Öte yandan, biriktirme kadar vermenin de narsistik bir yönü vardır. İyilik yapıp denize atmak yerine "ne verip ne alacağım" denklemi, vermenin büyüsünü bozar. Vermek, almak içindir artık.
Bu denklem bir kez kurulunca alacağımıza dikkat kesiliriz. Beni takdir edecek mi? Karşılığını nasıl ve ne zaman alacağım? Vermek artık başkası için değil, narsistik yatırım için yalnızca bir sermayedir. Verebilecek şeylere "sahip olduğumuzun" kibri de alttan alta uğuldar. Gurur ve kibre düşmek için verebilmekten daha iyi bir fırsat var mıdır?
"Al gülüm ver gülüm"e bürünen vericilik, aylar yıllar geçer içimizde dikenlere dönüşür. Kıymetimizi kimse bilememiştir. Verdiklerimizin en ufak karşılığını alamamışızdır. Biz kendimizi başkalarına adarken, kimse bizim için kılını bile kıpırdatmamıştır. Kendimize acıyıp zavallı gibi algılarız. Verdiklerimiz boşa gitmiş gibidir. Vericiliğimizin pişmanlığı yakamıza yapışır. Peki, sorunumuz nedir?
Farkında olmadan, bize minnet edilmesini beklemişizdir. Yaptığımız iyilikleri ne denizlere atabilmiş, ne de ahirete yollayabilmişizdir. "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur." emrine muhalif davranmışızdır. Verdiklerimizin karşılığını O'ndan değil, verdiklerimizden alma beklentisine girmişizdir.
Şunu sorsak ne iyi ederiz: İnsan neyi vermektedir? Verdiğimizi düşündüğümüz her şey O'nundur, O'na aittir. Başkasına olan ilgimiz, kalbimizde uyanan şefkat ve merhamet, içimizde uyanan yardım isteği sahiden bize mi aittir? Sevdiğimize verdiğimiz papatya kimin sanatıdır, yapraklarında kimin güzelliğinin tecellisi tebessüm etmektedir?
Hangi anne-baba kalbinde şefkat olmasaydı çocuklarının başında uykusuz geceler geçirebilirdi? Bizi başkalarının yardımına koşturan her güzel duygu O'nun içimizde yarattığı bir fiil değil midir? İçimizde yaratılmış merhamet duygusu olmasa aç bir kediye sütü niye verelim ki? Acıkma hissi ile yiyeceklere yöneldiğimiz gibi, Yaratıcı'nın içimize koyduğu çeşit çeşit duygularla başkalarına yöneliriz. İçimize doluşan güzel duygular önümüze düşer, biz de onların peşi sıra gideriz. Yaptığımız yapacağımız budur. O'nun bize verdiklerini yine O'nun bize verdiği verme isteğiyle başkalarına veririz. O kadar!
Oysa verdikçe, şeytan, "Ben, benim, bana ait" sözcüklerini kullanıma sokmak ister. Şeytan fısıldar: "Seni ben büyüttüm, seni ben adam ettim, ben olmasaydım halin nice olurdu, benim sayemde..." Kimi zaman da biz kendimiz söyleriz: "Sen olmasaydın ne yapardım?" Yaratıcı bir kapıyı kapatır, başka kapıyı açar halbuki. Bu, vesileleri görmezden gelmek değildir. Vesile olanların da teşekkür ve kıymet verilme hakkı vardır elbet. Sorun verirken kendimizi alırken vereni ilahlaştırmamızdır.
Vermenin narsistik hazzına tutulmak bize vermenin sınırlarını da zorlatır: Sınırsızca vermek. Fütursuzca. Ancak Yaratıcı yine imdadımıza yetişir ve vermenin sınırını belirler: Makbul olan vermek "sadakaya muhtaç olmayacak derecede sadaka vermektir".
Hamile ve loğusa kadınların envaiçeşit yiyeceklerle beslenmesi nasıl ki çocuklarına karşı bencilce davranmak değilse; uçakta kabin basıncı düşünce otomatik olarak açılan oksijen maskesini önce yanımızdaki çocuğa değil de kendimize takmak da bencillik değildir. Maskeyi önce çocuğumuza takarak kendimizi ona feda edelim derken, kendimizi bize muhtaç çocuğumuzdan mahrum ederiz. Beslenmeyi maddi beslenmeden öteye taşırsak; ruhsal, duygusal beslenmemiz, kendimizi çok yönlü geliştirme uğraşılarımız başkalarına vericiliğimizin devamı için elzemdir. Verecek şeylerimiz varsa verebiliriz çünkü (Elbette başkaları için veya bir ideal uğruna hayatlarımızı feda edecek kadar verici olabileceğimiz durumlar vardır ve bunlar bahsimizden hariçtir).
Verirken aklımızın bir köşesinde dursa iyi olacak diğer bir ölçüyü daha çıkarır ayetten Nursi: "Öyle adama veresin ki, nafakasına sarf etsin. Yoksa sefahate sarf edenlere sadaka makbul olmaz."
Bize verilenlerden vermek, ihtiyacımız olan diğer bir ölçüdür. Babamdan sıkça duyduğum gibi, "El kesesinden kabadayılık yapmak kolaydır." Bize verilenlerden vermekse zor.
Verdiklerimizin karşılığını O'ndan daha adil, O'ndan daha cömert kim verebilir ki? O zaman niye acele edelim! Şunun şurasında topu topu kaç yıl yaşıyoruz şu dünyada? Az biraz beklesek O'nun için ve O'nun adına verdiklerimizin karşılığını öyle bir bulacağız ki, muhtemelen çok mahcup olacağız. Beklemeye değmez mi?
m.ulusoy@zaman.com.tr
|