Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'un, İsrail Dışişleri Bakanlığı'nda alçak bir koltuğa oturtulması ile başlayan diplomatik kriz, İsrail'in özür dilemesiyle çözüldü.
Ne var ki 'nezaketsiz' tavır pek çok kişiyi derinden yaraladı. Onlardan biri 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa'daki 20 bin Yahudi'ye Türk vatandaşlık il muhaberi vererek soykırımdan kurtaran büyükelçi Behiç Erkin'in torunu Emir Kıvırcık, bir diğeri Behiç'in kurtardığı Yahudilerden Robert Lazare Rousso...
Soykırımdan Türk büyükelçi kurtarmış
Takvimler 1939'u gösteriyor... 2. Dünya Savaşı'nın başladığı yıllar. Almanya, Fransa'yı işgal etmiş, Yahudilerin mallarımülkleri satılmış, toplama kampına gönderilen Yahudiler ölüme terk edilmiştir. Böyle bir dönemde devreye bir Türk diplomat girer. Yanında ay yıldızlı kimlik bulunduranlara dokunulmaması talimatı verir ve Yahudilere Türkçe 6 kelime ezberlemelerini, Almanlar kendilerini yakaladığında 'Ben Türk'üm, benim akrabalarım Türkiye'de yaşıyor.' demelerini tembihler. Türk diplomat korumayı taahhüt ettiği 10 bin 387'si Türkiye kökenli 20 bin Yahudi'ye vatandaşlık ilmuhaberi vererek Türkiye'ye getirir.
O diplomat Behiç Erkin'den başkası değildir. Dedesiyle ilgili hikâyeler dinleyerek büyüyen Emir Kıvırcık, 2 yıl önce dedesinin 61 yıl boyunca 960 deftere yazdığı günceleri 'Büyükelçi' ismi ile kitaplaştırmış. İsrail'in son tutumunu sorduğumuz Kıvırcık, davranışı gülünç bulduğunu, yapılanı 'nezaketsizlik' olduğunu söylüyor. Çelikkol'un alçak koltuğun yer aldığı odaya girmesini yanlış bulan Kıvırcık, "Dedem olsaydı, o sandalyeye oturmaz, mekânı terk ederdi." diyor. Sözlerini dedesinden bir hatıra ile de pekiştiriyor: Fransa dışişleri bakanı bir görüşme için dedemi makamına davet etmiş, ancak girişte kendisinden özel bir izin istenmiş. Dedem de şu notu bırakarak ayrılmış. "Davet ettiğiniz yere ben nezaketen geldim, ancak içeri alınmadım. Bakan benimle görüşmek istiyorsa makamıma gelsin."
Yahudi başbakan, dedeme oğlu için yalvarmış
Kıvırcık, dedesinin Nazi kampından kurtardığı Yahudilerin hikâyelerini anlatıyor kitabında. Onlardan biri Fransa'nın ilk Yahudi Başkanı Leon Blum'un oğlu. Kıvırcık'tan dinliyoruz: "Fransız başbakanın gelini dedeme gelip eşinin ve birkaç arkadaşının Represaille Kampı'nda olduğunu anlatmış. 'Kayınpederim yardımınızı rica ediyor.' der. Bunun üzerine dedem, Blum'un gelinine, kayınpederinin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye mektup yazmasını ve kendisinin ileteceğini söyler. Dediklerini yapar ve Blum'un oğlu ve arkadaşları Nazi kampından kurtulur." Kıvırcık, Başbakan Blum'un dedesine bir teşekkür mektubu yazdığını anlatıyor. Mektupta şu ifadeler yer alıyor: "Bana hayatımla ilgili bu güzel haberi verdiğiniz için en içten duygularımla teşekkür ederim, sadece oğluma değil onun arkadaşlarına da iyilik etmiş oldunuz."
Peres'ten teşekkür
2 yıl önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün davetlisi olarak Türkiye'ye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in katıldığı Çankaya Köşkü'ndeki yemeğe davet edilen Kıvırcık, kitabını tanıtma fırsatı da bulmuş. Yemekte tanıştığı Peres'e kitabını hediye etmiş ve kendisinden bir teşekkür mektubu almış. Tanışmaları sırasında Peres'e artık barış içinde yaşamak istediğini söyleyen Kıvırcık'ın aldığı mektupta şu ifadeler yer alıyor: "Müslüman ve Yahudi milletleri yeniden barış içinde yaşamalı ve bizden sonraki nesillere daha iyi bir gelecek inşa etmek için çalışmalı. Umarım iyi dileklerinizi herkes duyar."
***
Türkiye bu tür davranışları hak etmiyor
Türk büyükelçi Erkin'in Nazi kampından kurtardığı bir başka isim de halen Türkiye'de yaşayan 89 yaşındaki Robert Lazare Rousso. Teşvikiye'deki evinde ziyaret ettiğimiz Rousso, bize kampta geçirdiği günleri ve kurtuluş hikâyesini anlattı: Nazi kampından Türk kimliği sayesinde kurtulan Rousso'ya İsrail'in Türk büyükelçi Çelikkol'a yaptığı davranışı sorduğumuzda, "Türkiye Osmanlı'dan gelen köklü bir ülke, küçük düşürülmeyi hak etmiyor." diyor. İşte Rousso'nun hikâyesi...
Alman işgali altındaki Fransa'da 20'li yaşlarında bir delikanlı idi Robert Lazare Rousso. Soğuk aralık günlerinden birinde arkadaşları ile metrodan çıktığı sırada önünü kesen Alman askerleri tarafından durduruldu. Kimliğinde Yahudi anlamına gelen Juif'i gören askerlerin süngüleri altında bir otobüse bindirildiğinde nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Ta ki kimi bavullarıyla gelmiş bine yakın Yahudi erkekle trenlere bindirilene kadar. Getirildikleri yer Compeigne isimli Nazi kampı idi. Tellerle çevrili kampta önce ismi değiştirildi, yeni adı 3233'tü. Birkaç eşya zimmetlendi üstüne. Bir çorba tası, kaşık ve bir de battaniye. 25 kişilik koğuşlara konuldular, yatak yoktu. Samanların atıldığı taşların üstünde uyuyorlar, yemek olarak verilen bir dilim ekmekle karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Saatlerce soğukta beklemek de cabası... Birçoğu hasta ve yaşlı insanlar dayanamayıp ölüyordu. Rousso'yu hayatta tutan tek şey gençliği idi ama epey kilo kaybetmişti. 2 ay geçirdiği kampta bir gün Alman askerinin 'Eşyalarını alıp beni takip et!' sözü ile irkildi. Kurşuna dizilme zamanı geldi diye düşünüyordu, askeri takip ederken özgürlüğüne kavuşacağını bilmiyordu. Alman asker, "Şükret ki Türk'sün, artık serbestsin." dedi. Rousso 6 Şubat 1942 günü Paris'teki Türk Büyükelçiliği ve Konsolosluğu'nun girişimi ile serbest bırakılmıştı.
'Türk olmasaydım, kampta ki arkadaşlarım gibi ben de ölürdüm'
O günleri anlatırken gözleri dolan Rousso, Türk olduğu için kurtulduğunu söylüyor ve tüm arkadaşlarının Nazi kamplarında öldüğünü dile getiriyor. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra büyükelçiliğin verdiği vatandaşlık ilmühaberi ile Türkiye'ye gelen Rousso, askerliğini burada yapmış. Babasının işlerini düzene koymak için gittiği Fransa'dan 1954 yılında Türkiye'ye dönen Rousso, İsrail'in yaptığı son davranışı nezaketsizlik olarak yorumluyor ve çok üzüldüğünü söylüyor. İsrail dahil tüm ülkelerin tarihi iyi bilmemelerinden şikâyet eden Rousso, Türkiye'nin Osmanlı'dan gelme tarihî bir kökü olduğunu, azınlıkların diğer ülkelere nazaran Türkiye'de daha iyi yaşadıklarını söylüyor. Türk kimliği taşımaktan hep mutluluk duyduğunu dile getiren Rousso, Türkiye'nin hiçbir platformda küçük düşürülmeyi hak etmediği görüşünde. ZAMAN
|
DİLEK HAYIRLI 17 Ocak 2010, Pazar