MUTLULUK VE HUZURUMU ARIYORSUN ? >>> ÇALIŞ + İYİLİK YAP + ŞÜKRET |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
FULBRGHT ERASMUS MİLLİ EĞİTİM |
|
|
ZEKERİYA ERDİM
Eğitimle ilgili gündemler arasında; böyle bir "şehir efsanesi" var. Yıllardır, değişik kişiler ve kurumlar; bir "Fulbright Anlaşması"ndan söz ediyorlar.Aktarılan bilgiler, yapılan yorumlar; oldukça farklı rivayetler ihtiva ediyor. Tarifler ve tanımlar; "pire"den başlayıp "deve"ye kadar gidiyor.Artık bu konuyu; ifrata ve tefrite düşmeden değerlendirmek vacip oldu. Gerçek bilgilere, güvenilir belgelere ulaşarak; kamuoyunu aydınlatmak zaruret haline geldi.
FULBRIGHT PROGRAMI
1946 Yılında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında; Senatör J. William Fulbright, Amerikan Kongresi'ne bir kanun teklifi sunuyor. Öz ve özet olarak, "eğitim ve kültürel değişim yoluyla ülkeler arasında ortak bir anlayış geliştirme"yi öngören bu teklif; Kongre nezdinde de hüsn-ü kabul görüyor.Arkasından; dünyanın çeşitli ülkeleriyle, karşılıklı ilişkiyi ve işbirliğini esas alan "kültür anlaşmaları" yapıyorlar. Bu anlaşmalar çerçevesinde; Amerikalı öğrencilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin o ülkelerde araştırma yapmaları ile o ülkelerden gelen öğrencilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin Amerika'da araştırma yapmalarını finanse eden, destekleyen "Fulbright Programı"nı başlatmış oluyorlar.Doğal olarak, bu amaca uygun bir yönetim, organizasyon modeli geliştirilip; konunun tüm safha ve süreçleri belli usullere, esaslara bağlanıyor. Araştırmacılara; eğitim, geçim, seyahat ve proje bazında ar-ge çalışmaları için mali destek sağlanıyor.
TÜRKİYE ANLAŞMASI
Ulaştığımız resmi belge ve bilgilerden anlaşıldığına göre; 15.03.1950 tarih ve 5596 sayılı kanunla, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında kültür anlaşması yapılmış. Böylece; Fulbright Programı, Türkiye'de de uygulanmaya başlamış.Öte yandan, söz konusu bursların kimlere ve nasıl verileceğine dair iş ve işlemleri yönetmek üzere; Fulbright Eğitim Komisyonu kurulmuş. Bir takvim yılı için seçilen bu komisyon; 4'ü Türk, 4'ü Amerikalı olmak üzere 8 kişiden oluşturulmuş.O gün bugündür; Fulbright Bursu ile Türkiye'den Amerika'ya giden, Amerika'dan Türkiye'ye gelen binlerce araştırmacı var. Öngörülen amaca göre; Türk ve Amerikan halkları arasında, eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için çalışıyorlar.
İDDİALAR, İTHAMLAR
Şüphesiz; ülkeler arasında, muhtelif ikili anlaşmalar olabilir. Taraflardan her biri; gücü, imkânı, kabiliyeti, kapasitesi oranında olumlu ya da olumsuz sonuçlar alabilir.Nitekim, Türkiye'nin; gerek Hristiyan Batı dünyasından, gerekse Uzak Doğu'dan ve İslam Coğrafyası'ndan pek çok ülkeyle kültür anlaşmaları var. Bu anlaşmalar çerçevesinde, ülkeler; karşılıklı olarak haklarını kullanıyor, mali ve idari sorumluluklarını yerine getiriyorlar.Ancak, Fulbright Anlaşması ile ilgili iddialar ve ithamlar; bu anlaşmanın sadece araştırma bursu ile sınırlı olmadığı ve Türk eğitim sisteminin bütününü kapsadığı noktasında yoğunlaşıyor. Hatta, daha da ileri giderek; Milli Eğitim Bakanlığı'nın ve eğitimle ilgili temel politikaların, yönetim inisiyatifinin ve son sözü söyleme hakkının Amerikan Başkonsolosu'nda olduğu, Fulbright Eğitim Komisyonu tarafından sevk ve idare edildiği tezine kadar ulaşıyor.Bu söylemlerin içinde; bazı tarih çelişkileri de var. Resmi kayıtlara göre, sürecin başlangıcı 15.03.1950 olduğu halde; bazıları 1949'a, bazıları 1947'ye kadar çekiyorlar.Bu hamur, yıllardır tekrar tekrar yoğurulup; zamana ve zemine göre ekmeğe, çöreğe, pastaya, böreğe dönüştürülüyor. Son yıllarda ve günlerde ise; giderek, mevcut iktidara ciro edilen bir fatura haline geliyor.
BELGE, BİLGİ PAYLAŞIMI
Bir zamanlar, "ağzı olan konuşuyor" diye bir reklam vardı. Şimdilerde ise, sosyal medya bütün ağızların ve avazların yerini aldı.İnsanlar, yeteri kadar araştırıp soruşturmadan; kolayca konuşuyor, yazıyorlar. Hatta bazen, kazmayı küreği bir kenara bırakıp; iğne ile kuyu kazıyorlar.Dememiz o ki; devletin dili evraktır, belge ile konuşur. Arşivler, ülkenin ve toplumun hafıza kayıtlarıdır; sistem, resmî kayıtlar üzerinden çalışır.Araştıranlar, soruşturanlar, konuşanlar, yazanlar olarak; gelin şu Fulbright Anlaşması konusunda dersimize doğru çalışalım. Gerçek ve geçerli belgelere, bilgilere ulaşıp; pireyi deve ya da deveyi pire yapmadan, cirmi kadar konuşalım.Bu arada; Milli Eğitim Bakanlığı da lütfen bir açıklama yapsın. Elinde bulunan belge ve bilgileri paylaşarak; meselenin aslı, esası ve son durumu hakkında kamuoyunu aydınlatsın.Böylece; biz de eksiksiz ve yanlışsız olarak bilelim. Bilelim de, ona göre vaziyet alalım.
09 Mart 2012
Türk Eğitim Sen 2 no'lu Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, yıllardır Türk Milli Eğitim sisteminin yapboz mantığıyla yürüdüğünü söyledi.sisteminin kaynağının başka ülkelerden alınmasına bağladı.
Türk Eğitim Sen 2 no'lu Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, yıllardır Türk Milli Eğitim sisteminin yapboz mantığıyla yürüdüğünü söyledi. Öztürk, bu durumu eğitim sisteminin kaynağının başka ülkelerden alınmasına bağladı.
Türk Eğitim Sen 2 no'lu Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, bugünlerde çok tartışılan 4+4+4 eğitim sistemine atıfta bulunarak, eğitim sisteminin genel yapısı üzerine bir takım değerlendirmelerde bulundu. Öztürk, yazılı açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Milli Eğitim yıllardır boz yapma mantığı ile yürütülüyor. Çünkü Türk Eğitim sistemini 65 yıldır ABD'lilerinkontrol ediyormuş. 27 Aralık 1947'de "Fulbright Antlaşması" imzalanmış. Bu anlaşma ile oluşturulan komisyon yıllarca Türk eğitim sistemini şekillendirmiş. Hala da şekillendiriyor mu? Anlaşmanın sona erdiği ile ilgili bir açıklama olmadığına göre, evet, şekillendiriyor. ya da karıştırıyor. Bu anlaşmaya göre komisyonun başkanlığını da ABD'nin Türkiye'deki Büyükelçisi yapıyormuş. Kısacası; Milli Eğitim Bakanlığı, 1947 yılında yapılan anlaşma ile "Fulbright komisyonu" olarak bilinen komisyona bağlanmış. FulbrightAnlaşması'nın 5. Maddesine göre komisyon 4 Türk, 4 ABD'li 8 üyeden oluşuyormuş. Oylamalarda eşitlikolursa, nihai karar ABD'nin Türkiye Büyükelçisi tarafından veriliyormuş. Fulbright komisyonu, ilkokuldan İmam Hatip'e kadar, tüm eğitim müfredatını belirleyebiliyormuş. Yarısı ABD'lilerden oluşan komisyonaABD'nin Türkiye büyükelçisi başkanlık ediyormuş. Onca Milliyetçi, Maneviyatçı, Dindar, Dinsiz, Solcu, Halkçı, Sağcı, Faşist, Komünist... vs. olduğunu iddia eden hükümetler geldi geçti. Kimse Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu durumunu göremedi mi?"
ERASMUS EĞİTİM PROJESİ
ERASMUS Desiderius
Düşünce tarihinin
zirve isimlerinden, Avrupa Hümanizmi’nin kurucu babası Desiderius Erasmus bir keresinde şöyle yazmıştı:
“Sic iugulare Turca, ut existas Christianus, sic deijcere impiu, ut exoriatur pius.”
Mealen aktarmak gerekirse:
“Hristiyanlığın bekası için Türkleri öldürmeli! Tanrısal iradenin yükselmesi için kötülüğü al aşağı etmeli!”
“Utilissima Consultatio de Bello Turcis Inferendo (Türklere Karşı Savaş Hakkında Faydalı Tavsiyeler)” adıyla 1530 yılında Basel’de basılan kitabının 34. sayfasında yer almıştı bu cümle.
Hazret üşenmemiş,
“Yüce İsa Efendimiz’in dinine karşı gelen kafirleri nasıl dize getiririz diye hindi gibi düşünmektense bari bir risale kaleme alayım, bizim de çorbada tuzumuz olsun” deyivermişti.
Unutulan/Unutturulan Kitaplar
Bugün pek fazla üzerinde durulmasa da, Erasmus, Augustine tarikatına bağlı bir din adamıydı aslında.
Neredeyse bütün gençliği manastırlarda geçmişti. Zaten babası da bir Katolik papazıydı. Yazdığı yirmi civarında kitabın bir kısmını “Hristiyan Şövalye’nin El Kitabı”, “Bir Hristiyan Prens’in Eğitimi” ve “Amentü Açıklaması” gibi din eksenli kitaplar oluşturuyordu.Günümüz insanına ne yazık ki sadece “Deliliğe Övgü”sü sunulmuş, başkaca ne yazmışsa hep arka plana atılmış, unutturulmuştur. Nitekim Zweig usta da “Rotterdam’lı Erasmus’un Zafer ve Trajedisi” adını verdiği biyografide aynı dertten muzdarip.“İnkâra kalkışmayalım; bir zamanlar yüzyılının en parlak ve en büyük ününün taşıyıcısı olan Rotterdamlı Erasmus’un bugün neredeyse sadece adı var. Artık unutulmuş uluslarüstü bir dilde, hümanist Latincede kaleme alınmış sayısız eserleri, el değmeksizin kitaplıklarda uyumakta; bir zamanlar ünü dünyayı tutan bu eserlerin içinden sesini zamanımızda da duyurabileni hemen hemen yok gibi.”Bu durumun tek istisnası, Reform hareketine kaynaklık eden meşhur “Yunanca Yeni İncil”i. Kendisi ölene dek Latin Kilisesi’ne bağlı kaldığı halde Luther ve King James İncillerine kaynaklık eden çalışması, bugün dünyada en çok okunan metinlerin başında geliyor.
Erasmus aşk ve iş sağlıyor
Bir araştırmaya göre Erasmus Programına katılan öğrencilerin dörtte biri hayatlarının aşkıyla bu programda tanışıyor. Programa katılan öğrencilerin ileride işsizlik gibi sorunlarla karşılaşma olasılığı da düşük.
Adını, Rönesans döneminde Avrupa’yı ve diğer birçok ülkeyi insancıl duyguları yaymak amacıyla dolaşan Hollandalı filozof Desiderius Erasmus’tan alan program 27 yıldır Avrupa ve çevresindeki ülkelerden öğrencilere belli dönemlerde üye ülkelerde eğitim görme imkânı sağlıyor.Yapılan bir araştırmaya göre programın eğitim dışında başka olumlu boyutları da var.
Buna göre
her üç Erasmus öğrencisinden
biri
yabancı bir partnerle birlikte oluyor.
Avrupa Birliği Eğitim Komiseri
Androulla Vassiliou da
Avrupa’da
1987 yılından beri
Erasmus Programıyla
tanışan çiftlerden
yaklaşık 1 milyon bebek
doğduğunu belirtti.
Program aynı zamanda öğrencilere yeni iş imkânları da yaratıyor. Avrupa’da işsizlikle birlikte her beş genç insandan biri ekonomik durgunluktan etkilenirken Erasmus Programı öğrencilerin iş bulmalarını kolaylaştırıyor.34 ülkede 75 bin öğrenciyle yapılan ankete göre Erasmus Programına katılan öğrencilerin yüzde 40’ı mezun olduktan sonra başka bir ülkeye giderken, bu oran eğitim için yurt içinde kalan öğrencilere göre yüzde 23 daha fazla.Avrupa Birliği kaynaklarına göre Erasmus Programına bugüne kadar üç milyon öğrenci ve 350 bin öğretmen katılırken birliğin 2020 yılına kadar planlanan bütçesine göre de dört milyondan fazla öğrenci Erasmus Programı kapsamında yurt dışında eğitim görmek ve staj yapmak için destek alacak.
© Deutsche Welle TürkçeDW / Gİ,BK
2023 EĞİTİM VİZYONUNUN İÇİNDE NE KADAR İNSAN EĞİTİMİ VAR?
‘EĞİTİMDE 2023 VİZYON BELGESİ' AÇIKLANDI
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuktarafından Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde Milli Eğitim Bakanlığı ‘2023 Eğitim Vizyon Belgesi’ni açıkladı. Selçuk,esnek, modüler, daha az ders saati ve çeşidinin olduğu bir müfredat hazırlanacağını söyledi. Selçuk,"Okul yöneticilerimizin yetki ve sorumluluklarını kısmen artırıyoruz. Önümüzdeki süreçte tüm yöneticilerimizin ehliyet ve liyakat temelli olması konusunda ülke çapında bir bakış açısını da paylaşmış olacağız" diye konuştu.
Toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanda şunları söyledi:
“Eğitimin insanı geliştiren değil insanı formatlayan bir mekanizma olarak görülmesi, nesillerimizin heba edilmesine yol açmıştır. Biz çocuklarımızı diploma yapma peşinde koşarken, onların gönüllerini doyurmayı ihmal ettik. Çocuklarımızın terbiyesini eksik bırakmakla ne büyük hata yaptığımızı daha iyi anlıyoruz. Geçmişte FETÖ gibi terör örgütleri eğitim sisteminin bu eksiğini kullanarak, toplumumuzu ele geçirmeye çalışmışlardır. 18 başlık altında sıralanan hedeflerden oluşan 2023 eğitim vizyonunun işe insandan başlıyor olmasını isabetli bulduğumu belirtmek isterim.”
2023 EĞİTİM VİZYONUNUN İÇİNDE NE KADAR İNSAN EĞİTİMİ VAR?
Değerli okuyucularım;
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; hem özeleştiri yaparak, Türk eğitim sisteminin çocuklarımızın terbiyesini eksik bırakmış olduğunu itiraf etmekte, hem de yeni Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un öncülüğünde hazırlanan ‘2023 Eğitim Vizyon Belgesi’ni, insan unsurunu ön plânda tuttuğunu söyleyerek, destek vermektedir.
‘2023 Eğitim Vizyon Belgesi”nin içeriğine baktığımızda Sayın Cumhurbaşkanımıza ait olan “Her şeyi okullarımızda halletmemiz gerekir.” sözünde de ifade edildiği üzere eğitim işi, ağırlıklı olarak sadece okulların sorumluluğu altında bir millî görev olarak algılanmaktadır. Ama şu da bir gerçek ki okullarımız, henüz bu sorumluluğu üstlenecek konumda değildir. Kaldı ki eğitim/öğretimden sadece okullar değil özellikle terbiye noktasında aileler de sorumludur. Bu doğrultuda bu yazımda şahsî tecrübelerimi de aktararak, kısaca bazı önerilerde bulunacağım.
Öğretmen Yetiştiren Üniversitelerin Eğitim Kalitesi Düşük
‘2023 Eğitim Vizyon Belgesi”ne göre öğretmenlerimizin performansları yetersizdir. Bunun için “insan kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetimi” noktasında Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun ihdasına ihtiyaç duyulmaktadır. Sadece kanunlarla kaliteli öğretmenler maalesef yetişmiyor. Gerçi öğretmen yetiştiren üniversitelerde “öğretmen yetiştirme programları uygulama ağırlıklı hale gelecek” denilmektedir. Ama öğretmen yetiştiren akademik unvanlı hocalarımız da kendi alanlarında özellikle uygulama yönüyle yeterli değilse uygulaması güçlü olan öğretmenler nasıl yetiştirebilecek?
Mesela üniversitelerimizde İngilizce/Almanca/Fransızca öğretmen yetiştiren bölümleri bir ele alalım. Kendi okulunda AB destekli sosyal projeler hazırlayıp, bu vesile ile okulunu temsilen değişik Avrupa ülkelerine gitme imkânı elde etmiş başarılı bir İngilizce öğretmeni ile ara sıra bir araya gelip, birlikte sesli olarak İngilizce makaleler okur ve tercüme ederiz. Bu arada kendisinin aslında sık sık kullanılan basit bazı İngilizce kelimeleri dahî yanlış telaffuz ettiğini şaşkınlıkla tespit eder ve düzeltme ihtiyacı duyarım. Bir keresinde samimiyetine güvenerek, dedim ki: “Yahu, sen 4 yıl boyunca üniversitede İngilizce öğretmeni olayım diye eğitim aldın. Hocalarınızdan veya öğrencilerden herhangi birisi, İngilizce bir metni sesli olarak sınıfın içinde hiç okumadı mı? Böylece kelimelerin hakkını vererek, doğru telaffuz edebilirdiniz…” Cevabı beni çılgına döndürdü: “Hayır Hocam; bize yazılı metinler verilirdi, biz de onları yazılı olarak ya tercüme eder, ya da metinin içeriğine dönük sorulara yazılı olarak cevap verirdik. Zaten ilk iki yılda ağırlıklı olarak zorunlu olarak İngilizce dışı diğer dersleri gördük…”
Çok acı bir itirafta bulunayım. Okullarımızdaki yabancı dil öğretmenlerimizin önemli bir kısmı, İngilizce konuşulan hiçbir ülkeye gitmemiş, üniversiteden aldıkları eğitimleri ile uygulamaya dönük olarak yabancı dil konuşmasını dahî doğru dürüst beceremiyor ve dolayısıyla çocuklarımıza da iyi yabancı dil öğretemiyor.
Okullarımızda Yabancı Dil Eğitiminin Kalitesi Yetersiz
Bu konuda bir hatırama anlatayım. İstanbul Üniversitesinde doktora öğrencisiyim (1994-1997). Eyyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi müdürü, Birlik Vakfında İngilizce/Almanca dersleri verdiğimi öğrenmiş ve benden kendi okulunda da Lise son sınıf öğrencilerine İngilizce dersi vermemi istedi. Memnuniyetle kabul ettim ama buluğ çağında olan erkek öğrencileri zapturapt altına almakta o kadar zorlandım ki İngilizce öğretmekte epey zorlandım. Ben İmam Hatipli öğrencileri halim, selim, uslu ve muti bilirdim. Sınıf, o kadar kalabalık olmadığı halde öğrenciler çok gürültü yapıyordu.
“Neden benim açıklamalarımı sükûnetle dinlemeyip derse aktif katılım sağlamıyorsunuz?” diye sordum bir kere. “Hocam; sen iyi bir öğretmensin ama çok mülayimsin.” dediler. “O da ne demek?” dedim. “Ya Hocam; bırak dövmeyi, sen bize bağırmıyorsun, korkutmuyorsun bile.” dediler. “Peki, diğer öğretmenlerin derslerinde de böyle yaramazlık yapıyor musunuz? diye sordum. Bir öğrencim itirafta bulundu: “Hocam, diğer derslerde biz böyle değiliz. Mümkün değil. Diğer öğretmenlerimiz bize tekme tokat atıyor. Sizin dersinizde biz deşarj oluyoruz.”
Öğrencilere Dönük Eğitim Maksatlı Disiplin Cezaları Pedagojik Yönden Yetersiz
Ben her halükârda şiddete başvurmadan bildiğim bütün pedagojik yöntemlerimi kullanmaya devam etmeye karar verdim. Bir gün yine ders verirken, arka sıralarda oturan iki afacan genç, bir iki kez ihtar etmeme rağmen yaramazlıklarına devem ettiler. “Gelin bakalım benim yanıma. Size bir şey söyleyeceğim” dedim. Onlara şöyle bir öneride bulundum: “Bakın çocuklar. Her birinizin kolunda birer saat var değil mi? Şimdi sessizce dışarıya çıkın, koridorda bekleyin ve tam 10 dakika sonra kendiliğinizden yeniden sınıfa girin. Ben sizi çağırmayacağım. Tamam, anlaşıldı mı?” Neye uğradıklarını bilmeden o iki öğrencim, sınıfı terk ettiler. Sınıfta öyle güzel bir sükûnet oluştu ki kendi kendime “İşte bu. Bu yöntemlerle artık sınıfta yavaş yavaş hâkimiyetimi kurabilirim.” dedim.
Birkaç dakika geçmedi ki, o iki öğrencim henüz 10 dakika dolmadan birden sınıfa girdi. Tam “Hayırdır, ne oldu?” diyecektim ki arkadan okulun müdürü göründü. Müdür, her nedense bana kızmıştı ve sert bir tonla: “Hocam; Sen ne yapıyorsun böyle. Öğrencilerimizi eğitim hakkından mahrum etmişsin. Bunu yapamazsın. Bu Yönetmeliğe aykırıdır.” dedi. Doğrusu aldığım tedbir, öğrencilerimi bilinçli olarak belirli bir süre için eğitimden tecrit edip, böylece kurallara uymayanların toplum hayatından şu veya bu şekilde uzaklaşabileceğini göstermek maksatlıydı. Yönetmeliğe aykırı olduğunu bilmiyordum, onun için kendimi savunmak adına müdür beye şunları söyledim: “Müdürüm. Bunu ben bilmiyordum. Özür dilerim. Ama bir sorun bakalım. Neden bu iki öğrencimi geçici de olsa dersimden men ettim?” Müdür beyin merak etmesini sağlamıştım ve yaşananları kışça anlattım.
Müdür bey, bana “Hocam, bunu bana baştan söyleseydin ya.” derken, bir taraftan çocukların kulaklarını hem çekti, hem de kafalarını birbiriyle şiddetli bir şekilde çarpıştırdı. Hayret, çocuklar, birden robotlaştırılmış bir şekilde sıralarına geçtiler. Sorunun çözümü işte bu kadar kolaydı. Ama çocukların şahsiyetlerini rencide eden bu tarz uygulama biçimlerini yine tasvip edemiyordum. Biraz muziplik olsun, biraz da hukuku hatırlatayım düşüncesiyle müdür beye “Sayın Müdürüm; bunun Yönetmelikte yeri var mıdır?” diye sordum. Müdür bey, bu sorumun karşısında biraz afalladı ve“ Onu şimdi burada karıştırma” deyip sınıfı terk etti. Ben bunun üzerine ‘başarısızlığımı’ ilan etim ve müdür beyden istifamı istedim. Müdür, lise öğrencileriyle zorlandığımı anlayarak, bana ortaokul çağındaki çocuklara İngilizce dersi vermemi istedi. Kabul ettim.
Ağlanacak Halimize Güldüm
Ortaokulun ilgili sınıfına girdiğimde karşılaştığım manzara beni şoke etti. Sınıf tıklım tıklım dolu idi. İçlerinden en uzun boylu olan bir öğrencinin elinde uzunca bir değnek vardı. Sanki bir gardiyan gibi sınıf içinde dolaşıp yaramazlık yaptıklarını düşündüğü kendisinden boyca küçük olan çocukların başlarına bu değnek ile vuruyordu. Hemen müdahale ettim. Meğer sınıf öğretmeni, teneffüslerde ona öyle bir görev vermiş. Sopa olarak kullandığı değneğini elinden aldım ve biraz azarlayarak, derhal oturmasını söyledim. Küçük öğrencilerin gözüne girmiştim. Derse nereden başlayacağımı bilemedim. Seviyelerini tespit etmek için neleri bildikleri sordum. Çok şirin bir öğrenci, hürmeten ayağa kalktı ve “saymasını biliyoruz” dedi. “Tamam o zaman, haydi sen bize İngilizce olarak birden ona kadar bir sayıver bakalım.” dedim. Çocukcağız, büyük bir özgüvenle saymaya başladı. Ben kendimi zor tuttum. Gülsem mi ağlasam mı?
Çocukcağız İngilizce sayıları aynen yazıldığı gibi hatta ondan daha da farklı bir biçimde okuyordu: “Une’e, Tiwo’e, Tire’e; Fore’e, Five’e, Six’e, Sıvın’e…” Her sayının arkasına bir de öyle tuhaf bir biçimde “e” harfini ekliyordu ki, sayılar ister istemez biraz Latinceye, biraz İtalyancaya, biraz da hiç bilmediğim yabancı bir lisana kayıyordu. Hiç istifimi bozmadım. Ciddiyetle dinliyormuş gibi yaptım. Çocuğu mahcup etmemek adına direkt olarak düzeltmek yerine bütün sınıfa hitap ederek, şöyle dedim: “Çocuklar. Bir de şimdi beni dinleyin. Ben de birden ona kadar sayacağım. Bakalım benimkisini beğenecek misiniz?”
Daha “bir” sayısını, İngilizce olarak olduğu gibi, yani olması gerektiği gibi tam telaffuz ettim (Van) ki sınıfta hafiften gülümsemeler başladı, aldırış etmedim “iki” (TU) sayıyı telaffuz ettim, bu sefer gülmeye başladılar, neyse devam edeyim dedim ve İngilizce “üç” sayısının (THREE) ilk iki harfinde TH olduğu için peltekli olarak ‘trii’ dedim. Sınıfın bütün öğrencileri kahkahalara boğuldu. Benim İngilizce sayıları bu şekilde okumam, onların hoşuna gitmişti. Şimdiye kadar herhalde hiç böylesini duymamışlardı. Benim onların bu hâllerine ciddî bir şekilde acıyıp hüngür hüngür ağlamam gerekirken, durumun komikliğinin tesiri altında kalarak, ben de onlarla birlikte güldüm. Bu hadise, benim bir Türk okulunda verdiğim son dersim oldu.
Velhâsıl-ı Kelâm
- Çocuklarımıza ya hiç İngilizce (yabancı dil) dersi vermeyelim, ya da en iyi İngilizce (yabancı dil) öğretmenleri eliyle adam akıllı öğretelim. Onun için bırakınız herkes bu şekilde İngilizce öğreneceğine hiç öğrenmesin daha iyi, zaman ve insan kaynağı israfı bari olmaz, güzel Türkçe konuşsunlar yeter. Onun için yabancı dil derslerini tercihli yapalım.
- Öfkeli ve hırçın gençler yetiştiren eğitim sistemimize şefkat ve merhamete dayanan bir disiplin sistemi getirilmelidir. Bu kapsamda terbiyeden en başta sorumlu olan aileler de millî eğitim sistemine entegre edilmelidir. Aile dostu sosyal politikalar olmadan okullarda terbiyeli ve ahlâklı bir nesil yetiştiremeyiz.
- İdeolojiye dayanan materyalist bir eğitim anlayışından uzaklaşıp, insan ruhunun düşmanı olan tek taraflı şuursuz bir bilgi aktarma yönteminden vazgeçmeliyiz. Tefekkür, eleştiri, tartışma ve karşılıklı müzakere kültürü gelişecek ki ilim de ahlâk şuuru ve sorumluluğu da gelişsin. Bu sorumluluk şuurunu öğrencilerimize veremezsek, ahlâkî ve ilmî tekâmülü de gerçekleştiremeyiz.
- Sistem sorunumuz var ama iki de bir sistemi değiştirmekle mesele çözülmüyor ki. Kaldı ki biz hangi sistemi nerede ve ne zaman doğru dürüst uygulayıp iyi neticeler elde edebildik ki? Hangi sistem olursa olsun cumhurbaşkanının ifadesiyle eğitim vizyonunun işi insandır, yani eğitimin asıl gayesi, insanı anlamaktan ve anlatmaktan geçer. Öğrencilerimiz, ilk önce kendi ruh dünyalarını anlayacak ki, ruhun ışığı ve tefekkür disiplini ile daha öteleri görebilsin. Bunun içindir ki maneviyat odaklı eğitim sistemimizin oluşturulması elzemdir. Ancak buna dair açık bir madde ben vizyon belgesinde göremedim.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
MEB DE NELER OLUYOR
|
|
|
|
|
|
|
*** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2047010 ziyaretçi (4500709 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ *** |
|
|
|
|