VİYANA'DA MUHAMMED ESED MEYDANI
16 / 04 / 2008 18:50,
Avusturya'nın başkenti Viyana'da bir meydana Müslüman alimlerden Muhammed Esed'in ismi verildi.
Müslüman düşünür Muhammed Esed Avusturya'nın başşehri Viyana'da anıldı. Viyana Belediyesi, Kültürlerarası Diyalog çerçevesinde ünlü düşünürün adını bir meydana verdi.
Muhammed Esed (Leopold Weiss) kültürlerarası diyalog elçisi ve uluslararası tanınmışlığa sahip bir düşünür.
Viyana'da meydan için yapılan açılış törenine Muhammede Esed'in oğlu Prof. Talal Esed'in yanısıra, Sosyalist Parti (SPÖ) milletvekili Ömer Al-Rawi , Viyana İslam Federasyonu Başkanı Muhammed Turhan, Avusturya Diyanet İşleri Başkanı Anas Schakfeh, Viyana Belediyesı Kültür Dairesi'nden Andreas Mailath-Pokorny, Alman Müslüman yüzar Murad Hoffman katıldı.
MUHAMMED ESED KİMDİR?
Muhammed Esed, 1900 yılında, Doğu Galiçya'nın Lvov şehrinde, Yahudi bir ailenin üç çocuğun ortancası olarak dünyaya geldi. Baba tarafından dedesi Czemowitz'de, matematik ve fizikte uzmanlığı olan ve astronomiye de ilgisi bulunan satranç ustası bir hahamdı. Babası ise ailenin muhalefetine rağmen fen tahsili yapmak istiyordu. Fakat malı darlık ancak hukuk tahsili yapmasına ve avukat olmasına imkan vermiş ve evlendikten sonra Lvov'a yerleşmişti. Esed, burada hem şehir hayatını hem de anne tarafından dedesinin malikanesinde köy hayatını yaşadı ve mutlu bir çocukluk geçirdi.
Babası gerçekleştiremediği fen tahsilinin ıstırabını bilimsel yayınları izleyerek hafifletmeye çalışıyor ve oğlunun kendi yapamadığını gerçekleştirmesini istiyordu. Oysa o tarihe, şiire, Polonya ve Alman edebiyatına ilgi duyuyordu. Esed de aile geleneği icabı evde özel dini eğitim gördü. On üç yaşlarında İbraniceyi su gibi okuyor ve akıcı bir dille konuşabiliyordu. Tevrat, Mişna, Gemara, Talmud okuyor ve Aramice de anlıyordu.
1914 yılı sonlarına doğru o sıralarda oturmakta oldukları Viyana'da, yaşı tutmadığı halde okuldan kaçarak, gösterişli yapısına güvenerek başka bir adla Avusturya ordusuna asker yazıldı. Fakat ailesi onu buldu ve geri getirdi. Dört yıl sonra ise normal yoldan asker olduysa da devrim patlak verince Avusturya İmparatorluğu çöktü ve savaş da sona erdi.
Savaştan sonra Viyana Üniversitesinde iki yıl sanat tarihi ve felsefe okudu. Fakat bunu kendine uygun bulmayan Esed, gazeteci olmak istiyordu. Babası ile fikir ayrılığı anlaşmazlıkla sonuçlanınca, annesinin de ölümünden bir yıl sonra 1920'de Viyana'yı terk ederek Prag'a, oradan da Berlin'e gitti. Edebiyat çevrelerinde dolaştı, film yönetmeni asistanlığı, senaristlik yaptı.
1921 yılı sonbaharında "United Telegraph" adlı ajansta muhaberat servisinde telefon görevlisi olarak işe girdi. Bir süre sonra Berlin'e Rusya'daki sefalet için gizlice yardım toplamaya gelmiş olan Madam Gorky ile bir röportaj yapmaya ve bunu kimsenin haberi olmadan ajansının bültenlerine geçmeye muvaffak olunca telefon görevliliğinden gerçek muhabirliğe geçti.
1922 yılında, Kudüs'te oturan küçük dayısı psikiyatrist Dorian'dan bir davet alınca, çoğu zamanki gibi ani bir kararla Ajans'tan ayrılıp, gemiyle Karadeniz üzerinden İskenderiye'ye, oradan da trenle Kudüs'e gitti. O yıl Kudüs'ten birçok gazeteyle yazışma sonucu Frankfurter Allgemeine Zeitung'un Yakın Doğu muhabiri oldu. Sonra Kahire'ye gitti.
1923 yazında tekrar Kudüs'e döndü. Muhtemelen bu yıl Siyonist önder Chaim Weizmann ile tartıştı ve siyonizme karşı çıktı. Siyonist idealleri temelsiz ve gayri ahlaki buluyordu. Amman'a gitti, Emir Abdullah'la ve danışmanı filozof Rıza Tevfik'le tanıştı. Buradan İstanbul'a gitmek isterken bütün resmi evrakını kaybedince, yaya olarak Şam'a gitti. Sonbaharda Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrad üzerinden Frankfurt'a döndü. Berlin'e gidiş gelişlerinde ileride kendisiyle evleneceği, sezgileri güçlü ve yüksek, dul kadın Elsa ile tanıştı. Bu arada ilk gezi izlenimlerinden oluşan kitap "Unromantisches Morgenland" adıyla yayımlandı.
1924 baharında Frankfurter Zeitung tarafından bu kez daha iyi şartlarla yeniden Doğu'ya gönderildi. Port Said üzerinden Kahire'ye geldi, el-Ezher şeyhi Mustafa el-Merağı ile tanıştı ve uzun sohbetlerde bulundu. Yaz başında Kahire'den ayrılarak yeniden Ürdün'e gitti. Birkaç kez daha Şam'a, Trablus'a, Beyrut'a gitti geldi. Halep'ten Deyr ez-ZGr'a giderken ileriki yıllarda dostu ve seyahat rehberi olacak olan Kuzey Arabistan'ın Şammar kabilesinden Zeyd b. Ğanim ile tanıştı. İran'a ve Afganistan'a gitti.
1926'da kış sonuna doğru Herat'tan ayrılarak Merv, Semerkant, Buhara, Taşkent üzerinden Moskova'ya gitti, sonra Avrupa'ya döndü. Elsa'yı ikna etti ve onunla evlendi. Gazete'den ayrılarak yeni gazetelerle anlaştı; bir müddet Berlin'e yerleştiler. Jeopolitik Akademisinde daha önce verdiği seri konferanslara devam etti.
Bu yılın sonbaharında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahede etti. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki Elsa'ya açtı. Elsa şaşkınlıkla "Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?" cevabıyla onu tasdik etti. Esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf'ı gördü. Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: "Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ... ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa Vurmamıştı. ... İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları. ... Ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez. Böylesine hakim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. Hayır Kur'an'da konuşan, Muhammed (S.A.V.)'in sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesli ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kulağına..."
Esed, bu olaydan kısa bir süre sonra Elsa ile birlikte Müslüman olduğunu açıkladı. Böylece on dokuz yaşlarındayken görüp çoktan unutmuş olduğu bir rüya tecelli etmişti: Bu rüyada Esed, içinde bulunduğu bir metro treninin yeraltından çıktıktan sonra saplandığı sonsuz ufuklu bir batakta, az ötede çökmüş duran ve kendisini beklediğini hissettiği, yüzü örtülü kısa kollu harmanili binicisi olan bir devenin terkisine binerek, saat, gün, ay, kısaca zaman kavramını yitirecek kadar uzun bir yolculuk sonunda, yakmayan fakat kör edici parlaklıktaki bir beyaz ışığa vardığını görmüş ve tasvir edilemez ahenkteki bir sesin 'Burası Batının en uç şehri' dediğini işitmişti. Yıllar sonra, rüyasındaki binicinin Hz. Peygamber, ışığın kavuştuğu, işittiği sözlerin ise Batıdaki hayatının sona ereceğinin habercisi olduğu tefsiriyle karşılaşacaktır.
Esed, 1927 Ocak'ında bir kez daha, ama bu sefer Elsa ve onun altı yaşındaki oğlu ile beraber yola çıktı. Daha o günden bunun dönüşü olmayan bir yolculuk olduğunu hissetmişti. Deniz yoluyla Cidde'ye oradan da Mekke'ye hacca gittiler. Vardıktan dokuz gün sonra Elsa, bilinmeyen bir hastalıktan öldü ve Mekke mezarlığına gömüldü. Aynı yıl Kral Abdülaziz ile tanıştı. Bir müddet sonra Zeyd'i yanına çağırdı. Bu arada yeniden evlendi ve Medine'ye yerleşip, tarih ve tefsir çalıştı. Fakat hiçbir zaman evde sürekli kalmadı, Zeyd'le Arabistan'da pek çok seyahatler yaptı. Şeyh Sunusî ile tanıştı, Libya bağımsızlık savaşına katılmak için yola çıktı, fakat Ömer el-Muhtar'a yetişemedi. 1932 yılı Arabistan'daki hayatının sonu oldu. 1942 yılında babası ve kız kardeşi toplama kampında öldüler.
Pakistan'a gitti, Cinnah ve İkbal'le tanıştı; 1947'de Pakistan Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi başkanı ve İslamî Tecdit Kurumu üyesi oldu, çalışmalarda ve araştırmalarda bulundu.
1952 yılı başlarında yirmi beş yıllık ayrılıktan sonra Pakistan'ı Birleşmiş Milletler'de temsil etmek üzere New York'a gitti. Kısa süre sonra bu vazifesinden ayrıldı ve Mekke'ye Giden Yol adlı hatıratını ve seyahatnamesini yazdı ve neşretti. Daha sonraki yıllarını Kur'an meali'ni hazırlamaya hasretti. 1992 yılında İspanya'da vefat etti. Dünyabülteni
MUHAMMED ESED
Muhammed Esed, o yıllarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun nüfuz alanında kalan, şimdi ise Ukrayna’nın batı ucunu teşkil eden, Doğu Galiçya’da Lvov şehrinde doğmuştur. Yahudi bir ailenin ikinci çocuğu olarak doğan Muhammed Esed’in baba tarafından dedesi, matematik ve fizik uzmanı, astronomi bilgini, satranç ustası saygın bir hahamdı. Babası ise ilgi duyduğu alanın dışında, ailesinin isteği doğrultusunda hukuk tahsili görmüştür.
Esed, Lvov’da hem şehir, hem de köy hayatı geçiren mutlu bir çocuk olarak büyüdü. Aynı zamanda aile geleneği icabı evde özel dini eğitim gördü. On üç yaşlarında İbraniceyi su gibi okuyor ve akıcı bir dille konuşabiliyordu.
1914 yılında ailesine rağmen gösterişli bünyesine güvenerek Avusturya ordusuna yazılmışsa da babası oradan geri aldı. Savaştan sonra Viyana Üniversitesi’nde iki yıl sanat tarihi ve felsefe okudu. Fakat bunu kendine uygun bulmayan yazar, babasına rağmen gazeteci olup hayata atılmak istiyordu. Bu durum gösteriyor ki, babası ile fikir ayrılığı yaşamaktalar. Bu arada annesinin ölümünden sonra Viyana’yı, dolayısıyla ailesini terk ediyor. Önce Prag’a, oradan da Berlin’e giderek edebiyat çevresinde dolaştı, film yönetmeni asistanlığı ve senaristlik yaptı.
United Telegraph adlı ajansta muhabbet servisinde telefon görevlisi olarak ise başladı. Rusya’daki sefalet için Berlin’e yardım toplamaya gelen Madam Gorky ile gizlice yaptığı röportaj sayesinde çalıştığı iş yerinde -yeni deyimle- karizması ve kariyeri arttı, kendine güven geldi.
Çalkantılı bir hayat yaşayan Muhammed Esed, Kudüs’te oturan dayısının daveti üzerine çoğu zamanki gibi ani bir kararla çalıştığı yerden, ajanstan ayrılıp, gemiyle Karadeniz üzerinden İskenderiye’ye, oradan da trenle Kudüs’e geçti. Kudüs’te iken yazıştığı birçok gazete sonunda Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yakın doğu muhabiri oldu. Sonra Kahire’ye gitti.
Tekrar Kudüs’e giden Muhammed Esed, orada gördüğü bazı olumsuzluklardan olacak ki, Siyonizm’e karşı çıktı. Bu akımı temelsiz ve gayri ahlaki buluyordu. Amman’a giderek Emir Abdullah ve danışmanı Filozof Rıza Tevfik’le tanıştı. Buradan İstanbul’a gitmek isterken tüm resmi evraklarını kaybettiğinden yaya olarak Şam’a gitti. Daha sonra Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrat üzerinden Frankfurt’a döndü. Bu arada hayatının kadını olan Elsa ile evlendi.(1)
Çok gezmenin ve araştırmacı ruhunun bir sonucu olarak çok insan tanıyor. Batısı ve doğusuyla hemen bütün dünyayı dolaşıyor. Bu yönüyle ona bir “dünyalı-dünya insanı” demek yerinde olur.
Bu arada seyahatlerini anlattığı ilk kitabını yayınladı. Frankfurt’ta daha iyi şartlarla çalıştığı gazete tarafından yeniden doğuya gönderildi. Kahire’de Ezher Şeyhi Mustafa el-Mereği ile tanıştı ve uzun sohbetlerde bulundu. Biraz da mesleğinin gereği olarak tekrar seyahate çıktı. Önce Ürdün, sonra Şam’a, Trablus’a, Beyrut’a, Halep’e, İran’a... ve Afganistan’a gitti. Daha sonra, Herat’tan ayrılarak Merv, Semerkand, Buhara, Taşkent üzerinden Moskova’ya gitti. Tekrar Berlin’e geldi. Çalıştığı gazeteden ayrılarak başka gazetelerle anlaşma yaptı. Berlin’e yerleşerek hanımıyla birlikte yaşamaya başladı.
Hidayete aralanan kapı
Sonbahar aylarında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahade eder. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki hanımı Elsa’ya açtı. Elsa şaşkınlıkla, “Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?” cevabıyla onu tasdik etti. Esed, bu acıları ve ızdırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushafı (Kuran’ı) gördü. Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür (Elhakümüttekasür) suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: “Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır. Ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları... Ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez. Böylesine hakim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. Hayır, Kuran’da konuşan, Muhammed’in (sav) sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu, insan kulağına..”
Esed, bu olaydan kısa bir süre sonra hanımı Elsa ile birlikte Müslüman olduğunu açıkladı.
Bir rüyanın geç tezahürü
19 yaşındayken görüp çoktan unutmuş olduğu bir rüya tecelli etmişti: Bu rüyada Esed, içinde bulunduğu bir metro treninin yeraltından çıktıktan sonra saplandığı sonsuz ufuklu bir batakta, az ötede çökmüş duran ve kendisini beklediğini hissettiği yüzü örtülü kısa kollu harmanili birisi olan bir devenin terkisine binerek, saat, gün, ay, kısaca zaman kavramını yitirecek kadar uzun bir yolculuk sonunda, yakamayan fakat kör edici parlaklıktaki bir beyaz ışığa vardığını görmüş ve tasvir edilemez ahenkteki bir sesin “Burası batının en uç şehri” dediğini işitmişti. Yıllar sonra rüyasındaki binicinin; Hz. Peygamber, ışığın; kavuştuğu iman ve işittiği sözün ise; batıdaki hayatının sona ereceğinin habercisi olduğu tefsiri ile karşılaşacaktır.
1927 yılında Berlin’den ayrılarak, hanımı Elsa ve altı yaşındaki oğluyla beraber deniz yoluyla Cidde’ye, oradan da Mekke’ye, hacca gittiler. Dokuz gün sonra bilinmeyen bir hastalıktan dolayı hanımı Elsa öldü. O yıl Kral Abdülaziz ile tanıştı. Tekrar evlenerek Medine’ye yerleşti. Tarih ve tefsir çalışması yaptı. Şeyh Senusi ile tanıştı. Libya bağımsızlık savaşına katılmak istedi, fakat Ömer Mustafa ulaşamadı. Babası ve kız kardeşi toplama kampında öldü.
1974 yılında Muhammed Ali Cinnah ve Muhammed İkbal’le tanıştı. Çok yararlı işlerde bulunan Esed, 1952 yılında Pakistan’ı Birleşmiş Milletlerde temsil etti.
Bu vazifesinden de ayrılarak meşhur “Mekke’ye Giden Yol” adlı hatırat kitabını yazarak ve hayatının geri kalan kısmını Kur’an araştırmasına veren Muhammed Esed, 1992 yılında İspanya’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Eserleri
1- Kur’an Mesajı, meal, tefsir, İşaret Yayınları.
Bu Meal’de ayetten ayete, hatta sureden sureye geçtiğinizin farkında dahi olamayacaksınız. Özellikle dipnot olarak yazdığı kısa tefsir kısmıyla müteradif ayetleri tespit etmek de mümkün.
Hasan Basri Çantay’ın mealine benzeyen; Mevdudî’nin tefsirini andıran mükemmel bir eser.(*)
2- Mekke’ye Giden Yol, İnsan Yayınları.
3- Yolların Ayrılış Noktasında İslam, Nesil Yayınları.
4- İslam’da Yönetim Biçimi, Düşünce Yayınları.
5- Sahih-i Buhari, İslamın İlk Yılları, İşaret Yayınları.
Dipnotlar:
1- Kur’an Mesajı / Meal-Tefsir, İşaret Yay. Haziran 1996.
2- Ekrem Sağıroğlu, Yeni Şafak.
(*)- Meal ile ilgili bazı eleştiriler varsa da, bu onun kıymetini azaltmaz. Kendi mühtedi (Yahudilikten, İslam’a) olduğundan biraz serbest davranmıştır