Bu kuyunun “ana fikirleri”nden biri, iki gözüm, onun bunun, senin benim iki yüzüm!
Mangalda kül bırakılmayan vatan sathında, küller milyonlar üstüne savrulur.
Nice yangına bir kelime olsun su atılmaz; kül olur.
Nice cesurum, yiğidim, sertlikte birincidir de mertlikte şaşı bakar.
Bazen baktığını görmez, bazen gördüğüne ses etmez.
Kimi karşı dağa kılıç sağlar, ama başka dağlara dayamıştır sırtını; sırtının gıkı çıkmaz.
Önce kendinle, iki yüzünle yüzleşmezsen, hiç bir şokla tam yüzleşemezsin. Kendinle içten helalleşme beceremeden, kimseyle yürekten helalleşemeyeceğin gibi
***
Medya yana yakıla, “Korkmaaa sönmeeez” diye yırtınıp bağırdı:
“Mehmet Akif’in kemikleri sızlayacak”.
Bir Alman şirketi “İstiklal Marşı”nın telif hakları peşine düşmüş.
Devlet de, onca yıl sonra “marşı kamulaştırma” kararı almış.
“Kemikleri sızlayacak”mış Akif”in! Çünkü “yadigâr”ına göz koymuşlar!
Bu akşam (TV8’de) “Yaşamdan Dakikalar”da Nebil Özgentürk size birkaç hikâye anlatacak. Daha önce “Türkiye’nin Hatıra Defteri”ne yazılmış; ama şimdi yüzleşmenin tam zamanı.
“Akif’in diğer yadigârları”nın hikâyesi (Akif’in kendi hikâyesi zaten ayrı konu!). Onlar ne dize, ne marş, ne efsane. Sıradan insan.
***
Akif dizelerini devlete parasız verir. Kitabı “Safahat”a dahi almaz, kimse hak iddia etmesin diye.
Yıllar geçer. Okulda, kışlada marş söylenirken, 1962’de perişan bir adam bir gazeteciyi ziyaret eder.
***Akif’in oğlu Emin Ersoy’dur.
Gazeteci biraz yardım yapar.
Birkaç ay sonra küçük bir haber:
***Bir çöp bidonu yanında bir ceset.
***Kimsesiz, sahipsiz, hatta isimsiz.
***Akif’in oğludur ceset!
Mehmet Akif’in Oğlunu Sokağa Atıp, Anma Toplantısı Yapmışlar
Bu seneki Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Vefâ Ödülü, Mehmed Âkif Ersoy’a verilecek. Bu ödül, bâzı çevrelerce, İstiklâl Marşı şâirine yapılan vefâsızlıkların telâfisi olarak değerlendirildi.
Cumhuriyetin ilânından sonra Mehmed Akif’e yapılanlar, unutulacak gibi değil. İktidarın baskıları yüzünden aziz vatanı terk etti. Kendi ifâdesiyle, “virânelerin yasçısı baykuşlara” döndü. Vatan hasretine dayanamayacak hâle gelip döndüğünde ise çok hastaydı. Devletten ilgi görmedi. Her şeye rağmen cenâze töreni, tam bir nümâyiş hâline geldi. Millet, şâirine sâhip çıktı.
Bugüne kadar hep bunları konuşup durduk. Fakat acı bir gerçekten, yakında haberimiz oldu. Daha doğrusu, benim haberim oldu. Barış Terkoğlu yazmasa belki gene olmayacaktı. Evet, Kemalistler Âkif’i silmeye çalışmış, cenâzesine bile katılmamışlardı ama İslâmcılar, oğlunu ölüme terk etmişlerdi. Vefâsızlık, sevmeyenlerin değil, sevenlerin unutması, ihmâl etmesidir. Fakat bu, vefâsızlık ötesi bir durum. Ancak nefretle açıklanabilir.
Mesele şöyle: 1965’de Râsim Cinisli MTTB başkanı olunca millî şâirimizin alkol bağımlısı oğlu Emin Ersoy’u sokaktan kurtarıp MTTB’nin bir odasını tahsis etmiş. Cinisli’nin yerine geçen İsmâil Kahraman yönetimi ise sokağa atmış. Kısa bir süre sonra bir zemherî (Ocak 1967) günü Emin Ersoy’un donmuş cesedi sokakta bulunmuş.
Râsim Cinisli, 18 Mart 1965-28 Kasım 1966 arasında görev yapmış. Askere gideceği için ayrılmış.
İlginç olan şu: 27 Aralık 1966’da MTTB’de ilk defa “Mehmed Âkif’i Anma Toplantısı” yapılmış. Büyük alâka gören toplantıda Ali N. Tarlan, Abdülkadir Karahan, Sâmiha Ayverdi konuşmuş. Bundan sonra bu anma toplantısı, gelenek olmuş.
Düşünsenize, 27 Aralık 1966’da Çanakkale’nin ve İstiklâl Harbi’nin şâiri anılırken oğlu, aç bî-ilaç sokaklarda üşüyor. Çünkü toplantının yapıldığı kocaman binâda bir oda çok görülmüş.
“Adamlar, alkolik birine bakmak zorunda değiller.” diye düşünebilirsiniz. Nitekim böyle yorumlar var. Tamam da oğulu sokağa atarken babasına vefâ göstermek neyin nesidir? Nasıl bir ikiyüzlülüktür?
Ayrıca Emin Ersoy’un, alkolik olduğu için reddedildiğine pek inanamıyorum. Aynı yıllarda Necip Fâzıl’ın da birçok kötü alışkanlığı vardı. Onun zaaflarının üstünü örten zengin Müslümanlar, Emin Ersoy’a da sâhip çıkabilirlerdi. Hem de karın tokluğuna.
Aklıma, şöyle bir şey gelmiyor değil. Acaba Emin Ersoy’un sokağa atılmasında Büyük Doğu neslinin Mehmed Âkif karşıtlığının tesiri var mıdır? Şimdiye, yâni Büyük Doğu ekolünün Mehmed Âkif sevgisine bakarak hüküm vermeyin. Necip Fâzıl’ın Mehmed Âkif’i sevmediğini, şâirliğine laf ettiğini, bilenler bilir. Onun izinden gidenlerin Âkif’i sevmemesi de gâyet normal değil mi? Hele de kraldan fazla kralcı olanların.
Yanlış anlaşılmasın, bu insanlık dışı hâdisede Necip Fâzıl’ın dahli olduğunu, asla düşünmem. Hattâ duysaydı Emin Ersoy’u sokağa atanları bir güzel haşlayacağından eminim. Fakat kraldan fazla kralcılar, “Üstâd, Âkif’in oğluna baktığımızı duymasın” titizliği göstermişlerse şaşırmam. Fanatizm, tam da böyle bir şey!
Emin olduğum bir şey daha var. Necip Fâzıl hayatta olsaydı Vefâ Ödülü’nü verenleri de bir güzel haşlardı. Zâten vermeye de cesâret edemezlerdi.
O günlerde MTTB’de İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’la ilgili bir anı programı düzenlenmişti. Necip Fazıl Kısakürek de o gün bir konuşma yapacaktı. Üstad, genellikle bu tür toplantı ve konferanslarda yapacağı konuşmaları benim yazıhanemde hazırlardı.
Ben, Üstad'ın Mehmet Akif hakkındaki düşüncelerini çok iyi bildiğim için hemen heyecanlanmıştım.
“Mutlaka yine Mehmet Akif’in şairliğini tenkit edecek.” diye telaşlandım.
Beklediğim gibi Üstad, yapacağı konuşmayı hazırladı ve bana da okudu. Hiç şaşırmamıştım, Mehmet Akif’i yine eleştiriyordu.
Zaten Üstad, şair ve ediplerimizden kimseyi tam olarak beğenmezdi. Hepsine bir kusur kulbu takardı. Mesela Tanzimat dönemi devlet adamlarından şöyle söz ederek sözlerine başlardı: “Sahte Kahramanlar üreten fabrikadan domuz sucukları gibi kangal kangal çıkarılmış kişilerdir onlar.”
Tanzimatçı Devlet adamlarını bu bakış açısıyla teker teker sayıp döktükten sonra sözü Namık Kemal, Şinasi ve Ziya Paşa’ya getirir. Onlar hakkında da küçümseyici sözler sarf ettikten sonra Ziya Gökalp ve Tevfik Fikret gibi edebiyatçılara yönelirdi.
Mehmet Akif hakkında ise; “Ne şiirde, ne fikirde büyük biri değildir.” diyerek sözlerine başlardı. O günkü program için hazırladığı ve bana okuduğu konuşma da böyle idi. Bu konuşmayı yapması, MTTB programını altüst edebilirdi. Çare olarak hemen MTTB’li gençlere haber göndermiştim.
“Üstad konuşmaya başlayınca siz de hemen İstiklâl Marşı, Çanakkale Marşı falan söylemeye başlayın. Aman bir tatsızlık olmadan tören tamamlansın.” demiştim.
Öyle de olmuştu.
Kim bilir, İsmail Kahraman falan, benim o günkü bu önlemlerimi uygulayan gençlere belki de kızmışlardı.”(TURKTIME - 2 Mayıs 2016)
1985’te bir SSK hastanesi
***Akif’in oğlu Tahir’in
son günlerine bakamaz bile.
***Küçük bir hastaneye sığınır bir yadigâr daha.
****Cenaze masrafını belediye karşılar.
2000’li yıllar bu kez
***Akif’in torunu Selma’nın
***kiralar, hacizler, polisler, avukatlar arasında sürüklenişine tanıklık eder.
***Çünkü Safahat’ın t
elifi de sona ermiş,
****kitabın yağması çoktan başlamıştır!
Her çocuk, her torun, her koyun kendi bacağından… İstiklal Marşı’nı onlar mı yazdı!
Diyeceğim ki; devletin hatta biz milletin atıp tutmaları, böbürlenmeleri, hak ve hayır bilirlikleri bu mudur…
Deyin ki, budur!
Tamam o zaman!
Akif’in kemikleri sızlayacakmış ha!
Devletleştirin kemikleri de. Talimat verin; sızlamasın!
Medyaya mektup
Bu sefer sadece “ulak” olayım. “Uşak” yerine konanların isyanını epey dile getirmiştim, az susayım; 15 yıl mecburi hizmete koşulanlar; subay, astsubay, sisteme sitemleri kendileri söylesin (Bu mektup medyada çok ünlü veya ünsüz onca gazeteciye gitti):
“Merhaba ülkemin cevval gazetecisi;
Bir süredir size yazıyoruz. Bu yazıyı da, gönderdiklerimizi okuduğunuzu kabul ederek yazıyoruz. Bir insanın bu devirde karşılaşabileceği en ciddi sorunlardan biriyle ilgiliydi:
Ülke ordusunda askerler, istemedikleri halde, kanun marifetiyle adeta birer kürek mahkûmu gibi zorla çalıştırılıyor.
Bir anlamda; bu ülkede hâlâ kölelik var. Bu kadar açık.
Ancak, bu kölelik düzeni devam ederken, siz cevval gazetecilerimiz; kafanızı, gözünüzü, kaleminizi:
Kalçalardan, top peşinde koşanlardan, iktidar yalakalığından, içi boş muhalefetten, bomboş muhabbetten; nerede ne yenirden, incir çekirdeği sorunlardan alamadığınız için buna değinmeyi umursamadınız.
Farkında olup da gündeme getirmekten korkanları bir derece anlıyoruz. Can
tatlı, kalem pahalı. Asıl sözümüz, meselenin buz gibi farkında olup da umursamayanlara.
Bugün elindeki suyla başkasının ateşini söndürmeyen, yarın kendi yanarken kimseden su beklemesin.”
ÖNEMLİ NOT: Fiilen dâhil bulunmadığım Facebook adındaki "sosyal paylaşım sitesi"nde, adım ve fotoğrafım kullanılarak bir takım yorumlar, yazışmalar, cevaplaşma ve atışmalar yapılıyor. Onu yapanlarla, yazanlarla ve fikirleriyle hiç ilgim olmadığı gibi, iyi niyetle benim adıma yapılanları dışarıda tutarak, gerekli hukuki işlemi de başlatıyorum. Bakalım “Facebook"taki ya da kendisine özel tercümesiyle "Book yüzlü" kimmiş! Bu arada, onları okuyan, ciddiye alıp yazan, soru soran, cevap veren herkesten özür dilerim. Aslında kabahatin birazı onlarda olsa da. Ben gazetede ve HT internet sitesinde yazarım, ismi ve adresi belli maillere cevap vermeye çalışırım. Onun dışında, yüzümün görünmediği, kimliğimden, benim dediğimden emin olunmadığı hiçbir "sözde sosyal ortam"da atışmam. Montajlanacak TV, radyo söyleşisi bile yapmamaya gayret ederim.
sayın talu,kaleminize sağlık.kanunları meclis yapar,değişen koşullara göre de kanunları yine meclis değiştirir.tsk kanunlarını da yeniden düzenlemek gerekir diye düşünüyorum.saygılarımla.
Misafir12 Aralık 2010 Pazar 18:05
zaman geçiyor ömrümüz bitiyor gençliğimiz zaten bitti bitiyor ....artik duy bizi ey meclis hakkimiz sizlere helal değildir zorla çalişiyoruz duy ey medya ey ülkemin korkak köşe yazarlari duy duyda derdimize bir çözüm yarat... duy ey oyumu haram ettiğim milletvekili duyki şu insanlarin sorunlarina bir çözüm bul...
Misafir10 Aralık 2010 Cuma 18:56
18,50 efendi,sen türkiyede insanların kaç yaşında reşit kabul edildiğini biliyormusun,18 yaşında aynı senin adın gibi,kuleli,harbiye,hazırlamave sınıf okullarına kaç yaşında girildiğini biliyormusun,12-13/17-18 yaşlarında,o yaştaki insanların nasıl ilerisi için doğru kararlar verdiğini anlayabiliyormusunuz,bir kere girince çkılmayacak diye allahın buyruğumu var,kanunları ve yasaları koyanlarda insan kaldıranlarda,eğer kaldırılmıyorsa kasıt var,diktatörlük var,insan haklarına gasp var anlamadıysan anlatayım mı daha,,,,,