Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  NASA COLUMBIA PROJESİNDE SÜLEYMAN GÖKOĞLU
 




NASA'da bizim bir adamımız var

Columbia Uzay Mekiği düştüğünde adını duyduğumuz

Süleyman Gökoğlu,

NASA tarafından "kapılmış" başarılı bir araştırmacı.

Gökoğlu, Columbia'da gerçekleştirilen deneyini,

Amerika'yı ve Türkiye'yi anlattı


15/03/2003 (1915 defa okundu)


LALE TAYLA 

Ne zaman gazetelerde "Beyin göçünü durdurmalıyız," türünden bir yazı görsem, hayalimde bir kamyona yüklenmiş beyinler ve kamyonun önünü cansiperane kesmiş bir Türk polisi canlanır. Bu absürd resim beni öyle güldürür ki, içimden "Gidin arkadaş gidin, ne işiniz var buralarda," diye mırıldanırım. İşte bu giden beyinlerden biri NASA'nın önde gelen araştırmacılarından Süleyman Gökoğlu. O kadar gitmeye niyeti yoktu ki, liseyi bitirdikten sonra dünyanın en önde gelen üniversitelerinden MIT'ye kabul edilince, nazlanarak gitti, biraz kaldı, "Buraları yaramaz bana," diye geri döndü (Bunları anlattığı için değil, liseden sınıf arkadaşım olduğu için biliyorum). Üniversite eğitimini Boğaziçi'nde tamamladı. Ama kader ağlarını bir kez örünce ne yapsan boş. Bu sefer doktora için gittiğinde NASA kaptı onu. Ve o gün bugündür NASA'da. Birçok önemli projenin altında imzası var. Son olarak dünyaya dönerken parçalanan Columbia'da da, yürüttüğü bir araştırmanın deneyleri gerçekleştirilmişti. 
İşte size akıllı adamların kaptığı bir beynin, yıllarca geri dönme hayalleri kuran ama hep birlikte hayal kırıklığına uğrattığımız bir beynin hikâyesi...... 



Columbia'nın düşme nedeni biraz daha ortaya çıktı mı? 
Resmi bir şey açıklanana kadar spekülasyonların hepsi doğru olabilir ama hiçbiri de doğru olmayabilir. Büyük bir ihtimalle kanatlarda koruyucu olarak kullanılan seramik tuğla tipi malzemede sorun çıktı. Bunlar seramik tuğladan daha ince ama metale yapıştırmaya çalışıyorsun. Çünkü altındaki metali yüksek sıcaklıktan korumaya çalışıyorsun. Ama seramiği metale yapıştırmak zor kardeşim. Evinde mutfak yaptırdıysan veya tuvaletin fayansını yaptırdıysan biliyorsun ki seramik yapıştırmak kolay iş değil. Hele hele yüksek sıcaklıklara dayanıklı seramiği... Onun altına yapışkan olarak ne kullanacaksın? Bunu yüzde yüz çözmek, şahsi fikrimi söylüyorum, mümkün değil. Şimdi sen uzayda iş yapmaya karar verdiysen risksiz bunu yapman mümkün değil. Risk içsel olarak olayın içinde. Challenger'dan sonra NASA'nın bu işe gösterdiği önem ve hassasiyet bundan daha fazla olabilir miydi, bilmiyorum! 
O kadar ciddiye alınan bir konuydu ki! 
Bir dünyalı olarak ama bilimkurgu meraklısı bir dünyalı olarak sormak istiyorum. Uzay çalışmaları ne aşamada? Ne zaman bir yerlere varmış olacağız? 
En yakın, uzun vadeli olarak gidilebilecek yer Mars. Böyle uzaktaki gezegenlere gitmek, oradaki hayatları araştırmak, bulmak falan tipi konular tamamen büyük okyanuslara attığın ufak oltalarla bir şeyler bulmak gibi. 
Genel olarak baktığımızda NASA, diyelim ki 70'lerde, 2003'te olmayı planladığı yerde mi şimdi? Uzun vadeli planlarını tutturdular mı? 
Amerika'da özellikle NASA gibi örgütlerde üç-beş yılda bir uzun vadeli planlar değişmiyor. Hakikaten daha uzun vadede bunu düşünen, üzerinde kafa yoran ve daha tutarlı bir şekilde bunu uygulamaya çalışan görüşler var. Yönetimler geliyor gidiyor ama o NASA'nın gidişatı, o koca geminin gittiği yön, o kadar da kolay değişmiyor. Ama buna mukabil, ayrılan fonların miktarı çok değişiyor. O da işin politik kısmı. 
Mesela nereden nereye değişiyor? 
Geçtiğimiz 10-15 senedir ağırlıklı olarak, "Sokaktaki insana ne veriyoruz?" tartışmaları var gündemde. Onlara karşı sorumluluğumuzu yerine getirme açısından bu tip uzay muzay gibi lükslerle mi uğraşmalı, yoksa bizim daha acil ihtiyaçlarımızla mı, gibi tartışmalar. Acil ihtiyaçlar kısmı çok daha ağır basıyordu. Uzay hakikaten Amerika'da dahi, yani en zengin ülkede dahi çok lüks olarak gözüküyordu. Dolayısıyla yapılan çalışmaların çoğunun, haklılığını kanıtlama açısından hem Kongre'deki senatörüne, temsilcine, hem de sokaktaki insana bunu anlatabilir, onların desteğini alabilir durumda olması gerekiyordu. Bu, vergi ödeyen bir vatandaş olarak Amerika'da benim de canı gönülden desteklediğim bir şey değildi. Uzay, bana da uçuk geliyor bu aşamada daha. Yeryüzünde yapılacak çok daha fazla şey var. 
Uzay meselesine uçuk demene alınmaya başladım. Bir yerlere gitme konusunda bir şey yapıyor muyuz sonuç olarak? 
Yapıyoruz. Aslında onu en çok yapanlardan biriyim ben herhalde, NASA'da içinde çalıştığım bölümler açısından. İlk hedef Mars. Çalıştığım projede yerçekimsiz veya kısmen yerçekimli ortamlarda, insanoğlunun uzun süre dünyadan herhangi bir tedarik gelmeksizin veya atıkları temizlenmeksizin yaşayabilmesini sağlamak üzerine. Bu, kısmen Mars'ta mevcut kaynakların kullanılabilmesi, kısmen geridönüşüm konusunda gerekli teknolojilerin geliştirilmesi, kısmen de Mars'ın yüzeyinde dünyaya geri dönüş için gerekli yakıtı üretip kullanabilmeye yönelik çalışmalar. 
Ne zaman Mars'a gider insanoğlu? 
Her şeyimiz desteklenirse, paraları filan verilirse, acaba 2015'e kadar becerebilir miyiz, aşamasındayız. Bana sorarsan, teknolojik açıdan olması gereken şeylerin o kadar emekleme safhasındayız ki... Çok çok büyük bir proje bu, hakikaten zor. Ama hiç olmazsa planı, programı mevcut olan bir şey bu. 
2015 dediğin o kadar uzak bir vade değil. 
Ama Amerika açısından uzak oluyor. Buradaki özel sektör de, tipik özel sektörler gibi, en fazla üç-beş sene ötesini görüp konuştuğu için, 15 sene dediğin zaman, "Buna devlet baksın, bu çok uzun vadeli", diyorlar. 

NASA'da ne yapıyor? 
NASA'daki görevini anlatır mısın? 
NASA'da kıdemli araştırmacı (senior researcher) olarak çalışıyorum. Çoğunlukla temel araştırmalar yapıyorum. Ayrıca üniversitelerle birlikte götürülen bazı projelerin NASA adına sorumlusuyum. Bu projelerden son beş senedir epey vaktimi alan önemli bir tanesinin adı da Mist. Yangın söndürmelerde, çevreye zarar veren (örneğin ozon tabakasını tahrip etmeyen) kimyasal maddelerin kullanılmadığı ya da suyun normal halinde kullanılamayacağı, bilgisayar odaları, uçaklar ve uzay araçları gibi ortamlarda, suyun çok ufak zerrecikler halinde, yani sis halinde kullanımı üzerine bir araştırma. 
Yani okuttuk, ettik, NASA'lara gönderdik, yangını suyla söndürmeyi öneriyor mu, diyeceğiz şimdi? 
Ve o kadar büyük ve cazip bir teklif olarak düşünülüyor ki, şimdiye kadar kimsenin aklına gelmemiş! Olayın esprisi bu. Suyu 20 mikron çapında yani saçının kalınlığının onda biri boyutlarında su zerreciği olarak kullanıyorsun. Normalde yangın söndürmek için kullandığın sistemlerin onda biri kadar daha az su kullanabiliyorsun. Bu birinci fayda. İkinci fayda ise elektronik aletleri, iletişimde kullandığın bilgisayarları veya telekomünikasyonda kullandığın sistemleri tahrip etmiyorsun. Bu çok önemli bir olay, hele hele kapalı ortamlarda mesela denizaltılarda veya uzay taşıtlarında, insanlı ortamlarda bütün değerli araçları korumak, elektronik sistemleri kesmemek önemli oluyor. Yeryüzünde olduğun zaman karbondioksit kullanmak kolay tabii. Basıyorsun karbondioksiti, söndürüyorsun yangını. Çünkü ateşin üstünü perde gibi kapatıyor. Ama insanlı ve kapalı ortamlarda, diyelim ki uzay istasyonlarında astronotun olduğu yerde karbondioksit basamıyorsun etrafa. Çünkü adamı öyle öldüremedik, böyle öldürelim gibi oluyor! Su da basamıyorsun. 
Columbia'da bunun da test çalışmaları yapılacaktı değil mi? 
Columbia'da zannettiğinden çok daha güzel haberler var. Bizim deneyimiz Columbia'da yapılan diğer bir sürü deneye nazaran çok daha şanslılardan biri oldu. Çünkü biz aşağı yukarı verilerin yüzde 85'ini elde edebildik. Bu olay olmadan önce download edilmişti bir sürü veri. 
Yani sizin yeryüzünde geliştirdiğiniz modelleri uzayda mı denediler? 
Teknoloji testi gibi değil çünkü hâlâ temel araştırma aşamasında. Yeryüzünde adam gibi sis oluşturup test edemiyorsun çünkü yerçekiminden dolayı zerrecikler çöküyor. Bir örnek bir sis, yani zerreciklerin çapı ve konsantrasyonları değişmeksizin gaz içinde asılı kaldığı bir sis yaratamıyorsun. Halbuki uzayda yaratabiliyorsun. Ve bu sisin üstüne yerçekiminden etkilenmeyen alev yollayabiliyorsun, ikisinin etkileşimine bakabiliyorsun ve bunu da matematiksal olarak daha kolay modelleyebiliyorsun.. 
Bir bilim adamı olarak Türkiye'de kalmış olsaydın, ne kadar tatmin olurdun, mesleki olarak? 
Ben Türkiye'ye çok geldim gittim, TÜBİTAK Marmara Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi ile çok yakın ilişkilerim oldu. Bilkent ve Koç gibi özel üniversitelere de epey ziyaretler yaptım. Türkiye'de bilim adamı olabilir miydim? Başlardım herhalde ama üç-beş sene sonra pilim biterdi ve bırakırdım. Türkiye'deki çoğunluktaki diğer üniversite profesörlerinden biri haline dönüşürdüm herhalde. Çoğu sanki araştırma heveslisi falan değil benim gördüğüm maalesef, üniversiteyi ofis olarak kullanıp paralarını dışardan kazanıyorlar. Aralarındaki istisnaların kalbini kırıp hakkını yiyorum, suçluluk hissi kapladı içimi yine. 
Sen üniversitede okurken Amerika'da çalışmayı mı planlıyordun? 
Tam tersi. Amerika'da yerleşmek falan, deli misin, en korktuğum şeylerden, en düşünemeyeceğim şeylerden biriydi. Ben doktora yapmaya gittim Amerika'ya. Doktora sonrasında NASA'da bir iş için doktora profesörüm tarafından önerildim. Öyle bir iş ki, rüyamda görsem inanmazdım. Ama beş-on sene öncesine kadar her iki ülkede de paralel kariyer yapmaya uğraştım durdum. Türkiye'de doçentlik aldım. Her an Türkiye'ye döneceğim hayalleri ile yaşadım durdum. Ama sonunda Türkiye'de kimsenin beni istemediğini, kimsenin benim gibi birine ihtiyaç duymadığını anladım. Buraya gelse başımıza bela kesilir diye düşünüldüğünü hissettim. 
Orada keyfin yerindeyken, niye ille Türkiye'ye döneceğim gibi bir derdin vardı? 
Şimdi benim büyük kızım da aynı durumda. Ben kendi kızımın kanına girmişim. Birileri de bizim kanımıza girmiş zamanında belli ki. O insanın gönlünde yatan aslan gibi bir şey. Bir ideal. Bir gün memlekete döneceğim, hayırlı işler yapacağım diye. 
Samimi olarak memlekete faydalı olmak gibi mi görüyorsun meseleyi yoksa aslında kendi memleketim daha rahat diye mi? 
Valla ben hayırlı iş diye baktım hep. Belki biraz naiflik ediyorum ama ben o düzeylerde hep bir milliyetçi, şovenist ruhla büyüdüm aslında. 
Hangi aşamada vazgeçtin? Somut bir olay üzerine mi? 
Yavaş yavaş oldu. Gidiyorsun, kapı çalıyorsun, birkaç olta atıyorsun, yaptığın girişimlerde yokluyorsun insanları. Türkiye'ye her geldiğimde hepsinin sondajlarını yaptım. Ben de eninde sonunda memur çocuğuydum ve öyle sırtımı yaslayabileceğim tuzu kuru bir arkam olmadığı için, hiçbir zaman o güvensizliklerle, paldır küldür bavulumu toplayıp da gidemezdim Türkiye'ye. Dolayısıyla bir şeyler hazırlayıp, bu geçişi yapmam lazımdı. Ama her dönüşümden sonra hep tersi oluyordu. Türkiye'de ilişki kurduğum insanlar "Abi biz Amerika'ya nasıl geliriz?" diye konuşuyorlardı. Ve hatta onun da ötesinde beni kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyordu insanlar. "Abi ortak bir şeyler yapalım. Sen çalış, sen yayınla, bizim ismimizi de koyuver," tipinden. Olaylar hep tersine gelişip duruyordu. Sonunda ben anlamaya başladım ki, ben Türkiye'ye geri gitsem, hakikaten adamlar kendilerini tehdit edilmiş hissedecekler. İstemiyorlar beni. "Sen orada kal, daha hayırlı," diyorlar bana. Zannediyordum ki oradan daha fazla iyi ilişkimiz olur, daha faydalı olur demeye çalışıyorlar. Meğerse beni oraya gerçekten istemiyorlarmış onu anladım. Anlamaya başladıktan sonra, o başka bir hayal kırıklığı, hüsran, aldatılmışlık hissi yarattı. 

Türkiye'ye dönüş yok mu? 
Hiç dönmeyecek misin? 
Herhalde buradan emekli olduğumda Türkiye'ye giderim, keyfini daha çok çıkartırım diyorum. Türkiye'nin o ortamı içinde kimsenin ayağına, nasırına falan basmadan yaşarım. Daha dışardan, kimseden bir şey istemeden, kendi köşemde gidip çayımı içeceğim, eşimle dostumla arkadaşlarımla beraber olacağım. Çünkü o özlem hiçbir zaman bitmedi. O lise yıllarımızın ortamı var ya, inanılır gibi değilmiş meğerse. Çok kötü etkilemiş bizi lise. Alev alev yanıyor burada millet (sınıf arkadaşlarından Amerika'da olanlar). 
Orada sosyal ilişkiler daha mı zayıf? 
Kesinlikle daha zayıf. Bizim alışageldiğimiz o ortamı bir türlü bulamadım. Herkes aynı dertten mustarip. İşte yapmacık, zorlama ilişkiler... "Sen Türksün, Türkçe konuşuyorsun," falan diye bir sürü Türk grupçukları oluşuyor. İnsanlar birbirleriyle görüşüp, zorla arkadaş oluyorlar. Benim aradığım şeyler çok daha derin. O derinliği de kolay kolay göremiyorsun, bulamıyorsun. 
Ya Amerikalılarla? 
Amerikalılara şans tanıma ihtimalin geç başlıyor. Başta bir beş senen, 
"Bunlar ne kadar gerizekalı, ne aptal," demekle geçiyor. İkinci beş senen 
"Bunlar o kadar da kötü değil, akıllıca yaptıkları bir sürü şey de var," demekle geçiyor. Ondan sonra üçüncü faza geçiyorsun ki, "Türklükle Amerikalılıkla alakası yok bu işlerin. Aptallıkla, gerizekalılıkla alakalı," diyorsun. İnsanoğlunun olduğu her yerde iyiler de var, kötüler de. Bunu kendin yaratıyorsun. 
O olgunluk seviyesine erişene kadar bir bakıyorsun ki, etrafında şans tanımadığın bir sürü insanlar da olmuş. 
İşin gücün olmasa, nerede yaşamak isterdin aslında? 
Çok kaçamak bir cevap vereceğim sana. İki yerde de olmak isterdim. Çünkü emekliliğimde onu planlıyorum. Bukalemun kişilik geliştirdik. Türkiye'ye gidiyorsun Türk oluyorsun, Amerika'ya gidiyorsun Amerikalı oluyorsun ama bu iki kişilik birbirine bu kadar da benzer değil. Değişik tavırlar, tarzlar, hatta ahlâklar gerektiren kişilikler bunlar. Ama son beş senedir Türkiye'ye gittiğimde, yeni yeni farkına varmaya başladım ki, Amerika'yı özler hale gelmeye başlıyorum. Eskiden hiç böyle olmazdı. "Oh be ne güzel memleket bu Türkiye, bir gün bize de nasip olacak dönecegiz," derdim. Şu an öyle hissetmediğimi söylemek zorundayım. Türkiye'ye gittikten belli bir süre sonra afakanlar basıyor. 
Amerika-Türkiye karşılaştırması 
Nedir sana afakan bastırtan? 
Kafa yapısı, zihniyet. Belki beni Türkiye dışına çıkartan da oydu zamanında. 25-30 sene önce de, Türk toplumu içerisinde kendini yabancı hissettiğin bir sürü olayda vardı bu kafa yapısı. Kendini Türkiyeli gibi hissetmek o kadar kolay olmuyordu, çok yabancı hissediyordun. Onlar bizi birazcık dışarıya itti. Sonra onlar nostalji yarattı, tekrar geriye özlem doğurdu. Memlekette gerçekten bir adalet sorunu var, bir zihniyet sorunu var, bir tembellik sorunu var. En okumuşundan en cahiline kadar değişmeyen yapılardan bahsediyorum. Demokrasinin bir türlü yerleşmemiş öğelerini görüyorum. Amerika'da kendimi çok daha hür hissediyorum, çok daha güçlü hissediyorum, çok daha demokrat bir ortamda hissediyorum. Mesela oturduğum mahallede gidip okul sistemiyle didişebiliyorum, savaşabiliyorum ve bir şeyleri değiştirebildiğimi görüyorum, farkım oluyor. Türkiye'ye gidiyorsun, kimi tanıyorsun, kimin dostusun... Doktor görmek için bile kimi tanıdığın önemli. Mahkemede derdin olsa, adalet ile kimi tanıdığının ne alakası var? 
Aşk olsun, soru mu bu canım! Peki çocuklarının nerede yaşayacağına sen karar vermek durumunda kalsan, ne karar verirdin? 
Onlar Türkiye'yi istiyorlar. Çünkü her gittiklerinde muazzam el bebek gül bebekler. Burada görmedikleri ihtimamı görüyorlar. Buraya geldikleri zaman ise sıradan oluyorlar. Amerika'da herkes sıradan çünkü. Kimse senin cebindeki paraymış, kafandaki akılmış diye konuşmuyor. Yani çocukların aradığı, özlediği oradaki ayrıcalık. Çünkü gidiyorsun, garsona bir göz kırpıyorsun en güzel masaya oturuyorsun. Burada öyle bir şey yok ki. Ben derim ki buradaki sıradanlık çok daha iyi, oradaki ayrıcalıktan. Çünkü sonunda uzun vadede kafa huzuru istiyor insan. O baskın çıkıyor. Ama içimdeki sönmeyen alev, gönlümdeki aslan, o özlem ne özlemidir bilmiyorum! 



"COLUMBIA ASTRONOTLARI ÖZEL İNSANLARDI" 
Columbia'nın astronotlarını tanıyordun. Nasıl insanlardı? Onlar giderken arkada kalan ve kendi çalışmaları denenecek olan bilim adamlarının aklı onlarda kalmıyor mu? Mesela senin içinden "Ben niye gitmiyorum?" duygusu geçmiyor mu? 
Aaah ah. Onları tanıyordum tabii. Birlikte epey zaman geçirdik. Bizim deneyle ilgili eğitimleri sırasında günlerce birlikte olduk. Akşamları beraber yedik, içtik. Eşleriyle çocuklarıyla tanıştım. Bu astronotlar o denli idealist, o denli mütevazı, o denli profesyoneldi ki. Bizim çalışmalarımız sırasında sorunları çözmek için ellerinden geleni ardlarına koymadılar, problemler çözüldüğünde en az bizler kadar sevindiler. Yanlış yapmayalım diye, anlamadığımız bir yer kalmasın diye, yeterince pratik yapmadan yola çıkmayalım diye sormadıkları şey kalmadıydı. Gerçekten nazar boncuklarını hak etmişlerdi. İnsan onlara bakar da özenmeden edebilir mi? Tabii ki gıpta ile bakıyorduk hepimiz. Ama beni o hidrojen, oksijen, güçlü yakıtlar yüklü "bomba"nın üstüne oturtup, "Şimdi altından ateşleyeceğiz seni," diye mekiğin içine oturtabilir misin? Bende o güç, cesaret, sinir yapısı, inanç yok. Ne kadar onlara gıpta ettiysem de, ölüm şekillerini bile kıskandıysam da, bende o güç yok işte. Bunlar özel insanlardı. Astronotlar özel insanlar. 
Uzaya giden ekipleri seçerken farklı uluslardan insanları seçmeleri bilinçli mi, tesadüfi mi? 
Tesadüf değil, orası kesin. ABD'nin yaklaşımı iki yönlü. Birincisi, Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki çokuluslu ortamın provalarını yapmak, çokuluslu proje yönetimi deneyimi geliştirmek. İlerinin çokuluslu projelerinin temelini atmak. Zira bu iş hem çok pahalı, hem çok zor. Ortak bulmak lazım. İkincisi ise, erkek, beyaz, protestan, şoven görüntüsünün ötesine geçmiş, çokkültürlü modern bir toplum PR'ı yapmak. Her astronot takımını Amerikan toplumunun herhangi bir kesitinden alınmış gibi göstermek. 


TÜRKLÜK, MÜSLÜMANLIK, 11 EYLÜL... 
Türk olman etkiledi mi NASA'daki durumunu? Mesela önünün kesildiğini filan hissettin mi? 
Hem evet, hem hayır. Benim bulunduğum ortamda minimum etkiledi. Çünkü eninde sonunda ilim yapmaya çalışan insanların birçoğu yabancı kökenli olduğu için, bu durum zaten varsayılan bir şey. Etrafta aksanlı insanların olması doğal görülüyor. Ama aksanlı başka bir şey, Müslüman olmak başka bir şey. Ama laik yetiştirilmemizden kaynaklanan o dünyalılığımız var ya, o çok pozitif etkiledi adamları, önyargılarını kırma açısından. "Vay canına Ortadoğulu birisi...", "Vay canına Müslümanım diyor...", "Vay canına adamın karısına bak, gayet de normal, kızlarına bak, kendisine bak. Bizden değişik düşünmüyor." O açılardan çok gurur duydum, hatta kendimi misyoner olarak addettim ve çok aktif oldum bu konularda. Ben burada Türk-Amerikan derneklerinde çok aktif çalışıyorum. Buradaki yerel derneğin de başkanıyım. 
Yine aynı soruya dönmek istiyorum. Sen Amerikalı olmadığın için önünün kesildiğini hiç hissettin mi? 
Bir şey söyleyeyim mi, bir taraftan etrafımdakilere, Amerikalılara haksızlık yapacağım diye tedirgin oluyorum, bir taraftan da hem kendim, hem eşim, hem çocuklarım için kesinlikle varlığını hissettiğim böyle bir olay var. Hani cam duvar dedikleri şey var ya! 
Tabii biz kadınlar bunu gayet iyi biliriz. 
Görünen bir şey yoktur ama camdır ve vardır, kafayı vurursun oraya. Bunu kesinlikle inkar edemiyorum. Yani biraz ukalalık gibi olacak ama ben, benim ötemdeki insanlara bakıyorum, kapasitelerine bakıyorum, entelektüel seviyelerine bakıyorum, beceri seviyelerine bakıyorum ve o zaman kesinlikle böyle bir durum olduğunu hissediyorum. 
11 Eylül'den sonra durum daha da değişti mi? 
Evet diyebiliyorum ama, öbür taraftan da o hep kafamın arkasında birilerine haksızlık mı ediyorum gibisinden suçluluk hissi doğuyor. Çünkü aslında bundan daha demokratik bir ortamda kendimi hiçbir zaman düşünemem. Yani Amerika'da yaşamaktan çok memnun bir insanım. Buranın vatandaşıyım. Burada vergi ödüyorum. Ve bu sistemin, bu insanların böyle olmasında da kendimin de artık sorumlu olduğunu hisseden bir insanım. Yani Amerikalı böyle diye pılıyı pırtıyı alıp kaçmaktan ziyade "Ben de Amerikalıyım, niye bu insanları değiştirmiyorum o zaman?" diye düşünme sorumluluğunu hisseden birisiyim ben. Dolayısıyla böyle şeyler olduğu zaman savaşmayı tercih ediyorum. Böyle şeyler yaptığın zaman da profesyonel açıdan ve kişisel açıdan çok da riskler alıyorsun. Ama gözardı etmem de mümkün değil. Amerika'da böyle bir eğilim gelişti. Yani bir zamanlar zencilerin hissettiği, kadınların hissettiği şeyler. 


SAVAŞ VE AMERİKALILAR 
Sıradan Amerikalı, başlamak üzere olan savaşla ilgili ne düşünüyor? 
Benim çevremdekilerin çoğunluğunu daha mürekkep yalamış, daha ilim bilim yapan tür insanlar oluşturuyor. Bu insanlar hiç memnun değil. Yani bu insanlar bir türlü onlara anlatılmaya çalışılan, "Biz sizi korumak için bunları yapıyoruz," gibi lafları anlamış ve çözmüş değiller. Yani "Bizi neden korumaya çalışıyorlar, nerede ki bu tehlike?" diyorlar. 
Peki senin çevrendeki bu Amerikalılar, Amerika'nın dış politikası konusunda fikir jimnastiği yapıyorlar mı? Bizdeki gibi "memleketi kurtarma" durumları yok mu? 
Bazı şeyler konuşuluyor. Ama o kadar az insan var ki bu tür şeylerle ilgilenen. Eğer Yahudi kökenliyse çok daha fazla etkileniyor doğal olarak ama onun ötesinde tipik Hıristiyan, beyaz, Anglosakson Amerikalılar içinden bizim Türkiye'deki gibi memleketi kurtarma sohbeti yapanı çok az çıkar. Ortalama bir Amerikalı yapmaz bunu. 
O kadar demokratik bir ortamda, bütün yayınlar, araştırmalar ellerinin altında. İsteseler bizim Türkiye'dekinden çok fazla malzemeye ulaşabilirler. 
Birkaç sebebi var bu ilgisizliğin. Biri ekonomik. Adamların hakikaten keyfi kıyağı yerinde olunca, yarın endişesi yok. Zenginlikten bahsetmiyorum ama yarın için endişen daha az olunca dünyayla ilgilenme zorunluluğun olmuyor. Ama ikinci sebep, daha baskın çıkabilir. Amerikan profesyonel yaşamı adamın suyunu çıkartıyor. Burada köpekler gibi çalışıyor insanlar. Resmen nefes alacak vakit kalmıyor sana. İşe gidiyorsun 
ve bütün varlığını işe veriyorsun. Korkunç hırslı ve rekabetçi bir ortamda bir sürü egolu insanlar ortamında ki, ben oldukça yumuşak bir ortamın içindeyim. Çünkü NASA devletin bir araştırma laboratuvarı. Orada bile muazzam bir rekabet var. Ki, yanındaki adamdan daha fazla para kazanacak değilsin, bir unvan sahibi olacak değilsin ama hâlâ, "Bu sene sen üç 
yayın mı yaptın, beş yayın mı?" meselesi oluyor. Yani çalışan Amerikalı sabah 7'den akşam 10'a kadar çalışmaktan ve koşuşturmaktan bitap düşmüş durumda. Öyle televizyonu açtığı zaman, hâlâ beynini zorlayacak programlarla uğraşmaktansa, yarım saatlik sitcom'a bakmak istiyor. Amerika'nın bu takımı hakikaten pestili çıkmış yorgun ve stresli insanlardan oluşuyor. 
"Salla başını al maaşını" diye bir şey bilmiyorlar herhalde. 
Kesinlikle bu kavram yok Amerika'da. Bir de ortalama Amerikalı nasıl bakıyor söyleyeyim mi? O kadar kızgın ki o seviyedeki Amerikalı, "Bütün dünya alemi besliyoruz. Cebimizden üç kuruş, beş kuruş artırdıklarımızdan ver Allah ver, ondan sonra da, bak şu Türklerin yaptığına. Hâlâ bizimle üç kuruşluk pazarlık ediyorlar," diye düşünüyor. 
Bu son pazarlıklar mı konuşuluyor? 
Bu konuşuluyor tabii. Hele son günlerde Türkiye o kadar gündemde ki! Ama ne açıdan gündemde? Şöyle diyorlar, "Adamlar bize hâlâ Kapalıçarşı pazarlığı çekiyorlar. Bizim adamlara vermediğimiz kalmadı. Her düştükleri yerden ellerinden tutup biz kaldırıyoruz. Kendi vatandaşımıza vermiyoruz, yapmıyoruz ondan sonra adamlar bizimle ne biçim pazarlık yapıyorlar." 
Dolayısıyla çok negatif bir biçimde gündemde. 
Böyle göstermek istediğin zaman böyle. Ama Irak konusunda "Bütün her yeri açıyoruz," dediğin anda da Türkiye'den başka dostu yok sanki. Bu sefer turizm programlarında falan çıkmaya başlıyor.

 


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056878 ziyaretçi (4528943 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol