Bülent Akyürek’le Söyleşi
25 Aralık 2009
Bülent Akyürek. Daima uçlarda, daima marjinal birdüşünce adamı diyebiliriz ona. Sert, köşeli ama samimi. 1969′da Elazığ’da doğmuş. 1985 yılında Ankara’ya taşınıp orada yaşamaya başlamış ailesiyle. Çocukken başladığı okuma serüveni lise yıllarındayken romanlara dönüşmüş. Akyürek elinin altındaki büyük kaynağı şöyle anlatıyor: “Benim sülalemde iki büyük adam vardı. Hem yaşları, hem kültürleri büyüktü. Birisi Sol’daydı, idealistti. Biri de sıkı Müslümandı, idealistti. İkisinin de çatı katlarında inanılmaz rakamlarda kitap vardı. Onlar vefat ettiğinde kitaplar ortada kaldı. Ben fare gibi bu çatı katlarına daldım. Bir tarafta bütün Şark, İslam, Doğu kaynaklarını okuyordum. Ötekinde de tam tersi. Okudukça iki cenahı da takip ettim. Belki buyüzden kafam karıştı, kendimi 35 yaşına kadar zar zor buldum.”
KUR’AN’IN SOPASINI YEDİM
Lise döneminde kalem oynatmaya başlayan Akyürek, Yeraltı (underground) edebiyatı denilen türde yazıyordu romanlarını. Uzun süre kendini kabul ettiremedi bu nedenle. Tam edebi çevrelerde yer edinmiş, artık tarzı kabul edilmişti ki o roman yazmayı bıraktı. Çünkü hayatını temelinden değiştirecek bir şey olmuştu. 35 yıldır ateist olarak devam ettiği yaşantısı 3 gece üst üste gördüğü rüyalar ile değişiverdi. Her ne kadar o, 18 bin kitap okumuş, 20′ye yakın kitap yazmış bir adam olarak, hidayete erecekse de daha entelektüel bir biçimde olur diye düşünürken, mistik bir şekilde dönüş yaptı. “Kurban olduğum Allah, bana sırlar dünyası gibi 3 gün süren bir rüyayla hidayeti nasip etti. Bu dönemde ‘Bana da mı Allah’ım, bana da mı aksakallı dede’ diyordum” diye anlatıyor bu süreci. İlk gece rüyasında bir mübarek gören Akyürek sabah uyanınca Froyd’dan, bilinçaltından açıklama getirmiş. İkinci geceden sonra ‘yok bu iş bu kadar ucuz olamaz’ demiş. Üçüncü gece rüyasında Ankebut Suresi’nin ilk on ayeti okunduktan sonra, dürülüp sopa haline getirilmiş. Bu sopayla mübarek tarafından temiz bir dayak yiyince kabullenmiş. “Kur’anı Kerim’in sopasıyla şifa buldum.” diyen Akyürek, daha sonra rüyasındaki kişinin Şeyh Ali Semerkandi olduğunu öğrenmiş.
HİÇ MÜNAFIK OLMADIM
Ben ateistken de münafık olmadım diyen Akyürek, ‘şeytani bir sufle’ ile yazdığını düşündüğü romanlarını elinin tersiyle itmiş. Romanları için gayrı meşru çocuklarım diyen Akyürek, arkadaşlarını da tek tek arayıp, bundan sonra durumum bu diyerek bildirmiş hidayetini. Bir kısmına da ‘artık görüşemeyiz’ demiş ve kendi ifadesiyle terbiyesizce bitirmiş ilişkilerini. Bu safhada romanı gereksiz bulan Akyürek, modern dünyanın bütün ucubik şeyleri ile kavga eden eleştiri kitapları yazmaya başladı. “Hidayetten sonra aklımı başıma almaya, düzenli adam olmaya çalıştım ama gene bu anlamda verdiğim kavga da sertti.” diyen Akyürek, “Diyeceksiniz ki Müslüman kardeşlerimize yarandınız mı? Onu da bilmiyorum. Birileri çok rahat şekilde yan yana fotoğraf çektirmek istemez benimle.” diyerek durumunu özetliyor.
ÖĞLE NAMAZINA KALKAMIYORUZ
Peki neler diyor Akyürek. Neyle kavga ediyor. Öncelikle ‘Ulusalcıların kutsal kitabı’ dediği Çılgın Türkler’e karşı yazdığı “Yılgın Türkler”le ulusalcı görüşü eleştirdi Akyürek. Ümmetçiliği tartışmaya açtı. “İçinizdeki Öküze Oha Deyin” kitabıyla kişisel gelişim kitaplarına karşı çıktı. Kişisel gelişim kitaplarının insanı dinden imandan ettiğini ve Kuran’ı Kerim’in tersi olduğunu çünkü orada ego bencillik, narsizm pompalandığını, kazanmaya yönelik kâr zarar hesaplarıyla insanların yönlendirildiğini ve hep kazanmaya yönelik insan tiplerinin yaratıldığını anlattı. Bu kitabıyla kişisel gelişim kitaplarını dünyada ilk kez eleştiren adam olmuş ve kişisel gelişim sektörünü karşısına almıştı. Fincan Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Öğle Namazına Nasıl Kalkılır”ın adı da Sabah Namazına Nasıl Kalkılır kitabının adına bir atıf. Sorunumuzun sabah namazına kalkmak kadar basit olmadığını ve çok daha ciddi sorunlarımız olduğunu anlatıyor Akyürek son kitabında ve tabi ki modernizm eleştirisi yapıyor.
UYUMAK DAHA HAYIRLI
Akyürek’e göre sabaha kadar televizyon ve internet başında oturduğumuz için öğle namazlarına bile uyanamıyoruz. Akyürek insanlara “sen uyuduğunda dünya öyle hızlı dönüyor ki, neler kaçırdığının farkında değilsin.” mesajı verildiğini ve kapitalizm sayesinde insanların gece ayakta tutulduğunu söylerken, Kur’an’da gece ayetlerinin varlığına dikkat çekiyor ve ‘sağımıza dönüp uyusak’ daha hayırlı değil mi diye soruyor. 5 vakit namaz kılsak bile namazın hakikatinden koptuğumuzu ifade eden Akyürek, “İki dakika namaz kılıp uslu duracaksın. Sonra bildiğin yaşam tarzını sürdüreceksin. Namazı kıldıktan sonra gidip borsayla uğraşıp namaz kılacaksın. İstikamet kaybıdır bu. Daha sert bir duruşumuz olmalı…” diyor.
ÇAM AĞAÇLARINA DA KARŞI
Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır kitabında, modern insanın problemi ve çirkinliğinin ölüm duygusunu kaybetmesi olduğunu anlatan Akyürek “Önceden kefenimizi başımızda taşırdık. Öldüğümüz yerde sarığı kefen yapıp bizi gömerlerdi. Kefenini başında taşıyan insan da öleceğinin bilinci içinde insaflı ve mizan sahibi olurdu.” diyor. Bu nedenle gittiği tüm söyleşilerde son sözü ölüme getirdiğini ifade ediyor. Bu bağlamda mücadele ettiği şeylerden biri de çam ağaçları. Evet doğru okudunuz. 4 mevsim yeşil kalan çamların diğer ağaçlar gibi sararıp yaprak dökmediği için ölümü hatırlatmadığını söylüyor ve çam ağaçlarının sitelere dikilmesine karşı çıkıyor Akyürek. Ölümü hatırlamanın bir başka yolu olan karanlığı artık sadece elektrik kesintilerinde yaşayabildiğimiz için de Edison’u suçluyor; “Ampülden sonra akşam olunca akşam olmayan bir dünyada ölümü de unuttuk.”
KINAMAYALIM SAVAŞALIM
Akyürek’in sert söylemleri olduğundan da bahsetmiştim. Bunlardan biri İsrail Filistin’e her saldırdığında Müslümanların kermes düzenleyip, şiirler okuması… Bunların yerine cihadı öğütlüyor. Akyürek, “Batılılar bomba yağdırırken bize kınama kültürünü öğrettiler. Biz sizi bombalayalım ama siz bizi mitingle eleştirin diyorlar.” Diye ekliyor. Devletin insanları namaza zorlaması da Akyürek’in diğer bir arzusu. “Nasıl darbe oluyor jopla istediklerini yaptırıyorsa devlet, öyle bir darbe olsun ki insanlar namaz kılmaya mecbur kalsınlar! Namaz kılan insanlar yetiştirsinler. Kılmayanlar fişlensin, sürülsün. Niye? Aynı kapitalistlerin mantığı ile cevap vereyim. Namazını kılan insan suçtan ahlaksızlıktan terbiyesizlikten uzak durur. Adam öldürmez, namussuzluk yapmaz, hırsızlık yapmaz. Kolluk kuvvetlerine gerek kalmaz. Tasarruf olur. Tabi böyle söyleyince bu bir rejim sorunu oluyor.”
Modern dünyanın da farzları var…
Akyürek 5 vakit namazın unutturulduğunu ama modern dünyanın bunun yerine başka farzlar koyduğunu söylüyor. “Kapitalistler bir şeyi yok etmezler ama reddettikleri şeyin paralelinde farklı bir şeyi bize satarlar, pazarlarlar. Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır ama yılbaşı diye de bir şey vardır. Doğum günü insan ömrünün en önemli günlerinden biridir, farz gibidir kutlaması. Mübarek 3 aylar varsa modern kadınlar için rejim yapılacak, yaza hazırlanılacak 3 aylar, tatil ayları vardır. Yarı tanrı televizyoncular oluşturup sabaha kadar program yaptırıp salih izleyiciler oluştururlar. Günde 3 defa diş fırçalamanın önemi televizyonda defalarca anlatılır da 5 vakit namazın farz olduğuna dair bir şey yoktur. Çünkü orda bir sektör var. Macun satacak, diş fırçası satacak. Namaz kılan insandan ne maddi gelirleri olacak.”
Medeniyet yeniden tanımlanmalı
Akyürek’e göre bizim medeniyetimiz var, Batınınki ise medeniyet değil teknoloji: “Bize sizin kişi başına düşen buzdolabı sayınız şu kadar, bilgisayarınız bu kadar. Siz üçüncü dünya ülkesi vatandaşsınız dediler. Bir sabah uyandık ve psikolojik olarak karatahtada yenildik. Ben de diyorum ki; Müslüman’a göre bu böyle değil. Bize göre ailemizden biri hastalandığında bir saat içinde refakatçi olmak için hastane bahçesinde toplanan kişi sayısıdır medeniyet. Güç de medeniyet de budur. Ailenizden biri vefat ettiğinde bir saat içinde bir ölü başına düşen diri miktarıdır. Biz kendi değerlerimizde diretebilirsek bu terazi bunu tartamayacak. Onlar tank, top diyecek,biz refakatçi diyeceğiz. O zaman da oturup tekrar medeniyeti tartışacağız. Ortada 2 medeniyet yok bir tane var; İslam medeniyeti.”
Yazarken korkuyorum
Kitaplarının tehlikeli olduğunu söylüyor Akyürek: “Kitaplarımın ismi komik olsa da binlerce defa yazarının kellesini alabilecek kitaplar. Ben de mücadelemi bunun üzerine veriyorum. Çok korktuğum yerlerde mizaha kaçtım. Diyeceksiniz ki ‘Sen çok cesur bir adam mısın?’ Hayır en yazarken her zaman korkarım. Yazarken korkmayı unuttuğum sayfalar benim kitaplarım olur. Benim çay ve sigara paramı yazarlıktan çıkarmam uzun yıllar aldı ama başka bir iş de yapmadım. Profesyonellikten sonra cesur bir televizyon da olmadı ‘gel burada program yap’ diyen ya da cesur bir gazete sayfasını açıp ‘gel burada yaz’ diyemedi. Hatta cesur bir gazete gelip ropörtaj yapamaz oldu. Görselliğin rantlarını yediği bir dönemde gizli kalarak bu sert kitaplarım sayesinde hem mesleğimi sürdürebildim hem de ciddiye alındım.”
(YENİ ŞAFAK PAZAR, 13 ARALIK 2009)