bağımsızlaşamamaları, bu çapta bir rejim davasını sonuna kadar, kamuoyunu da arkalarına alarak götürmek için yeterli değil. Amiyane tabirle, Ergenekoncular hepsini suya götürür susuz getirirler, melanet deneyimleri vardır."
***
Çığlık atmak istiyordum Taraf bana köşe verdi
Taraf'ta yazmanız için kim teklif getirdi?
Şaşacaksınız belki, ama kimse teklif getirmedi. Türkiye'de son dönemlerde olup bitenler, çok bilinçli bir psikolojik harekatın parçası olarak hepimize dayatılan çatışma ortamı, kutuplaşma, ötekileştirme, kimilerinin doğrunun tekeline sahip oldukları inanç ve iddiasıyla diğerleri üzerinde uyguladığı baskılar, akan kan, bu cinnet atmosferi içime oturuyordu, çığlık atmak istiyordum. Ergenekon davası sürecinde bu çığlık iyice boğazıma düğümlendi. Bir gün, o gazetede uzaktan da olsa tanıdığım tek kişi olan Yasemin Çongar'a bir mail attım. Taraf'ta yazmak istiyorum, hiçbir ücret talebim de yok, dedim. Bir süre ses seda çıkmadı, herhalde istemiyorlar diye düşünürken, Yasemin Çongar'dan, buyrun başlayın diye bir mail geldi, ben de başladım işte.
|