Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  İyiliğin Mucizesi
 




Deprem günü başından geçen bir olayı bana anlattı.

O anlattıkça lokmalar boğazıma takıldı. Hayretler içinde kaldım. İyilik yapmanın mükafatını Tanrı'nın bir şekilde iyilik yapana vereceğine inandım.

Deprem günü Halil Doğan'ın yaşadıklarını onun ağızından size anlatmak istiyorum.

"Sabah erken kalktım. Eşim Kadriye benden önce kalmış bana kahvaltı hazırlamış. Masaya oturduğumda eşimin eliyle yanağını tuttuğunu, acı çeker gibi yüzünü buruşturduğunu gördüm. 'Dişim çok ağrıyor. Hemen çektirsen iyi olacak' dedi. Bizim orada dişçiler muayenahelerine öğleden sonra saat dörtte gelirler. 'Hanım bir ağrı kesici al. Dişini sık, sabret. Saat dörtte gelip seni alır dişçiye götürürüm' diyerek evden çıktım.

16 Ağustos 1999, o gün yapacak çok işim vardı. İşe dalıp hanımı ağırıyan dişi ile evde unutmamam gerekiyordu. Dişini muhakkak çektirmeliydim. Sigortaları bitecek müşterilerimi arayıp poliçelerini yenilemek için telefon görüşmeleri yapmaya başladım.

İşe dalmıştım. Büroma fabrika sahibi işadamı müşterim Ahmet Bey'in girdiğini farketmemişim. "Halil Bey, selamın aleyküm. Hayırdır dalmışsın" sözleriyle kendime geldim. Ahmet Bey benim en iyi sigorta müşterilerimden biriydi. Uzun yıllar boyu tüm sigorta işlerini bana yaptırıyordu.

"Ahmet Abi, bu gün içimde bir sıkıntı var. Niyedir bilmiyorum. Öğleden sonra eşimin dişini çektireceğiz. Belki ondandır" dedim.

Ahmet Bey 'Ben de sana bir teklifte bulunmak için geldim' dedikten sonra beni şaşırtan teklifini söyledi. 'Halilciğim, senden benim Cebeci'deki yazlık evimi satın almanı istiyorum'

Herhalde içimdeki sıkıntının nedeni bu teklif olacakmış diye düşündüm. Benim yazlık falan alacak maddi durumum yoktu. Ne cebimde ne de bankada bu işe yetecek param yoktu.

Koca fabrika sahibi Ahmet Abi neden bana evini satmayı teklif ediyor diye meraklandım.

"Ahmet Abi, hayırdır. Niye evini bana satmak istiyorsun?'" diye sorduğumda duyduklarımla sıkıntım bir kat daha arttı.

"Halil'ciğim, benim işler iyi gitmiyor. Mali sıkıntılarım var. Bu yetmiyormuş gibi annem hasta. Onun tedavisi için bu güne kadar çok para harcadım. Helalı hoş olsun. Annemdir, ne yapsam hakkını ödiyemem. Annem kanser. Alman Hastanesinde yatıyor. Çok çekti. Bu gün hastaneden doktoru aradı. Annenizi gelin alın. Artık yapacak birşeyimiz yok. Annenizin fazla ömrü kalmadı. Huzur içinde ölsün. Tanrıdan ümit kesilmez. Son günlerini sevdikleriyle geçirsin dedi. Annemi hastaneden çıkartmam gerekiyor. Paraya ihtiyacım var"

Başımdan sanki kaynar sular boşaldı.

Ahmet Beye yardım etmem gerekiyordu. Benim de param yoktu. O anlatıyordu, ben de hem onu dinliyor hem de ne yapabilirim, nasıl yapabilirim diye aklımdan seneryolar geçiriyordum. Bu gün işi bitirip parayı hastaneye götürmem gerekiyor, diyordu.

Bu durumda bir insana, benim de param yok, kusura bakma sana yardımcı olamıyacağım demek istemiyordum. Allahım bana bir yol göster, bize yardımcı ol dediğim sırada aklıma eşim geldi. Bu gün dişini çektirecektim. Ağrısı çoktu.

"Ahmet Abi sana vadeli çek yazsam hastanede işini görür mü?" diye sordum.

Hemen hastaneyi aradı sordu. Olur demişler.

"Abi eve ne kadar para istiyorsun?" diye sordum.

Bir rakkam söyledi. Bana rakkam biraz çok geldi. Ağzımı açıp fiyat konusunda hiç bir söz söyleyemedim.

Bir adam ezilmişse onun zor durumundan yararlanmak günahtır diye düşündüm. Madur durumda olan bir insanla pazarlık edersem ne söylesem kabul etmek zorunda olduğundan içinde bulunduğu zor durumdan yararlanıyor durumuna düşerdim.

Fırsatçı bir insan durumuna düşmek istemedim. Ağzımı bile açmadan çekmeceden çek defterimi çıkarttım. Söylediği rakkamı yazdım. Çeke kırkbeş gün sonrasının tarihini attım ve ona uzattım.

Telefonu açtım. Evi aradım. Eşim sesimi duyar duymaz dişçiye gidiyormuyuz diye heyecanlandı. Hayır dedim. Dişçiye gitmiyoruz. Ama başka bir yere gidiyoruz.
Sana hediye olarak bir yazlık aldım. Eve gelip seni de alıp evin tapusunu almaya gideceğiz. Eşim Kadriye, önce şaka yaptığımı zannetti. Çocukları da hazırla, birlikte çıkalım dediğimde ciddi olduğumu anladı. Bana kızmak istedi. Kızma dedim. Yaptığımız iyiliği öğrenince bana hak vereceksin, sevineceksin diyerek telefonu kapattım.

Öğlen olmuştu. Eve gittim. Üç kızımız, Nura, Sadet, Sıdıka ve oğlumuz Abdülhakanim ile birlikte eşim ve ben arabamıza atlayıp satın alacağımız yazlığın bulunduğu İzmit'in Kandıra kasabasının Cebeci köyüne hareket ettik. Eşim yola çıkmadan önce iki ağrı kesici içti. Dişini unutmaya çalıştı.

Hem arabayı sürüyor hem de bu gün başıma ne geldiğini ona anlatıyordum. Olayı duyduktan sonra bana kızmaktan vazgeçti. Yaptığımız işe hem gülüyor hem de doğru mu yaptık yanlış mı yaptık taratışıyorduk. Eşim bir taraftan süt emme ihtiyacı olan bebeğimiz Nura kızımızı yolda emziriyor bir yandan da bana laf yetiştiriyordu.

Cebeci köyüne öğleden sonra saat dörtte ulaştık. Tapu dairesi bu saatte işlem yapmam dedi. Ahmet Bey annesinin durumunu anlattı. Rica etti. İşlemi yaptılar. Tapu işlemleri bittiğinde saat altı olmuştu. Ahmet Bey çeki alıp hemen İstanbul'a Alman hasanesinden annesini almaya gitti. Ben de buraya kadar gelmişken ne aldığımızı bilmeden, görmeden aldığımız yazlık evi gidip görmek istedim.

Yazlık eve gittik. Bahçe içinde üç katlı bir evdi. Bahçesi çim ve ağaçlıktı. Evin içi dayalı döşeliydi. Evde yaşamak için her şey vardı. Sağa sola bakarken vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Eşim hadi dönelim dediğinde havanın karamakta olduğunu gördüm.

İçimden bir ses bana karanlıkta gitme burada kal diyordu. Eşime bu gece burada kalalım. Bak evde her şey var. Fırında bir börek yaparsın. Çocuklar da rahat eder. Dinleniriz. Yarın gündüz gözüyle döneriz dedim. Kabul etti. Börek yapmak için mutfağa girdi.

Böreğimizi yedik. Televizyon seyrettik. Çocuklar uyudu. Ben gece yarısı saat ikide uyumak için yattığımda gözüme uyku girmedi. Kalktım. Ev içinde dolaştım. Dolapları karıştırdım. Çekmecelerin içlerini inceledim.

Yanılmıyorsam gece yarısı saat 03:15 cıvarıydı, üst kata çıkmak için merdivenlerden yukarı çıkarken yer altından müthiş bir gürültü duydum.

Allahım bu da neydi?

Nasıl bir sesti bu?

Sanki havalarda uçuyordum.

Ayaklarım yere basmıyordu.

Sanki melek olmuş uçuyordum.

Trabzanlara sıkı sıkı sarıldım. Deprem oluyordu. Eşim Kadriye de uyanmıştı. Çocuklarımız mışıl mışıl uyuyorlardı. Saniyeler geçmiyordu. Gürültü korkunçtu. Yer yerinden oynuyordu.

Ayakta durmak mümkün değildi. Eyvah dedim. Bu sarsıntıya hiç bir şey dayanamazdı. Her şey yerle bir olacaktı. Sonumuz geldi dedim. Dua etmeye başladım. Sanki dakikalar saatler kadar uzamıştı. Bitmek bilmiyordu. Neden sonra sarsıntı yavaşlamaya başladı. O sırada aklıma Adapazarı'ndaki evimiz geldi. Hemen telefona sarıldım. Adapazarında evimizin karşısına bulunan binada oturan komşumuz doktoru cep telefonundan aradım.

Doktorun söyledikleri ile yıkıldım.

"Halil Abi, burası çok fena. Ben aşağıda arabama ulaşmaya çalışıyorum. Sizin oturduğunuz bina yerle bir oldu. Arkanızdaki ev de çöktü. Elektrik yok. Zifiri karanlık. Çığlıklar duyuyorum. Abi kapatmak zorundayım. Allah bizi korusun........."

Aklıma Urfa'da oturan annem geldi. Hemen onu aradım. 'Anneciğim, Adapazarında deprem oldu. Biz orada değildik. Bize birşey olmadı. Bizi merak etme' dedim. Telefonu kapatıp eşimin yanına gittim.

Birbirimize sarıldık.

Dua ettik.

Sabahı zor bekledik.

Sabah hava aydınlanır aydınlanmaz, eşimi ve çocukları evde bırakıp ben Adapazarına doğru son sürat yola koyuldum. Her zaman iki saatte gittiğimiz yolu tam beş buçuk saatte zor gidebildim.

Adapazarı şehir içine girmek için denediğim ilk yol kapalı çıktı. Devrilmiş bir minare yolu kapatmıştı. Yolları iyi bildiğim için bir başka yolu denedim. Orası da kapalıydı.

Yıkılan bir evin enkazı yolu geçilmez hale getirmişti. Her girdiğim yolda sokakların kenarında yüzlerce yaralı, ölü yatıyordu. İnleme sesleri, bağıran, çığlık atan insanların kulağımı yırtan sesleri her tarafı sarmıştı. Enkazların altından ölüleri çıkartıyorlardı. Dört beş değişik yol denedikten sonra evimin bulunduğu sokağa ulaştım.

Ben diyeyim üçyüz, sen de beşyüz ceset bizim evin sokağında yol kenarına sıralanmıştı. İnsan cesetlerini bu kadar çok görünce içim bulandı.

Enkazların altından haykırma sesleri geliyordu. Yıkılmış evimizin yanına geldiğimde enkaz altında bağırışan seslerin bazılarını tanır gibi oldum.

Bildiğim seslerdi.

Tanrım hangi birine yardıma koşsam? Nasıl yardım edebilirdim? Kazmam yok, küreğim yok. Sadece ellerim vardı. Ellerimle nereyi kazabilirdim? Hangi taşı kaldırmam gerekiyordu? Neredeki toprağı eşelemem gerekirdi? Çaresizlik içinde sağa sola koşturuyordum. Hiç bir şey yapamıyordum.

Çaresiz kalmıştım. Normal zamanlarda tek bir can bile kaybolsa göstereceğim tepkiyi şimdi binlerce canın kaybolduğunu görmeme rağmen gösteremiyordum. Saatler geçtikçe içinde yaşadığım ortamı kanıksamaya başladığımı hissettim.

Ölü görmek beni etkilememeye başlamıştı.

Yaşayan ölü gibi olmuştum. Yıkılmış evinin karşısına oturmuş, başını ellerinin arasına almış put kesilmiş, mum olmuş, evlerinin enkazına ölü gibi sessiz bakan babalar, anneler, kardeşler gördüm.

Çaresizliğe, kadere, Tanrı'nın gazabına teslim olmuş, kederlerini içlerine akıtan, hayata küsmüş, acıyı hissetmeyecek kadar kendinden geçmiş insanları gördüm.

Biraz kendime geldiğimde bizim sokaktan sağ kalmış çoluk cocuk kimi bulduysam arabama koydum. Küçük arabama ben hariç on onbir kişiyi sıkış tıkış doldurup Cebeci'nin yolunu tuttum. Onları yeni aldığım yazlık evin bahçesine yerleştirdim. Hanımım evin içinde ne kadar halı kilim varsa bahçeye çıkarttı. Çimenlerin üzerine serdik. Çoluk çocuğu üzerlerine yatırdık. Örttük. Sıcak çorba verdik.

Ben o gün altı yedi kez Cebeci Adapazarı seferi yaptım. Her seferinde dokuz on kişiyi yazlığın bahçesine taşıdım. Cebeci'den giderken fırından aldığım yüz yüzelli ekmeği arabaya dolduruyordum.

Adapazarına geldiğimde bagajı açar açmaz bir iki dakikada ekmekler etrafıma toplananlardan tarafından alınıp bitiriliyordu. Bütün gün boyunca Cebeci'den Adapazarına ekmek, Adapazarında Cebeci'ye de depremden kurtulmuş insanları taşıdım durdum.

Son seferimde yıkılmış evinin başında yere oturmuş ağlayan arkadaşımın eşini gördüm. Kocası ve çocukları enkaz altındaydı.

Onu da alıp yazlığıma götürmek istedim. Gelmedi.

Kocasını ve çocuklarını bırakmak istemedi. Oturduğu yerde öylece kaldı. Onu oradan kimse kaldıramazdı. Bir umut. Sevdilklerinin taş yığını altında olduğunu biliyordu. Onları kurtaramıyordu. Sadece dua ediyordu.

Akşam son seferi yaptıktan sonra bitap düşmüştüm. Cebeci'deki evimizin bahçesinde ben, eşim Kadriye, kızlarım Nura, Sadet, Sıdıka ve oğlum Abdülhakim depremden sonra ilk geceyi bahçede bir kilimin üzerinde birbirbirimize sarılarak geçirdik.

O gece 45-50 kişi vardı bahçemizde. Hepimiz Tanrı'ya şükrediyorduk. Hepimiz paranın pulun, şanın şöhretin, varlığın, hanın hamamın geçici şeyler olduğunu anlamıştık. Bazılarımız sevdiklerini kaybetmişti. Bazılarımız evini, arabasını.

Karanlıkta bahçede üzerimizde battaniyeler birbirimize sarılmış oturuken Eşim Kadriye ile bir an göz göze geldik. Sanki ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. Ağızlarımız kapalıydı. Gözlerimiz konuşuyordu. Onun gözleri bana hala dişinin ağrıdığını söylüyordu. Benim gözlerim ona 'sağol' diyordu.

Tanrı aynı gün bizim elimizden bir evimizi almış bize bir başka ev vermişti.

Allaha şükür çoluk çocuk hepimiz nefes alabiliyorduk. İkimizin gözleri bunları konuşurken ellerimiz birbirine kavuştu. Avuçlarımın içine aldığım ellerini sıkı sıkı sardım. Sıkıştırdım. Onun varlığını, sıcaklığını hissettim. Yaramız derindeydi. Kısa sürede bu yaranın iyileşmesi mümkün değildi.

Halil Doğan, bunları bana anlatırken gözleri doluyordu.

Sanki o günleri yeniden yaşıyordu.

Yemek yemek için oturduğum masada ne yediğimin farkında değildim.

"Bülent Bey, yol ne kadar karanlık, yol ne kadar zor olursa olsun, insan doğru yolda gitmek istiyorsa, niyeti ona ışık olur" dedi.

Hali Doğan'ın yaşlanmış gözlerle bana söylediği bu cümle sonunda çatalı bıçağı elimden bıraktım. Elini tutup, üzülme, sen doğru olanı yapmışsın. Tanrı da sana bu iyiliğinin mükafatını vermiş dedim.

Kadriye hanım'ın ağrıyan dişini depremden bir ay sonra seyyar sıhhiye ekibinin kurduğu çadır hastanede bir diş doktoru çekmiş. Çekmeden önce:

"Sadece dişini çekerim. Biraz fazla acır. Yerine diş koymak, dolgu molgu gibi şeyleri çadırda yapmıyoruz, haberin olsun. Hala çektirmek istiyormusun?' diye sormuş.

Kadriye Hanım "Evet" diyince, dişini çekmiş.

Halil Doğan şu anda Güneş Sigorta'nın en başarılı acentelerinden biri. Sigorta işleri yapmaya devam ediyor. Adapazarında yeni yapılmış bahçeli bir ev satın aldı. Beşinci çocuğu dünyaya geldi. Eşi Kadriye ile mutlu bir hayat sürdürüyor...

Fabrika sahibi işadamı Ahmet Beyin Adapazarı'ndaki evi de depremde yerle bir oldu. Apartmandan kurtulan olmadı.

Deprem olduğu gece kanserli annesini Alman Hastanesinden çıkartmak için İstanbul'a ailece gittiği için Ahmet Bey, annesi, eşi ve çocukları ölümden kurtuldu.

Ahmet Beyin annesi iki ay sonra Adapazarı'nda depremzedeler için kurulmuş olan Ahmet Beyin çadırında onun kollarında vefat etti...

İyiliğin mükafatı. Halil Doğan'a ailesiyle birlikte yeni bir hayat verdi. Binlerce yeni sigorta poliçesi kesti. İşlerini büyüttü.

İyiliğin mükafatı. İşadamı Ahmet Beye eşi ve cocuklarını bağışladı. Annesi huzur içinde yanında öldü...

Kimin ne zaman bu dünyadan ayrılacağını sadece Tanrı biliyor.

Adapazarı depreminde hayatını kaybedenler arasında belki yüzlerce kez iyilik yapmış binlerce rahmetli insan vardır. Hepimizin bir alın yazısı var. Kimbilir ne zaman, nerede ve nasıl bu dünyadan ayrılacağız? Hiçbirimiz bilmiyoruz.

"İnsan iyi yolda gitmek isterse, niyeti ona ışık olur"


Tanrı hepimizi kötülüklerden korusun....
.
.

.
.
.


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056876 ziyaretçi (4528933 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol