http://www.360tr.com/mevlana
- 16:15
Mevlana'nın izinde Belh'ten Anadolu'ya yaptığı yolculuğun öyküsünü yazan Atlas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Özcan Yüksek, her yolculuğun ona bir sorumluluk
...
www.turizmhaberleri.com/Haberayrinti.asp?ID=7452 - 64k -
alimurat@yenisafak.com.tr
* * *
Mevlâna Celaleddîn-î Rûmî(1207, Belh-Afganistan/ 1273, Konya-Selçuklu Devleti), İslâm dininin nasıl algılanıp nasıl yaşanması gerektiğine dair ortaya koyduğu aydınlık yorumlar ve insanlık ailesinin geneline dair sevgi dolu, kuşatıcı, birleştirici görüşleriyle yalnızca Müslüman ülkelerde değil, yeryüzünün -şiddet kültüründen artık illallah demiş- her ülkesinde de saygı ve hayranlıkla anılan bir âlim ve düşünür... Ve farklı farklı uluslara mensup olup onun yolu üzerinden her iki cihanda sevgiyi, iç huzurunu arayan aklıselim insanlar nezdindeki bu yüksek popülaritesiyle de bizim, yani Anadolu Türklüğünün en büyük böbürlenme kaynaklarımızdan biri...
Pekiyi, böylesine aşkın bir kültürel zenginlik karşısında, biz çağdaş
Türkler`in ahir zamandaki yaklaşımımız nasıl?
Ya da onu ne düzeyde anlamayı ve anlatmayı başarabiliyoruz?
Dilerseniz, size hemen bu sorunun cevabını da -kanıtıyla birlikte- vereyim... İnsanlığa"Umutsuzluk kapısı değil bu kapı / Gel, her ne olursan ol, yine gel!" diye seslenen, gün boyunca içeceği yarım tas çorbayı bile başkalarıyla paylaşmadan asla rahat edemeyen bir Türk-İslâm büyüğünün Konya`daki mezarını Cumhuriyet döneminde "bilet ücreti ödenerek girilen müze" haline getirerek, onun hayat felsefesini ne kadar anladığımızı cümle âleme göstermişiz. (Bugüne kadar Konya`ya defalarca gittim, ancak sırf bu nedenle o müzeye yalnızca bir defa girdim. Sonraki ziyaretlerimde de -Konya İl Kültür Müdürlüğü`ne inat- Hazret`in ruhuna ettiğim bütün duaları türbenin bahçesinden yaptım!)
Tıpkı, İstanbul`u bizlere armağan eden büyük komutan Sultan Mehmet Han`ın Fatih`teki türbesinin girişine ziyaretçilerden para dilenen zangoçlar dikerek, bu kentin "ebedî sahibi"nin türbesinin bakımını "gâvur" turistlerin kutulara attıkları bozuk paralara terk ettiğimiz gibi...
Bunlara artık şaşırmıyorum doğrusu... Çünkü, bulduğu boş mekanlara cami dikerken her şeyden önce içindeki tuvaletin ihalesinin getireceği yıllık geliri düşünen bir millet olarak, ne de olsa geleneksel tarzımıza dönüştü bu bizim...
İlk olarak, 2004 yılında hazırladığı "Çanakkale Destanı-1915" adlı yapıtıyla dikkati çeken belgesel sinemanın umut veren genç yeteneklerinden Kürşat Kızbaz, UNESCO`nun "Mevlâna Yılı" ilan ettiği 2008`de henüz devletimizin dahi yapmayı akıl edemediği bir işi yaparak, bu büyük İslâm âlimi ve düşünürünün hatırasını yaşatmak adına kitlelere sinema yoluyla sunulabilecek en güzel armağanlardan biriyle karşımıza çıkıyor. Kızbaz`ın bir yıllık emeğinin ürünü olan "Mevlâna: Aşkın Dansı", 6 ayrı ülkede yapılan çekimleri, 50`den fazla yerli ve yabancı tarihçiye danışılarak hazırlanmış titiz senaryosu, özenli sanat yönetimi, yüksek düzeydeki müzik ve görüntü çalışmasıyla Türk sinemasının içinde bulunduğumuz yıldaki ilk gerçek sürprizi oldu bizlere...
Görüşleriyle çağları aşarak insanlığa ışık tutan "Anadolulu bilge"nin (Batılılar Hz. Mevlâna`yı daha çok "Rûmî" ismiyle tanırlar ve bilindiği gibi Rumî de "Rum diyarının mensubu/Anadolulu" anlamına gelmektedir) hayatını belgesel ve drama tekniklerini harmanlayarak anlatmayı deneyen "Aşkın Dansı", bu çabasında gerek oyunculuk, gerekse seslendirme olarak Türk sinema ve tiyatrosunun birbirinden usta isimlerinden destek bulmuş. Filmin zengin oyuncu ve seslendirme kadrosuna göz attığınızda, yapıtın bu alandaki iddiasını sizler de fark edeceksiniz hiç kuşkusuz...
"Aşkın Dansı"nın bir diğer önemli özelliği de, Türk sinemacılığında belgesel filmlerin salonlarda gösterimi alanında yeni bir rekora imza atması... Bugüne kadar ülkemizde en fazla kopyayla gösterime çıkan belgesel film, bu alanın bir başka parlayan yıldızı olan yönetmen Tolga Örnek`in 2005 yılında gerçekleştirdiği "Gelibolu"ydu. Ki onun da anılan tarihte aşağı yukarı 90 kopya üzerinden izleyiciyle buluştuğunu hatırlıyorum. Kızbaz`ın çalışması ise Türkiye`nin dört bir köşesine tam 100 kopya ile dağıtılarak Örnek`in bu rekorunu egale etmiş bulunuyor.
Gerçi yönetmenimiz, kendisiyle geçen çarşamba günü yaptığım telefon konuşmasında "Eşim dostum, belgesel sinemacılığa karşı böylesine ilgisiz bir ülkede bu denli pahalı bir belgesel film çekip, onu da 100 kopyayla gösterime sokarak elimdeki sermayeyi kediye yüklediğimi düşünüyor. Görüştüğüm herkes bu yüzden bana deli deyip duruyor" şeklinde -kısmen doğru- bir durum tesbitinde bulunmuş olsa da ben de ona yıllar önce yine aynı Türkiye`de "Baraka" ve "Microcosmos" gibi belgesellerin yaptığı sürpriz gişeleri hatırlattım.
Evet doğrudur; özellikle son iki yıldır salonlara ansızın bastıran bir "Recep İvedik hödüklüğü" egemen oldu. Ancak, Türkiye`de yine de "iyi"yi, "güzel"i ve "kaliteli"yi ayırdedebilen, sanatsal emeğin hakkını teslim etmesini bilen kemikleşmiş bir izleyici kitlesi var. Onların da projeksiyon odalarından kalplerimize yayılan bu "Gel / Her ne olursan ol yine gel!" çağrısını karşılıksız bırakmayacaklarına inanıyorum.
"Aşkın Dansı", bize ait yüce bir değeri, uluslararası standartlarda bir sinema dili kullanarak, yine bizim sermayemizle ve bizden bir sanatçı eliyle bütün dünyaya anlatma noktasında bir "ilk"i başardığı için sayfamızda "haftanın filmi" unvanını almayı da rahatlıkla hak ediyor. Gerisi, yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar uzanırken tazeliği ve öneminden hiç bir şey kaybetmeyen o ulvî çağrının muhataplarına kalmış.
* * *
"Mevlâna: Aşkın Dansı" adlı bu yapıt hakkındaki tanıtıcı yazımız, yapımcısı Imagine Film, dağıtıcısı Best Line Pictures ve (eğer gerçekten böyle bir şirket var ise) söz konusu filmin sinema çevrelerine duyurusunu üstlenen PR şirketi tarafından Yeni Şafak Sinema Servisi`ne herhangi bir basın gösterimi ya da gala davetiyesi gönderilmemiş olmasına rağmen, "Türk sinemasına ve genç yönetmenlere her koşulda destek olma" yönündeki temel ilkemiz gereğince, filmin internet ortamındaki fragmanından, basın bülteninden, ve fotoğraflarından yararlanılarak hazırlanmıştır.
Yapıtın bütününü izleyerek birebir kişisel gözlemlerimize dayalı, nesnel bir kanaat oluşturamadığımız için, biçim ve içerik kalitesi açısından nihai karar da yine okurlarımıza aittir.