“SU”;
Yaşamın başlangıcı ve kaynağı…
Yeryüzünde katı, sıvı ve gaz halde bulunabilen tek madde…
Suni olarak üretilemeyen…
Sırrı henüz çözülememiş…
“Su” nedir?
Peki; “Su gibi uzun ömürlü ol”, “Su gibi aziz ol”, “Sular gibi zihin açıklığı dilerim”, “Su gibi ezberledim”, “Yüreğime su serpildi", "Su Üstüne yazı yazmak" ne demek?
SU’yun US’u mu (aklı ve hafızası) var?
Osmanlıda “su” ve “musiki” sesiyle tedavinin, kaplıcaların ve “şifalı su”ların sırrı nedir?
Su kaynaklarımızın kirletildiği, susuzluğun artık kapımızda olduğu günümüzde, suyu biraz olsun bilebilmek, anlayabilmek için web sayfalarından derlediğimiz ilginç ve “faydalı” yazılar arasında bir yolculuk yapalım istedik…
Arif Künar
ALKALİ SU…
Su bir oksijen ve iki hidrojen atomundan oluşan, oda sıcaklığında sıvı halde bulunan, renksiz, kokusuz ve tatsız maddedir. Su tüm canlılar için hayatın kaynağıdır. İnsan vücudunun %60-70’i olduğu gibi bazı hayvan ve bitkilerin vücudunda % 90 kadar yüksek bir oranda bulunabilir. Bitkilerde fotosentez için gerekli bir maddedir. Su besin maddelerinin çözünmesi için gerekli olduğu kadar besin maddelerinin yakılmasını sağlayan reaksiyonlar için de gereklidir. Kanın büyük bir kısmı (%80) sudur. Kan, besinlerin ve atık maddelerin vücutta taşınmasını sağlar. Bitkiler kendileri için gerekli mineralleri su ile alırlar. İnsanlar vücutlarındaki proteinlerin yarısını, glikojenin (karbonhidrat) hepsini yitirseler hayatlarına devam edebilirler; fakat suyun % 10'unun kaybı büyük aksaklıklara, % 20'sinin kaybı ölüme yol açar. Su eşsiz fiziksel ve kimyasal özellikleriyle yeryüzündeki canlılığın en büyük destekçisidir.
Eğer insan vücudunun %60-70'i sudan oluşuyor ise, susuz yaşayamıyorsak, su hayattır diyorsak hayatımızın her anında kullanmış olduğumuz suya önem göstermemiz gerekir. Öyleyse şu andan itibaren hayatımıza gereken değeri verip araştırmaya başlayalım. Eğer içtiğimiz su iyiyse bizde iyi oluruz en azından %60-70'lik kısmımız iyi olur buna emin olabilirsiniz.
Suda bulunan aktif oksijenin vücutta oksidasyona sebep olması ile hücrelerin yapısını bozarak çok çeşitli hastalıklara yol açtığı bilinmektedir. Dünya sağlık örgütünün (WHO) bir deklarasyonunda “eğer hergün düzenli olarak iyileştirilmiş alkali su içersek kanser dahil tüm hastalıkların %80 oranında azalacağı tahmin edilmektedir” açıklamasını yapmıştır. Biocera su iyileştirme sistemlerini kullanıp alkali su içerek yüksek kan basıncı, pre-eklampik toksima, kalp hastalıkları, egzama, alerji, sindirim sistemi problemleri, diyabetikler, obezite, yüksek tansiyon, alzheimer, nöralji, diz kireçlenmesi, kronik yorgunluk, uykusuzluk, astım, hemoroid, bağırsak düzensizlikleri, gastrik ülser gibi hastalıklardan iyileşen insanlar olduğu rapor edilmiştir.
Alkali su iyileştirme sistemini tercih edip kullanmaya başladığınız andan itibaren en geç 2 hafta içerisinde olumlu etkilerini siz de bire bir hissedeceksiniz. Düzenli olarak kullanırsanız kronikleşen rahatsızlıklarınızdan kurtulacağınız gibi hücrelerinizin yenilenmesiyle gençlik pınarı diye tabir ettiğimiz sistemin etkilerini çok net görecek, iyi uyuyup güne enerjik başlayacak ve günboyu enerji dolu olacaksınız. İçmek için kullanmadığınız hatta yemeklerinizde, çay-kahve bile yaparken kullanmadığınız musluk suyunuz alkali su iyileştirme sistemi ile tam anlamıyla şifalı su haline dönüşecektir.
Alkali su cihazları ile iyi su elde edilmesi prensibi:
Seramik kürecikler tarafindan yayılan elektronlar suyu (H20) radikalleştirmek için bir araya gelirler ve böylelikle hidrojen radikalleri oluştururlar. Hidrojen radikallerince meydana getirilen, bir aktif oksijen türü olan Super Oksit (02-) ile elektronların tedarik edildiği eriyik (çözünmüş) haldeki oksijenin (02) kimyasal reaksiyonu güçlü bir oksidasyon ye su arıtımı sağlamaktadır.
Aktive edilmiş su doğal suyun aynısıdır.
H2O + e- H+ + OH-
O2 + e- O2- (Süper oksit)
O2 + H2O OH + HO2 (Hidrojen dioksit)
HO2 + 2H H + H2O2 (Hidrojen peroksit)
H2O2 HO2 + H
HO2 O2 + H
Su borularındaki kırmızı pas birikimini ortadan kaldırın. Evinizde güvenli & temiz su kullanın. Alkali su cihazı, su molekül kümelerini daha serbestçe hareket etmelerine olanak sağlayacak şekilde daha ufak parçalara ayırır. Bir diğer deyişle su moleküllerinin hareketinin aktivasyonuy ile, aynı zamanda kirletici maddelerden, pastan ve boru kirecinden gelen moleküller de aktif bir şekilde harekete geçerler ve suyun yüzey gerilimi düşürülmüş olur. Bu sayede pas ve kirletici maddelerin daha kolaylıkla ortadan kaldırılmasına olanak sağlayan bir sinerji etkisi yaratılır.
Alkali su cihazında meydana gelen hidrojen peroksit (H2O2) Fe+ iyonlarıyla reaksiyona girmek sureti ile, demir oksit oluşturur (FeO). Demir oksit kırmızı pasa temas ettiğinde, kırmızı pası meydana geldiği yerden çıkaran bir manyetik kaplama (siyah pas) meydana getirmektedir, böylece şehir şebeke suyu borularınız tamamen temizlenir, ömürleri uzar.
H2O + e- H+ + OH-
O2 + e- O2- (Süper oksit)
O2- + 2H+ H2O2
H2O2 + Fe FeO + H2O
FeO + Fe2O3 Fe3O4
Alkali Su Cihazı
Alkalite vücut hücrelerince kolayca absorbe edilen iyonize durumdaki minerallerin varlığına ve sudaki yüksek oksijen (OH-) varlığına bağlıdır. Oksijen OH- formundadır. Vücut tarafindan kolayca kullanılır. Oksijenin bu formu ayrıca serbest radikallerin nötralize edilmesini sağlar. OH- ile oksijen kaynağınız kesilse bile kısa bir süre de olsa yaşayabilirsiniz. Bu sebeple ne kadar OH- alınırsa o kadar da dayanım süresi olacaktır.
Aktive edilmiş su güçlü bir Antioksidandır. Alkali su cihazı, musluk suyunu yaşlanmayı geciktiren negatif ORP’Ii (- yuklü elektronlar) ihtiva eden, likit Antioksidan haline dönüştüren bir cihazdır. Kısaca, vücudumuzda negatif ORP nin arttırılmasi olayı, oksidasyon nedeniyie oluşan hastalıkların oluşumunu önleyen ye yaşlanmayı geciktiren çok önemli bir faktördür. Genel olarak Aktive edilmiş su vücudumuzun hücre seviyesinde yenilenmesine yardımcı olur.
Aktive edilmiş su, vücuda bol miktarda oksijen ye enerji sağlar. Aktive edilmiş suyun diğer Antioksidan özelliği hidroksil (-OH) iyonlarını içermesidir. Bu iyonlar Vitamin A, Vitamin C ve Vitamin E de olduğu gibi, ekstra elektron ihtiva eden Oksijen molekülleridir. Bu hidroksil (-OH) iyonları, bünyelerinde stabil olmayan Oksijen molekülleri nedeniyle hastalıklara neden olan “Serbest Radikaller” i temizlerler. Hidroksil Antioksidanları ile Serbest Radikaller, karşılaştıklarında birbirlerini imha ederler, bunun sonucunda vücuda bol miktarda Oksijen ve enerji sağlanır.
ANTİOKSİDAN VE SERBEST RADİKALLER
Bütün Serbest Radikaller hücrelerimizden elektron çalarlar. Genel olarak yaşlanma prosesi serbest radikallerin hücrelerimiz ve DNA’ mıza verdiği zararlardan oluşur. Serbest Radikaller, vücudumuza ve hücrelerimize saniyede 100.000 kez hücum ederek elektron çalmak isterler. Şayet vücudumuzda yeteri kadar anti-oksidan yok ise direk olarak hücrelerden alırlar. Bütün anti-oksidanlar değişik biçimde elektron verirler, örneğin vitamin C elektron verir; ancak kendisi okside olarak serbest radikal haline dönüşür ve eiektron çalma güdüsüne sahip olur.
Kendi elektronunu verdiği halde serbest radikal haline dönüşmeyen yegane antioksidan (H) olup elektron verir, oksijeni yakar ve çok güçlü bir anti-oksidant haline geçer. Çok küçük olduğundan vücuttaki her yere gidebilir. Taze organik yiyeceklerde de yüksek miktarda (H) vardır, ancak pişirme işlemi negatif iyonların büyük bir kısmının kaybolmasına neden olur. İnsan kanı, salyası ve idrarında yapılan testlerde tüm insanlarda (özellikle yaşlandıklarında) düşük miktarda (H) bulunmuştur. Yani herkes aşırı derecede okside olmuş durumdadır. İşte bu elektron eksikliği çeşitli hastalıklara neden olur. Insan vücudunu olutşuran hücrelerde biyolojik savunma olayı geçerlidir, virüsler, bakteriler, mantarlar ve parazitler, hücrelerimiz sağlıklı ise hücre savunmasını geçemezler ve menfi etkileyemezler. Vücudumuzdaki elektron miktarını artırarak, zararlı organizmaların yaşamasını engelleyebileceğimiz gibi bağışıklık sistemimizi iyileştirerek, serbest radikallerin, toksinlerin ve zehirlerin atılmasını sağlayabiliriz. Tıp ilimi bağışıklık sistemine hücum eden virüsler için büyük araştırmalar ve masraflar yapmaktadır. Oysa yapılacak şey biyolojik savunmayı güçlü hale getirmektir. İdeal olarak insan vücudunun alkali olması gereklidir. Ancak yediğimiz yiyecekler ile aşırı asidik hale gelmektedir. Örneğin kanser hastalarının vücutlarında fazla miktarda amonyak bulunur Hastalıklara sebebiyet veren mikrop ve virüslerin en çok tercih ettikleri ortam asidik ortamdır. Ortamın pH’ ının yükseltilerek Alkali hale getirilmesi lie mikrop ve virüslerin yaşayamayacağı ortam yaratılarak hastalıkların önüne geçilebilir. Kanser hücrelerinde hemen hemen hiç hidrojen bulunmaz, vücuda bol miktarda elektron alınarak kansere karşı dayanıklılığını artırmak mümkündür.
Hidrojen, vücudun ihtiyaci olan en önemli besindir. Hücrelerinize yeteri kadar su götürerek, sıhhatli hale getirebilir; yapıcı rnetabolizmayı daha iyi çalıştırabilirsiniz. Normal suyun yarısı kadar molekül hacmine sahip olan aktive su ile hücrelerinize fazla miktarda su ve besini taşıyabilirsiniz. Günde 8-10 bardak Aktive edilmiş su içerek, egzersiz yaparak, iyi beslenerek, uzun, sağlıklı ve mutlu bir hayatın anahtarını elde etmiş olursunuz. Aktive edilmiş suyun düzenli olarak içmeye başladıktan en geç iki hafta sonra, onun şaşırtıcı ve harika etkisini hissetmeye başlarsınız.
Alkali Su Cihazı pH dengesini düzenler.
Pişirilerek hazırlanmış, pastörize veya konserve olunmuş veya çeşitli işlemlerden geçirilerek hazırlanan yiyeceklerimiz ve de özellikle fast-food çeşitleri ile gazlı-gazsız içecekler asidikdirler. Bütün bu yediğimiz içtiğimiz asitli ürünlerin oluşturduğu Asidik ortamı, Aktive Su ile bertaraf ederek vücudumuzun pH dengesinin düzenli tutulmasını sağlayabiliriz. Örneğin; asit artıklar mafsallarda birikerek mafsal iltihaplanmalarına ve romatizmaya yol açarlar. Aktive suyun kuvvetli pH düzenleme özelliği, çeşitli bölgelerde birikerek hastalık tehlikesi yaratan bu asitli artikların temizlenmesine ve vücudun pH düzeyinin yeniden dengeye gelmesine yardımcı olur. Vücut dengemizi hafif alkali tutarak hastalıklara karşı mükemmel bir korunma düzeyini oluşturabiliriz.
Aktive edilmiş su, normal suya gore 6 kat daha Hidratördür. Su vücudumuzun en önemli öğesidir ve vücudumuzun % 70’ i sudur. Aktive edilmiş su, temel olarak normal sudan değişiktir. Aktive edilmiş suyun şekli ve molekül kümesi küçültülerek hegzagonal (altıgen) şekle dönüşmüştür. Böylece su molekül kümeleri hücrelerimize kolaylıkla nüfuz edebilirler. Genel olarak hastalıkların en önde gelen sebebi, kronik hücre dehidratasyonu (susuzluğu) nedeniyle, hücrelerin güçlerinin azalarak savunma yeteneklerinin azalmasıdır. Yani kronik hastalıkların oluşmasının en önemli sebeplerinden birisi, vücuttaki su eksikliğidir. Yeteri kadar Aktive-Su içerek, hastalıklara karşı mükemmel bir önlem alabilir ve sıhhatli kalabiliriz.
Aktive edilmiş su, oksitlenmeyi etkisiz kılan kuvvetli bir ajandır. Aktive edilmiş su, küçülmüş molekül kümeleri yapısı, hegzagonal şekli ve redükte edici (oksidasyonu tersine etkileyen) negatif iyon yapısı ile, hücrelere kolaylıkla nüfuz ederek toksinleri ve asidik artıkları etkin biçimde uzaklaştırır.
Aktive edilmiş suyun icerdiği iyonize Mineraller daha etkindir. Vücudumuz kendisine gerekli olan mineralleri, iyon halinde olduğunda daha iyi emer ye gereksinme duyduğu yerlerde kullanır. Alkali-Aktive edilmiş suda iyon halinde ve yoğun olarak bulunan Kalsiyum (Ca), Sodyum (Na), Potasyum (K), Magnezyum (Mg) mineralleri vücudumuzun gereksinme duyduğu en önemli gıdalardandır. Alkali-Aktive edilmiş su, bu mineralleri bize kolayca, en etkin biçimde ve en emniyetli yöntemle temin eder.
“Kalsiyum, insan vücudunda en fazla bulunan mineral olup elektrolit dengesinde, kemik ve dişlerin yapısında, metabolik fonksiyonların düzenlenmesinde, kalbin düzenli çalışması, kas ve sinirlerin işlevleri ile demir metabolizmasında görev alır. Kalsiyum eksikliğinde kemiğin mineralizasyonu bozulur, sinir sistemine ait bozukluklar meydana gelir. Kalsiyum Karbonat tipik bir excipient ye kalsiyum kaynağıdır. Özellikle birçok ilacın ve özel antibiyotiklerin içinde kullanılır. Bazı hapların içinde dolgu malzemesi olarak bazı bileşenlerle karıştırılır, bunlar (aspirin, hexamin, glucuronic acid, vitamin C, vitamin B1). D3 vitamini ile osteoporos tedavisinde tabletler üretmek için, hamilelik planlayan ve hamile olan kadınlarda fetusun nöral tüp defektlerinin önlenmesi amaciyla kullanilir.”
Aktive edilmiş su, yiyeceklerin lezzetini arttırır. Aktive edilmiş su, küçülmüş molekül yapısı nedeniyle yiyeceklere çok iyi nüfuz eder ve asit seviyelerini düşürerek aroma vee hakiki lezzetlerinin ortaya çıkmasını sağlar.
Yiyeceklerdeki mineralleri ve faydalı vitaminleri iyonize hale getirerek, vücuda daha faydalı olmalarını sağlar. Aktive edilmiş su ile hazırlanan çay, kahve, meyve suyu, limonata ... gibi alkolsüz içeceklerle, alkollü içeceklerin asit seviyeleri düşer. Doğal lezzetleri ve aromaları ortaya çıkar. Acı, buruk ve istenmeyen tatlar ortadan kalkarak içimleri kolaylaşır ve keyif verir.
Aktive edilmiş su, cilt ve deri için mükemmel bir iyileştiricidir. Aktive edilmiş su, cilde periyodik uygulandığında, ciltte hiçbir artık bırakmadan cildi ve deriyi sıkıştırarak gerginleştirir ve kirlilikleri azaltır, cildi rahatlatır; akne, sivilce ve lekelerden temizlenmesini sağlar. Saç ve deride bakterilerin yarattığı zararların, kesikler, çatlaklar, sıyrıklar, mantar, ayak parmak arası pişikleri gibi komplikasyonların iyileştirilmesinde faydalı olur. Sivrisinek ve diğer haşere ısırıklarının oluşturduğu kaşınma ve yanmaların giderilmesinde yardımcı olur.
Aktive edilmiş su özellikle diabet yaralarının iyileştirilmesinde kullanılabilir. Bazı hallerde diabet hastalarının iyi bakılmamaları halinde kol ve ayaklarında meydana gelebilen ve bazı hallerde uzvun kesilmesine yol açabilecek açık iltihaplar oluşabilmektedir. Bu tip yaraların aktive edilmiş su ile bakımının şaşırtıcı iyileşmeler ortaya çıkardığı görülmüştür. Ayrıca aktive edilmiş suyun kandaki şeker miktarının düşürdüğü gözlenmiştir.
ALKALİ SU CİHAZI İLE ŞAŞIRTICI SU TERAPİSİ
Himalaya bölgesinde yaşayan Hintlilerin yüzyıllardır doğal biosu ile uygulamış oldukları terapi gerçekten de mucizevi sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Doğal olarak çıkan bu su bizim içtiğimiz sulara göre farklı özellikler içermektedir. Molekül yapısı normal sulara göre çok daha küçük olan bu suyun hücrelere giriş çıkış hızının 3 kat daha fazla olmasıyla hücrelerin ihtiyacı olan mineralleri daha çabuk ve etkin bir şekilde sağlayıp iç organlarımız ve damarlarımızda zamanla biriken toksinleri ve asidik artıkları da hızlı bir şekilde vücuttan uzaklaştırırlar. Serbest radikaller ve aktif oksijen hücrelerimize saniyede 800.000 kez saldırıp elektron çalmak suretiyle kanser dahil çeşitli hastalıklara yakalanmamıza neden olurlar. Bol negatif elektrona sahip bu doğal su mükemmel bir antioksidan özellik gösterip aktif oksijen ve serbest radikalleri yok ederek hücrelerin genç kalmalarını sağlar ve hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirir. Alkali su cihazı; içtiğimiz normal suları Himalayalardaki doğal olarak çıkan biosuya dönüştürmektedir. Biosu vücudumuzdaki organik su ile benzer özellikler taşıdığı için kısa sürede aşağıda bahsedilen hastalıklardan kurtulmamıza yardımcı olmaktadır. Bize çok şaşırtıcı ve mucizevi gelen bu terapi yönteminin işleyişi aslında çok basittir. İnsan vücudunun yaklaşık %60'ı sudur ve dolayısıyla iyi su içersek iyi oluruz. İyi suyun tarifi de uzun araştırmalardan sonra Japon ve Güney Kore'li bilim adamları tarafından yapılmıştır. Bu yüzden sloganımız "Bir gün gelecek herkes alkali-iyonize (Biosu) içecek"
BİOSU Terapisi ile Tedavi Edilebilen Hastalıkların Listesi
Kan Basıncı/Yüksek Tansiyon Romatizma (Eklemlerde/Kaslarda ağrı)
Anemi (Kansızlık) Genel Felç
Obezite (Aşırı şişmanlık) Kireçlenme (Artirit)
Sinüzit Taşikardi
Baş dönmesi Öksürük
Lösemi Astım
Bronşit Akciğer Veremi
Menenjit Böbrek Taşı
Üreme Organı Hastalıkları Ekşime, Acı biber yanması
Dizanteri Gastrit
Rahim Kanseri Hemoroit
Kabızlık Kemik Erimesi
Şeker Hastalığı Baş Ağrısı
Gözde Kan Toplanması Düzensiz Adet Görme
Meme Kanseri Larenjit (Gırtlak İltihabı)
Terapi İşlemi
Sabah uyanıp gözlerinizi açar açmaz yataktan kalkıp hemen sonra 1,5 litre (5-6 bardak) BİOSU için. Bilin ki bu “Usha Paana Chikitsa” diye anılan eski bir Hint terapisidir. Daha sonra yüzünüzü yıkayabilirsiniz. Burada en önemli nokta, 1,5 litre BİOSU içildikten sonra takip eden bir saat içinde hiçbir şekilde bir şey içilmeyecek ve yenmeyecektir. Bir gece önce alkol içeren içki alınmaması da çok titizlikle uyulması gereken bir husustur. İstenirse, bu amaçla içilecek BİOSU kaynamış ve süzülmüş olarak kullanılabilir.
1,5 litre BİOSU’yun bir kerede içilmesi zor olduğundan derece derece uygulayabilirsiniz. İlk başta dört bardağı bir dikişte, kalanı iki dakika içinde aralıklarla içerek kendinizi alıştırabilirsiniz. Bir saat içinde 2 ya da 3 kere idrara çıkma ihtiyacı hissedebilirsiniz, ancak bir süre sonra bu normale dönecektir.
Araştırma ve Deneylerle Aşağıda belirtilen hastalıkların, yanlarında gösterilen sürelerde iyileştikleri gözlemlenmiştir.
Kabızlık 1 gün
Ekşime 2 gün
Şeker 7 gün
Kanser 4 hafta
Akciğer. Veremi 3 ay
Y. Tansiyon 4 hafta
Artirit (Eklem Kireçlenmesi) ve Romatizma ağrıları çekenler bu terapiyi günde üç kere; yani ilk hafta sabah, öğle ve akşam yemeklerinden 1 saat önce; ve sonra hastalık geçinceye kadar günde iki kere uygulamaları önerilir.
Sadece BİOSU Nasıl Etki Eder?
Sıradan bir BİOSU tüketimi, doğru metotla insan vücudunu temizler. Tıpta “Haematopaises” de denilen yeni kan oluşması, kolonun daha tesirli olmasına yardımcı olur. Kolon ve bağırsaklarda bu şekilde yeni kan oluşması tartışmasız bir gerçektir. Bu terapi ile kolon ve bağırsakların mukoza kıvrımları çalışır.
Eğer kolon temizlenirse, günde birkaç kere alınan kandaki gıdalar emilecek ve mukoza kıvrımlarının çalışmasıyla yeni kan haline dönüşeceklerdir. Kan, rahatsızlıkların tedavisinde ve sağlığın korunmasında en önemli unsurdur ve bunun için de BİOSU düzenli olarak alınmalıdır.
A. Murat KAHRAMAN
Çevre Yüksek Mühendisi
Not: Hindistan yerlilerinin uygulamış oldukları bu terapi bilimsel olmamakla birlikte düzenli olarak tüketilen alkali-iyonize suyun kanser, astım, hipertansiyon, diyabet, kabızlık, alerji v.s. gibi rahatsızlıklardaki tedavi edici özelliği yüzlerce bilimsel makaleye konu olmuştur.
www.optisu.com
ALKALİ SU KONUSUNDA UZMAN GÖRÜŞLERİ
YÜKSEK KAN BASINCI
10 senelik çalışma hayatım boyunca araştırmalarımda mineraller, özellikle yüksek kan basıncı ve diğer hastalıklarda görülen ionik kalsiyum önemli bir yer tutmuştur. Buna dayanarak söyleyebilirim ki, 2-3 ay süresince hergün düzenli olarak alkali antioksidan su tüketmek, kan basıncını yavaş yavaş dengeye düşürür; zira alkali antioksidan su kandaki kolestrolü çözen oldukça etkili bir çözücüdür."
Prof. Kuninaka Hironaga, Kuninaka Hastahanesi baş hekimi.
PRE-EKLAMPİK TOKSİMA
"Alkali Antioksidan suyun faydalarını birçok hastalığın iyileştirilmesinde; özellikle jinekolojik hastaların tedavisinde görüyoruz. Bunun en önemli sebebi ise antioksidan suyun toksinler üzerindeki nötrleştirici etkisidir. Seneler boyu süren araştırmalarımda gördüğüm, antioksidan alkali suyun pre-eklampik toksima hastası kadınlar üzerindeki olumlu etkileri olduğu ve bu hastalarımızın antioksidan su yardımı ile oldukça sağlıklı ve zeka seviyesi normal bebeklere göre daha yüksek çocuklar dünyaya getirebildikleridir."
Prof. Watanabe Ifao, Watanabe hastahanesi baş hekimi
KALP HASTALIKLARI
"Benim görüşüme göre antioksidan alkali suyun mucizevi özelliği onun toksinleri nötrleştirebilmesine rağmen bir kimyasal ilaç olmamasından kaynaklanıyor.Ayrıca farklı ilaçları, farklı özel durumlara göre sınıflandırılmış hastalara ayrı ayrı verirken, antioksidan suyu genel olarak tüm hastalara verebiliyorsunuz. Örneğin 35 yaşında olan bir kalp hastam vardı. 5 sene boyunca hastalığı her geçen gün kötüye gitti ve Setagays Devlet Hastahanesi'nde yoğun tedavi altına alındı.Bu 5 sene süresinde, çok sayıda iyi ve alanında uzman doktor tarafından tedavisine çalışıldı; ancak bir netice alınamadı. Geçen sene Ağustos ayında akrabalarıyla konuştuğumda umutsuz bir halde olduklarını ve hastanın ölümünü beklediklerini öğrendim. Bu aynı zamanda hastanın akrabalarından birinin antioksidan su üreten bir alkali-su cihazı aldığı zamana denk geliyordu... Şu an bu kişinin sağlık durumu gayet iyi ve vücudu kendini tekrar yapılandırıyor."
Prof. Kuwata Keijiroo
EGZEMA
Egzema hastalığı, kendini belli eden bazı deri durumları ile tanımlansa da, ne olduğu ve ne gibi etkiler ile oluştuğu aslında tam açıklığa kavuşmamış bir hastalıktır. Ancak çoğu durumda, bir dış tahrip etkisi ile meydana gelmektedir. Örneğin 70 yaşındaki bir hastam tam 10 senedir egzema hastalığı ile savaşıyordu ve özel bakım bile pek olumlu sonuçlar vermemişti. Savaş sonrasında bacaklarında meydana gelen akut egzema, sonraki yıllarda kronik hale gelmişti. Sol bacağında olumlu sonuçlar elde edilmesine rağmen maalesef sağ bacağı hiç bir ilerleme göstermemişti. Öyle ki bu bacağında kaşımalar yüzünden sık sık kanamalar meydana geliyordu. Ona antioksidan Alkali suyu denemesini tavsiye ettim. Kendisi bir İAlkali-Su cihazı alarak her gün antioksidan alkali su içmeye ve yine jeneratörden sağladığı asidik su ile banyo yapmaya başladı. Yanlızca 2 hafta sonra bacağındaki tüm yaralar kurudu. Toplam 1,5 ay içinde de egzema hastalığı tamamen geçti"
Prof. Tamura Tatsuji, Keifku Rehabilitasyon Merkezi
ALERJİ
Hastam olan Polis Araştırma Enstitüsü başkanı Sayın Yamada, birçok alerjik eplikasyondan muzdaripti. Uzun süreler tedavi olmaya çalıştı ancak bir ilerleme kaydedilemedi. Sonraları kendisi antioksidan su kullanmaya başladı. Bu işe yaradı ve bir süre sonra alerji belirtileri tamamen yok oldu. Her türlü yemeği tükettiği halde herhangi bir alerjik durumla karşılaşmaması yüzünden şu an halinden oldukça memnun. Ayrıca benimde alerjim olduğu için antioksidan suyu bende kullandım ve oldukça işe yaradığını gördüm. Bunun üzerinde konuyu biraz araştırdım. Sonuçta, incelediğim her alerji vakasında antioksidan mineral eksikliği olduğunu keşfettim. Bu sayede vücut aşırı duyarlı hale geliyor ve alerji kolaylıkla yayılabiliyordu. Duyarlılığı dengeye getirebilmek için de damardan kalsiyum çözeltisi zerk etmek gerekiyordu. Böylece aslında içinde ionik kalsiyum bulunan antioksidan alkali-suyun alerjiyi nasıl yok ettiğini de öğrenmiş oldum"
Prof. Kuninaka Hironaga, Kuninaka Hastahanesi baş hekimi
SİNDİRİM SİSTEMİ PROBLEMLERİ
"Antioksidan Alkali-suyun midedeki esas etkisi, salgılamayı nötrleştirmesi ve mide fonksiyonlarını güçlendirmesinden ileri gelmektedir. Antioksidan Alkali suyun, midedeki gastrik salgıların pH dengesini sağlayarak Hipoklorhidra(gastrik suyu fazlalığı) ve Aklorhidra (gastrik suyu azlığı) hastalarının problemlerini çözdüğü kanıtlanmıştır."
Prof. Kogure Keizou, Juntendo Hastahanesi, Kogure Kliniği
DİYABETİKLER
"Bir süre önce ilaç yerine antioksidan Alkali-su ile tedavi etmeye başladığım diyabetik hastalarım arasından 15 kişi seçilerek, Tokyo Üniversitesi'ne çaşitli testler ve gözlemler yapılmak üzere götürüldü. Açıkçası bazı durumu ciddi hastalarım, bu tedavi yönteminden biraz tedirgin olmaktaydılar. Çünkü antioksidan Alkali-su verilen hastaların kan ve idrarlarındaki şeker miktarı 300 mg/l'den 2 mg/l'ye düşüyordu. Bazı hastaların bu şekilde günde 5-6 kez kan testine girdiği ve durumlarının oldukça normal olduğu gözlendi.Yemek sonrası testlerde de kan şekeri ve idrar oranları 100 mg/l : 0 mg/l çıktı. İdrardaki şeker tamamen yok oluyordu."
Prof. Kuwata Keijiroo
OBEZİTE
"Vücudumuzda alınan gıdaların yakılması durumu, yine vücudumuzda bulunan vitamin ve minerallerin miktarına bağlıdır. Proteinlerin, karbonhidratların ve yağların aşırı alınması durumunda da bu vitamin ve minerallere olan ihtiyaç artacaktır.Antioksidan Alkali- suyun ihtiva ettiği ionik kalsiyum sayesine, yiyeceklerin yakılma işlemi kolaylaşır. Bu sebeple obezite hastalarına antioksidan Alkali-suyu tavsiye ediyoruz"
Prof. Hatori Tasutaroo, Akajiuji Kan Merkezi baş hekimi
www.alkalisu.com
Alkali Su İç Zayıfla…
Vücudumuzun içinde biriken asidik ve toksin maddeleri alkali su içerek atabileceğimizi anlatan Dr. Recai Yahyaoğlu ve Kimya Mühendisi Mennan Kuzanlı, bu şekilde sağlıklı bir vücuda kavuşabileceğimizi ve fazla kilolardan kurtulabileceğimizi iddia ediyorlar.
EMETİ SARUHAN
Seyretmişsinizdir; içenleri gençleştiren, hatta ölümsüzleştiren bir pınar vardır ve filmin / çizgi filmin kahramanları bu pınarı bulmak için çeşitli maceralar yaşarlar. Siz de “Ah öyle bir pınar olsaydı, ben de gider bulurdum” diye iç geçirdiyseniz, müjde. Çünkü gençlik pınarı çok yakınınızda; evinizdeki musluğunuz. Evet yanlış okumadınız. Tabi eğer çeşme suyunu alkali suya çevirecek bir su filtreniz varsa. Uzmanlar, alkali suyun, yaşlanmayı durdurmasının yanında düzenli kullanılırsa kilo vermeyi sağladığını da iddia ediyor.
Sağlık ve gençliğin sırrı alkali su…
Suyun vücudumuz için mükemmel ve doğal bir iyileştirici olduğu anlatan Dr. Recai Yahyaoğlu ve Kimya Mühendisi Mennan Aysan Kuzanlı alkali suyun sağlık ve gençlik kaynağı olduğunu söylüyor. Birlikte hazırladıkları “Suyun İyileştirici Gücü” isimli kitapta, yüzde 75'i sudan oluşan vücudumuzdaki kimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için yeterli miktarda su almamız gerektiğini anlatan Yahyaoğlu, vücut içyapımızın alkali olduğunu ve bu nedenle alkali suyun tercih edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Aldığımız besin maddeleri nedeniyle oluşan asiditeyi alkali su içerek dengeleyebileceğimizi ve vücudumuzun asit/alkali dengesinin düzenli tutulmasını sağlayabileceğimizi ifade eden Yahyaoğlu, böylece hastalıklara karşı mükemmel bir korunma düzeyi oluşturabileceğimizi ve yaşlanmayı geciktirebileceğimizi söylüyor. Vücut ağırlığının her kilogramı için 40 - 50 mililitre alkali su içilmesi gerektiğine işaret eden Kuzanlı ise, normalde dünya sularının alkali olduğuna, ancak insanoğlunun yaptığı tahribatla birlikte suların yapısının bozulduğuna dikkat çekiyor. Alkali suyun, musluk suyunun özel bir filtre işlenmesiyle elde edilebileceğini söyleyen Kuzanlı, şişelenmiş içme sularının da kısmen alkali su özelliğini taşıdığını da belirtiyor.
Yeni Şafak Gazetesi
"Zengin insan en Çoğa sahip olan değil, en Aza ihtiyacı olandır".
SAĞLIĞIN TEMELİ VÜCUT pH DENGESİ
Şimdiye kadar beslenme alışkanlıklarınızı, hayvani et içermeyen taze sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenmeye sistemine çevirmeyi denediniz mi? Muhakkak ki yemek yeme alışkanlığını değiştirmek kolay değildir. Ama, bütün zorluklara rağmen, bitkisel beslenmenin fizyolojik bir gereksinme olduğunu iş işten geçmeden farkına varmamız şarttır.
Beslenmemizin pH derecelendirilmesi 1 ila 14 arasındadır. En yüksek asidite derecesi (1), en yüksek alkalite derecesi ise (14) dür.
Vücut kimyamızın sağlıklı olabilmesi için vücut pH ının (6.8-7.4) gibi çok hassas bir sınır içinde olması gerekmektedir. Bu hassas dengeyi koruyarak fiziksel, duygusal ve zihinsel bütün vücut fonksiyonlarımızın sağlıklı işlemesi sağlayabiliriz.
İyi bir sindirim için mide çevresi asitik olması gerekirken, bağırsakların çevresi ideal olarak alkali olmalıdır. Ancak modern yaşamda uygulanan sağlıksız beslenme nedeniyle bağırsaklar olması gerektiğinden çok daha fazla asitik olmakta, böylece zararlı parazit ve bakterilerle dolu sağlıksız bir bir bünye oluşturmaktayız.
Seçimimiz hangi yönde olacaktır? Toksik, asitik, anaerobik (oksijensiz), parazit dolu, sistemik olarak hastalıklara yatkın bir bünye mi? Yoksa, Alkali, bol oksijenli hücreler içeren, son derece güçlü, bir çok hastalıkla mücadele edebilecek kapasitede bir bünye mi? Buradaki tercihinizi, sağlıklı veya sağlıksız olarak yaşamınızı devam ettirmek gibi seçimi hiç zor olmayan iki alternatiften birini seçerek kullanacaksınız. Hangisini seçeceksiniz? Karar sizin.
Alkali olmanın özellikleri
Alkali formdaki mineraller 5 adettir, bunlar, Kalsiyum, Potasyum, Sodyum, Magnezyum ve Demir mineralleridir. Bütün bu mineraller sağlıklı alkali bir çevre yaratmak için çok önemlidir. Bu mineraller asitik minerallerle birleşerek toksin maddeleri vücuttan atarlar.
Alkali yiyecekler ve Alkali Su, bize yapışkan sümüksü maddelerden temizlenmiş bir bünye kazandırır. Sümüksü maddelerden arınmış bünyenin manası; sinüs tıkanıklıkları, kronik lenfatik tıkanıklıklar ve şişlikler, akciğerlerde sıvı birikimi sorunları, mafsal kireçlenmeleri, kalsiyum eksikliği vs gibi sorunlardan uzak kalmaktır.
Vücutlarının pH'ını etkin biçimde kontrol altında tutan kişiler, hafif Alkali derecedeki vücutlarının herhangi bir yerinde ağrı veya adale krampı ile karşılaşmaz, duygusal ve zihinsel olarak pozitif ve berraktırlar. Sonuç mükemmeldir çünkü hücreler olması icap ettiği gibi sağlıklı Alkali bir ortam içindedirler (tıpkı ana karnında alkali-su kesesi içinde gelişen bebek gibi).
Düşünceler ve duygular, vücut kimyamızı değiştiren güçlü etkinliklerdir.
Mutlu insanlar daha sağlıklı ve uzun yaşarlar çünkü pozitif davranışlar Alkali bir ortam yaratılmasına sebep olur, negatif düşünceler ve duygular ise vücudumuzda asidik artıklar oluştururlar.
Yapılan gözlemlere göre uygun beslenme diyeti yaparak sağlıklı yaşayan insanların görünümleri hoş davranışları neşeli olmaktadır Bunun tersine, pesimist düşünceli ve agresif duygulu insanlar sağlıkları için iyi beslenseler dahi,negatif duygulardan arınmadıkça yeterince sağlıklı olamamaktadırlar.
Zihinsel ve duygusal enerji nin pozitif olması taze sebze ve meyve kadar etkin olup vücut pH ı üzerinde de güçlü biçimde etkindir.
Güneş ışığı da insan vücudunun asiditesinde önemli derecede etkindir. Alkalite güneş ışığının tam spektrumu ile etkinlik kazanır. Tersi de doğru olup güneş ışığının yokluğunda, karanlıkta vücut hücrelerimizde asit oluşur.
Bağışıklık sistemi, deri ve cildin diri kalması, vitamin D üretimi gibi süreçler Alkalite ile çok yakın ilgilidir. Unutmamalıdır ki uzun süreli sağlık ve iyilik için çabucak bir çare bulunamaz.
Alkalite'nin yarattıkları - Asidite'nin yarattıkları
Faydalı bakterilere ortam sağlar - Sinirlilik
Sağlıklı organlar ve guddeler - Depresyon
Vücut ağrılarının azalması - Sümüksü maddelerin üretimi
Hastalıkların azalması - Devamlı sersemlik
Rahat davranışlar - Hastalıkların artması
Sümüksü maddelerden arınmış vücut - Hücre azalması
Hücresel sağlık - Vücut ağrılarının artması
İyilik durumu - Zararlı bakterilere ortam sağlar
Mutluluk - Kronik yorgunluk
1911 yılında Dr. Alexis Carrel bugün “Tavuk kalbi deneyi” olarak isimlendirilen çalışmayı yaptı. Bu çalışmada Dr.Carrel , laboratuar şartlarında , her 48 saatte yenilenen ve kolloidal Alkali besinler içeren bir sıvı içinde tavuktan çıkartılan kalbi 25 yıl süreyle yaşatmaya muvaffak oldu. Bu çok önemli bir buluş idi. Düşünün ki planetimizde yaşayan her şey ölümsüz olabilirdi. Hücrelere gerekli olan gıdalar verilerek ve asidik artıklardan korunarak hücre süresiz yaşatılabilirdi.
Çin tıbbının önemli yazılı dokümanlarında ifade edildiği üzere uzakdoğuda doktorlar asidik ve hastalıklı organları suya veya bitkisel banyolara daldırarak tedavi etmektedirler. Dokulara yeteri kadar besleyici likit emdirilerek tedavi sağlanmaktadır. Bu tedavi tarzı son derece pratik olup, hastalar için iyileştirici etkileri nedeniyle çok geniş sahada muvaffakiyetle kullanılmakta ve likit değişimi, hücresel tedavi ve bütünlüğü için hayati önem taşımaktadır.
Asitik olmanın özellikleri
Asidite oluşumu; metabolizma, kötü beslenme ve çevresel kirlenmelerin sonucu olup doğal olarak hücre bozulmasının sebebidir. Asidite, çok hassas yapıya sahip olan hücreleri aşırı derecede tahriş ederek hastalıklara ve zararlı yan etkilere, normal olmayan hücre fazlalaşmasına (tümör ve kanser) sebep olur.
Bilim adamlarınca yapılan araştırma ve tecrübeler sonunda birçok hastalığın sebebi, asitik ortamın artması ve anaerobic (oksijensiz) çevrenin oluşmasını bağlamaktadır. Asitik artıkların birikiminin düzenli bir şekilde elimine edilmemesi sonucunda da vücutta Alkalite azalmakta Asidite artmaktadır.
Asitik pH, vücudumuzun üç önemli alkali-minerali olan Sodyum, kalsiyum ve magnezyumun dengesini bozar. Vücut asitik ortamı nötralize etmek için Kalsiyumu kemiklerden alarak kullanır. Bunun sonucunda vücutta yedek olarak depolanmış alkali mineral dengelerine zarar verilir.
Asitik toksinlerin kalıntıları vücudumuzda; hücre iltihaplanması, mafsal ve kemik bozulmaları, mafsal şişlikleri, vücut ağrıları, tümörler, lenf tıkanıklıkları, aşırı sümüksü madde üretimi, deri ve cilt sorunları, allerjiler, üşütmeler, grip, bademcik iltihabı, görüş kaybı gibi semptomlara sebep olurlar. Bütün bunlara ilaveten asitik ortam, mantar ve parazitlerden oluşan enfeksiyonların ağırlaşmasına sebep olur.
Bütün virüs enfeksiyonları asitik artık ortamlarda oluşurlar. Asitik artıkların hepsi vücudu kolayca terk etmezler, terleme idrar ve diğer yollarla vücut dışına atılan bu artıklardan bir bölüm konsantre biçimde organların herhangi bir bölümünde uykuya yatar ve çevresinde bulunan hücreleride mutasyona (değişime) uğratarak istenmeyen anormal hücre büyümelerine sebep olabilirler.
Kalitesiz fast-food yiyecekler ve gazlı içeceklerden uzak durarak, kaliteli Alkali gıdalar yiyerek ve Alkali- Su içerek optimum sağlıklı ve uzun bir yaşama sahip olabilir, bu dengeyi muhafaza ederek fiziksel, duygusal ve zihinsel etkinliklerimizin pozitif olmasını sağlayabiliriz.
Mennan KUZANLI
Kaynak: Evrenin Esas Bilinci
K.A Pletche Ph.D
www.webnaturel.com
SUYUN HAFIZASI VAR!
Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. 1980'lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.
Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca "Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır" demiş.
Unutmayalım ki; insan bedeninin %85'i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.
Masaru Emoto:
"İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR."
Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto'nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.
Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.
Damıtılmış su Fujiwara barajı kirli su Fujiwara barajı duadan sonra Aşk ve takdir... "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim. " "Arigato"(Japonca "Teşekkür ederim.")
Gölün duadan önceki kirli suyu Duadan sonraki hali 500 ml. grupça dua edildikten sonraki kristal Beethoven'in Pastoral'i Heavy Metal müzik Kawachi yerel dans müziği
Tibet sutrası Sanbuichi Yusui kaynak su Antartika'dan buzul suyu Japonya/Biwako Gölü'nden su - Kirliliğin günden güne arttığı bir göl Kaynak suyu - Lourdes, Fransa Fujiwara Barajı'ndan su Duadan önce
Fujiwara Barajı'ndan su - Duadan sonra Sanbu-ichi Yusui kaynak suyu - Japonya Shimanto Nehri - Japonya'daki son temiz akarsu kabul ediliyor. Adolf Hitler Rahibe Teresa
Bu fotoğraflar suyun inanılmaz yansıtmalarını gösteriyor. Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde. Suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte.
Fotoğraflardaki dondurulmuş sulara, dondurulmadan önce ya sözel olarak veya şişenin üstüne yazılarak resimlerin altında yazılı kelimeler yüklenilmiş. Su, kelimelerin enerjisini kopyalıyor ve görüntü olarak şaşırtıcı bir şekilde kelimenin manasını yansıtıyor. Kelimelerin enerjisel frekansları suyun moleküler yapısını değiştiriyor. Yapılan araştırmada ayrıca suya müzik çalınmış, film de oynatılmış. Örnek fotoğraflarda kelimelerin ve müziğin etkisini görebiliyorsunuz. Film oynatıldığında korku filmlerinin, şiddet içeren filmlerin kötü bir etkisi olup, şekil bozuklukları yarattığı görülmüş. (Bu yüzden sizlere bu tarz filmleri hiç seyretmemenizi veya mümkünse hiç olmazsa hemen uykudan önce seyretmemenizi tavsiye ederim. Uykudan hemen önce yapılan şeyler bilinçaltına daha çabuk yerleşir ve etkiler.)
Su hücreler arası bilgi alış-verişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum." dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir. "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim" cümlesi yüklenilmiş olan suyun fotoğrafına bakınız. Düşündüklerinizin ve konuştuklarınızın kalitesinde yaşarsınız. Tüm hayatınız ve sağlığınız hücrelerinizde var olan, atalarınızdan aktarılan ve kendi geçmişinizden gelen bedeninizdeki sudaki bilgilerin kaydıdır.
Bir başka örnek var:
Solda "Teşekkür ederim!", sağda "Seni aptal!"
Yandaki resimde Japonya'da iki ilkokul talebesinin, okul için yaptığı bir deneyin sonucunu görüyorsunuz. İki farklı şişeye pişmiş pirinç koyup şişenin birine "Teşekkür ederim!" diğerine ise "Seni Aptal!" diye yazmışlar. Bir ayın sonunda "Teşekkür ederim!" yazılan pirincin renginin sarı ve kokusunun helmelenmiş pirinç gibi olduğunu ve "Seni Aptal!" yazılan pirincin ise simsiyah ve kötü kokulu olduğunu, pirincin bile kelimelerden etkilendiğini görmüşler. Bu deney yayılmış ve dünyada birçok değişik insan aynı deneyi tekrarladığında aynı neticenin elde edildiğini görmüşler. Siz de deneyebilir, farklı kelime veya cümlelerle ne tür netice elde ettiğinizi görebilir, söz ve düşüncenin etkisini bizzat gözlemleyerek yaşayabilirsiniz.
Masaru Emoto'yla ilgili ayrıntılı İngilizce bilgi için:
http://www.masaru-emoto.net ve http://www.hado.net/index2.html sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.
Masaru Emoto'nun bilimsel çalışmaları, fotoğrafları ile yayınlanmış olan "Suyun Gizli Mesajı" isimli kitabında bulunuyor.
Su nedir?
Hava, su, ısı, ışık ve besin maddeleri canlıların yaşaması için gerekli temel unsurlardır. Bu unsurların başında oksijen ve su gelmektedir. Canlı organizmayı oluşturan hücrelerin yaşam faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için suya gereksinimleri vardır. Su yaşam için en zorunlu maddelerden birisidir. Susuzluğa dayanmak oldukça zordur. İnsan gıda almadan yalnız su içerek yaklaşık 5 hafta hayatını sürdürebildiği, halde susuzluğa ancak 7-12 gün dayanır. Henüz hayatın başlangıcında olan üç aylık bir fötusun %95'i sudur. İnsan organizmasının %62-67'si, hayvan organizmasının %60- 70'i sudan ibarettir. İnsan organizmasındaki suyun 2/3'ü hücre içerisinde, geriye kalan kısmı ise dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Kimyasal formülü H2O'dur, ağırlıkça %11,1 Hidrojen ve %88,9 Oksijenden meydana gelir. Su molekülünde iki hidrojen atomunun aynı tarafta bulunması pozitif yüklü olmasına neden olur, oksijen atomu da negatif yüklüdür. Periyodik cetvelde oksijene benzer diğer maddelerin dihidrürlerinden farklıdır. Atmosferik basınç ve oda sıcaklığında (25°C) daha ağır moleküller (H2S, H2Se ) gaz halindeyken, H2O sıvı halde bulunur. 100°C'ye çıkarıldığında gazlaşır. Su daha yoğundur, dielektrik sabiti ve yüzey gerilimi yüksektir. Donma noktası ise düşük olup, donduğunda daha az yoğun haldedir. Saf su renksiz, kokusuz ve tatsız bir sıvıdır, 0°C'de donarak katı faza geçer.
Su hijyeni, yalnız içme için kullanılan suyun nitelikleri ile meşgul olmaz. Aynı zamanda yıkama, mutfak ve ev işlerinde kullanılacak suların niteliklerinin tespiti, su kirlenmesinin önlenmesi ve suların dezenfeksiyonu işleri ile de ilgilidir.
Toplumun içme ve kullanma (Yemek yapma, temizlik ve benzeri) gereksinimleri için kullandığı şehir şebekeleri, kuyu, çeşme ve gene aynı amaçlarla kullanmak üzere teknik metotlarla tasfiye edilmiş dere, nehir ve göl suları içilebilir su olarak tanımlanır. İçme ve çeşitli maksatlarla kullanılan ve insan sağlığı ile çok yakından ilişkisi olan ve kısaca içme, kullanma suyu adı verilen suyun hepsi "ALİMENTASYON SUYU" olarak adlandırılır. Bu suyun miktarı kent ve köylerin nüfusuna, bağlı olarak günde insan başına en az 150 litre olarak hesap edilir.
Su gereksinimi
İnsan organizmasının %60-70'i sudur. Bu suyun 2/3'ü hücreler içerisinde geriye kalan kısmı dokular arası sıvıda ve kanda bulunur. Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca, suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.
Genellikle su gereksinimi günlük 2500-3000 kaloriye karşılık her bir kalori için 1 lt hesabı ile 2. 5-3 litre olarak hesaplanır. Yaşama payı su gereksinimi için daha yaklaşık bir değer elde etmek için aşağıda verilen yüzölçümü ve kalori gereksinimi formülü kullanılır. Bunun için önce atılan en az su miktarını bilmek gerekir.
Erişkin bir insanın günlük minimum su kaybı
Kaynak Su ml
İdrar 400 Y
Dışkı 30 Y
Bazal ekstra renal 250 Y
Egzersiz 1,73 x 0.4 P
Su gereksinimi, ml = (400 +30 + 250)Y + 1,73 x 0,4 P
Y= Vücut yüzölçümü m²
P = Bazal enerji gereksiniminden fazla alınan enerji
Yüzölçümü m² = 0,12 A(.66)
Enerji = 70 A(.75)
70 kilogram ağırlığında bir insan günde 3000 K. kal metabolik enerji tüketiyorsa günlük su gereksinimi:
Su gereksinimi, ml = (400 +30 + 250) 0,12x70 (.66) + 1,73 x 0,40 (3000-70x70(.75) )
= 1346 +904 =2250 ml
Proteinlerden zengin gıdaların bol olarak yenilmesi halinde de proteinlerin parçalanma ürünü olan üre idrarla atıldığından idrar miktarı çoğalmakta ve bu yoldan su kaybı artınca, suya duyulan gereksinim de yükselmektedir. İnsan fizyolojik gereksinimi olan suyu her gün muntazam olarak karşılamak zorundadır. Bunun yaklaşık %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden ve %15'ini de oksidasyon suyu olarak vücuttaki gıdaların yakılmasından sağlar.
Tablo. Günlük sıvı gereksinimi
Yaş Ağırlık(kg) Total sıvı (ml) ml/kg/24 saat
3 gün 3.0 250- 300 80-100
3 gün 5.4 750- 850 140-160
1 yaş 9.5 1150-1300 120-135
2 yaş 11.8 1350-1500 115-125
4 yaş 16.2 1600-1800 100-110
6 yaş 20.0 1800-2000 90-100
10 yaş 28.7 2000-2500 70- 50
14 yaş 45.0 2200-2700 50- 60
Suyun organizmadaki fonksiyonları
a) Yapı maddesi :
Kasların bileşiminde %75-80
Kemik dokusunda %25
Yağ dokusunda %20
Dişin dentin dokusunda %10 oranında kullanmaktadır.
b) Eritici : su organizmanın ihtiyacı olan maddeleri eriterek doku ve hücrelere taşımaktadır. Dolayısı ile metabolizma artıkları da su ile taşınmaktadır. Ayrıca gıdaların sindirim sistemindeki seyri, yumuşatılması, emilmesi ve kan dolaşımı ile taşınması su ile olmaktadır.
c) Isı düzenleyicisi: Isının vücuttan atılması ve vücut ısısının ayarlanması su ile sağlanır. Örneğin futbolcular bir maç süresinde 4-5 litre su kaybetmektedir.
d) Kayganlık verici (Lubrikant) madde olarak : su özellikle vücudun oynak yerlerinde ve iç organlarda yeterli kayganlığı sağlayarak sürtünme ve aşınmaları önlemektedir.
Organizmanın su kaynakları
Organizmanın gereksinimi olan su, başlıca 3 kaynaktan gelir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi içme suyudur. İkinci kaynak diyeti oluşturan besin maddelerinin bileşimindeki sudur. Bu iki kaynak dışında üçüncü kaynak ise organizmada hidrojen kapsayan besin maddelerinin metabolizması sırasında bunların oksidasyonu ile meydana gelen metabolik sudur. Bu oksidasyonda yaklaşık olarak, rasyonun metabolik enerjisinin her 100 Kkal'si için 10-14 gram su oluşur. Besin maddesinin oksidasyonu ile oluşan metabolik su miktarının nasıl saptandığını bir monosakkaritten oluşan metabolik suyu örnek vererek açıklayalım:
C6H12O6 Ž6CO2 + 6H2O
Monosakkaritin molekül ağırlığı 180 ve 6 molekül suyun ise 6 x18 =108 gram olduğuna göre; 100 gram karbonhidrattan 108 x100 / 180 = 60 gram metabolik su oluşur.
Hidrojen içeren ve oksidasyona uğrayan üç besin öğesinden (karbonhidrat, protein ve yağ) oluşabilecek metabolik su miktarları tabloda gösterilmiştir.
Tablo . Besin öğelerinin içerdiği metabolik su miktarları
Besin öğesi Metabolik
su/gr. Besin Mad. Enerjisi
ME Kkal/100 gr. 100 Kkal ME
karşılığı su, gr.
Karbonhidrat 60 400 15,0
Protein 42 460 10,5
Yağ 100 900 11,1
Tablo . Su kaybının insan organizmasına etkileri
Su kaybı
% 1-1,5 % 6-7 % 11-12
Susuzluk Baş ağrısı Kramplar
Harekette düzensizlik Soluk almada güçlük Yutkunma zorluğu, dilin şişmesi
İştahsızlık Kan volümünün değişmesi Görme ve duyma zorluğu
Rektal ısıda artma, deri kızarması Konuşma zorluğu Ateş
Sabırsızlık, yorgunluk Hatırlamada güçlük Duyarlılıkta azalma
Kalp atımında artma Kan yoğunluğunda artma Yaşamın sonlanması
Susuzluğun derecesine göre organizmada çeşitli olaylar şekillenir. Kandaki su normalin %3' ünden daha fazla eksilirse böbrekler metabolizma artıklarını geçiremeyecek hale gelir. İnsan organizmasında 2 litre su çıkması halsizlik, 3 litre su kaybı belirgin bir düşkünlük nedeni ve 4 litre su kaybı tehlikenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Organizmadaki suyun % 11-12'sinin kaybı ise ölüme neden olmaktadır. Susuzluktan ölüm, kan yoğunluğunun fazlalaşması (Kanda 3-4 litre kadar su vardır) nedeniyle ince damarlarda dolaşımın durması sonucu asfeksiyle şekillenir. Hayvansal organizma, bileşimindeki glikoz ve yağın tamamını, proteinin %50'sini kaybetmesine rağmen yaşamaya devam ettiği halde suyun %20'sini kaybettiğinde ölmektedir.
Suyun organizmadan atılması
Metabolik olaylar sonucu oluşan artıklar insan organizmadan değişik yollarla atılmaktadır.
a. İdrar ile: Alınan suyun % 60'ı idrar ile atılmaktadır. Su idrarla bu yolla atılan atık maddeler için eritici olarak görev yapmaktadır. Yetişkin bir insan günde 1000-1500 ml suyu bu yolla kaybeder.
b. Dışkı ile: Bu yolla, alınan suyun % 5'i atılmaktadır.
c. Deri ile: Organizmadaki suyun % 20'si buharlaşma ve terleme ile atılmaktadır. Ter vücut sıvılarına oranla hipotoniktir. Terin iyonik bileşimi şahıstan şahısa değiştiği gibi terlemenin azlığına çokluğuna şahsın aklimatize olup olmadığına göre değişir. Terin miktarı da etkilidir. Terle birlikte vücuttan; su, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi minarellerde kaybolmaktadır. Dayanıklılık çalışmalarında, uzun süren egzersizlerde ve sıcak iklimlerde mineral kaybı artmaktadır.örn: bir futbol maçında terleme ile ortalama 1-4lt. su / her litre için tuz kaybı 1,5 g Maraton-kayak kros, bisiklet v.b. sodyumla beraber potasyum- mg kaybı da olmaktadır.
d. Akciğerler ile: Her gün buhar şeklinde 400-500 ml su organizmadan dışarıya atılmaktadır.
Sonuçta bütün bu yollarla insan Her gün yaklaşık 2. 5-3 litre suyu dışarı atmaktadır. Atılan bu su tekrar vücuda alınmaz ise ilk düzensizlik susuzluk hissi ile ortaya çıkacak olan tükürük sekresyonunun durmasına ve farenks mukozalarının kurumasına neden olan ozmatik kan basıncını artması olacaktır.
Su kaynakları
Su ile sağlığın ilişkisi çok sıkıdır. Bu nedenle hijyenik niteliklere sahip temiz bir su hakkında yargıda bulunabilmek ve gerekli nitelikleri iyice değerlendirebilmek için suyun kaynağının önceden iyi tanınması gerekir. Doğada daima bir devir halinde bulunan su, denizlerden, göllerden ve benzeri yüzeylerden güneş ısısı ile buharlaşarak havaya karışır. Daha sonra değişik meteorolojik şekillerde tekrar toprağa düşer buna hidrolojik devir denir. Dünyamızdaki suyun ise %97'si denizlerde, %2'si kutuplarda donmuş halde, %1'i de karada yani toprak parçasında bulunmaktadır.
Yeryüzündeki bu su zaman zaman buharlaşarak atmosferdeki soğuk tabakalara ulaşır ve yere yağmur veya kar halinde tekrar düşer. Toprak yüzeyine yağmur, kar, dolu şeklinde düşen su damlacıkları:
*tekrar buharlaşma ile atmosfere döner,
*bitkiler tarafından beslenme için alıkonulur.
*diğer önemli bir kısmı da yeryüzünün o bölgesindeki jeolojik oluşuma göre yeraltı ve yerüstü sularını oluşturur. Su kaynakları 3 ana başlık altında incelenebilir.
I.Meteor suları
Bu sular yağmur ve kar sularıdır. Erimiş maddeleri çok az bulundururlar. Doğa sularının en temizleridir. Fakat geçtikleri hava tabakalarından oksijen ve azot gazlarını, havaya karışmış olan karbondioksit, azot oksit, amonyak vb. gazları,havada bulunabilen radyoaktif serpintileri, endüstri dumanlarını beraberce sürüklediklerinden daha havada iken hijyen bakımından içilemez haldedirler.
Fırtınalı havalarda havanın azotuyla, hidrojen ve oksijeni birbiriyle birleşerek amonyum nitrat oluşturur. Kükürt dioksit de yağmur suyunda erimesi sonucu sanayii bölgelerinde asit yağmurlarına neden olabilir.
Meteorik sular hijyen bakımından elverişsiz iseler de endüstri bakımından tercih edilen sulardır. Buhar kazanlarında daha az taş oluşumuna neden olurlar. Yapılarında bulundurdukları fazla karbondioksitin boruları aşındırması kötü yanlarıdır. Bu sebeple agresif sulardan sayılırlar.
II.Yeryüzü suları
1.Akan sular: Bunlar mevsimlere göre yağmurlar, karlar ve yer altı sularıyla beslenen ve yeryüzünde daima hareket halinde bulunan sulardır. Hareketleri sırasında bir takım yabancı maddeleri fiziksel ve kimyasal olarak erimiş ve süspansiyon olarak yapılarına alırlar. Önemli miktarda organik maddeleri de beraberlerinde sürüklerler.
2.Durgun sular
a.Doğada bulunan durgun sular:(deniz,göl,bataklık suları)
b.İnsanlar tarafından hazırlanan durgun sular (baraj,havuz,depo suları)
III. Yeraltı suları
• a.Kuyu ve artezyen suları
• b.Kaynak suları : Kendi kendine yeryüzüne çıkan sular
• ı.Soğuk kaynak suları
• .İçme suları
• .Tıbbi sular: Maden suları
• ıı.Sıcak kaynak suları
• .Hypothermal sular: 34°C'den az sıcak olan ılık sular
• .Homiothermal sular: 34-37°C'ler arasında (Vücut sıcaklığında
• .Hyperthermal sular:40°C'den yüksek sıcaklıktaki sulardır.
Suyun insan sağlığı açısından önemi
Suyun insan sağlığını olumsuz yönden etkilemesinin nedenlerini iki başlıkta toplanabilir.
A-Zararlı biyolojik etkenlerin bulunması
B-Endüstri artıklarından doğan kimyasal ya da radyoaktif kirleticilerin bulunması.
Sularda bulunabilen ve insan sağlığı açısından zararlı biyolojik etkenler arasında patojen bakteriler, virüsler ve parazitler gelmektedir. Suların neden olduğu enfeksiyöz etkenler, hastalar ve portörler tarafından çevreye yayılmaktadır. Yörenin coğrafi konumu, alt yapı tesisleri, atık maddelerin gördüğü işlem, toplumun sosyo-ekonomik yapısı gibi birçok faktöre bağlı olarak, patojen bakteriler ve diğer mikroorganizmalar dışkı ve benzeri yollarla sulara ulaşır. İçme suyu, oral-fekal enfeksiyon zincirinin en önemli halkasıdır. Suyla geçen enfeksiyonların önüne geçilmesi büyük ölçüde suyun bakteriyel kirliliğinin önlenmesi, suyun dezenfekte edilmesi ile olasıdır . Bilim adamları ve sağlık kuruluşları temiz su elde etmek için çalışmakta, su standartları geliştirmekte, içilebilir ve kullanılabilir özellikte olan sular için belirli kriterler ortaya koymaktadır. Türkiye'de gıda tüzüğü ve su ile ilgili standartlarda suların içilebilirliğine koliform grubu bakterilerin varlığı/yokluğu esasına göre karar verilmektedir.
Suyun doğal mikroflorası
Suda bulunan mikroorganizmaları üç grupta toplayabiliriz.
a- Suda doğal olarak bulunan canlıların mikroorganizmaları : Spirillum, Vibrio, Pseudomanas, Achromobacter, Chromobacter türleri ile Micrococcus ve Sarcina'nın bazı türleri. Bu bakterilerin optimum üreme ısları 25°C veya daha azdır.
b- Toprakta yaşayan mikroorganizmalar: Toprağın yıkanması sonucu suya karışırlar. Bunlar; Bacillus , Streptomyces ve Enterobacteriacea'nın saprofit üyeleridir. Bunlarında optimum üreme ısıları 25°C veya daha azdır.
c- Normal olarak insan ve hayvanların bağırsaklarında bulunanlar: Başlıcaları; Esherichia coli , Streptococcus faecalis , Clostridium perfiringens ve muhtemelen bağırsak patojenleridir. ( Salmonella ve Vibrio comma gibi )
Su ile bulaşan önemli mikroorganizmalar
Tehlikeli su epidemilerine neden olabilen Salmonellalar, Vibriolar, Shigellalar Anthrax, Burcellose, Ruam ve diğer birçok patojen bakteriler ve virüsler portörlerin dışkıları ile sulara karışabilir. Su ile yayılan salgınlara su epidemileri denir. Başlıcaları kolera, tifo, dizanteri ve enfeksiyöz hepatitistir.
Salmonella: Genellikle mide krampları ve diyare ile birlikte akut gastroenteritidisi içerir. S.typhi'nin neden olduğu tifo en bilinen etkendir. S.typhi dışkı ve idrarla atılmaktadır. Suda yaşaması değişken olup düşük sıcaklık ve bol besin koşulları uygun bir ortam oluşturur.
Shigella: Basilli dizanteri olarak da adlandırılmaktadır. Etken dışkı ile atılmaktadır. Çoğunlukla akut diyareye neden olur. Shigelliasis sudan kaynaklanan salgınlara neden olmasına karşın tifo'dan daha az rastlanır.
Vibrio cholerae: Diyare, kusma, hızlı su kaybı, kan basıncının azalması, düşük vücut sıcaklığı ile karakterizedir. Hastalık hasta kişilerin dışkıları ile yayılır. Yüzeysel sularda bu bakterinin yaşama süresi 1 saatten 13 güne kadar değişmektedir. Kolera salgınları genelde şebeke sularının kirlenmesiyle ortaya çıkar.
Enteropatojenik E.Coli: Atık sularda bol miktarda bulunan bu bakterinin patojenik türü diyareye neden olmaktadır.
Leptospira: Leptospirosis'e neden olan bu bakteri kan dolaşımına derideki sıyrıklardan veya mukozadan girmekte börek, karaciğer ve merkezi sinir sistemini etkileyen akut enfeksiyonlara neden olmaktadır. Bu bakteri idrarla atılır. Suda yaşama süresi bir kaç günden 3 haftaya kadar değişir.
Tularemia: Tularemia'ya Francisella tularensis, pasteurella tularensis adı verilen bakteriler neden olmaktadır. Leptospira'da olduğu gibi etken kan dolaşımına deri sıyrıkları ve mukozalar yoluyla girmekte; üşüme, ateş, lenf düğümlerinde şişme ve halsizlik gibi durumlarla ortaya çıkmaktadır. Hastalık; dışkı, idrar ve hasta hayvan ölülerinin su kaynaklarını kirletmesi sonucu yayılmaktadır. Bu mikroorganizmaların suda yaşama süreleri düşük sıcaklıklarda uzamaktadır.
Tüberküloz: Su ile tüberküloz yayılması pek yaygın değildir. Tüberküloz basilinin suda yaşama süresi birkaç hafta olabilmekte, düşük ısı yüksek organik besin derişimi elverişli koşullar oluşturmaktadır.
Viral patojenler
Enfektif hepatitis: Sarılık olarak bilinen bu hastalık genellikle su ile yayılmakta ve diğer kirlilik etkenleri ile bir arada bulunmaktadır.
Polimyelitis: Çocuk felcinin kirli sularla da yayıldığı bildirilmektedir. Temelde kişiden kişiye temasla bulaşmasına karşın kirli sularla da bulaşma bildirilmiştir.
Protozoal hastalıklar
Bazı protozoa türleri normal olarak insan da dahil olmak üzere sıcak kanlı hayvanların bağırsaklarında yaşamaktadırlar. Bu protozoa türlerinin büyük bir kısmı insanlar için tamamen zararsız olup sağlıklı ve hasta insanların dışkılarında sürekli olarak bulunurlar. Ancak bazı protozoa'lar patojendir.
Entameoba histolika: Amebiosis'e neden olan bu protozoon dışkı ile kistler halinde atıldığından suda uzun süre kalabilir. Protozoa bağırsak çeperinde delik aşar ve bazı durumlarda bağırsakta çatlamaya neden olur.
Naegleria gruberi: Amibin patojen cinsi olan N.gruberi menenjit'e neden olmaktadır. Patojen vücuda burundan girmekte, daha sonra beyine, omurilik sıvısına ve kan dolaşımına ulaşmaktadır. Semptomlar su ile temas edildikten 4-7 gün sonra görülmeye başlar. Ölüm genellikle semptomlar görüldükten 4-5 gün sonra şekillenir. Hastalık kirli sularda yüzme ile geçer.
Parazitler
Taenia saginatta: İnsanlar bu parazitin yumurtasını taşıyan suları ağız yoluyla almak suretiyle hastalanırlar.
Ascaris lumbricoides: Ascariasis denilen hastalığa neden olan bu parazit daha çok çocuklarda görülür. Dışkı ile atılan yumurtalar toprak ve suda uzun süre canlı kalabilirler. Atık su arıtma tesislerinde çalışanların %2 'sinde, atık su ile sulama yapan çiftçilerin % 16'sında hastalık görülmektedir.
Shistosoma: Shistomiasis'e neden olup hastanın idrar veya dışkısı ile kirlenmiş sularda görülür.
Enfeksiyonların bulaşmasında bir çok etken rol oynamasına rağmen, büyük salgınların çıkmasında ve yayılmasında doğal çevre ve özellikle su büyük önem taşır. Hijyenik koşullara sahip suyun sağlanması sosyo - ekonomik ve sosyo- kültürel faktörler ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. Gece kondu bölgelerinde yaşayanlar su gereksinimlerini genellikle özel kuyulardan sağlamaktadırlar. Bu gibi yerlerde dezenfeksiyon işleminin önemi yeterince anlaşılamadığından dolayı klorlama işlemi ya hiç uygulanmamakta ya da düzensiz uygulanmaktadır. Alt yapı yokluğu ya da yetersizliği sonucunda patojen mikroorganizmaların sulara karışması ve bu suların içme suyu olarak kullanılması sonucunda da enfeksiyonlar ortaya çıkmaktadır.
Suların kirlenme sebepleri
Su havada buhar halinde iken doğal olarak temizdir. Fakat temiz olan bu su yağmur, kar vs halinde yeryüzüne düşerken geçtiği kirli hava tabakalarında bulunan gazları, tozları, radyoaktif serpintileri ve mikropları alarak atmosferin kirlilik derecesine göre az veya çok kirlenir. Kimyasal yapısı itibarı ile saf su olmaktan çıkar. Toprak yüzeyi ile temasa geçtiği andan itibaren bu yerlerin niteliklerine göre organik ve anorganik maddeler bakımından yükü artmaya başlar. Yeryüzünden akarken veya derinliklerden geçerken insan, hayvan ve bitki organik artıklarını, tarım, endüstri, kanalizasyon ve nükleer kirlilikleri de bünyesine alır. Suyu kirleten bu maddelerin kaynağı insan ve hayvanlar ile onların değişik kullanma sahalarından gelen artıklardır. Bu yüzden bir suyun kirlenme derecesi suyun yere ilk düştüğü veya sonradan toplandığı veya aktığı yerlerdeki insan ve hayvan topluluğuna bağlıdır.
Su canlıların temel bir gereksinimidir ve suyun yetersizliği ve kirlenmesi çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Yapılan istatistiklerde, özellikle gelişmekte olan ülkelerde hastalıkların yaklaşık % 80 'inin su ile ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Hatta, su kaynaklarının hijyenik olarak yetersiz olması nedeniyle her yıl yaklaşık beş milyon bebeğin öldüğü bilinmektedir. Doğadan buharlaşarak havaya karışan su, havada buhar halinde doğal olarak temizlenir. Fakat bu su yağış halinde yere düşerken, hava tabakalarında bulunan gazları, tozları, dumanları, radyoaktif serpintileri ve mikroorganizmaları alarak atmosferin kirlilik derecesine göre az veya çok kirlenir. Toprak yüzeyi ile temas ettiği andan itibaren bu yerlerin vasıfların göre mikroplar, organik ve anorganik maddeler bakımından yükü artmaya başlar . Yeryüzünde akarken veya derinliklere geçerken insan, hayvan ve bitki organik artıkları ile tarım, endüstri, kanalizasyon ve nükleer kirlilikleri de bünyesine alır.
Dünya ülkelerinin endüstride hızla ilerlemesi ve nüfus atışı temiz su kullanımını arttırmakta ve bugün su kirliliği en güncel konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir. Plansız ve kontrolsüz kentleşme sonucu, arıtılmadan doğal sulara karışan atık suların kendi kendine temizlenmesine olanak bırakmayacak boyutlarda kirlenmesine sebep olmaktadır.
Kirlenme unsurları
Dünya Sağlık Örgütünce (WHO) yüzeysel sulardaki kirlilik unsurları sınıflandırılmıştır.
a) Bakteri, virüs ve diğer hastalık yapıcı canlılar: Suların hijyenik açıdan kirlenmesine neden olan organizmalar, genellikle hastalıklı veya portör olan hayvan ve insanların dışkı ve idrarından kaynaklanmaktadır. Bulaşıcı etki ya bu atıklarla doğrudan temasla ya da atıkların karıştığı sulardan dolayı gerçekleşir. Bu tür sular içilmez ve kullanılmazlar
b) Organik maddelerden kaynaklanan kirlenme: Ölmüş hayvan, bitki artıkları ile tarımsal artıkların yüzeysel sulara karışmasıyla ortaya çıkar. Suyun oksijen seviyesindeki değişimlerde su kalitesini etkiler. Ayrıca mikroorganizmalara uygun bir üreme ve gelişme ortamını sağlar.
c) Endüstri artıkları: Çeşitli endüstrilerden çıkan fenol, arsenik, siyanür, krom gibi toksik maddelerden oluşurlar. Bileşimleri gün geçtikce değişir.
d) Yağlar ve benzeri maddeler: Tanker ve boru hatlarıyla taşınan petrolün kazalar ve sızmalar sonucu yüzeysel sulara karışmasıyla bu tür kirlilik oluşur. Yüzeysel sulara karışmasının yarattığı olumsuz etkiler açısından önemlidir.
e) Sentetik deterjanlar: İçerdikleri fosfatlar yüzeysel sularda östrafikasyona ve ikincil olarak kirlenmeye sebep olurlar
f) Radyoaktivite: Nükleer enerjinin kullanıldığı tesislerin reaksiyon ürünleri radyoaktiftir. Nükleer atıkların yeraltı ve deniz altında uzun süre saklanması sırasında kaplardan sızmaları sonucu sulara karışmalarıyla toksit özellikleri ortaya çıkar. Hastane araştırma kuruluşlarından kaynaklanabilir.
Atmosferdeki nükleer silah denemeleri sırasında yağmur sularının kirlenmesi sonucu da sularda kirlilik sebebi oluşturur
g) Pestisitler: Yapay organik maddelerdir. Zararlı böcek, bitki ve mantarlarla mücadelelerde kullanılırlar. Uzun süreli kullanımları sonucu zararlı etkileri ortaya çıkar.
h) Yapay organik kimyasal maddeler: Farmasotik, petrokimya ve kimya endüstrilerince üretilirler. Bu maddeler yerlerini aldıkları doğal organik maddelerden daha güç degredasyona uğrarlar
ı) Yapay ve doğal tarımsal gübreler: Bunlar ikincil olarak kirlenmeye neden olurlar
j) Anorganik tuzlar: Çözünmüş tuzlar sularda ve deşarj noktalarında Sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, sülfat, nitrat, bikromat ve fosfatları halinde bulunurlar Bunların çok yüksek dozları kirleticidir. Suların içme, sulama ve birçok endüstriyel kullanım için uygunsuz hale getirir.
k) İnert çözünmeyen madde: Tebeşir, Jips gibi birçok inert çözünmeyen madde sularda bulanıklığı arttırır. Bu yüzden arzu edilmezler
Bunların dışında sular fiziksel (renk, sıcaklık, süspansiyon, maddeler), fizyolojik (tat, koku) ve biyolojik kirlenmeye de maruz kalabilirler.
Suların kendi kendini temizlemesi
Yerüstü ve yeraltı sularını kirleten şartlar karşısında doğa, sularını korumak ve kirlenmiş olanlarını temizlemek için birçok aracı kullanmaktadır. Suların kirlenme sonucu taşıdıkları kimyasal maddelerin ve canlı cisimlerin, doğanın kendi lâboratuarında çalıştırdığı biyolojik,fizik, mekanik araçlarla ve kimyasal olarak temizlenmesine OTOEPÜRASYON (Autoepuration), yani suların kendi kendini temizlemesi denir. Bu olay biyolojik, mekaniksel ve fiziksel ile kimyasal olmak üzere üç faktörden oluşur.
1.Biyolojik faktörler
a.Nitrifikasyon
Aerop ve anaerop mikroorganizmaların tesiriyle organik maddeler bir seri redüksiyon ve oksidasyon olayları geçirerek bitkilerin istifade edebileceği nitratlar haline dönüşürler.
b.Mikroplar arasındaki mücadele
Canlı organizmada 37° C sıcaklığa ve bol gıda kaynaklarına alışmış olan patojen mikroorganizmalar, vücut dışına çıktığı zaman bu şartlara uzun zaman dayanamayıp ölürler veya bu şartlara alışmış olan saprofit mikroorganizmalarla karşılaşınca bunlara direnemeyip canlı kalamazlar. Ayrıca protozoonlar bakteriofajlar ve fitoplanktonlar çok önemli rol oynarlar. Bunların mikrop yeme konusundaki yetenekleri çok fazla olup kirli suların biyolojik temizlenmelerinde yaptıkları iş çok önemlidir.
2.Mekaniksel ve fiziksel faktörler
a.Süzülme (Filtrasyon veya perkolasyon)
Su kum gibi küçük taneli bir toprak tabakasından geçerken, içerisindeki kolloidal halde bulunan organik ve inorganik maddeler ve mikroplar, bu küçük kum taneleri tarafından çekilerek bunların üzerine yapışır. Bu işleme filtrasyon veya perkolasyon denir. Uygun bir toprak tabakasından aşağıya geçen su böylece berraklaşır. Ancak filtrasyonun tesiri ,toprak tanelerinin çaplarına, tabakanın kalınlığına ve su basıncına bağlıdır.
b.Çökme
Sular içinde bulunan madensel ve organik maddeler ağırlıkları sebebiyle yavaş yavaş dibe doğru çökerler ve bu esnada kendilerinin çekim sahasına tesadüf eden daha küçük ve kolloidal cisimler ile mikroorganizmaları sürükleyerek suların temizlenmesine yardım ederler. Suyun kitlesine ve durgun kalma süresine göre bu olayın etkinliği azalıp çoğalabilir.
c.Dilüsyon
Kirli suların daha az kirli veya temiz büyük su kitlelerine karışarak, dilüe olması ve mikrop konsantrasyonlarının azalmasıdır.
d. Güneş ışınları
Güneşin ultraviyole ışınları sularda etki edebildiği yüzeysel tabakalarda bakterisid etki gösterir.
3.Kimyasal faktörler
a.Oksijenasyon (Oksijenleştirme)
Bol oksijenle temasa gelen hareketli sularda oksijen otoepürasyon için önemli bir faktördür. Ancak çok miktarda deterjan içeren kanalizasyon sularının meydana getirdikleri köpük tabakalarının bu oksijenasyona veya dolayısıyla suların temizlenmesine engel teşkil edeceği unutulmamalıdır.
b.Kimyasal konsantrasyon
Özellikle tuzdan zengin sularda, örneğin deniz sularında bakteriyel faaliyetler kontrol altında tutulur.
c.Mikroorganizmalar için besin yetersizliği
Çeşitli nedenlerle temizlenen sularda mikropların beslenebileceği maddeler ortadan kalkmış olacağından patojen mikroorganizmalar yaşayamaz hale gelirler. Doğal şartlarda suyu temizleyen bu faktörlerin etkisi ani ve kesin değildir. Bu faktörlerin uzun süre devamı etkisini fazlalaştırır. Bu faktörlerin etkisi ile doğada oluşan temizlenme olayı tam ve emin bir şekilde şekillenmez. Genellikle bunlar suyun durumu hakkında bazı fikirler verir. Bu fikirlerle temiz suların nerelerde bulunabileceği ve herhangi bir suyun temizlik şartlarına sahip olup olmadığı hakkında ilk ölçütleri belirlenebilir. Fakat suyun temizliğine veya kirliliğine kati olarak karar verilemez. Kesin kararı verebilmek için aşağıdaki incelemelerin yapılması gereklidir.
Suların özellikleri
Doğa da tam olarak saf suyun bulunması hiçbir zaman mümkün değildir. Doğadaki sularda yabancı madde, erimiş tuzlar, gazlar, kimyasal bileşikler, hastalık yapan veya yapmayan organizmalar, toprak kil vs. bulunur. Bunların bir kısmı mikroskopla ve bakteriyolojik muayeneler, bir kısmı kimyasal deneylerle, bir kısmı gözle, bir kısmı da tat ve kokularıyla teşhis edilebilir.
Fiziksel özellikleri
Su bulunduğu şartlara bağlı olarak katı, sıvı ve gaz hallerinde bulunabilir. Yoğunluğu büyük ölçüde sıcaklığa bağlıdır. Suyun fiziksel özelliklerinden sıcaklığı, bulanıklığı, rengi lezzeti, kokusu, geçirgenliği ve pH'sı önemlidir. İçilebilir nitelikteki su fiziksel açıdan en az aşağıdaki nitelikleri taşımalıdır:
a) Suların bulanık olmaması,
b) Renksiz olmalı
c) Kokusuz, kendine has bir tat bulunmalı,
d) İçilebilir suyun sıcaklığının 15°C den daha aşağı sıcaklıkta olması arzu edilir.
Suyun sıcaklığıSuyun kendine özgü lezzeti özellikle sıcaklığa bağlıdır. Genel olarak içme suyunun sıcaklığının 7-12 °C 'ler arasında olması istenmektedir. Daha sıcak sular ağza yavan gelebildiği gibi 20°C'den fazla sıcak sular mide bulantısı vermektedir. Bunun tam aksi soğuk sular mide ve bağırsak mukozasını tahriş ettiği gibi bağırsak hareketlerini durdurmakta ve sancı oluşturmaktadır. İçilebilir su, derinden gelen toprak tabakalarından çok yavaş süzülerek yer üstüne çıktığından daima soğuktur. Bu yavaş süzülme suyu kirliliğinden büyük ölçüde arındırır.
Suyun bulanıklığıSuyun bulanıklığı içerdiği asılı ve kolloidal haldeki organik ve inorganik maddelerden ileri gelir. Organik maddeler arasında patojen mikroorganizmaların bulunabileceği de ayrıca unutulmamalıdır. Bulanık sular daima şüpheli sular olarak kabul edilmelidir. İçme ve kullanma sularının berrak olması su hijyeni yönünden önemlidir. Kaynağı ne olursa olsun önceden ne gibi temizleme işlemi görmüş bulunursa bulunsun bulanık suların içilmemesi, işletme ve ev işlerinde kullanılmaması gerekir. Hatta borularda tortu bırakmaları dolayısıyla endüstride bile kullanılmamalıdır.
Bulanıklık tayininde “turbidimetre” denilen alet kullanılır. Bu aletin esası, 1 metre uzunluğunda 2 cm çapında bir cam borudur. Bir ucunda ortasında 4 mm siyah bir çizgi bulunan beyaz bir tıpa ile kapatılır. Bulanıklığı ölçmek için cam borunun içine tıpadaki siyah çizgi, üsten bakıldığında kayboluncaya kadar numune suyu konulur. 60 cm yüksekliğinden daha fazla su konulduğunda çizgi görülürse suyun berrak olduğuna karar verilir.30-60 cm arası hafif bulanıklığa ve 30 cm'den aşağı olursa bulanıklılığa karşı gelir. Muayene gündüz ışığı ile (Güneş ışığında değil) yapılmalıdır.
Suyun rengi
Suyun rengi hakkında karar verebilmek için suya süzüldükten sonra bakılmalıdır. Çünkü suyun rengi genellikle suda kolloidal halde bulunan organik ve inorganik maddelerden Bazen de endüstri sularında erimiş kimyasal maddelerden ve boyalardan ileri gelir.
Az miktardaki su renksiz olmasına karşılık kalın tabaka halinde doğal olarak mavimtırak renktedir. Fakat demir bileşikleri, koloidal organik maddeler ve özellikle de bitkisel kaynaklı maddeler süspansiyon halinde bulunduklarında suyu renklendirirler. İçinde demir tuzları (Ferro) bulunan sular sarı renkte olup havalandırılınca kırmızımtırak çökelek verirler. Granitli kayalardan gelen sular hafif esmerimtrak bir renk taşırlar. Ayrıca suda yosunların ve mikroorganizmaların üremesi de suya yeşilimsi bir renk vermektedir.
Suyun kokusu
Genellikle iyi nitelikli su kokusuzdur. Suyun kokulu oluşu birçok nedenden ileri gelir. Bu nedenler genellikle mikroorganizmaların fermentasyonu, dışkı, idrar karışması, organik maddelerin ayrışması, endüstriyel artıkların ve çeşitli artıkların karışması şeklinde sayabiliriz. Ayrıca derin yeraltı sularında sülfatların ayrışmasıyla oluşan kükürtlü hidrojen, suların içinde yaşayan algler, protozoonlar ve çeşitli mikroorganizmalar ve bazen de suların nakledilmelerinde kullanılan boru ve kaplarda kokunun oluşmasına neden olur. Ayrıca suların dezenfeksiyonunda kullanılan klor ve iyotta suya kendilerine özgü kokularını verir. Koku muayenesi için şişenin kapağı çıkarılarak hemen koklanır. Ayrıca su bir beherglas’a konur, ağzı saat camı ile kapatılır ve 95°C'ye kadar ısıtıldıktan 5 dakika sonra koku muayenesi yapılır.
Suyun lezzeti
Suyun lezzeti, suda erimiş oksijen ve karbondioksit gazlarına, içerdiği diğer kimyasal maddelere ve suyun sıcaklığına ve soğukluğuna göre değişmektedir. Suyun lezzeti doğal ve hoş içimli olmalıdır. Aksine ekşi, acı, tuzlu, madeni veya kekremsi lezzetli olmamalı, lezzetini değiştirmemeli, içildiği zaman boğazda kuruluk, buruşukluk ve midede de şişkinlik hissi vermemelidir. İçilen suyun, istenilen taze su lezzeti içerdiği oksijen ve karbondioksit gazlarından oluşmaktadır. Suyun ısıtılması halinde bu gazlar buharlaşarak uçacağından suda yavan ve tatsız bir lezzet oluşur. Suda bulunan mineral maddelerin oranı az ise suda kabul edilebilir bir lezzet vardır. Mineral maddelerin çokluğu suyu içilemez bir hale getirebilir.
Geçirgenlik
Suyun elektrik akımına direnci saf olduğu zaman çok şiddetlidir. Çözünmüş madensel tuzları içerdiği zaman ise elektrik akımı direnci azalır. İyi kaliteli su, elektrik akımına karşı sabit bir direnç gösterir.
pH derecesi
Suyun pH'sı suda kalsiyum bikarbonat ve alkali tuzlar bulunursa alkali, fazla karbondioksit varsa asit reaksiyon gösterir. Suyun fazla alkali olması kokuşmanın varlığını gösterir. Asiditesi karbondioksitten başka asitlerden oluşan suların korrosif özellikleri vardır. Suyun pH'sı nötr veya hafif alkali olmalıdır. Kaynak sularında pH 7.0-8.5, içme ve kullanma sularında pH 6.5-9.2 sınırları içinde olmalıdır.
Kimyasal özellikleri
Hijyen bakımından alimentasyon suyunun kimyasal analizi; erimiş gazlar (Özellikle CO2 ve O2), sertlik derecesi, organik maddeler, amonyak, nitrat ,nitrit , klorür, deterjan bulunup bulunmadığı ve miktarlarının tayinleri üzerinde yapılır. Gereğinde Fe, Pb, Zn, pestisidler ve radyoaktif serpintiler araştırılır.
Suda erimiş oksijen
Oksijen, erimiş halde hava ile temas eden sularda bulunmaktadır. Bulunan oksijen oranı, suyun yüzeysel veya derin olmasına, kokuşmuş maddelerin bulunup bulunmadığına, sıcaklığına, hava basıncına, bulunan madensel tuzlara, suda yaşayan canlılara ve suyun dalgalı, çarpıntılı olmasına göre değişir. Genellikle dalgalandıkça ve aktıkça havadan oksijen alan temiz sular, litresinde 12 ml kadar oksijen içerirler. Bu sularda kokuşma maddeleri bulunduğunda, oksijen bu maddeler tarafından sarf olduğundan miktarları çok azalır. Bununla beraber hiçbir kirliliğe bağlı olmadığı halde yeraltı sularında oksijen miktarı litrede 6-7 ml' ye düşebilir. Derinden gelenlerde ise hiç yoktur. Fakat bu yokluk bir kirlilik anlamını taşımaz. Bu sular yeryüzüne çıkıp da hava ile temas edince az çok oksijen alırlar. İçme sularında oksijen bulunmasının sağlık üzerine doğrudan bir tesiri yoktur. Ancak suyun lezzetini etkilediğinden az miktarda bulunması gerekir. Fazlası ise sulara agresiv özellik kazandırmaktadır.
Karbondioksit
Karbondioksit hemen hemen her suda çok az bulunur. Bunu sağlığa bir zararı yoktur. Fakat suyun lezzeti üzerine etkisi vardır. Karbondioksiti uçurmak için yapılan ısıtma işlemi suları lezzetsiz yapar. .Genel olarak karbondioksit oranının olabildiğince az olması istenir. Aksi suda bazı maddelerin fermentasyonu sonucu kokuşma belirtisidir. Litrede 5 mg. karbondioksit kabul edilebilir sınırlardadır. Ancak en fazla karbondioksit oranı çok derinden elde edilen gazlı maden sularıdır. Yaklaşık litrede 2-3 mg'dır. Bunu kokuşma ve fermentasyonla ilgisi yoktur. Fazla miktarda karbondioksitin olması halinde suyun pH'sı düşer ve fazla bir asidik ortam oluşur. Böyle sular korozif özellik kazandıklarından boruları, bulundukları kapları aşındırırlar. Kurşun,bakır,çinko gibi madenleri de içerirler sonuçta madensel zehirlenmelere neden olur.
Suyun sertliği
Genel olarak suyun sertliği, kalsiyum seviyesi olarak kabul edilmesine rağmen, suyun sertlik derecesi içerdikleri erimiş kalsiyum ve magnezyum tuzlarından ileri gelmektedir. Sular bunları topraktan alır. Sular, erimiş halde bulunan kalsiyum ve magnezyumu bikarbonat tuzları, sülfat tuzları, klorür tuzları ve ayrıca az miktarda nitrat tuzları halinde içerirler. Özellikle kalsiyum bikarbonat ve kalsiyum sülfat suyun sertliğinde önemli rol oynar. Tüm anorganik tuzlar suda çözünürler. Sıcaklık artışı bazı tuzların çözünürlüğünü azaltır.(Ca(OH)2 , FeSO4 ) diğer çözünmüş madde derişimi de bunu etkiler. Alçak rakımlı bölgelerde tuz derişimi zeminle temas yüzeyi büyük olduğundan yüksektir. Su da en sık bulunanlar kalsiyum, magnezyum, Na2CO3, sülfat ve klorürlerdir. Sularda erimiş halde bulunan kalsiyum ve magnezyum bikarbonat tuzları, suları kaynatmakla erimeyen karbonat tuzları, suları kaynatmakla erimeyen karbonatlar halinde çöktüğünden bunların oluşturduğu sertlik Geçici Sertlik diğer tuzların oluşturduğu sertliğe de Kalıcı Sertlik denir. Çünkü bu tuzların oluşturduğu sertlik suları kaynatmakla geçmez. Bahsedilen tüm tuzlardan ileri gelen sertlik ise Toplam Sertlik adını alır. Özellikle kalsiyum ve magnezyumun sülfat tuzları kalıcı sertlik nedenidir. Kalsiyum ve magnezyum bi karbonat tuzları ise geçici sertlik oluşturur. Geçici sertliği oluşturan bikarbonat tuzları ısıtıldığı zaman;
Ca(HCO3) 2-----------------> CaCO3 +CO2 +H2O
Mg(HCO3) 2------------------> MgCO3 +CO2 +H2O
şeklinde ayrışırlar. Karbonatlar çöker, oluşan veya suda önceden erimiş halde bulunan serbest karbondioksit uçar. Suyun kalıcı sertliği genellikle toprak alkali maddelerin sulfatalarından klorürlerinden ileri gelen sertliklerdir. Bu tür sertlik ısıtılmakla giderilmemesine karşılık sodyum karbonatla giderilir.
CaSO4 + Na 2 CO3 ---------------------------> Na2 SO4 + CaCO3
Evsel ve endüstriyel atık sularının yüzeysel sulara deşarjı sonucu bu sulardaki Cl(, sülfat, nitrat, fosfat derişimi artar. Sudaki çok değerlikli metal iyonlarının sabunlarla çözünmeyen bileşikler meydana getirme özelliği olan sertlik derecesi Fransız, İngiliz, Alman, Amerikan ve minival sertlik derecesi olarak değişik şekillerde belirtilir. Ülkemizde Fransız sertlik derecesi kullanılmaktadır.
Bir Fransız sertlik derecesi 10 mg CaCO3 /Lt . veya 8.4 mg MgCO3 'a
Bir İngiliz sertlik derecesi 14.3 mg Ca CO3 /Lt . veya 2.0 mg Mg CO3 'a
Bir Alman sertlik derecesi 10 mg CO3 /Lt . veya 7.1 mg Mg CO3 'a
Bir Amerikan sertlik derecesi 1 mg Ca CO3 /Lt . veya 0.8 mg Mg CO3 'a
Bir Minival sertlik derecesi 50 mg Ca CO3 /Lt . veya 42 mg Mg CO3 'a
1 Fr SD= 0.56 Alm.SD =0.70 İng.SD'dir
Minival sertlik bir litre suda bulunan milival gramı gösterir. Minival gram, kimyasal eşdeğer miktarın 1/1000'i demektir. Örneğin CaCO3 'a molekül ağırlığı 100, kimyasal eşdeğerliliği 100/2 = 50'dir. Bunun binde biri 0.05 gr kalsiyum karbonat veya bu miktara eşdeğer sertlik veren maddelerin bulunması 1 milivat değeri verir. Sertlik derecelerine göre sularda şöyle bir sınıflandırma yapılabilmektedir.
Tablo . Sertlik derecelerine göre sularda sınıflandırma
Fransız sertlik derecesi Alman sertlik derecesi İngiliz sertlik derecesi Suyun niteliği
0 - 7 0- 4 0-5 Çok yumuşak
7 - 14 4- 8 5-10 Yumuşak
14 - 22 8- 12 10-15 Hafif sert
22 -32 12- 18 15-22 Sert
32 – 54 18- 30 22-35 Çok sert
>54 >30 >35 Çok aşırı sert
Sert suyun zararları
a) Sert sular, cildi sertleştirmeleri ve yıkanma, bulaşık, çamaşır gibi ev işlerinde fazla sabun sarf ettirmeleri ve işlemleri güçleştirmeleri nedeniyle pek istenmezler. Örneğin 25 sertlik derecesinde bir litre suyu tamimiyle köpürtebilmek için en az 3 gr. sabun sarf etmek gereklidir. Buna göre 300 litre su ile yıkanan bir ev çamaşırı için 900 gr. sabun gereklidir. Eğer yumuşak su ile aynı iş yapılacaksa sarf edilecek sabun yarı yarıya azalır.
b) Sabun çökeleği banyo veya duş sonrasında insan derisine yapışır. Deri gözeneklerini tıkar ve saç tellerini kaplayarak sertleştirir. Deriye yapışan bu kütle, bakteri üremesi için elverişli bir ortam yaratır.
c) Sudaki sertlik zamanla kendiliğinden veya su ısıtıldığında hızla çözünürlüğünü kaybeder ve geçtiği yüzeylere yapışmaya başlar. Su borularının içi hızla dolar, su basıncı ve akışı azalır.
d) Suyun ısıtıldığı yüzeylerde daha da artan kireçlenme, yalıtkanlığa sebep olur ve elektrik tüketimini artırır. Kalorifer tesisatındaki kireçlenme yakıt tüketiminin artmasına sebep olur. Buhar elde etmek için kullanılan sularda, gerek ekonomi ve gerekse kazanların dayanması bakımından sertliğin büyük önemi vardır. Geçici sertliği 12,5'tan fazla olan sert sular çok çöküntü yapıcıdırlar. Bu gibi sular ısıtılınca bikarbonatlar, karbonat halinde çökerek, kazanda ve borularda bir kabuk oluştururlar. Oluşan bu kabuk, ısının güç iletilmesine ve dolayısıyla fazla enerji kullanılmasına neden olacaktır.
e) Sertlik mineralleri yemeklerde istenmeyen bir tat verir. Sert su ile yapılan buz buğulu bir görünümde olur. Ayrıca tahıl, baklagiller ve sebzeleri sertleştirebilirler, bu yüzden yemeklerin geç ve güç pişmelerine sebep olarak zaman ve enerji kaybettirirler.
f) Tekstil, boya, kağıt, deri, şeker, bira endüstrileri için sert sular elverişsizdir.
g) Diğer taraftan çok tatlı sular, karbondioksit ile fazla yüklü olduklarından agresif, yani kemiricilerdir. Bu yüzden özellikle su borularında bulunan kurşun, kalay ve kadmiyum gibi ağır metalleri eritirler. Halbuki sular kireçten zengin olduğu zaman, boruların içini ince bir kireç kaplayacağı için kurşunla suyun teması önlenmiş olur.
Suyun sertliğinin sağlık üzerine zararlı bir etkisi yoktur. Fazla sert suların mideye biraz ağır gelmesi nedeniyle, yaklaşık bir sınır olarak içme sularının toplam sertliklerinin de 12'yi geçmemesi önerilir. Ayrıca fazla magnezyum sülfat içeren suların, laksatif etkileri nedeniyle içilmemeleri gerekir.
Sert suların yumuşatılması
Suyu yumuşatmanın en pratik yolu iyon değiştirici reçine kullanmaktır. İyon değiştirici reçineli sistemler genelde sodyum iyonları ile sertlik iyonlarını yer değiştirterek çalışırlar. Proses esnasında su reçine tanecikleri arasından süzülerek geçer. Reçine tanecikleri üzerindeki elektrik yükü sodyum iyonlarını reçine taneciği üzerinde tutar. Ancak, reçine taneciklerinin aynı zamanda sertlik minerallerini tutma kabiliyeti de vardır. Reçine taneciklerinin sertlik minerallerini tutma kabiliyeti sodyum iyonlarını tutma kabiliyetine göre daha fazladır. Bu şekilde iyon değişimi gerçekleşir.
Belli miktarda sert su reçine yatağından geçtikten sonra, reçine tanecikleri tamamıyla, sertlik mineralleriyle kaplanır. Bu durumda sertlik minerallerinin tutulması son bulur. Sertlik iyonlarının tekrar sudan tutulabilmesi için reçine taneciklerinin sertlik minerallerinden kurtarılarak tekrar sodyum taneciklerinin bağlanması gereklidir. Bu işleme ‘rejenerasyon’ adı verilir. Rejenerasyon esnasında tuzlu su reçine tankına verilir ve reçine sodyuma doyurulur. Reçine tankında biriken yüksek konsantrasyondaki sodyum iyonları sertlik iyonlarını reçine taneciklerinden ayırır. Reçine daha sonra temiz su ile durulanarak, fazla tuz ve sertlik mineralleri tanktan atılır. Reçine tankı tekrar sertlik iyonlarını tutmaya hazır durumdadır.
Sularda sulfatlardan ileri gelen kalıcı sertlik alkali karbonatlarla da giderilir.
CaSO4 + Na2CO3------> Na2SO4 + CaCO3
MgSO4 + Na2CO3------> Na2SO4 + MgCO3
Bikarbonatlardan ileri gelen geçici sertlik ya suları ısıtarak erimeyen karbonatlar halinde çöktürerek veya aşağıdaki şekilde işleme tabi tutarak gidermek olasıdır.
Ca(HCO3 )7 + CaO-------> 2CaCO3+ H2 O
Mg(HCO3 ) 7 +Ca(OH) 2 -------> 2MgCO3+2H2 O
Kalsiyum ve magnezyumun hem bikarbonat ve hem de sülfat bileşikleri zeolit ve permutit gibi doğal veya sentetik maddelerden yararlanarak iyon değiştirmek suretiyle sular yumuşatılır.
Kireç soda usulü, sodyumu hidroksitle muamele, sodyumu fosfat ile yumuşatma yöntemleri Mg+( ve Ca+) iyonlarının suda çözünmeyen bileşikleri halinde çöktürülmesiyle gerçekleştirilir. İki şekilde olur. İyon değiştirme ise Pozitif bir iyon (katyon) ile pozitif başka bir iyonun yer değiştirmesidir. Negatif bir iyon (anyon) ile başka bir negatif iyonun yer değiştirmesi ise anyon katyonlar Ca+, Mg+, Na+ ,H+, Fe+ ve Mn+ gibi elementler, anyonlar da genel olarak Cl, SO+ , No+ gibi maddelerdir.
Organik madde
Genel olarak organik maddeler sulara bitkilerden, insan ve hayvanlarda olmak üzere çeşitli kaynaklardan karışabilir. Bitkisel kaynaklı organik maddeler zararlı olmadıklarından önemsizdirler.
Hijyen yönünden tehlikeli olan insan ve hayvanlar tarafından suya bulaştırılan organik maddelerdir. Özellikle kanalizasyon, fosseptik, ahır, ağıl, kümes gibi yerlerden organik maddelerin suya karışması önemlidir. Bu gibi sularda bulunan organik maddelerin oranı, bu maddeleri yakmak için tüketilen oksijen oranı ile belirtilir. Çözünmüş organik maddeler, karbonun öncelikle hidrojen ve oksijen, ikinci olarak da fosfor, azot, kükürt gibi elementlerle yaptığı bileşiklerdir. Organik madde tanecikleri dip kısımda çökmüş veya koloidal moleküller düzeyde çözünmüş olarak bulunur.
Akarsulara yüzme şeklinde gelen maddelerde toplam kirlilikte önemlidir. Bunun tek önlemi ise suların arıtılarak deşarj edilmeleridir. Ortamdaki mevcut olan mikroorganizmaların organik kirlilik parçalanmasında rol oynaması nedeniyle parçalanabilir organik madde ve mikroorganizma yoğunluğu arasında orantılı bir oksijen tüketimi olduğu düşünülerek organik madde toplam miktarı tayin yöntemi geliştirilmiştir. TS 2789 a göre kimyasal oksijen ihtiyacı 3,5 mg. O /lt den fazla organik madde içeren sular kirlidir.
Amonyak
Ne serbest halde, nede çeşitli tuzları halinde sularda bulunmaz. Organik maddelerin parçalanması ile oluşan amonyağın bulunması halinde özellikle dışkı vb. maddelerin karıştığının bir belirtisi olarak kabul edilmektedir. Fakat bazı derin kuyu ve toprağın temizliği ispatlanmış sularda amonyağa litrede1/100 mg.' a kadar rastlanılabilmektedir. Buradaki amonyak bitkisel kaynaklı olup hayvansal ve insan kaynaklı kadar tehlikeli değildir. Kaynak içme ve kullanma sularında amonyak bulunmamalıdır. Amonyağın kısmen oksitlenmesiyle oluşan nitritlerin suda bulunması kuyu veya kaynaklara dışkı suyunun bulaşmasının göstergesidir. Eğer nitratlar organik maddelerle kirlenmiş sularda mevcutsa organik maddelerin parçalanmasının son ürünü olması ve suların kendi kendini temizleme sırasında oluşması sonucu bulunmasından dolayı kirliliğe işaret sayılmazlar.
Nitrit
Organik maddelerin parçalanması sonucu oluşan amonyağın, inorganik bileşiklere dönüşmesi sırasındaki ilk oksidasyon safhasını oluşturur. Nitritlerin varlığı kuyulara veyahut kaynaklara dışkı suyunun sızması işaretidir.
Nitrat
Parçalanmış organik maddelerin azotlarının oksidasyonu ile tamamen mineralize olmuş ve kirlilik bakımından zararsız hale gelmiş ürünlerdir. Yetişkinler için zararsızdır. Derin olmayan yeraltı sularında litrede 1 mg kadar bulunurlar. Fakat çok derin yeraltı sularında, yapay gübre ile gübrelenen toprakların yeraltı sularında fazla miktarda (500-1000 mg/lt) bulunduğu saptanmıştır. 20 mg/lt 'den fazla nitrat içeren sularla hazırlanan mamalarla beslenen 6 aylığa kadar bebeklerde siyanozla ortaya çıkan methaemoglobinemi'ye neden olduğu saptanmıştır.6 aylığa kadar olan bebeklerde mide pH'sı 4.9'un üstündedir. Bu pH derecesinde midede nitratları nitrite indirgeyen bakteriler kolayca üreyebilir ve nitratları nitrite dönüştürebilir. Böylece kana karışan nitritler hemoglobin'e bağlanarak okside olmasını engeller. Sonuçta metheamoglobinemi denilen ve siyanozla kendini gösteren zehirlenme ortaya çıkar.
İçme sularıyla vücuda giren nitrat, bağırsak kanalında 4-12 saatte absorbe olur ve böbreklerle atılır. Tükürük bezlerinde konsantre olabilirler. Ağızda anaeorobik ortam etkisiyle nitritlere indirgenirler. Toksisitesi şu aşamalarda gerçekleşir:
1. Primer toksisite: Yetişkinlerde bağırsak, sindirim ve idrar sistemlerinde yangılar görülür.
2. Sekonder toksisite: Yüksek nitrat derişimi böbreklerde methemoglobinemi oluşmasına neden olur. Hemoglobinin Fe3 haline yükseltgenerek kan O2 taşıma kapasitesi düşer. Bebeklerde mide asiditesinin tam oluşmamış olması da bu olayı etkiler.
3. Tersiyer toksisite: Asit ortamda nitritlerin, sekonder ve tersiyer aminler, alkil amonyum bazlar ve amidlerle reaksiyonu sonucu ortaya çıkar. Oluşan nitrosaminler ve nitrosomidler kanserojendir.
Klorür
Suya başlıca iki kaynaktan karışırlar. Bunlardan birincisi toprak ikincisi ise idrar ve temizlik sularıdır. Topraktan karışan klorür'ün sağlık açısından bir sakıncası yoktur. Sularda en çok toprak kaynaklı sodyum, potasyum ve lityum gibi alkali ile kalsiyum, magnezyum toprak alkalileri klorürlerine rastlanılmaktadır. Tamamen klorürsüz su içildiğinde lezzetsiz ve yavandır. Boğazda kuruluk yaptığı gibi susuzluğu gidermez. Dolayısıyla içme sularında iz halinde klorür bulunmalıdır. 50 mgr/lt'den fazla tuz içeren suların lezzeti bozulmakta ve içimi güçleşmektedir.
Serbest klor
Suda okside veya klorüre olmak üzere klor absorbe eden, organik ve inorganik maddelerin absorbsiyonundan sonra serbest kalabilen ve suların dezenfeksiyonunda esas rol oynayan klordur. Serbest klorun miktarı suyun koku, lezzet ve kemiricilik niteliğinde etkili olur. Standarda göre izin verilebilecek en yüksek miktar suyun litresinde 0.5 mg, tavsiye edilebilecek miktar olarak da 0.1 mg/lt belirlenmiştir.
Sülfatlar
Sularda en çok bulunan kimyasal maddelerden birisidir. Özellikle kalsiyum sülfat halinde bulunurlar. Suların süzüldüğü ve toplandığı topraklardan kolayca sulara geçebilirler.
Demir
Sularda iki değerlikli çözünmüş olarak özellikle hidrojen karbonat ve bazen de sülfat şeklinde bulunur. Fazla miktarda demirli sular hava ile temas edince kollidal demir hidroksit oluşumundan dolayı suyun görünüş ve tadını bozar.
Suların temizlenmesi
Alimentasyon suyu; kimyasal, fiziksel ve mikrobiyolojik özellikleri bakımından tamamen temiz olmalı, yani berrak, kokusuz, renksiz, sağlığa zararlı hiçbir madde içermemeli ve içinde patojen hiç bir madde bulunmamalıdır. İşte su içerisinde bulunan yabancı maddelerin çıkartılarak içiminin hoş bir duruma getirilmesi ve dezenfekte edilerek sağlığa zararsız bir hale getirilmesi için uygulanan bir seri işleme suyun temizlenmesi denir. Bu işlemlerin çoğu tabiatta bulunan suyun temizlenme faktörleri uygulanarak yapılmaktadır. Suların temizlenmesi:
1.Fiziksel temizlik
2.Mikrobiyolojik temizlik (suların dezenfeksiyonu)
3.Kimyasal bozuklukların düzeltilmesi
olmak üzere 3'e ayrılır.
I. Fiziksel temizlik
1.Kokunun giderilmesi
En pratik olarak havalandırma ile temin edilir. Suların fıskiye veya çağlayan tarzında veya az miktardaki sularda kaptan kaba aktarılarak havalandırılmaları ile suya fena koku ve lezzet veren ve suda yaşayan planktonların çürümesinden ileri gelen bazı kokulu gazlarla kükürtlü hidrojen ve karbonik asit giderilebilir. Fakat bu usul ile endüstri sularından ileri gelen kokuların ortadan kaldırmak olası değildir. Havalandırma işleminde sudaki organik maddelerde oksitlenirler. Yani suda erimiş bulunan Fe ve Mg tuzları da kolaylıkla okside olarak süzgeçlerle tutulabilecek suda erimeyen bileşikler haline gelirler.
4Fe(HCO3 )2 + O 2+ H2 O------> 4Fe(OH )2 +CO2
4Mn(HCO3 )2 + O 2+ H2 O------> 4Mn(OH )2 +CO2
Böylece süzülme sırasında sudan ayrılmaları mümkün olur.
2.Bulanıklığın giderilmesi
Suların ilk temizlik şartı, tamamen berrak olmalarıdır. Bunun içinde temizlenecek sularda ilk yapılacak işlem bu suların Bulanıklılığını gidererek, berrak bir hale getirilmesidir. Suda suspansiyon halinde bulunan maddelerin sudan uzaklaştırılması için su ya kum taneleri 3-4 mm büyüklüğünde olan 50 cm kalınlıktaki bir kum süzgecinden bir ön süzmeye tabi tutulur veya büyük havuzlarda uzun süre dinlenmeye sevk edilerek çökme ile durulmaya terk edilir. Çok kirli sular, bir süre dinlendirilir yada akma hızları azaltılırsa, içinde bulundurdukları asılı maddeler yavaş yavaş çökeltilerek iyileştirilir. Bu çöken maddeler aynı zamanda önlerine gelen mikroorganizmaları da sürükler. Bulanıklığın giderilmesi için çeşitli usuller kullanılır. Bu usullerden herhangi birisinin seçimi, suların özelliklerine ve miktarının az veya çok olduğuna göre değişir.
A. Az miktardaki sularda bulanıklığın giderilmesi
1.Kumaştan süzme: Bazı bulanık sularda birkaç kat kumaştan süzüldüğünde bulanıklığı tamamen giderilebilir.
2.Dibe çöktürüp aktarma:
a.Basit usul: Bazı sular bir kap içerisinde bir süre bekletilmeye bırakılırsa kolloidal maddeler dibe çöker ve üste kalan kısım aktarılarak berrak su elde edilir.
b.Flokulasyon ile çöktürüp aktarma ve süzme: Flokülasyon bir solüsyonda bulunan kolloidal maddelerin bir araya toplanıp kitle yapması olayıdır. Bu usul diğer vasıtalarla ortadan kaldırılamayan ve suda kolloidal halde bulunan çok küçük cisimleri birbirine birleştirip, dibe çöktürerek suyun berraklaştırılmasıdır. Bunun için en fazla alüminyum sülfat veya demir III klorür kullanılır. Bu maddeler sudaki toprak alkalileri ile karşı karşıya geldiği zaman Alüminyum hidroksit veya demir III hidroksit meydana gelir.
Al2(SO4)3 + 3CaCO3 + 3H2O 2Al(OH)3 + CaSO4 + 3CO2
Bu hidroksitler sudaki kollidlerin elektriklerinin aksi elektrik yükünü taşıyan birer elektrolittir. Sudaki maddelerin flokülasyonlarını ve sonra dibe çökmelerini temin ederek suya renk, koku ve bulanıklık veren kolloidal maddeleri ortadan kaldırmış olurlar.
Suların litresine az bulanık ise 15-20 mg., orta derecede bulanıksa 20-30 mg., çok bulanıksa 30-50 mg. alüminyum sülfat konularak çöktürülmeye bırakılır. Çöküntü tamamlandıktan sonra üsteki su aktarılarak berrak su elde edilir. İhtiyaca göre 100-500 litre hacminde biri tabanın en çukur yeri hizasında, diğeri tabandan 25-30 cm yukarıda olmak üzere çifte musluklu madeni kaplardan yararlanılır. Alüminyum sülfat konulan su kapları içinde tortunun çökmesi için en az birkaç saat bekletilmelidir.
3.Gözenekli süzgeçler: Bunlar içinden geçirildikleri suyun pislik ve mikroplarını gözenekleri arasında tutarak suyu süzen vasıtalardır. Birçok çeşitleri vardır. 24 saate 30 litre kadar suyu süzebilirler. Bu süzgeçler bir müddet çalıştıktan sonra boşlukları tıkanır, gözeneklerde tutulmuş olan mikroorganizmalar, buralarda birikmiş olan organik maddeler içinde üreyip çoğalırlar. Bir zaman gelir ki sular süzgece girdiklerinden daha kirli ve mikroplu olarak çıkmaya başlar. Bu yüzden süzgeçlerin sık sık temizlenmesi gereklidir.
B.Büyük miktardaki suların bulanıklığının giderilmesi
Bu suların bulanıklığının giderilmesi iki safhada yapılır. Birinci, safhada suyun kaba bulanıklığı alınır. İkinci safhada tamamen berraklaştırılır.
II.Mikrobiyolojik temizlik (İçme sularının dezenfeksiyonu)
Bu safha suların temizliğinin en önemli safhasıdır. Sularda mevcut hastalık yapan patojen bakteri ile suya renk, koku ve tadını bozan organizmaların imha edilerek suyun güvenle içilebilmesi için yapılan işleme suların dezenfeksiyonu denir. Sulardaki patojen mikroorganizmaları öldürmek için fiziksel ve kimyasal yöntemler kullanılır.
Fiziksel yöntemler
1.Isı ile: Su 100°C'de 10 dakika kaynatılırsa içinde ki su epidemilerine neden olabilecek bütün mikroorganizmalar ölür. Kimi sporlu mikroorganizmalar bu ısı derecelerine dayanırsa da bunların hijyen bakımından bir önemi yoktur. Kaynatma usulü her yerde ve şartta kolayca uygulanabilecek basit bir usuldür. Kişi ve aile gereksinimleri için elverişli ise de büyük insan topluluklarına uygulanmasında bazı güçlüklerle karşılaşılır. Ayrıca kaynamış suda gazların uçmuş olması nedeniyle lezzetinin bozulması ve bu suların soğuması için uzun bir zaman beklemek zorunluluğu da sakıncaları arasındadır. Bununla beraber kaynatma, özellikle epidemi zamanında tam bir güvenle uygulanacak su temizleme yöntemidir.
2.Ultraviole ışınları ile: Ültraviyolenin mikroorganizmalar üzerine öldürücü etkisi çok fazladır. Özellikle dalga uzunlukları 2500-2900 A. arasında bulunan ültraviyole ışınları en kuvvetlidir. Fakat güneş ışınlarının ültraviyole etkisi pratikte pek bir yarar sağlamaz. Ancak bu amaçla yapılmış çeşitli sistemler (Nogier ve Lacarriere lambası) mevcuttur. Aşırı derecede bulanık sular ışınları absorbe edeceklerinden mikroorganizmaların üzerine etkilerini engeller. Suyun lambaya uzaklığı ve lambanın önünde kalış süresi önemlidir. Ultraviolenin etkisi suyun ışınlanmasından sonra bir süre devam ettiğinden, bu etkiden yararlanabilmek için suları hemen kullanmamalıdır.
B.Kimyasal yöntemler
Suların dezenfeksiyonu için en çok kimyasal yöntemler kullanılır. Kimyasal maddelerin sudaki mikroorganizmalar üzerine etkisi yüksek, ucuz, uygulama tarzları kolaydır. Suların dezenfeksiyonu için kullanılacak maddeler aşağıdaki özellikleri taşımalıdır.
a.İnsan sağlığına hiçbir zararlı etkisi bulunmamalıdır,
b.Sudaki patojen mikroorganizmaları belirli zamanda öldürdüğü deneylerle ispatlanmalıdır,
c.Suyun organoleptik niteliklerini belirgin bir şekilde bozmamalıdır,
d.Çabuk sonuç vermelidir,
e.Basit bir teknikle uygulanabilmelidir.
Suyun dezenfeksiyonu için kullanılan kimyasal maddeler
1.Ozon
Ozon oksijenin bir hali olup çok aktif oksidan ve çok kuvvetli bakterisit bir gazdır. Diğer bütün dezenfektanlardan üstünlüğü vardır. Fazlalığı zararlı değildir. Ozonu sudan uzaklaştırmak için havalandırmak yeterlidir. Ozon organik maddeler varlığında yeniden oksijen olmak üzere üçüncü atomunu bırakarak organik maddeleri oksitler. Bunu yaparken de bakterileri parçalar. Organik maddelerin oksidasyonu, bakterilerin sonradan gelişmesini de olanaksız duruma getirir.
Ozonun aktif olması için fazla demir ve albüminli maddeler içeren berrak olmayan bir suya ilave edilmemelidir. 0.5-1.0 mgr/ml hesabı ile suya ilave edildikten sonra iyice karıştırılır ve 10 dakika sonra suda ozonun varlığı rengi maviye çeviren sodyum iyodürlü ve nişastalı reaktif yardımı ile denetim altında bulundurulur.
Ozonlama genellikle iki aşamada uygulanır. Birinci aşamada ozanizör veya ozonör denilen cihazlarla ozon elde edilir. İkinci aşamada ise elde edilen ozon ozonlama kolonlarında su ile karıştırılır. Ozonizörler elektrikle çalışan birbirlerinden belirli bir uzaklıkta bulunan, kıvılcım meydana gelmesi için üzeri cam veya mika ile izole edilmiş iki alüminyum elektrota sahip cihazlardır. 10.000-20.000 voltluk elektrik akımı geçen elektrotlar arasından kuru hava geçirilerek havanın oksijeni ozon haline getirilir.
Böylece elde edilen ozonlu hava ozonizörün ozonlama kolonlarına sevk edilir. Kolonun alt tarafından ozonlanacak su ile birlikte giren ozonlu hava küçük kabarcıklar halinde suya karışarak kolonun üstünden çağlayan şeklinde düşerken fazla ozonunu da bırakarak dezenfekte edilmiş şekilde çıkar.
Ozonun üstünlükleri oldukça fazladır.10 dakikada çabuk bir dezenfeksiyon sağlar, suya hiçbir lezzet bozukluğu vermez ve zararsızdır.Bakterisit etkisi klordan 10 kat daha çabuktur. Spor ve kistlere karşı klordan daha etkilidir.
2.İyod
Sıcak ülkelerde uygulanır. Bakterileri ve protozoerleri yıkımlar. Doğuş halinde bulunan iyodun yüksek bakterisit etkisinden yararlanılır. Bu yöntem uygulanacak suların berrak olması, önceden süzülmesi gereklidir Bir litre suya 15 mg. sodyum iyodat (NaIO3) ve 100 mg potasyum iyodür (KI) ile iyodun açığa çıkmasını sağlamak için 100 mg tartarik asit ilave edilerek 20 dakika dezenfeksiyonun olabilmesi için beklenir. Sonra fazla iyot 110 mg.sodyum hiposülfit ile nötralize edilir. Bu uygulamada iyot çinko, saç ve tahta kaplara tesir ettiği için cam veya emaye kaplar tercih edilmelidir. Piyasada bu amaç için özel preperatlar bulunmaktadır. Bu yöntem kişisel gereksinimler için uygulanır.
3.Potasyum permanganat
Özellikle kolera salgınlarında etkilidir. Bulanık sularda da uygulanabilir. Suyun lezzetini değiştirmez. Kürar ve striknin gibi zehirlerin etkilerini nötrleştirebilir. 1 litre suya 0.06 gr hesabı ile kullanılır. Su koyu menekşe rengi alır. 15 dakika bekletildikten sonra aynı miktarda sodyum tiyosülfat ilave edilerek rengi giderilir. Süzüldükten sonra berrak, renksiz ve temiz bir su elde edilir.
4.Klorlu kireç (Kireç kaymağı, javel suyu, kalsiyum hipoklorit)
Suların yukarıda anlatılan kimyasal maddeler ile dezenfeksiyonu olası ise de geniş insan topluluklarının ihtiyacı olan suyun dezenfeksiyonu için en uygun kimyasal madde KLOR'dur. Klor,1774 yılında Scheele adlı İsveçli bir kimyager tarafından bulunmuştur. 1904'de Houston tarafından ilk defa Lincolin'de içme sularının dezenfeksiyonu için kullanılmıştır. Klor sarımsı-yeşil renkte havadan 1.5-2.5 defa daha ağır, keskin kokulu iritan bir maddedir. 1 litre sıvı klorun 455 litre gaz oluşturduğu kabul edilmektedir. Klorun bakterisid etkisi fiziko-kimyasal bir olaya dayanmaktadır. Klor mikroorganizmaların membranına etki yaparak, buradaki proteinlerin yapısında bulunan aminoasitlerden kloraminler meydana getirmek suretiyle mikroorganizmaların çoğalma ve gelişmelerini önler.
NH 3 + HOCl <-------------> NH2Cl + H2O
NH2Cl + HOCl <--------> NHCl2 + H2O
NHCl2 + HOCl <--------> NHCl3 + H2O
Etkisi daha fazla olursa hücrenin albüminlerinin kolloidal durumunu bozarak ölüme neden olur. Ancak etki az ve mikroorganizma tamamen ölmemiş ise, hücre az sonra kendisi ile birleşmiş kloru çıkartır. Tekrar yaşam faaliyetlerini sürdürür. Bu nokta çok önemlidir. Klorun sudaki etkisi üç safhada olur:
1. Klor suda bulunan organik ve inorganik bir kısım maddeyi okside eder
2. Organik ve inorganik bir kısım madde ile kimyasal olmamak üzere birleşir, onları klorüre eder.
3. Bütün bu birleşmelerden geri kalan klor mikroorganizmalar üzerine bakterisid etki gösterir.
Klorlamada etkisi olan faktörler
1. Organik ve inorganik madde miktarı: Suda klorla okside olabilen ve onunla fizik bir birleşme yapabilen organik ve inorganik bileşiklerin miktarları, suya katılacak klorun miktarının belirlenmesinde çok önemlidir.
2.Suyun sıcaklığı: Sıcaklık arttıkça klorun etkisini çabuklaştırır.
3.Karıştırma: Klorun su ile iyice karıştırılmasıyla yığınlar halinde bulunan bakteriler dağılarak klorun etkisiyle daha fazla karşı karşıya bırakılmış olurlar.
4. Berraklık: Suların berrak olması da etkiyi kolaylaştırır. Su berrak olmaz ise klorlamadan sonra klorun koku ve lezzeti uzaklaştırılamaz. Bulanıklık yapan cisimler hem fazla klor harcanmasına neden olur ve hem de mikroorganizmaları klorun etkisinden saklayarak güvenliği bozar.
5.Süre: Suya konulan klorun mikroorganizmaları öldürmesi için gerekli olan süre en az yarım saattir. Bu nedenle klorlanmış su en az yarım saat bekletilmelidir.
6.Ortamın pH'sı: pH 7'nin altına düştükçe klorun etkisi artar. Özellikle organik maddeleri az olan sularda pH 6-6.5 arasında koku ve lezzet vermeyecek kadar az bir klorla suyu 10-15 dakikada tamamen sterilize etmek bile olasıdır. Aksine pH yükseldikçe klorun etki süresi gecikir ve etkisi azalır.
Suların klor ile dezenfeksiyonunda bu faktörler dikkate alınarak yeterli klor oranı saptanabilir. Özellikle sudaki klorla birleşebilen maddeler, ilave edilen kloru önce absorbe ederler ve tutulan klordan sonra serbest kalan klor mikropların üzerine bakterisit etkisini yapabilir. Serbest klorun suda artmaya başladığı bu noktaya break point denilir.
Suların klor ile dezenfeksiyon yöntemleri
1.Basit klorlama: Suda patojen mikroorganizmaları öldürecek fakat koku ve lezzet bozukluluğu vermeyecek ölçülü bir oranda gaz klor veya serbest klor verebilen klorlu bir madde ile yapılan dezenfeksiyondur. Basit klorlamada amaç, suyun güvenli bir şekilde dezenfekte edilmesi ve bütün dezenfeksiyon bittikten sonrada suda artık serbest klor kalmamış ve suyun koku ve lezzetinin bozulmamasını sağlamaktır. Klor suya katıldıktan 10 dakika sonra, serbest kalan klor miktarının litrede 0.50-0.75 mg olarak ayarlanması gerekir. klor miktarı fazla olursa suda klordan ileri gelen bir koku hissedilir. Az miktardaki koku havalandırma ile, fazla miktardaki ise sodyum hiposülfit gibi anti klor maddelerle uzaklaştırılabilir. Fakat koku klorun organik maddelerle birleşmesinden ileri geliyorsa bu durumda amonyaklı klorlama veya superklorasyon tercih edilir.
2.Superklorasyon ve nötralizasyon: Emniyetle dezenfeksiyon yapabilmek için, suya klor tutucu cisimlerin absorbe edebilecekleri miktardan çok daha fazla klor ilavesine superklorasyon ve dezenfeksiyondan sonra fazla kalan klorun nötrleştirilmesine de nötralizasyon denir. Superklorasyonda suyun litresine 5-10 mg. hesabı ile yüksek miktarda aktif klor konulur. 30 dakika bekletildikten sonra suda kalan fazla klor, aktif kömürden süzülerek uzaklaştırılır. Aktif kömür aynı zamanda suya koku ve değişik lezzet veren diğer maddeleri de uzaklaştırır. Diğer bir yöntemde de antiklor madde olarak sodyum tiyosülfat kullanılır.
3.Amonyaklı klorlama: Önce suya amonyak ve ardından klor ilave edilerek amonyakla klorun birleşmesinden meydana gelen klor amin ile mikroorganizmaları öldürmektir. Bu yöntemin iki üstünlüğü vardır.
• Sadece klor ile yapılan dezenfeksiyonda, klorun organik maddeler veya diğer yabancı cisimlerle yapmış olduğu birleşmelerden meydana gelen kokunun söz konusu olmaması,
• Kloramin'in kalıcı ve devamlı etkisi seviyesinde suyun sonradan mikroorganizmalarla kontamine olması halinde mikroorganizmaların yaşayamamasıdır.
Basit klorlamada 2-3 saat sonra suda klor kalmadığından, sonraki bulaşmalarda mikroorganizmalar tehlike oluşturabilir. Bu yöntemde suya önce amoniatör denilen aletlerle sonradan konacak klorun 1/2-1/5'i kadar amonyak konulur. Su ile amonyak iyice karıştırıldıktan sonra gaz klor veya klor bileşiklerinden biri ile klorlanır. Etki süresi suyun pH derecesine göre (suyun pH'sı 7.5'tan aşağı olmamalıdır) 0.5- 2 saattir.
Dezenfeksiyonda kullanılan klor bileşikler
Sıvı klor ; Gaz halindeki klorun basınçta sıkıştırılmasıyla elde edilir. Çelik tüplerde muhafaza edilir. Bunların kullanılmasında özel sistemlere gerek duyulur. En ekonomik sistem sıvı klorla yapılan sistem olmasına rağmen her hangi gaz kaçağında tesisi çalıştıran personelin zehirlenme olasılığı nedeniyle çok dikkatli kullanılması gerekir.
Gaz klor: Büyük şehir merkezlerinde klorlamada en fazla gaz klor kullanılmaktadır. Basınçla sıvı haline getirilmiş klor çelik tanklarda saklanır. Suya ilave edilmek için basınç kaldırılarak gaz haline getirilir ve bundan bir ana solüsyon hazırlanır.
Peroxde de chlor (ClO2): Keskin ozon kokusunda, kuvvetli oksidan bir gazdır. Sodyum klorat üzerine HCl etki ettirilerek elde edilir. Suda uzun süre koku ve lezzetinin kalmasından ve madeni kaplara etkisi nedeniyle pek fazla kullanılmaz.
Hipoklorit'ler: En fazla saf toz veya solüsyon halinde kullanılan kalsiyum hipoklorittir (CaOCl2). Kireç kaymağı ismi ile tanınan bu madde kireç üzerinden klor gazı geçirilerek elde edilir.
Ca(OH)2 + Cl2® CaOCl2 + H2O
Bileşiminde %35 kadar klor vardır. Fakat havanın rutubetini çekerek sulanır. Aktivitesini kaybeder. Bu nedenle renkli şişelerde, nemsiz ortamlarda, ağzı gayet iyi kapatılmış olarak saklanır. Toz ve tablet halinde bulunduğu gibi solüsyon halinde “javel suyu” adıyla ticarette satılmaktadır.
III. Suların kimyasal bozukluklarının düzeltilmesi
Suların geçtikleri toprak tabakalarından eritip aldıkları kimyasal maddelerin bazıları, vücut gereksinimini sağlamaları nedeniyle çok faydalı oldukları halde diğer bir kısmı, suyun organoleptik niteliklerini bozar, su tesislerinde veya kullanım sahalarında teknik ve ekonomik sakıncalar doğurur veya doğrudan sağlık için zararlı olabilir. Diğer taraftan sular, tesisattan ve içinde bulundukları kaplardan endüstri atık ve artıklarından zehirli maddeler karışabilir yahut savaş ve cinayet vasıtası olarak karıştırılabilir. İşte böyle suların kimyasal olarak düzeltilmesi gereklidir.
Agressiv sular: Bulundukları kaplar veya geçtikleri boruların minerallerini eriterek aşındırıcı etki ederler ve erittikleri minerallerin cinsine göre zehirli olurlar. Yumuşak sular tatsız ve yavan olur. Öte yandan kalp, damar ve troid hastalıklarına neden olurlar. Doğa şartlarında sulara agressivite veren etken özellikle CO2 'dir. Bulundukları kaplar ve geçtikleri boruların minerallerini eriterek korozyona neden olarak, erittikleri minerallerin cinsine göre zehirli olurlar. Yüksek çözgenlikleri temas ettikleri bakır, çinko, kadmiyum, gibi toksik metalleri çözerler ve bu maddeleri içerirler. Kalsiyum ve magnezyum bikarbonatları sularda CO2 ile denge halinde bulunurlar. Yüksek CO2 derişimine sahip yumuşak sular kireç taşına karşı agresiftir. Böyle suların özel kaplarda iletilmesi veya CO2 'in ortadan kaldırılması gereklidir. Bunun için;
1.Su havalandırılır veya buharla ısıtılır.
2.Böyle sular kireç veya magnezyum ilave edilir.
3.Kireç magnezyum vererek veya su mermer parçalardan geçirerek CO2 doyrulur.
Tuzlu sular: Sularda fazla tuzu gidermek için elektrosmoz ve distilasyon metotları kullanılır. Sularda yapılan kimyasal analizler, erimişler gazlar, içerdikleri organik madde parçalanma ürünleri olan nitrat, nitrik, ve amonyak, mineral maddeler, pestisitler, radyoaktif serpintiler ve sertlik derecesinin tespit edilmesi amaçlarıyla yapılır. Erimiş gazlardan daha çok oksijen karbondioksit ve serbest klor saptanır. Oksijen saptanmasında Wingler metodu kullanılır. Suda organik madde arttıkça oksijen oranı azalır. Temiz sularda litrede 2 ml 6 ml arası olmalıdır. Serbest klor su içinde gaz halindeki erimiş olarak bulunur.
Suyun özellikleri
a. Topografik anket
Suyun bulunduğu yerde toprağın yapısı ve suyun akışı, toplanışı, derinliği vb. kaynaklarının genel ve özel nitelikleri bir anket şeklinde incelenip değerlendirilmelidir.
b. Epidemiyolojik anket
Suyun daha önce bir salgın hastalığa neden olup olmadığı araştırılmalı ve bu konuda bir sicil tutulmalıdır.
c. Teknik anket
Suyun kaynağının gerekli ihtiyacı karşılayıp karşılamayacağı araştırılmalıdır.
d. Lâboratuar analizleri
Suların gerçek nitelikleri, temizlik ve kirlilik dereceleri ancak suyun fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik analizleri ile olasıdır.
İşte yukarıdaki anket ve işlemler aynı zamanda incelenip değerlendirildikten sonra suyun hijyenik kalitesi hakkında bir hüküm verebilir.
http://homepage.uludag.edu.tr/~mtayar/suhijyeni.htm
SU
Su I
Bir hamam ki, arınma gayesinden şaheser;
Arınmışların yeri, Cennette nurlu Kevser.
Su II
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.
Su III
İnsanlar habersizken yolların verâsından,
Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.
Su IV
Su kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.
Su V
Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;
Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.
Su VI
Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen...
Su VII
Bu dünya insanlığa manevî hamam olsa;
Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa...
Su VIII
Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onu madeni gökte altınlar gibi sarfet!
Necip Fazıl Kısakürek
1980