Muhabbet çiçeğinden, meşe palamudundan, papatyadan ve ceviz kabuğundan da boya olacak. Koyunların yününü, hiç makine yokmuş gibi hayatta, çıkrıkta eğiriyor insan eli, o yünler ip olacak, tezgâhta ilmik ilmik dokunacak, halı olacak.
Rengi hiç solmayan, yıkadıkça parlayan halıların ve o halıları boyayan bitkilerin hikâyesini dinlemek için Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine gittik. Hikâye dinlemekle yetinmedik, kök boya satın alıp kazanda ip boyadık. Size de, tabiatla ortaklığı bozmamış insanların, el emeğinin, çok zahmetin; ama az kazancın serüvenini okumak düşer.
Bir gün ilçeye bir Alman geldi
Sene 1980, Ayvacık ve köylerinde kök boya unutulup gitmiş. Nedendir, kimse bilmiyor, belki kök boya kalmadı, belki yolun kolayı bulundu, eldekinin kıymeti bilinemedi, her neyse artık, halılar elde dokunuyor; ama ipler sentetik boyayla boyanıyor. Derken bir Alman profesör geliyor bölgeye, köylüyü ayaklandırıp kök boyayı canlandırıyor. Antalyalı Yörük kadınlardan öğrendiği boya tekniğini Ayvacıklı Yörüklere öğreten bu Alman'ın sayesinde tezgâhtan çıkan halılar daha bir parıldamaya ve para yapmaya başlamış. Tüccarların da iştahı kabarmış haliyle, "Şu Ayvacık halısı neymiş bakalım, alıp satalım" diyen yollara düşmüş. O rüzgâr seksenlerin ortası, doksanların başına dek öyle deli deli esmiş; kooperatif kurulmuş, yöre halıları yarışmalardan birincilikle dönmüş, sadece halıların değil köylü kadınların da yolu Amerika'ya düşmüş, neler neler... Şimdi durum nedir? Yörede hâlâ halı dokunuyor elbette, kök boya kazanları kaynıyor; ama eski canlılıktan eser yok. Yine de biz şaşkınız, ziyaret ettiğimiz her evde bir dokuma tezgâhı, yolda yürürken aralanan her kapının gerisinde halı dokuyan kadınlar... Eski coşkulu günleri iyi bilen Ayvacıklı Ahmet Balcı'ya bakılırsa görünüşe aldanmamak gerekir: "'Tezgâh satıyorum, alan var mı?' diye dolaşıyor şimdi köylüler. Amerika'dan senede iki bin metre halı istiyorlar, biz bin metre dokuyamıyoruz. Eskiden memurların hanımları, hatta savcının karısı bile halı dokurdu. Şimdi üç metre halı 300 liraya satılıyor. Kızlar, 'Bu paraya uğraşılır mı?' deyip tarlaya ırgatlığa gidiyor. Halının yevmiyesi 5 liraya geliyor, ırgatlığın yevmiyesi bazen 30 lira oluyor. Kök boya bulmak bile giderek zorlaşıyor. Böyle giderse yirmi yıl sonra bizim çocuklar kökboyanın nasıl bir şey olduğunu bilmeyecek. Tıpkı bizim otuz sene öncesine kadar bilmediğimiz gibi."
Amerikalılar elle halı dokuduğumuza inanamadı
Ahmet Balcı hayatını kök boyayla renklendirmiş bir adam. Çocukluğu halı dokunan bir evde geçse de bitkilerden boya yapmayı 'hocam' diye hitap ettiği Alman profesörden öğrenmiş. Sonrasında, mecaz değil, gerçekten renkli bir hayat yaşamış. Bitki toplamak için Anadolu'da yaptığı seyahatler bir yana, kök boya yapımını göstermek için yedi defa Amerika'ya gitmiş. O, müzelere piknik tüpü kurup küçük tencerelerde boya kaynatırken, yanında götürdüğü kadınlar halı dokuyormuş. O günlerde en çok da Amerikalıların şüpheciliğiyle eğlenmiş: "Başımıza toplandılar, kameraya aldılar. 'Hilesi vardır, elle dokunmaz bu halı, öyle ilmik ilmik bitmez' dediler. Bir gün akşama kadar başımızda bekleyip ertesi gün yine gelenler oldu; ama sonunda ikna oldular." Amerika'da o eyaletten bu eyalete dolaşıp kök boya gösterisi yapan Balcı'ya soruyoruz, "Türkiye'de böyle bir çalışma istediler mi sizden?" "Hayır!" diyor ve hiç şaşırmıyoruz; çünkü Anadolu'da el sanatlarıyla uğraşan ya da yerel müzik yapan ustaların hep bir Fransız, Amerikalı ya da Japon tarafından keşfedildiğini ve Türkiye'den önce yurtdışında ünlendiklerini çok duyduk.
Ahmet Balcı, bir kaza geçirip parmaklarını yitirdiği günden bu yana boya yapmıyor; ama çeyizlik halı dokuyan kadınlara boya satmaya devam ediyor. Üniversitelerde kök boya dersleri verecek kadar da işine vakıf olan Balcı, boyaların hangi bitkilerden nasıl elde edildiğini ve ipin nasıl boyandığını anlattı. Olur ki, okurlarımızdan üç beş kişi özenir de bu işlere merak salar: "Bitkilerden yapılan boyaların hepsine biz kök boya diyoruz. Sarı rengini muhabbet çiçeğinden elde ederiz; ama papatyanın sarısı daha kuvvetli olur. Soğan kabuğunun kahverengisi hemen uçar. En iyisi meşe palamudu, ceviz kabuğudur, bunların içine saçıkıvrız diye bir maden katınca renk siyaha döner. Kırmızı rengi elde etmek için rubia denilen bir otun toprak altından çıkmış köklerini kurutuyoruz. Kökler kahverengidir; ama kaynatınca kan kırmızı renk verir. Kuruttuktan sonra taş değirmende öğütüp toz haline getiriyoruz. Maviyi eskiden çivitotundan çıkarırlarmış şimdi dışarıdan gelen indigo adlı bitkiden yapıyoruz."
Bitkiler içinde en zor bulunanı kırmızı rengi veren rubia; çünkü Türkiye'de bu otu özellikle yetiştiren kimse yok. Vakti zamanında Ermenilerin, Rumların ürettiği ve ticaretini yaptığı rubia, ayrık otu gibi arsız bir bitki neyse ki, tarla sınırlarında kendiliğinden bitiveriyor; ama Ahmet Bey uyarıyor: "Rubianın sonuna geldik. Bir tarladan bu yıl alırsan, beş yıl alamazsın. Üretimi yapılmazsa önümüzdeki yıllarda bulmamız mümkün olmayacak."
Tezgâhlar anneden kıza miras
Ayvacık köylerinde kadınlar 'yine de' halı dokuyor. Bir evde, hem nine, hem anne hem de 'dada' yani 'kız çocuğu' tezgâh başına oturabiliyor. Kimi, ipini kendi boyuyor, kimi kooperatiften alıyor; ama hepsi de en az 300 yıldan bu yana bilinen yöresel motifleri dokuyor; altıntabak, beratlı, dokuz çiçek, mihraplı, turnalı... Çamkalabak köyünden Ayşe Kuru, kendini bildi bileli halı dokuyanlardan. Dokumasın da ne yapsın, toprak karın doyurmuyor, hayvan yok, erkekler başkalarının zeytinliğinde çalışır, kadınlar halı dokur. Ayşe Teyze'ye soruyoruz: "Bu işin zorluğu nedir?" "Hiçbir zorluğu yoktur" diyor: "Evde işimizi yapıyoruz, biraz oturuyoruz, biraz kalkıyoruz. Ayda bir halı dokurum. Omuzlarım tutulur, ağrır o kadar." Eskiden o da 'al boya' dediği sentetik boya kullanırmış halıda, şimdi görmek bile istemiyor: "Kök boya yavuz oluyor, dokurken hoşumuza gidiyor. Yıkadıkça düzelir, parlar. Al boyayı istemeyiz gayrı. Bundan haz ediyoruz gayrı."
***
Yün, iğ ya da çıkrıkla eğriliyor, önce ip sonra halı oluyor.
***
İp çileleri, kök boya kazanlarında kaynatılıyor ve kurumaya bırakılıyor.
***
Ayvacık köylerinde hem nine hem torun tezgâha oturuyor.
|