Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  UBASUTE Japon Geleneği
 



- Prof. Dr. A. Nuri Yurdusev] Ubasute - Evlatlarına kurban olan analar  
"Ubasute" antik dönemde Japonya'nın kuzeyinde var olduğu söylenen bir gelenek. Kelime Japoncada "yaşlı kadını terk etmek" anlamına geliyor. Bu geleneğe göre; artık yatalak olan veya iyileşemeyecek derecede hasta olan anne-babalar evlatları tarafından uzak bir dağ başına veya ıssız bir yere terk ediliyor.
 

Yaşlı ana-baba birkaç gün içinde soğuktan, açlıktan veya vahşi hayvanların saldırısından ölüyor. Böylece çocuklarına yük olmaktan kurtuluyorlar. Kodansha Japon Ansiklopedisi'ne göre 'ubasute'nin yaygın bir gelenek olduğu ve gerçekten tatbik edildiği kuşkulu. Geçtiğimiz yaz Japonya ziyaretimde ortak araştırmacı olarak birlikte çalıştığımız Profesör Takeshi Tsunoda, kadim Japonya'nın bazı kuzey bölgelerinde ubasutenin tatbik edildiğini söyledi. Gerçek ya da efsane olsun bu gelenek Japon folkloründe ve edebiyatında yer etmiş durumda. Bir Budist destanında, oğlunun sırtında dağa götürülen yaşlı anne, kollarını açarak küçük dalları koparır ve onları arkasına serpiştirir. Oğlunun geri dönüş yolunu bunları izleyerek bulması için. Ubasute, Shichiro Fukuzawa'nın "Tohokulular" diye çevirebileceğimiz romanının konusunu oluşturur. Roman iki kere, 1958 ve 1983'te, "Narayama Türküsü" adıyla sinemaya uyarlandı. Shoei Imamura'nın çektiği 1983 tarihli film Altın Palmiye ödülü aldı. Ben de filmi vizyona girdiği 1980'li yıllarda izlemiştim. Film ve filmin dayandığı gelenek insanın içini acıtıyor. Lakin bu gelenekte her şeyin rıza ile yapıldığını görüyoruz. Yani dağda ölüme terk edilen ana da onu götüren oğlu da bunu kabullenmiştir. Bir anlamda, evlatlarının dirlik ve düzeni için analar kendilerini kurban etmektedirler.

İlk bakışta zannedersem hepimiz ubasute geleneğini hunharca ve insanlık dışı olarak niteleyeceğizdir. Lakin günümüz modern insanının ubasuteyi değişik şekillerde uyguladığını söyleyebiliriz. Ötanazi bunun yasal hale dönüşmüş şekli. Bundan daha acıklısını ise, ister evlerinde isterse huzurevlerinde olsun, kendi hallerine terk edilen yaşlı ana-babaların durumu ortaya koyuyor. 1990'lı yılların başında İngiltere'de doktora yaparken, hem İngiliz toplumunu tanımak hem de beğendiğim İngiliz romancı Thomas Hardy'nin izini sürmek için, Noel tatilinde Dorset'te bir aileye konuk olmuştum. Noel, yaşlı ana-baba için biricik kızları ve oğulları ile buluşma anlamını taşıyordu. Lakin gelmedikleri gibi telefon bile etmemişlerdi. Sadece kuru bir Noel kartı gelmişti. Onların ne kadar üzüldüklerine buruklukla tanık olmuştum. Hâlâ 'İyi ki sen geldin!' sözleri kulaklarımda. Yine aynı yıllarda, ikindi vakitlerinde şehrin yeşil sokaklarında dolaşırken, güzel bahçeli huzurevlerinin perdesi açık pencerelerinden dışarı bakan yaşlı insanları hatırlıyorum. Loş ışıklı odalardan ifadesiz yüzlerinin feri kaçmış gözleriyle pencereden dışarıya fırlattıkları boş bakışlar tahayyülümden gitmiyor. O insanların çoğu için hayatın anlamı senede bir kere evlatlarının Noel dolayısıyla kendilerini ziyaret etmesini beklemekti. Ancak o zaman şefkat ve his dolu bakışlar görürdüm. Ama o zamanlarda bile ifadesiz yüzlerle boş bakışlarını camın dışına taşıranlar olurdu. Belli ki onları kimse ziyaret etmemişti. Belki de etmeyecekti ve bu ölüme kadar sürecekti. Yani aslında onlar huzurevlerinde ölmeye terk edilmişti. Tıpkı Japon ubasute geleneğinde olduğu gibi. Yalnız iki fark vardı. Birincisi ıssız ve soğuk bir dağ başında değillerdi, çok daha konforlu bir ortamdaydılar. İkincisi ise birkaç gün içinde ölmeyeceklerdi. Lakin aynı kadim dönem Japon yaşlıları gibi bu modern dönem İngiliz yaşlıları da ölümü bekliyorlardı. Yalnız, şefkatsiz bir bekleyiş. Üstelik ölüm bekleyişi modern dönem İngiliz yaşlıları için eski Japonlar gibi birkaç günlük değil, yıllara uzanan bir bekleyişti.
Huzurevlerinde ya da kendi evlerinde yalnız ve şefkatsiz bekleyişlerle hayatının sonuna varan yaşlılar şüphesiz sadece İngiltere'de değil, bugün bütün modern toplumlarda rastlayabileceğimiz bir vakıa. Günümüz modern dünyasının yaşlılar için kadim Japonya'dan daha az hunhar ve daha fazla insani olduğunu söylemek sanırım zor. Doğrudur, modern dünya geliştirdiği hayat sigortası sistemleriyle artık yaşlıların birkaç gün içinde ölmelerine müsaade etmiyor. Fakat, modern dünyanın sigorta sistemine herkes sahip olamadığı gibi, buna sahip olma gücü olanlar da şefkate sahip olamıyorlar. Şefkat pazardan alınabilen bir meta değil. Aslında geleneksel toplum belki de modern topluma göre yaşlılar ve çocuklar için daha fazla garanti içeren, hem de daha insani olan, mekanizmalara sahipti. Modern sosyoloji bize sadece anne-baba ve çocuktan ibaret olan "çekirdek" ailenin erdeminden bahsetti uzun zaman. Halbuki ninelerin, anneannelerin ve babaannelerin, dedelerin, amca ve halaların beraber ya da yakında olduğu geleneksel "geniş" aile, hem çocuklar hem de yaşlı ana-babalar için daha makbul değil miydi diye sormak geliyor içimden. Bir yandan aileye gücü yettiği kadar katkıda bulunan, diğer yandan çocuklara ana-baba şefkatinin yanında büyükanne-büyükbaba şefkatini de tattıran yaşlılar, artık tamamen mecalsiz kaldıklarında evlatlarının ve torunlarının yanında veya yakınında hem garantili hem de şefkatli bir yaşama sahip oluyorlardı. Ölüm de huzurla karşılanıyordu. Acaba modern toplum "geniş" ailenin yerine daha güvenli ve insani bir sigorta sistemi sunmakta mıdır?

Biliyorum. Artık geri getirilemeyecek bir vakıadan bahsediyorum. Günümüzde toplumun hemen hemen her kesiminde, muhafazakârından anarşistine, dindarından sekürlerleşmişlere kadar, bireyselleşme almış başını gitmiş durumda. Bunda belli bir ölçüde haklılık payı da mevcut diyebiliriz. Herkesin bir şahsi mahremiyet alanı olması da insani bir gereklilik. Benim naçizane bir önerim var. Devam ettirebilenler "geniş" aile olgusunu modernist doktrinasyonlara aldırmadan devam ettirsinler. Ettiremeyenler ve maddi imkânı olanlar yaşlı ana-babasını yanında değilse yakınında, günlük olarak görebilecek şekilde yakınında, bulundursunlar. Evlatlar ve ebeveynler bir yandan kendi evlerinde şahsi mahremiyetlerini yaşasınlar, diğer yandan da karşılıklı şefkatlerini paylaşsınlar. Her halükarda, İbrahim'e indirilen kuzular varken, ne analar evlatlarına ne de çocuklar anne-babasına kurban olsunlar. ZAMAN















 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056967 ziyaretçi (4529748 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol