Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  Verici Olmak
 



VERDİĞİMİZ   KİMİNDİR ?

NE AMAÇLA  VERİYORUZ

 
GERÇEK ;

SAMİMİ

VERİCİ OLMAK




Geriye dönüp şöyle bir bakmış. Bakmış ve telaşlanmış. Korkudan ardına dönüp dönüp bakan biri gibi sanki. Geçip gitmekte olan hayatına bakmaktan hem korkuyor hem de kendini alıkoyamıyor.
Hayatımızın belli fasılalarında yaparız bunu. Genelde onarlı yıllarda. Fersiz kolları, taşıyamıyor düş kırıklıklarını. "Ee ne oldu şimdi?" der gibi. Varını yoğunu ortaya koyduğu insanların vefasızlığı ile yalpalamış. Yetiştirdiği iki çocuk da hayırsız çıkıp sevilmek beklediği nazarlardan vefasızlık görünce hayat, cam kırıklarıyla dolu bir kâseye dönüşmüş.
Aşırı verici bir kişiliği var. Kendini tüketecek kadar. Başkalarının ihtiyaçlarını daha fazla önemsemiş. Yoksa suçluluk hissetmiş. Hep başkalarının beklentilerini boşa çıkarmamak için yaşamış. Yakınlarına ilgi gösteren çoğunlukla o olmuş. Bir insanı severse onun için yapmayacağı şey yokmuş. Ne kadar meşgul olursa olsun başkalarına hep zaman ayırmış. Yakınlarıyla o kadar meşgulmüş ki kendine hep çok az zaman kalmış. Hatta kalmamış. Ancak çevresindekiler mutlu olunca o da mutluymuş. Başkalarının sorunlarını dinleyen hep oymuş. O hep başkalarını düşünmüş.
"Sevdiklerim için o kadar fedakârlıkta bulundum ki küçük de olsa bir karşılığını bulamamak çok acı." diye söyleniyor. "Hep başkalarını düşündüm" ile "karşılık bulamadım" tezat teşkil etmiyor mu? Yok, ona değil kendime soruyorum. Ona ağır kaçar şimdi.
Vermek. Bir tebessüm. Bazen sadece ilgi. Hatır sorup gönül alma. Bazen ciddi maddi varlığımızı sunmak bir başkasına. Bazen zamanımızı. Bazen özenimizi. Bazen... Varımızı yoğumuzu. Verebileceğimiz neyimiz varsa artık. Her zaman verecek bir şeyimiz vardır. "İhtiyacın olan şeye sahip olabilsem inan seve seve verirdim." diyebilmek kimi zamanda. Ama nasıl? Makbul bir vericilik nasıl olacak?
"Beyhude bir ömür geçirdim." diyorsa ağlaması yakındır insanın. Ağlıyor. "Bundan sonra kendim için yaşayacağım." diyor gözyaşlarını silerken. Duraksıyorum. Bir yanım bir açıdan zaten kendi için yaşadığını sezinliyor. Vericiliğimizin, fedakârlık ve feragatimizin karşılığını alamadığımızı hissedip, melul-mahzun bekleşmeye başlamışsak, bazı şeylerle yüzleşmenin de zamanı gelmiştir artık: Vericiliğimiz almak için miydi yoksa?
Bir noktaya dikik bakışlarındaki ifadeyi yakalamak isterken "Vermenin sınırını bir bilsem." deyiveriyor. Bir bilse. Bir bilsek. Başkası için yaşadığımızı zannederken aslında kendimiz için yaşamış olabileceğimizi de bir bilsek.
Aşırı vericiysek iki sorunla iç içeyiz gibi gelir bana. Biri vericiliğin sınırını aşarak kendi hayatımızı tüketmemiz diğeri de başkası için tükettiğimizi düşündüğümüz hayatımızı aslında yine kendimiz için tüketmemiz.
Kocasında alzheimer hastalığı başladığından beri adeta elini eteğini çekmiş hayattan. Varsa yoksa kocası. Kötü mü? Hayır. Kötü olan kendini hepten göz ardı etmesi: "Gittiğim arkadaş sohbetlerini bile bıraktım, bir an bile eşimi yalnız bırakmak istemiyorum." Evde yardımcı bir hanım da var. Yine de evden bir adım atmak dahi istemiyor. Ev boğuyor onu öte yandan. İnsan ilişkilerini özlüyor. Dışarıda bir yürüyüşü özlüyor. Başını kapıdan uzatacak olsa suçluluk hissi kendinden önce adımını atıyor. "Her sabah dışarı çıkıp kısa da olsa bir yürüyüş yapmalısınız." önerimi kulak ardı edeceğini biliyorum.
Yine karşımda. Tabii ki yürüyüş yapmamış. Bir ödevi daha vardı. Uzak bir ilde dünyaya yeni gelen torununu görmek için uçak yolculuğu yapacağını söylediğinde hemen üzerine atlamıştım: "Uçak daha kalkmadan hosteslerin anonsları olur ya, bazı bilgiler verirler hani, onları dikkatle dinlemenizi istiyorum."
"Uçaktayken kabin basıncı düşerse otomatik olarak açılan oksijen maskesini yanınızda çocuğunuz varsa önce kime takarsınız?"
Yüzlerce uçak yolculuğu yapmış olanlar da dâhil olmak üzere çoğu kimse bu soruya yanlış cevap verir. Özellikle de anneler. O da hiç tereddütsüz "Çocuğuma" diyor. Hani dikkatle dinleyecekti anonsu. Bilgilendirme anonsunda maskeyi önce kendinize takın denir hâlbuki.
O da hayatta maskeyi hep başkalarına takmış önce. Takmış ve kendisi boğuluyor artık. Başkasına verecek bir şeyi kalmamış. Maskeyi önce kendimize takmak zahiren bencillik gibi dursa da verici olmanın sınırı konusunda bize bir ipucu verir. Başkaları için yaşarken kendimizi ihmal etmememiz gerektiğini anlatır bize.
Verici olmak... Nereye kadar? Bakara'nın 3. ayetini tefsir ederken vericiliğin (sadakanın) makbul bir vericilik olmasının beş şartından ilk şartının "sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek" olduğunu söylemez mi Nursi?
Kendilerine maske takmayanlar bencillik ederler!
m.ulusoy@zaman.com.tr
24
Verebilmek zordur. Verince azalır korkusuyla biriktirme hastalığına yakalanıp, dur durak bilmeden hayatımızı bir yığınak haline getirmek aslında bizi azaltır.
Öte yandan, biriktirme kadar vermenin de narsistik bir yönü vardır. İyilik yapıp denize atmak yerine "ne verip ne alacağım" denklemi, vermenin büyüsünü bozar. Vermek, almak içindir artık.
Bu denklem bir kez kurulunca alacağımıza dikkat kesiliriz. Beni takdir edecek mi? Karşılığını nasıl ve ne zaman alacağım? Vermek artık başkası için değil, narsistik yatırım için yalnızca bir sermayedir. Verebilecek şeylere "sahip olduğumuzun" kibri de alttan alta uğuldar. Gurur ve kibre düşmek için verebilmekten daha iyi bir fırsat var mıdır?
"Al gülüm ver gülüm"e bürünen vericilik, aylar yıllar geçer içimizde dikenlere dönüşür. Kıymetimizi kimse bilememiştir. Verdiklerimizin en ufak karşılığını alamamışızdır. Biz kendimizi başkalarına adarken, kimse bizim için kılını bile kıpırdatmamıştır. Kendimize acıyıp zavallı gibi algılarız. Verdiklerimiz boşa gitmiş gibidir. Vericiliğimizin pişmanlığı yakamıza yapışır. Peki, sorunumuz nedir?
Farkında olmadan, bize minnet edilmesini beklemişizdir. Yaptığımız iyilikleri ne denizlere atabilmiş, ne de ahirete yollayabilmişizdir. "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur." emrine muhalif davranmışızdır. Verdiklerimizin karşılığını O'ndan değil, verdiklerimizden alma beklentisine girmişizdir.
Şunu sorsak ne iyi ederiz: İnsan neyi vermektedir? Verdiğimizi düşündüğümüz her şey O'nundur, O'na aittir. Başkasına olan ilgimiz, kalbimizde uyanan şefkat ve merhamet, içimizde uyanan yardım isteği sahiden bize mi aittir? Sevdiğimize verdiğimiz papatya kimin sanatıdır, yapraklarında kimin güzelliğinin tecellisi tebessüm etmektedir?
Hangi anne-baba kalbinde şefkat olmasaydı çocuklarının başında uykusuz geceler geçirebilirdi? Bizi başkalarının yardımına koşturan her güzel duygu O'nun içimizde yarattığı bir fiil değil midir? İçimizde yaratılmış merhamet duygusu olmasa aç bir kediye sütü niye verelim ki? Acıkma hissi ile yiyeceklere yöneldiğimiz gibi, Yaratıcı'nın içimize koyduğu çeşit çeşit duygularla başkalarına yöneliriz. İçimize doluşan güzel duygular önümüze düşer, biz de onların peşi sıra gideriz. Yaptığımız yapacağımız budur. O'nun bize verdiklerini yine O'nun bize verdiği verme isteğiyle başkalarına veririz. O kadar!
Oysa verdikçe, şeytan, "Ben, benim, bana ait" sözcüklerini kullanıma sokmak ister. Şeytan fısıldar: "Seni ben büyüttüm, seni ben adam ettim, ben olmasaydım halin nice olurdu, benim sayemde..." Kimi zaman da biz kendimiz söyleriz: "Sen olmasaydın ne yapardım?" Yaratıcı bir kapıyı kapatır, başka kapıyı açar halbuki. Bu, vesileleri görmezden gelmek değildir. Vesile olanların da teşekkür ve kıymet verilme hakkı vardır elbet. Sorun verirken kendimizi alırken vereni ilahlaştırmamızdır.
Vermenin narsistik hazzına tutulmak bize vermenin sınırlarını da zorlatır: Sınırsızca vermek. Fütursuzca. Ancak Yaratıcı yine imdadımıza yetişir ve vermenin sınırını belirler: Makbul olan vermek "sadakaya muhtaç olmayacak derecede sadaka vermektir".
Hamile ve loğusa kadınların envaiçeşit yiyeceklerle beslenmesi nasıl ki çocuklarına karşı bencilce davranmak değilse; uçakta kabin basıncı düşünce otomatik olarak açılan oksijen maskesini önce yanımızdaki çocuğa değil de kendimize takmak da bencillik değildir. Maskeyi önce çocuğumuza takarak kendimizi ona feda edelim derken, kendimizi bize muhtaç çocuğumuzdan mahrum ederiz. Beslenmeyi maddi beslenmeden öteye taşırsak; ruhsal, duygusal beslenmemiz, kendimizi çok yönlü geliştirme uğraşılarımız başkalarına vericiliğimizin devamı için elzemdir. Verecek şeylerimiz varsa verebiliriz çünkü (Elbette başkaları için veya bir ideal uğruna hayatlarımızı feda edecek kadar verici olabileceğimiz durumlar vardır ve bunlar bahsimizden hariçtir).
Verirken aklımızın bir köşesinde dursa iyi olacak diğer bir ölçüyü daha çıkarır ayetten Nursi: "Öyle adama veresin ki, nafakasına sarf etsin. Yoksa sefahate sarf edenlere sadaka makbul olmaz."
Bize verilenlerden vermek, ihtiyacımız olan diğer bir ölçüdür. Babamdan sıkça duyduğum gibi, "El kesesinden kabadayılık yapmak kolaydır." Bize verilenlerden vermekse zor.
Verdiklerimizin karşılığını O'ndan daha adil, O'ndan daha cömert kim verebilir ki? O zaman niye acele edelim! Şunun şurasında topu topu kaç yıl yaşıyoruz şu dünyada? Az biraz beklesek O'nun için ve O'nun adına verdiklerimizin karşılığını öyle bir bulacağız ki, muhtemelen çok mahcup olacağız. Beklemeye değmez mi?
m.ulusoy@zaman.com.tr
31 Temmuz 2009, Cuma


 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056630 ziyaretçi (4527934 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol