Kitabı okuyup bitirdiğimde uzun bir yol özlemi içinde buldum kendimi. Şair demiyor muydu "Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar". Evet tam da öyle olmuştu. Buket Uzuner'in Yolda'sı içimdeki gezgini ortaya çıkarmıştı. Hayatının büyük bir bölümünü yollarda geçiren bir yazarın yol hikâyelerini okumak, aynı zamanda insanın yolcu olduğunu hatırlamasaydı: Âşık Veysel'ce ifadesiyle "Uzun ince bir yoldayım/gidiyorum gündüz gece"...
Yolda, Buket Uzuner'in dördüncü gezi kitabı. Diğerlerinden farklı olarak bu bir öyküler toplamı. Kitap, Marakeş'ten Helsinki'ye, Honolulu'dan Madrid'e, Berlin'den Hiroşima ve Montreal'e tamamı yollarda geçen ve sıradan insanların sıra dışı yol hikâyelerinden oluşuyor. Yolda'da yedi şehir ve yedi hikâye var. Her hikâyenin sonunda da o ülke mutfağından seçilmiş bir yemek tarifi verilmiş.
20'li yaşlarında trenle Avrupa'yı gezen gözü kara genç bir kız iken de bugün de en sık karşılaştığı sorulardan birisinin "Neden hep yoldasınız?" olduğunu söylüyor Uzuner. Bu soruya cevap olsun diye Yolda'nın girişine İbn-el Arabi'den bir alıntı koymuş. O alıntı şöyle: "Varlığın kökeni harekettir. Hareketsizlik varlığın içinde yer almaz, çünkü varlık hareketsiz olamaz, olursa kaynağına yani hiçliğe döner. İşte bu yüzden dünyada ve ahirette yolculuk hiç bitmez."
Hayat "uzun ince bir yolculuk" Uzuner'e göre: "Yollarda birilerine rastlıyoruz arkadaş oluyoruz, aşklar yaşıyoruz, ayrılıklar, anne baba oluyoruz. Hep devam ediyoruz, geri dönmüyoruz." Yolda olmak Uzuner'in en rahat ettiği ruh hali, "Yola çıkmazsam bir şeyler ters gidiyormuş gibi hissediyorum." diyor yazar. Haksızlığa, ikiyüzlülüğe, eşitsizliğe isyan eden uyumsuz ve dik başlı ruhunu yazarak ve seyahat ederek yatıştırabildiğini söylüyor.
"Yolda olmak bir kaçış mı?", sorumuzu ise Uzuner, "Ben gidiyorum, terk etmiyorum ki!" diye cevaplıyor. "Kaçış olamaz, çünkü seyahat bir süredir ve sonunda ayaklarınız yere basmak zorundadır." Fakat yolculuk sadece dışarıda olup biten bir şey değildir. Uçağın, otobüsün ya da trenin koltuğunda insan kendi içinde de yolculuklara çıkar. Gerçeklerle yüzleşir. "Belki o esnada insanın kendisiyle yüzleşmesi ve kaçacak yerinin kalmamasındandır."
Yolda olmak bir şeylerden vazgeçmeyi de zorunlu kılıyor. Buket Uzuner, gezgin olmanın bir bedeli olduğunu ve bu bedeli ödediğini söylüyor: "Özellikle kadınsanız, yalnızlığa itiliyorsunuz. Kafası çalışan kadın istenmez, hele çok gezen bir kadın hiç istenmez. Bunu yaptığınız zaman ilk olarak aileniz, akrabalarınız, kocanız hatta bir süre sonra oğlunuz bile sizi yalnız bırakıyor. Yani bir kadın ve gezgin bir edebiyatçıysanız bunun bedelini ödüyorsunuz."
Buket Uzuner, yola çıkmanın bir tercih olduğunu da belirtiyor. 32 yaşına kadar anne olmamasını bu tercihine bağlıyor. Kariyer yapamamasını da. "İki üç master yaptım ama bir doktora bile etmiyor." diyor. Tabii aile de önemli: "Mesela benim bakmak zorunda olduğum anne ve babam olsaydı gidemezdim onları bırakıp. Ama annem ve babam kendi hayatlarını yaşayan, gelirleri olan evlatlarının eline bakmayan insanlar... Bu bir şans tabii."
Yola çıkmak için öyle büyük paralar gerekmediğni söylüyor yazar. "Cebinizde az bir para, bir de pasaport yeterli." İlk uzun yolculuğuna 21 yaşında çıkmış. Çıkış o çıkış. Üniversiteden aldığı burslarla Avrupa'yı dolaşmış. Şimdilerde ise daha çok davetli olarak gidiyor.
Kitaptaki öyküler son 12 yılda yollarda tuttuğu notların gözden geçirilmesiyle kitaplaşmış. Her öykünün gerçek bir hikâyesi var. Buket Uzuner, "Uzun yolculuklarda tesadüfen yanımıza oturan bir yabancıya onu bir daha hiç göremeyeceğimizi bilmenin verdiği rahatlıkla bazen en büyük sırrımızı açar, anlatır rahatlarız. Bu öyküler bana anlatılan hikâyelerden hareketle yazıldı. Mesela o Honolululu doktorun bana söylediği beş satırlık bir hikâye: Rüyasında eski bir arkadaşını görüyor, adam "Beni ara" diyor, aradığında doktora "Ben bugün intihar edeceğim" diyor. Bu kadar. "Zaten bir yazarın avuçlarını kaşındıran da budur." diyor.
Nobel Türk yazarlara yaradı
Buket Uzuner, 80'li yıllarda seyyah bir Türk kadınına gösterilen tepkiyle bugün arasında dağlar kadar fark olduğunu anlatıyor. Orhan Pamuk'un Nobel alması da Türklere ve Türkçeye önyargının kırılmasında etkili olmuş: "Nobelden sonra Türk edebiyatçılarının önüne neredeyse kırmızı halı seriliyor diyebilirim. O kadar etkiledi. Fransızca mı Arapça mı Farsça mı yazıyorsunuz diye sorular karşılaşıyordum. Artık bu bitti. Şimdi bunları anlatmamıza gerek yok."
Her öykünün sonunda hikayenin geçtiği ülkeye ait bir yemek tarifi de yer alıyor. Uzuner, tariflerin çoğunu denediğini söylüyor. Tarifleri yazarken çok zorlandığını belirtiyor: "Çok zormuş yemek tarif yazmak. Çünkü bir sorumluluk istiyor. Ölçülerin bazılarını yabancı kaynaklardan derledim. Ölçülerin Türk ölçeğine uygun olması önemliydi. " m.tokay@zaman.com.tr
|