Ancak ebru üstadı Mustafa Düzgünman'ın okulundan yetişen sanatçı Birol Biçer, durumu geleneğin ihyası değil, sanatın tüketim metaı haline getirilmesi, seviyesizleştirilmesi hatta ayağa düşürülmesi olarak değerlendiriyor. Biçer, ebruyu hobi olarak görene 'Haşa' denmesi gerektiğini söylüyor.
Ebruyu hobi olarak görene 'haşa!' derim
Ebru üstadı Mustafa Düzgünman'ın Üsküdar'daki aktar dükkânına gelen bir genç, ebru öğrenmek istediğini söyleyip, üstattan ricacı olur: "Acaba beni talebeliğe kabul eder misiniz efendim?" Düzgünman, gencin ellerine bakar ve sabrını denemek için, "Senden ebrucu olmaz." der; gence yol verir. İstanbul zariflerinin, sırlılarının, derinlerinin devam ettiği bir mektep olan aktar dükkânının önünde üç gün bekleyen Aydın Gülan isimli genç, sabır imtihanını vererek, sonunda talebeliğe kabul edilir ve saygıdeğer hocasından ebru öğrenmek için çalışmaya başlar. Gülan daha sonra, ebru yapmayı hocasından öğrenecek, bu sanatta ustalaşacak ve ilerleyen yıllarda da, mezunu olduğu Galatasaray Lisesi'nde ebru dersleri vererek talebe yetiştirmeye başlayacaktır. O dönem Galatasaray Lisesi'nde öğrenci olan Birol Biçer'le Aydın Gülan Bey'in yolu işte burada kesişmiş ve Düzgünman'a çırak olan hocası Aydın Bey sayesinde Biçer'in ebru macerası başlamış. Gülan'ı, "Ender rastlanan insanî vasıfları, yüksek kültürü, örnek ahlâkı ve yaptığı işin arka planındaki derunî geleneğe engin vukufu ile gördüğüm en zarif Müslümanların başında gelen bir zat-ı muhterem." sözleriyle tanımlıyor Biçer. Aydın Bey dışında Mehmet Şevket Eygi'nin de büyük katkılarını ve teşvikini görmüş o yıllarda pek fazla kimsenin bilmediği ebruyu öğrenirken. Mezunu olduğu Galatasaray Lisesi'nde çalışırken bir yandan da hocasının izinden gidip, ebru atölyesinde tekne açarak Galatasaraylı öğrencilere ders vermeye başlamış. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk eğitimi alan Biçer, Nokta ve Yeni Nokta haber dergilerinde gazetecilik mesleğini uzun yıllar sürdürmüş. Şimdilerde Yeni Aktüel dergisinin yayın kadrosunda mesleğe devam ediyor. Ancak uzun yıllar sürdürdüğü ebru sanatına birkaç yıldır ara vermiş, teknesini açmıyor. Nedeni ise işlerinin yoğunluğu değil tabii. Uzun yıllar ebruyla uğraşan Birol Biçer, birbiri ardına açılan ebru, hat, tezhip kurslarında asıl amacın ıskalandığını, geleneksel sanatların yeşerdiği manevi iklimden koparılıp, içinin boşaltıldığını hatta ayağa düşürüldüğünü söylüyor. Ona göre eskiden çok zor olan 'talebelik' için gönülden talip olmaya gerek yok; her şey gibi o da çok kolay!
"Gülistan aramayan ebruzenin ruhu olgunlaşmaz"
Ebruya başlamak demek, çetrefilli bir çalışmayı da beraberinde getiriyor demekmiş eskiden. Artık gül dalı yerine plastik fırça sapı, at kılı yerine sentetik ip. Öd yok ama aynı işlevi görecek kimyasal maddeler mevcut! Arzu ettiğiniz boyda tekne ve tomarla kâğıt. Eskiden tüm malzemeyi ebruzenin hazırladığını anlatan Biçer, "Mezbahadan öd, gülistandan budanmış gül dalı, aktardan kök boya, at sahibinden rica minnet alınan bir tutam atkuyruğunun yerine şimdilerde her şeyin hazır kullanıldığını söylüyor. Ona göre ebru için gerekli tüm malzemenin hazır paketli halde bulunması, ruhu olgunlaştıracak esprileri de ortadan kaldırıyor. Biçer, bu sürecin başlı başına bir yolculuk olduğunu anlatıyor: "Gül dalı ararken her gün önünden gelip geçtiğiniz ama fark etmediğiniz gül bahçelerini görürsünüz. Çiçeklerin mevsimine dikkat etmeye başlarsınız, derken ruhuna, derununa inmeye başlarsınız. Dilini anlamaya çalışırsınız. Eskiden ebru her yerde bulunmazdı. Cerrahi Dergâhı'ndaki hat levhalarının kenarlarında ya da Süleymaniye Kütüphanesi'nde eski elyazmalarının kenarlarında görürdünüz. Bursa'da Üftade Hazretleri'nin türbesinde birilerinin zamanında çerçeveleyip astığı ebruları görürsünüz. Derken Özbekler Tekkesi diye bir yer çıkıyor karşınıza. Buradan gelmiş geçmiş insanlar, dervişler... Ebrunun burada yapıldığını öğreniyorsunuz. Yani çok özel yerlerde, özel şekillerde görüyorsunuz. Bununla beraber ister istemez manevi bir atmosferi soluyorsunuz. Ebru sanatının geçmişine bakarken, Ayasofya hatibi Mehmed Efendi'den Hezarfen Edhem Efendi'ye, uzun yıllar Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri'nin türbedarlığını yapmış Mustafa Düzgünman'dan Necmeddin Okyay'a kadar gönül ehli pek çok insan çıkıyor karşınıza. Necmeddin Hoca yetiştirdiği çiçekleriyle, gülleriyle anılan bir insan ama şaheserleri olan biri. "Allah" yazılı bir ebrusu vardır. Ebru sanatının şaheseridir o. Bu eser, ancak onun gibi gönül ehli olan bir insana denk gelebilir. Çok denedim, o tarz bir ebru yapamadım. Hem derinlikli, hem de Allah yazısından nuru yansıtan böyle bir eser vermek için olsa olsa onun gibi bir adam olmak gerekiyor. Ancak onun gibi bir insana tevafuk eder. Tabii bu insanların oluşturduğu tasavvufi bir atmosfer var. Yavaş yavaş bunlarla haşır neşir olduğunuz zaman, ebru sadece bir sanat olmaktan çıkıyor."
"Abdestsiz 'Lafza-i Celal' yazanlar türedi"
Birol Biçer'e göre durum değişti. Artık, ebru, tezhip ve hat gibi sanatlar birçokları tarafından hobi olarak yapılıyor. Ancak bu, 'haşa' demeyi gerektirecek kadar arızalı bir durum. Abdestsiz 'Lafza-i Celal' yazanların bile ortaya çıktığını anlatan sanatçıya göre, geleneksel sanatların manevi boyutu ıskalanıyor. Bunlar içinde ebrunun bir hususiyetine de dikkat çekiyor, Biçer. Ebrunun icrasında entelektüel bir çaba gerektirmediğini, zihni boşlatıp insanın içine dönmesini sağlayan bir sanat olduğunu anlatan Biçer, ebrunun tasavvufi boyutundan bahsederken bunun önemli bir püf noktası olduğunun da altını çiziyor. "İnsanların çoğu tabii bunu işin edebiyatı olarak, bazılarının kendi yaptığı müziğe, arka planda tasavvufi imgeleri kullanması gibi. Ben, edebiyat olan tasavvufu kabul etmiyorum. Yaşanmayan bir şey anlatılamaz, inandırıcı olmaz. Mesnevi bile edebiyat eseri olarak kabul değildir benim gözümde. Ben Hz. Mevlânâ'yı edebiyatçı olarak reddederim. Ama büyük bir âlim, büyük bir Hak âşığı, bir müceddid olarak ayağının paspası olabilirim ancak." diyen sanatçı Biçer, Mesnevi'yi de salt bir edebiyat eseri olarak görmenin hakaret olduğunu ifade ediyor.
Ona göre, aynı gözle ebruya da bakılabilir. "Ancak her şeye rağmen ona asıl özelliğini verenin Kur'an-ı Kerim yazısı olduğunu unutmamak gerekli." diyor. Ebrudan da uhrevi, dini boyut çıkarıldığı takdirde geriye renkli kâğıtlardan başka bir şeyin kalmayacağını dile getiriyor.
Ebru sanatının son yıllarda kazandığı popülerliğe ise sıcak bakmıyor Birol Biçer: "Geçmişte çok sınırlı sayıda müstesna insanın icra ettiği ebrû son dönemlerde büyük revaç buldu, çok ilgi gördü. Bu zahiren iyi zannedilse bile, aslında popüler alana yayılan, geniş kitlelere pompalanarak sunulan ebrû sanatı bugüne kadar beraberinde getirdiği uhrevî atmosfer, kültürel değerler, sembollerden soyutlanarak adeta bir tüketim objesine, bir pop ürününe dönüştü." m.yegen@zaman.com.tr
"Ehil gönüller ebru yapmaya devam ediyor"
Birkaç yıldır ebru teknesini açmayan Birol Biçer, önümüzdeki günlerde çok değer verdiği, çok özel biri için ebru yapmayı istediğini; o nedenle yıllar sonra da olsa bir kereliğine mahsus teknesini açacağını söylüyor. Bir noktaya daha dikkat çekiyor Biçer: "Genelde bu sanatların ve tasavvufun popüler alana inişiyle tüketim malzemesi olması çok üzücü. Ama her şeyin sonu değil. Nüvesi, birtakım mahfillerde, ehil kişilerce yapılmaya devam ediliyor. Ben sadece bu sanatı çok seven bir heveskârım, başkaca vasfım yok. Ama Fuat Başar, Alparslan Babaoğlu, Hikmet Barutçugil, Sadrettin Özçimi, Mahmut Peşteli, Gülden Gürdamar ve Ahmet Çoktan gibi ve ismini şu an anamadığım pek çok sanatkar hocamız layıkıyla bu işi yürütüyor."
|