MUTLULUK VE HUZURUMU ARIYORSUN ? >>> ÇALIŞ + İYİLİK YAP + ŞÜKRET |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DUA NIN ENGEL TANIMADAN İLGİNÇ GERÇEKLEŞMESİ !!! FERHAT MERYEM FATMA |
|
|
ERCİŞ DEPREMİNDEN 108 SAAT SONRA ÇIKAN
SERHAT TOKAY IN (13) DUASI
*** Allah'ım ;
eğer annem ve babam da enkaz altında kalmışsa
benim de canımı al,,
eğer yaşıyorlarsa beni de onlara kavuştur"
şeklinde dualar okuyordum
Meryem Bebeğin Hikâyesi
Meryem'i görüp ne kadar küçük
doğduğunu öğrenen doktorlar
şaşırıyorlardı.
Özellikle Meryem'in nörologu,
DUA lara icabet ile
bebeğin yaşadığına
inandığımızı belirttiğimizde
şunları söyledi:
"Size katılıyorum.
Çünkü bu kadar
erken ve küçük doğan bir bebeğin
bu kadar sağlıklı
bir durumda olmasını
bilim ve tıp ile açıklayamayız."
Meryem'in dünyaya gelme macerasında olağandışı durumlar, sıcaktan bunaldığımız bir eylül günü başladı. Büyük bir heyecanla beklediğimiz ilk bebeğimiz, anne karnında henüz 21 hafta geçirmişti. Eşim şiddetli sancılar hissetmeye başlayınca hemen apar topar hastaneye koştuk. Doktorumuz gerekli tetkiklerden sonra bize "yüksek riskli" bir hamilelik durumu olduğunu söyledi. Bebeğin çok erken doğma ihtimaline karşı eşime yatak istirahatı tavsiye etti. Yaklaşık iki yıl önce bir düşük vak'ası yaşadığımız için oldukça korkmuştuk. Eşimin günde sadece bir saat dolaşmasına (o da ancak elzem aktiviteler için) müsaade edildiği için ev işlerini ben yapacaktım. Yurtdışındaydık. Gurbet, ağırlığını bir defa daha fazlasıyla hissettiriyordu. Ancak, sağ olsunlar, şehrimizdeki Türk okullarında çalışan Türk öğretmenler başta olmak üzere, eşimin arkadaşları haftalık bir çizelge oluşturup bize yemek getirme işini üstlendiler.
Eşimin yatak istirahatı maalesef fazla sürmedi. Yaklaşık on gün sonra şiddetli sancılar geri geldi. Bunların tıp literatüründe "Braxton-Hicks" ağrıları diye adlandırılan yalancı doğum sancıları olmalarını ümit ederek, tekrar hastaneye gittik. Fakat doktorlarımız duymak istemediğimiz bir haber verdi; doğum yakındı. Normal bir doğumun 40. haftada gerçekleştiğini düşünecek olursak yaklaşık dört ay erken bir doğum söz konusuydu. Ültrasonla yapılan analiz, bebeğin ancak 475 gram olabileceğini gösteriyordu. Anne karnında bu safhadaki bir bebeğin pek çok organı henüz gelişmiyordu. Bilhassa akciğerler genellikle 37. haftada tamamlandığından, bu devreden önce doğan bebeklerin kendiliklerinden nefes alıp vermekte çok zorlandığı bilgisini de verdiler. Bebeğimiz solunum cihazına bağlanacaktı. Doktorlar, gebelik müddeti ve bebeğin yaklaşık ağırlığı göz önüne alındığında yaşama şansının %10 civarında gözüktüğünü söylediler. Ancak bulunduğumuz hastane, Amerika'da erken doğan bebeklerin bakımında en iyi üç hastaneden biri olduğundan, bu oranın % 20'ler civarına çıkabileceğini de ilâve ettiler. Yaşarsa, ileride sağlıklı bir insan olarak hayatını sürdürebilmesi için verdikleri şans ise % 10 civarındaydı.
…
Bu zor günlerden iki yıl önce, doktoram bitmek üzereyken iş başvurularına başlamıştım. Bulunduğumuz şehirde altı yıl kaldığımdan, daha çok başka şehirlerdeki işlere başvuruyordum. Yaklaşık yüz ayrı işyerine gönderdiğim başvurulardan bir netice çıkmamış, bulunduğumuz şehirde başvurmadığım bir yüksek okuldan iş teklifi gelmişti. Tamamen irademiz dışında gelişen bu durumu Allah'ın bir lütfu olarak kabul etmiştik ve burada işe başlamıştım.
Yine bir tevafuk olarak, doğumdan birkaç ay önce, eşimin doğum uzmanını değiştirmiştik. İlk doktorumuz farklı bir hastanede çalışıyordu ve eğer doğum onun gözetiminde olsaydı, bebeğimiz büyük ihtimalle, başka branşlarda oldukça iyi olan ancak prematüre bebek bakımında son sıralarda yer alan bir hastanede tedavi olacaktı. Ancak biz bundan habersiz, açıkça ihtiyarımız dışında yönlendirilerek bu tercihi yapmıştık.
…
Artık hastanedeydik. Doktorlar bebeğin anne karnında geçireceği her dakikanın çok değerli olduğunu, doğumu mümkün mertebe geciktireceklerini söylediler. Bütün teknolojik imkânlara rağmen, bebeklerin anne karnındaki beslenme ve diğer hayatî fonksiyonlarını, hattâ yerleşme ve hareket rahatlıklarını dışarıda aynen ikame edemediklerini belirttiler. Biz de dua ederek beklemeye koyulduk. Bu arada daha önce pek düşünmediğimiz isim konusunda da bir karara varmıştık: Meryem.
Doktorlardan biri beni bir kenara çekerek Meryem'in yaşama şansını tekrar hatırlattı ve ölmesi durumunda nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini sordu. Ben de Müslüman olduğumuzu ve işlemleri buna göre yapacağımızı söyledim.
Hastaneye gelişimizden yaklaşık 48 saat sonra enfeksiyon riskinin arttığını belirtip eşimi doğumhaneye aldılar. ABD'de doğuma beylerin girmeleri teşvik edildiğinden, ben de eşimi yalnız bırakmamak için doğumhanedeydim ve yirmi dakika sonra Meryem dünyaya gelmişti. Daha önce görmesek de 475 gramlık bir bebeğe kendimizi hazırlamıştık. Ancak, yavrumuzun derisi kırmızı-mor arası bir renkte ve damarları seçilebilecek kadar saydam bir hâldeydi. Doktorlar yüzünü düz çevirmeye çalışırken başının çeşitli yerlerinde morluklar oluşmuştu. Bu hâliyle bebekten ziyade, filmlerdeki uzaylılara benziyordu.
Meryem'i yan odaya aldılar. Burada yaklaşık 10 kişilik bir ekip onu tartıyor, ağzından akciğerlerine nefes borusu uzatıp solunum makinesine bağlamaya çalışıyordu. Evet, 23 haftalık ve 480 gramlık Meryem dünyaya gelmiş; hattâ kendi başına nefes almaya çalışmıştı ki, bu ağırlıkta doğan bir bebek için sürpriz bir gelişmeydi. Ancak doktorlar bize her ân her şeyin olabileceğini, Meryem yaşasa bile, çok ciddi fizikî ve zihnî komplikasyonlarla karşılaşacağını hatırlattılar.
Ben hemen o akşam kulağına ezan okumak, ismini fısıldamak için, Meryem'in tek başına bulunduğu odaya girdim. Küçücük bedenine kablolarla bağlı rengârenk çizelge ve rakamların yer aldığı monitörlerden ve tıbbî cihazlardan kısa aralıklarla sesler çıkıyordu. İçerisi sanki küçük bir lunapark gibiydi. Meryem bu hengâmede yaklaşık üç ay kalacağı kuvözünde, pek rahat olmadığını, ama başına gelenleri tevekkülle karşıladığını hissettiren bir hâlde yatıyordu. Sıcaklık ve nemin optimum seviyede korunduğu, çeşitli enfeksiyonlara karşı mümkün mertebe kapalı kalması gereken kuvözün kapağını açıp uzaktan da olsa kulaklarına ezan ve kamet okuyup ismini fısıldadım. Onu belki bir daha canlı göremeyeceğimi düşünerek bir müddet seyrettim. O sırada, yaklaşık 6 ay sürecek bir hastane maceramızın başladığını nerden bilebilirdim?!
İlk günler oldukça zorluydu. Bize Meryem'in karşılaşabileceği (bazıları ölümcül) riskleri uzunca bir listeyle bildirdiler: çeşitli enfeksiyonlar, akciğer ve solunum problemleri, beyinde kanama ve hasar, kalb-damar problemleri, bağırsak dokusu ölümü, körlük ve sağırlık, ayrıca, bunlara bağlı beyin felci, yürüyememe, konuşamama, algı ve öğrenme bozukluklarıyla fizikî ve zihnî engeller.
Meryem kendi başına nefes alamadığından solunum makinesine, beslenemediğinden seruma bağlıydı. Solunum verimini anlamak için, diğer testlerle birlikte, göbeğine bağlanan ince hortumdan kan alınıp gaz değerleri ölçülüyordu. Vücudu henüz kan üretemediğinden ve analizler için sürekli kan alındığından kan nakillerine ihtiyaç duyuluyordu. Bağışıklık sistemi gelişmediğinden enfeksiyonlara mâruz kalması için şartlar hazırdı aslında. Nitekim Meryem hastanede kaldığı aylarda bir defa zatüre, birkaç defa bakteri ve mantar enfeksiyonu geçirecekti. Bunlardan ikisi oldukça ciddiydi ve artık onu kaybedeceğimizi zannetmiştik.
Akciğerleri yeterince gelişmediğinden doktorlar kortizon tedavisine başvurmuş; ancak Meryem'in kan şekeri çok yükselince, verilen gıdayı azaltmışlardı. Bu durumda da Meryem'in gelişmesi duraklayacaktı. Tam bir kısır döngü durumuydu. Hâlbuki anne karnında bebeğin her ihtiyacı biri diğerine mâni olmayacak şekilde karşılanıyor, organlar ahenk içinde gelişiyordu. Annenin ve bebeğin farkında bile olmadığı çok karmaşık bir bütünlük sözkonusuydu o daracık mekânda. Bunu sağlamaktan aciz olduklarını, doktorlarımız da kabul ediyorlardı. Buna benzer bir başka örnek "duktus" kanalıyla ilgiliydi.
Duktus kanalı aslında kalbin sağ tarafından akciğerlere gitmesi gereken kanın anne karnındaki bebeklerde doğrudan aorta yönlendirildiği damardır. Bebekler bu safhada akciğerlerini kullanmadıklarından ve oksijen ihtiyaçları göbek kordonu vasıtasıyla anneden sağlandığından, bebeklerde kanın gereksiz yere akciğerlere gitmesi bu damarla engellenir ve dolaşımın verimi artar. Normal süresinde doğan bebeklerde doğumdan az sonra bu damar kendiliğinden (!) kapanır ve temiz kan kirli kana karışmaz. Ancak erken doğan bebeklerde bu damar genelde kendiliğinden kapanmaz, bu da kalb ve akciğerlerde çeşitli komplikasyonlara yol açar. Bunlardan biri, akciğerlerde su birikmesidir. Meryem bu problemi ciddi şekilde yaşadığından doktorlar bu suyu idrar söktürücü ilâç vererek dışarı atmayı düşündüler. Ancak, ilâçların yan tesirleri; böbreklerde hasar, sağırlık ve denge bozuklukları idi. Bunun üzerine doktorlar duktus kanalını hemen kapatmak istediler. Bunun iki yolu vardı: ilâç tedavisi veya ameliyat. Ciddi bir riski olmasa da, ameliyat öncesinde verilen genel anestezi ilâçlarının bu kadar küçük bebeklerde kalb durması ve beyin hasarı da dâhil pek çok probleme yol açabildiğini öğrenmiş, ilâç tedavisinin başarılı olması için çok dua ediyorduk. Fakat bu netice vermedi. Doktorlar bize yine iki alternatif sundular; ikinci defa ilâç tedavisi veya ameliyat. İlâç tedavisinin başarı oranının oldukça düşük olduğunu söylemeyi de ihmâl etmediler. Hattâ ameliyata izin vermemiz için yoğun telkinde bulundular. Biz ilâç tedavisi istediğimizi ve duaya devam edeceğimizi bildirdik. Ertesi gün doktorlarımız bize şaşkınlık içinde duktus damarının büyük nispette kapandığı haberini verdiler.
Ha
stanede geçirdiğimiz aylar boyunca eşimle normal ve erken doğum hakkında öğrendiğimiz yeni bilgileri müzakere ediyorduk. Anne karnındaki mu'cizevî sistemde bebeğin organlarının teşekkülü, olgunlaşması ve aralarındaki uyum çok etkileyiciydi. Daha önce doğumlara ve bebeklere "olağan" nazarıyla bakmıştık.Fakat şimdi, bu Sistemin Sahibi'ne (yine O'nun lütuf ve keremiyle) yönelmiş, sürekli dua ediyorduk. Ayrıca, bizi tanıyanlardan, duasının kabul göreceğine inandığımız insanlardan dua talebinde bulunuyorduk. Meryem, bu dualara icabetle hıfzedilecekti ve bu, doktorlarımızı daha da şaşırtacaktı.
RRisklerden biri de Meryem'in görme fonksiyonlarıyla alâkalıydı. Akciğer ve solunum problemleri sebebiyle bağlı olduğu cihazlardan Meryem'e % 70–80 oksijen ihtiva eden hava verildiği oluyordu (normal havada oksijen oranı % 21 civarındadır). Mekanizması tam anlaşılamasa da, yüksek oksijen oranı erken doğan bebeklerde retinaya sıklıkla menfi tesir ediyormuş. Doktorlarımız, Meryem'in gözlerini gerekirse, operasyona alacaklarını söylediler. Hattâ Meryem'in esas doktoru: "Meryem buradan göz ameliyatı olmadan taburcu olursa, ben de şapkamı yerim!" demişti. Amerikan kültüründeki "şapka yeme" tâbirini de bu vesileyle öğrenmiş oluyorduk. Aslında dindar bir Hristiyan olan doktorumuza, Allah'a tevekkül ettiğimizi söyledik. Ancak o fazla ümitli olmamamız gerektiğini tekrar hatırlattı. Biz de hastaneden taburcu olmadan birkaç gün önce ona şapka şeklinde bir pasta yaptırıp hediye ettik; çünkü Meryem'e göz ameliyatı gerekmemişti. Doktorumuz bu jeste çok içten teşekkür etmiş ve "Bu pastayı saklayabildiğim kadar saklayacağım. Ne zaman ona baksam Allah'ın büyüklüğünü hatırlayacağım! Gözümün açılmasına yardımcı olduğunuz için size teşekkür ederim." demişti.
Evet, yaklaşık 6 aylık bir bakımdan sonra Meryem hastaneden taburcu oldu. Bilhassa ilk üç ayı bilinmeyenlerle geçen bu sürede, Meryem'i birkaç defa kaybetme endişesi, uzun süre kucağımıza alıp sevememe, çeşitli operasyon riskleri, ev-hastane arası mekik dokumalar, Meryem'in canının yanması, zihin ve beden fonksiyonlarındaki belirsizlikler bizim için ağır imtihanlar olmuştu. Bu zaman zarfında, sevindiren gelişmeler karşısında şükür,endişelendiğimiz durumlar karşısında da dua, tevekkül ve sabırdan başka yolların insanı isyana götüreceğini eşimle birbirimize telkin ettik.
Zor anlarda İnşirah Sûresi'nin "Şüphesiz her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır."
mealindeki âyetleri kalbimize düşürüldü. Benzer durumdaki diğer ailelerin durumu da bizi oldukça üzüyordu. Bu insanlar olanlara bir açıklık getiremiyor, bazıları güçlüklere dayanamayıp bebeklerini hastanede terk ediyorlardı.
Meryem bugün üç yaş civarında. Tahminlerin aksine, fazla gecikmeden emeklemeye, yürümeye ve konuşmaya başladı. Hastaneden çıktıktan sonra da gerekli tedavileri gördü. Birkaç küçük problem hâricinde (geceleri öksürme ve yürürken bazen düşme gibi) Meryem, hamdolsun, şu anda oldukça sağlıklı. Hattâ doktorlarımız Meryem'e, hastalık kapmaması için, kapalı ortamlarda kalabalıkla uzun süre birlikte bulunmayı yasakladıkları hâlde, bunu kısa zamanda kaldırdılar. Erken doğan pek çok bebek taburcu olduktan sonra, hastalıklar yüzünden birkaç defa hastaneye yatırılmasına rağmen, Meryem'i rutin kontroller dışında hastaneye götürmemiz gerekmedi (binlerce şükür olsun!). Kontrollerde Meryem'i görüp ne kadar küçük doğduğunu öğrenen doktorlar şaşırıyorlardı. Özellikle Meryem'in nörologu, dualara icabet ile bebeğin yaşadığına inandığımızı belirttiğimizde şunları söyledi: "Size katılıyorum. Çünkü bu kadar erken ve küçük doğan bir bebeğin bu kadar sağlıklı bir durumda olmasını bilim ve tıp ile açıklayamayız."
Evet, biz de, dualara icabet eden, tahammülümüzün üstünde yük yüklemeyen, her icraatı hikmetli, çok şefkatli Rabb'imize (celle celâluhu) tekrar binlerce hamd ve şükrediyoruz!
Pakistanlı Dr. İşân Hüseyni
yaptığı büyük
hizmetlerden dolayı
ödül almak için
uluslararası bir konferansa
gidiyordu.
Uçağa bindi.
Ancak havada bir arıza olmuş ve yıldırım çarpması sonucu
uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı.
Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı
. Sinirlendi ve "O toplantıya muhakkak yetişmem lazım.
16 saat bekleyemem" diye bağırdı.
Görevliler gideceği şehrin
6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse araba kiralayarak gidebileceğini söylediler.
Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer
de yolda şiddetli yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı
araç gidemez olmuştu.
Yol kenarında eski bir evin kapısını çalıp hızla içeri girdi.
Yaşlı bir kadın içeride oturuyordu.
Süratle ona "Telefonu verir misin telefon etmem lazım"
dediğinde kadın tebessüm ederek dedi ki:
"Görmüyor musun evladım ne telefonu. Burada ne telefon ne de elektrik var.
Geç az dinlen, yemek ye, çay iç sonra düşünürsün bu işleri"
Adam çaresiz az ısınarak yemek yedi ve çayını yudumlarken
yaşlı kadın namaz kılıp uzun uzun dualar etti
.
Dikkatle baktığında kadının bir beşiği salladığını
ve beşikte çok küçük bir bebeğin hareketsiz durduğunu gördü.
"Kimin bu bebek anacığım?
Hayırdır bu kadar uzun ağlayarak dua ettin"
Yaşlı kadın:
"Hem annesi hem de babasından yetim olan torunumdur.
Ağır hastalığı var.
Bölgedeki hiçbir doktor çaresini bulamadı.
İşan Hüseyni adlı bir doktor var.
Çaresi ondadır dediler.
Ancak çok uzakta olduğundan birkaç gündür
Allah'a dua ediyorum ki Allah bu bebeğin işini kolaylaştırsın.
- Doktor Hüseyni ağlayarak dedi ki
"Kalk anacığım.
Allah senin duanı kabul etti.
Senin duan yıldırımlar çaktırıp uçağı yere indirdi.
Seller akıttı ve sonunda beni size ulaştırdı.
Dr. İşan Hüseyni benim.
Allahın kullarına böylece
isteğini ulaştıracağına
kalpten iman ettim.
Bütün yollar kapanınca yeri göğü yaratana sığın.
Onun iltiması
Dua
DİKKAT
//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
*** ÖNCE FATMANIN HİKAYESİNİ AHMET BULUT BEYDEN DİNLEYİP
*** SONRA VİDEOLARI İZLEMENİZİ
*** ÖNEMLE HATIRLATIR , ÖNERİRİZ *****
////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
***
Kâbe Anıları 14 Ekim 2011 Tarihli Yayın (Konuk: Ahmet BULUT) |
|
|
http://video1.moralhaber.net/KWUIWWW13633.FLV
Kâbe Anıları
İsmail TONGAR
Serhat TOKAY
ERCİŞ DEPREMİNDEN
5 GÜN SONRA ÇIKAN
GENÇLERİN DUASI
Van'ın Erçiş ilçesinde 102 saat sonra enkazdan çıkarılan lise son sınıf öğrencisi İmdat Padak (18) ile 108 saat sonra çıkarılan Serhat Tokay
*** Aklımda kalan bütün duaları hergün okuyordum. ***
Kurtarma ekiplerinin sesi bana moral veriyordu. Bir gün yanıma geleceklerini ve beni kurtaracaklarından emindim.
*** Bunun için Allah'a dua ediyordum.
***Allah'a çok şükür kurtuldum. ***
Çok mutluyum. İnşallah enkaz altındaki diğer arkadaşlarım da kurtarılır" dedi.
'DUA OKUDUKTAN SONRA İSTİKLAL MARŞI OKUYORDUM'
Deprem sırasında daha önce
***öğretmenlerimin öğrettiklerini uygulamaya çalıştım.
*** Sürekli aklımdaki duaları okuyordum.***
Dualarımı bitirdikten sonra İstiklal Marşı okuyordum.
Enkaz altında hiçbir şey yemedim. Zaman zaman yağmur suyu içtim.
*** Allah'ıma eğer annem ve babam da enkaz altında kalmışsa
*** benim de canımı al,
*** eğer yaşıyorlarsa beni de onlara kavuştur"
şeklinde dualar okuyordum.***
Kullarım,
beni senden sorarlarsa,
(bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım.
Bana dua edince,
DUA edenin
DUA sına
CEVAP veririm.
O hâlde,
doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar,
BANA İMAN ETSİNLER
2-186
|
|
|
|
|
|
|
*** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2029209 ziyaretçi (4446545 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ *** |
|
|
|
|