Kemal Ilıcak'tan torun Sedat Simavi'ye kişiye özel matbaa makinesi üreten usta Şaban Köse: İlk yerli matbaa makinelerini ben tasarladım
73 yaşındaki Şaban Köse, eli öpülesi büyüklerimizden. Hayır, el öptürme meraklısı bir adam değil. Pek çoğumuz onu tanımayız, adını sanını bilmeyiz, ama o eline su dökülemeyecek meziyetlere sahip. 1960'lı yıllarda, henüz sanayimiz gelişmemişken, ilk yerli matbaa makinelerini yapan bir usta o. Hem de bu işlere merakından değil, arkadaş hatırına girmiş.
Onun hikâyesi, 1955'te İstanbul'a ilk adımını atmasıyla başlıyor. Kendi deyimiyle mektep kovalamak için memleketi Rize'den ayrılmış. Henüz 17 yaşında. Yıldız Teknik Makine Okulu'nda okumuş, sonra iş hayatına atılmış. Önce Bozkurt Mensucat fabrikasında iş tutmuş, sonra Feget adlı başka bir fabrikaya frezeci olarak girmiş. Freze, makine üretim tezgahlarından birinin adı. Burada teknik müdürlüğe kadar yükselmiş. "Patronum çok iyi biriydi. Biz 22 yaşındayken o 57 yaşındaydı. Ona 'evime bakacak iki aylık param olursa işi bırakırım' dedim. 'Nasıl bırakacaksın?' dedi. 'Kendi işimi kurarım' dedim. Nihayetinde 1969 yılında kendi işimi kurdum ve Köseler Teknik Kalıp olarak o günden bugüne geldik." diyor. Şaban Köse'nin makine tasarlamak ve üretmek konusunda pratik bir zekası var. Öyle makineler yapmış ki, ülkemizde henüz olmayan ürünler ortaya çıkarmış. Ayakkabı, sanayi makineleri ve çeşit çeşit presler...
Torun Sedat Simavi 4 makine siparişi vermiş
Kemal Ilıcak'la tanışıklığı ise abisi Adil Ilıcak'ın av merakı sayesinde olmuş. O yıllarda genç bir delikanlı olan Şaban Bey, hafta içi fabrikasının tezgahında bir işçi gibi çalışır, hafta sonu Terkos Gölü üzerine kurduğu kulübesine gider, köyden arkadaşı Necati'yle avlanmaya çıkarmış. "Bir gün hafta arası gitmek durumunda kaldım. Baktım ki, yatağımda başka biri yatıyor. Necati de ortalıkta yok. Uyandırdım, tanıştık. Adı Adil'di. Akşam Necati ile ördek avlamışlar. Git-gel derken arkadaş olduk. Dostluğumuz ölesiye kadar sürdü. Tercüman gazetesinin sahibi olduğunu iki yıl bilmedim, o da hiç söylemedi. Tercüman okuyordum oysa ki. Ailecek de görüşmeye başladık. İki sene sonra bana bir makine parçası gönderdi, evvela onu yaptık, kim olduğunu bu vesileyle öğrendim. Biraz da beni imtihan etmek istemiş. Eğer o parçalar olursa baskı makinesi yaptıracaklar." diyor.
Şaban Köse, sınavdan başarıyla geçince ilk yerli matbaa makinesini bir yıl içinde sahibine teslim etmiş. Daha sonra 4 makine daha üretmiş Ilıcaklar'a. Böylece arkadaşlıklarına, iş ilişkisi de eklenmiş. Bu arada maharetleri Babıali'ye yayılmış. Köse, "O zamanlar gazeteler, Avrupa'dan ithal edilen makinelerde basılıyordu, ben ilk yerli makineyi yaptım. Hürriyet Ofset'in genel müdürü torun Sedat Simavi, makine yaptığımı duymuş, beni arıyor. O da ava meraklıydı. İstanbul'da av tüfekleri tamir eden bir dükkanda tesadüfen karşılaştık. 'Kemal abiye makine yapıyormuşsun, ben de istiyorum' diyerek ilk siparişini verdi." diyor.
Şaban Usta, böylece ikinci müşterisini bulur. Son yıllarda çok popüler olan 'kişiye özel tasarım' aslında 1960'lı yıllarda Şaban Köse ile başlamış dersek abartmış olmayız. Önemini ta o zamanlarda keşfetmiş olmalı ki, Kemal Ilıcak için yaptığı baskı makinesinin aynısını Sedat Simavi istemesine rağmen ona yapmamış. Nedenini şöyle açıklıyor: "Aynı modeli yapmak bizim kitabımızda yoktu, o dönemlerde iş ahlakı öyleydi. Sedat Bey'e özel, daha farklı bir model tasarladım. Çok memnun kaldı, 3 makine daha ısmarladı." İşte, her biri 11 bin parçadan oluşan ilk yerli matbaa makinelerini yapmak, iki gazete arasındaki rekabet sayesinde Şaban Usta'ya nasip olmuş. s.ozarslan@zaman.com.tr
Soldan; Adil Ilıcak, ablasının oğlu Ali Bey ve Şaban Köse. 1970'li yıllar.
Adil Ilıcak öldükten sonra bir daha ava çıkmadım
Kemal Ilıcak, çok merhametli bir insandı. 750 kişi Tercüman'da çalışırdı, yemekhanesinde 1.500 kişi yemek yerdi.
Adil Ilıcak'la daha çok Trakya'da avlanırdık. Ben keklik, çulluk avını severdim, o ördek. Çünkü yürümeyi çok sevmezdi, ben de tam tersine oturmayı sevmezdim. 1983'te öldükten sonra bir daha ava çıkmadım.
Adil Bey'in büyük oğlunun nikahını Kemal beylerin Bebek'teki evinde kıydık. Nikah şahidi bendim.
Adil Ilıcak, akciğer kanseriydi. Abisini Amerika'ya götürmesi için Kemal Bey'i ben zorladım. Küçük oğluyla gidip iki ay kaldılar, geldiğinde sanki bir değneğin üzerindeymiş gibi o kadar zayıflamıştı. Yemek yememeye başladı, bir gün zorladım, 'Beni Yalova'ya götürürsen yerim.' dedi. Yalova'yla Bursa arasında bir yer tarif etti, kocaman bir çınar ağacı varmış, yanında dere akarmış, oraya gidip mangal yapmamızı istedi. Gittik ki, anayol geçmiş, çınar da yok, dere de...
|