Eskiden ajans haberleri dinlenirdi radyodan. Bir de Yurttan Sesler Korosu'nun türküleri. Arkası yarınlar, saz eserleri, fasıllar radyo dinleyicilerinin vazgeçilmezleri arasındaydı. Görsel yayıncılıkta Türkiye Radyo Televizyonu'nun (TRT) "tekel" olduğu bu yıllarda halkımızın tek eğlencesi neredeyse TRT televizyonu ile ona ait radyolardı. 1990'ların başlarında kurum, sahip olduğu bu ayrıcalıklı konumu kaybetti. Türkiye'nin dört bir yanında birbiri ardına FM bandından yayın yapan "özel" radyolar açıldı. Her kesime hitap ederek kısa sürede cazibe merkezi haline gelen radyoların önü, 1993'te alınan bir kararla kesildi. Yasal olmadıkları gerekçesiyle yayın yasağı getirilmesi, halkın özel radyoları ne kadar sevdiğini ortaya çıkardı bir anda. İnsanlar, "Radyomu istiyorum" kampanyası düzenledi, araçlarına "siyah kurdele" bağladı. Kararı protesto edenler arasında dönemin başbakanı Tansu Çiller bile vardı. Nihayet, bu yanlıştan dönüldü ve özel radyolar yeniden dinleyicileriyle buluştu.
Bugün radyo yayıncılığı her ne kadar televizyonun gölgesinde kalmış olsa da Türkiye'nin bir gerçeği artık. Kendi yıldızlarını çıkaran binlerce radyo, 24 saat yayın yaparak seslerini daha geniş kitlelere duyurma çabasında. Bazıları tiryakilik yapan programlara sahip. Bazıları da "fanatik" sayılabilecek bir dinleyici kitlesine hitap ediyor. Ortak noktaları ise yayıncılarla dinleyiciler arasında sıcak, ama bir o kadar da gizem dolu bir ilişkinin olması. Radyoları gündeme taşıyan son olay, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF), elindeki Star Grubu'na ait radyoları satışa çıkarmasıydı. Süper FM'in 33,1, Metro FM'in de 22,85 milyon dolara Kanadalı Can West Yayın Grubu'na satılması, radyo gerçeğini tekrar hatırlatmakla kalmadı, bu yayın organlarının ne kadar değerli olduğunu da gözler önüne serdi. Hatta, kimi radyo sahipleri ellerindeki bu "değerli hazineyi" satmak bile istedi. Peki, bu rakamlar gerçeği ne kadar yansıtıyor? Hakikaten, radyolar bu kadar değerli mi?
Radyoların gerçek piyasa değeri ortaya çıktı
Kamuoyundaki yankılarının aksine yayıncılar, Süper ve Metro FM'e verilen fiyatları yüksek bulmuyor. Star Medya Grup Başkan Danışmanı Mehmet Akbay, sadece Süper FM'in yıllık 1,5 milyon dolar reklam geliri olduğunu söylüyor. İsim hakkı, dinlenme alanının genişliği ve sahip olduğu ekipmanlar da göz önüne alındığında radyonun 4 yılda kendini amorti edeceğini öne sürüyor. Radyo ve Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği (RATEM) Başkanı Yusuf Gürsoy da aynı görüşte. Ona göre Star Grubu radyolarının satışının en önemli faydası, bugüne kadar piyasa değerleri belli olmayan radyo istasyonlarının ortalama değerlerinin ortaya çıkması. Radyolara verilen fiyatların yüksek bulunmasında şüphesiz toplumsal algının etkisi büyük. Burç FM Genel Yayın Yönetmeni Bünyamin Şen, radyolara çok fazla ön yargılı bakıldığını belirterek, genel algının "alt tarafı iki cümle söyleniverecek" şeklinde olmasından yakınıyor. Doğan Radyo Grup Başkanı Sezgin Onat ise satıştan önce kendi yaptıkları araştırmalarda radyoların bu değerini tespit ettiklerini hatırlatarak, "Sektör bu duruma çok şaşırdı ama bizim için hiç sürpriz olmadı." diyor. Moral FM Genel Müdürü Haluk İmamoğlu ise konuya farklı bir bakış açısı getirerek, "gizem ve tiryakilik" gibi iki unsurun radyoların değerini artırdığını belirtiyor. Müşteri sadakati demek olan bu durum reklâm verenin çok önem verdiği bir özellik çünkü...
Radyo komşunun yerini tutar mı?
Ancak, ortada da bir gerçek var. Radyolar, kendi yıldızlarını ortaya çıkarmasına çıkarıyor; ama elinde tutmayı beceremiyor. Zira, radyo bir atlama taşı olarak görülüyor. Günümüzün televizyon yıldızları Okan Bayülgen, Serdar Ortaç, Beyaz, Kadir Çöpdemir, Yavuz Seçkin ve Ayça Şen seslerini önce radyoda duyuranlardan. Sektördeki kalifiye eleman sıkıntısına dikkat çeken Sezgin Onat'a göre, ücretler yetersiz olduğu için radyo yetiştirdiği isimleri tutamıyor. "Kırmızı Başlıklı Kız" olarak bilinen Pınar Tarlabaşı radyoda mutlu olanlardan. Adına internet sitesi kuracak kadar fanatik bir hayran kitlesi var. "Bunu çok tuhaf buluyorum." diyen Pınar Tarlabaşı, kendisi için geçerli olmasa da, radyo çalışanlarının yazılı ve görsel basına göre maddi açıdan zor durumda olduklarını söylüyor. Radyonun bir atlama taşı olarak kullanılmasını, televizyonda kendini kabul ettirmenin zorluğuna bağlıyor. Çünkü radyoculukta elde edilecek birikim ve şöhret, televizyona geçişi kolaylaştırıyor.
Şebnem Güler Karacan ve Zahide Ülkü Bakiler, Moral FM'in iki ünlü programcısı. Kadın-aile programları ve psikolojik boyutlu programlar hazırlayan Zahide Ülkü Bakiler, "Radyo dinleyicisinde müthiş bir fanatizm var, televizyona göstermedikleri sadakati bize gösteriyorlar. Sunucuya öyle bir bağlanıyorlar ki dinleyicim migreni tutsa beni arıyor!" diyor. Pınar Tarlabaşı, ön plana çıkmak istemeyen, bu sebeple ismini bile programlarında kullanmayan biri. Radyo programcılarının genelinde gözlemlediğimiz bu 'gizemli kalma' eğilimi, Karacan ve Bakiler için de geçerli: "Radyonun gizemi var, daha hoş ve sıcak geliyor, daha çok saklanabileceğimiz bir yer. İnsanların sizi görmeleri her zaman iyi sonuçlar vermeyebiliyor. Kafalarında bizi hayal etmeleri daha ilginç oluyor." Ancak, Zahide Ülkü Bakiler, radyoların dinleyici tarafından bu kadar sahiplenilmesini toplumsal açıdan sağlıklı bulmuyor. İnsanların radyodan sesini duyurmak istemesini, toplumdaki sosyal ilişkilerin zayıflamasının bir göstergesi olarak nitelendiriyor. Komşuluk ilişkilerinin zayıflamasının bunda payı olduğu tespitini yaparak, "Kadınların dedikodu ihtiyacı var. Bazen radyodaki programcı arkadaşlarımızın bile dedikodusunu yapmaya başlıyorlar. Kimseyle görüşmediklerini söylüyor arayan insanlar. Çalışmayan kadının sosyalleştiği yer komşuları, komşuluk yoksa adres radyo." diyor.
Türkiye'de halihazırda 949'u yerel, 102'si bölgesel ve 36'sı da ulusal olmak üzere toplam 1087 radyo yayın yapıyor. Tasnif edildiğinde üç ayrı kategoriden söz etmek mümkün. Birincisi hemen her ilde birden fazla olan yerel radyolar. İkincisi büyük yayın gruplarından bağımsız, Türkiye geneline yayın yapan radyolar.
Bunlar genellikle İstanbul-Ankara merkezli ve her bölgede ayrı bir frekans kullanıyor. Üçüncüsü ise özel televizyon kanalları bünyesinde bulunan radyo istasyonları. Son 15 yılda radyoların çok mesafe aldığı bir gerçek; ama yeterli olmadığı da ortada. Sezgin Onat'a göre, Türkiye'de henüz bir radyo kültürü oluşmadı. Dinleyicinin genel tavrı, radyoda çok müzik, az konuşma olması üzerine kurulu. Yanı sıra biraz da haber isteniyor. Dinleyici alışkanlıkları (yüzde 75) bu yönde olunca, en çok dinlenen radyoların müzik ve eğlence ağırlıklı olması kaçınılmaz oluyor. Haluk İmamoğlu, yayıncılığa başladıklarında verici kurmayı dahi bilmediklerini itiraf ederek, "Kervan yolda düzülür misali bu işi hem yaptık hem öğrendik. Bir hakkı da teslim etmek lazım. Bu noktaya gelmemizde TRT'den yetişen yapımcıların ve söz üstatlarının büyük katkısı var." diyor.
Mehmet Akbay ise radyoların ciddi bir ilerleme sağlayamadığı görüşünde. Ona göre, özellikle siyaset ve ekonomi çevrelerinde radyolar ciddiye alınmıyor. Gerekçesi hayli ilginç: "2003'te TMSF el koyduğunda Star Grubu radyolarının dinleyici sayısı toplam dinleyicinin yarısına ulaşıyordu; ama 7 radyonun hiçbirinde haber bülteni yoktu. Sırf müzik ve eğlenceye dönük yayın da ciddiye alınmak için yetmiyor." Bünyamin Şen, Türkiye'deki radyo yayıncılığına, 'fırsattan istifade etmek isteyen' esnaf zihniyetiyle ilerlemeye çalışan bir anlayışın hâkim olduğu görüşünde. Radyo istasyonları arasında kurumsal düşünen ve yaptığı işe saygı gösterenlerin sayısının çok az olduğunu söylüyor. Bunun sebebi ise radyo sahiplerinin radyodan kazandıklarını yine radyoya aktarmak istememeleri. Şen'in dikkat çektiği bir başka nokta ise ulusal televizyon kanalları bünyesinde yayın yapan radyoların durumu. Bunun radyoculuk açısından bir dezavantaj olduğunu belirterek, "TV kanalları bu istasyonları radyoculuk yapmak için değil, ellerinde hazır bir frekans bulunması ve kanalın reklâm portföyü vasıtasıyla ekstra bir kazanç kapısı olması için kullanıyor." diyor. Burç FM'i ise bu kategorinin dışında tutuyor. Radyo D, Radyo Foreks ve CNNTÜRK Radyo'dan oluşan Doğan Radyo grubunu yöneten Sezgin Onat da aynı kanaatte: "Birçok kuruluş, televizyonuna reklam alırken bir promosyon gibi kullanabilmek için radyo kurdu. Reklâm verene giderek, 'siz televizyona reklâm verin biz aynı reklâmı radyoda bedava yayınlayalım' bile dediler. Bu yüzden şirketlerin bir radyo reklâm bütçesi oluşmadı." diyor.
Radyoların temel sorunları
Sektörün en fazla şikayet ettiği konu, reklâm pastasından alınan payın yüz 3'ü geçmemesi ve bu oranın da büyük çoğunluğunun ulusal yayın yapan radyolar tarafından kullanılması. Reklâm gelirleri üzerinden alınan payla eğitime katkı olarak yapılan kesintilerin yüzde 10'u bulması da yayıncıları zorluyor. Frekansların halen geçici lisansla kullanılması da diğer bir sorun. Yayıncılar, "Geçici statüde yayın yaptığımız için ileriyi göremiyoruz ve bu yüzden yatırım yapamıyoruz." diyor. Bu durum frekans kirliliğine de yol açıyor. Birçok radyo yayını, diğerleriyle karışıyor. RTÜK, Mayıs 2002'den beri radyoların yayın sahalarını genişletmelerine izin vermiyor. Bu durum daha geniş kitlelere ulaşmak isteyen yayıncıları sıkıntıya sokuyor. Radyoların dinlenme oranını ölçmek için Reklâm Verenler Derneği ile işbirliği yapan RATEM, dinlenme oranlarının ölçülmesi için çalışma başlattı. Reklâm verenler, reklâm ajansları ve radyo temsilcilerinden oluşan Radyo İzleme Araştırma Kurumu (RİAK) bu amaçla kuruldu. HTP Araştırma şirketi 1,5 yıldır, 23 ilde oluşturduğu panellerle radyo dinleme ölçümleri yapıyor. Radyo yönetmenleri genel olarak dinleme ölçümlerini sağlıklı buluyor. Buna rağmen ölçümlerin kullanım şeklinden rahatsız olanlar da var. Çünkü ölçümlerden önce şirketler reklâmları bütün radyolara dağıtırken, şimdi sadece ölçümlerde ilk beşe girenlere bütçe ayrılıyor. Bu durum özellikle ilk beşte olmayan radyolar için ciddi rahatsızlık konusu.
Radyoların dinlenmesi konusundaki en hassas kurum ise kuşkusuz RTÜK. Üst Kurul merkezinde 39 televizyon yayını ile 11 radyo yayını izleniyor. Yerel ve bölgesel yayınlar, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Van bölge müdürlükleri tarafından takip ediliyor. Merkezde ya da bölge müdürlüklerinde izlenemeyen yayınlar, Üst Kurul ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan protokol çerçevesinde, Türkiye genelinde il emniyet müdürlükleri bünyesinde oluşturulan izleme birimleri tarafından takip ediliyor. Yayın ilkesi ihlalleri ile ilgili yayın kopyaları bu kanalardan kurula gidiyor. RTÜK ayrıca Türkiye genelindeki bütün radyo ve televizyon yayınlarının merkezden izlenebilmesi için bir sistem üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor.
RADYOLARIN DERDİ FREKANS
1991'de Cem Uzan-Ahmet Özal ortaklığı ile yayına başlayan İnter Star (Magic Box) televizyonu, özel radyo yayıncılığının da başlamasına zemin hazırladı. İlk ulusal yayın yapan radyo, Star bünyesindeki Süper FM oldu. 1993'te özel yayıncılıkta yaşanan karmaşa, art arda yurtdışından yayın yapan özel kanalların devreye girmesi, hükümeti yasal düzenleme için harekete geçirdi. Önce, Radyo ve TV yayıncılığını TRT'nin tekeline bırakan Anayasa'nın 133. maddesi değiştirildi. 10 Nisan 1994'te Radyo ve TV yayınlarının düzenlenmesi ve bu alanı düzenleyecek radyo televizyon üst kurulunun (RTÜK) kurulmasını sağlayan 3984 sayılı kanun Meclis'ten geçti. Bu arada kanal frekans yayın şartnamesi yönetmeliği de yayımlandı. Yönetmelikte radyolara frekans, televizyonlara kanal tahsisinin en geç 4 aylık zaman diliminde yapılması şarta bağlandı. Ancak, aradan geçen 11 yılda 'frekans ihalesi' yapılamadı. Yasalara göre, ulusal frekans planlarını hazırlama yetkisi Telekomünikasyon Kurumu'nda, hazırlanan planları onaylama ve frekans ihalesi tarihini belirleme yetkisi ise Haberleşme Yüksek Kurulu'nda. Üst Kurul bugüne kadar karasal lisans başvurusu bulunan kuruluşlara kanal ve frekans tahsisi yapmadı, lisans ve yayın izni vermedi. Lisans başvurusunda bulunan kuruluşların yayın yapmalarına 3984 sayılı Kanunun Geçici 6. maddesi kapsamında müsaade ediliyor. Bunun gerekçesi frekans ihalesinin henüz yapılmamış olması. Halen 22 Haziran-8 Aralık 1995 tarihleri arasında lisans başvurusu yapmış anonim şirketlere yayın izni veriliyor. RTÜK bu tarihten sonra ilk kez lisans başvurusunda bulunan hiçbir kuruluşun yayın yapmasına izin vermiyor. Radyo veya televizyon sahibi olmak isteyenlerin yayınlardan birini satın alması şart. Yayını ulaştırabilmek için uyduda yere ihtiyaç var. Türkiye'deki radyolar daha çok televizyon kanalları ile anlaşıp onların uydu yayınlarını kiralama yoluna gidiyor. |