Nur’un hidayet yolculuğu
Müslüman bir ailenin evinde misafir olarak kalan Alman Nur Petersan'ın İslam’a giriş öyküsü:
Cumartesi, 23 Mayıs 2009
Müslüman olmadan önceki ismi Jana Petersen olan Nur Hanım Almanya’nın Hamburg kentinde doğmuş. Eğitim için gittiği Malezya’da bir süre Müslüman bir ailenin evinde misafir olarak kalan Nur Petersan, bu sayede Müslümanları daha yakından tanıma fırsatı bulur ve Nur Hanım’ın Malezya’ya eğitim için yaptığı yolculuk zaman içinde hidayet yolculuğuna dönüşür. 2006 yılında Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan Nur Petersan şu an hem Almanya’da bir üniversitede eğitim görüyor, hem de fırsat buldukça Suriye’nin başkenti Şam’a gelerek Arapçasını geliştiriyor. Nur Hanım’ın hidayet yolculuğu esnasında İslam ve Hıristiyan toplumlarına dair yaptığı gözlemler ise bir hayli ilginç.
“Müslüman olduktan sonra milyonlarca kardeşe sahip olmanın mutluluğunu yaşamaya başladım.”
“İslam’la ilgili, evli olmayan sevgililerin el ele tutuşmalarının İslam tarafından yasaklandığını ve Müslümanların iki sevgilinin sokakta el ele tutuşmalarına iyi bakmadıklarını duymuştum.”
“Müslüman olmasam da zikir kalbime sakinlik, mutluluk ve huzur veriyordu.”
“Oruç beni İslam’a daha da yaklaştırdı ve İslam’ın manevi dünyasını daha fazla hissetmemi sağladı.”
Adem Özköse / Gerçek Hayat
- Bize kendinizden bahseder misiniz? Sohbetimize sizi tanıyarak başlayabiliriz.
Almanya’nın Hamburg kentinde doğdum. Altı yaşımda annem babamdan boşandı ve ben annemle birlikte yaşamaya başladım. Babam bize yakın bir bölgede oturduğu için sık sık babamı da görebiliyordum.
-Anne ve babanız Hıristiyan mıydı?
Evet. Fakat dindar değillerdi. Sadece bazı özel günlerde kiliseye giderlerdi. Annem daha sonraki yıllar bütün giderleri kilise tarafından karşılanan Das Raue Haus isimli bir dernekte çalışmaya başladı. Bu dernek fakirlere, yetimlere, özürlü çocuklara ve onların ailelerine maddi yardımda bulunuyordu. Annemin bu tür yardım organizasyonlarının içinde yer alması bana da örnek oldu. Küçük yaşlardan itibaren ben de yetimler ve özürlü çocuklarla arkadaş oldum ve onlara elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Lise 2. sınıf sona erdikten sonra Malezya’ya gittim ve Malezya benim yeni bir dünyayı ve İslam’ı keşfetmemi sağladı.
- Malezya’ya niçin gittiniz?
Almanya’da öğrenciler eğer isterlerse lise son sınıftan önce başka bir ülkeye gidip bir süreliğine orada eğitim görebiliyorlar. Ülkeler arası öğrenci değişimi oluyor ve böylece küçük yaşlardan itibaren farklı kültürleri tanıma imkanı buluyorsunuz.
- Niçin özellikle Malezya’yı tercih ettiniz?
Avrupa insanını ve Avrupa kültürünü iyi tanıyordum. Fakat Afrika ve Asya kültürleriyle ilgili bilgim yoktu. Tercihlerim arasında Asya ve Afrika’dan başka ülkeler de vardı; fakat bana Malezya çıktı.
-Malezya’ya gitmeden önce İslam ve Müslümanlarla ilgili neler biliyordunuz?
Daha önce İslam ve Müslümanlarla ilgili pek fazla bilgim yoktu. Malezya’ya gitmem kesinleşince yanlarında kalacağım Malezyalı aile bana bir mektupla birlikte resimlerini de gönderdiler. Resimdeki kadınların başları örtülüydü ve bu bana son derece ilginç geldi. Yolculuk öncesi bazı araştırmalar yaptım ve namaz kılan bir Müslüman’ın önünden geçersem onu kızdıracağımı öğrendim. Ayrıca evli olmayan sevgililerin el ele tutuşmalarının İslam tarafından yasaklandığını ve Müslümanların iki sevgilinin sokakta el ele tutuşmalarına iyi bakmadıklarını da duymuştum. Bu tür kurallar o zamanlar bana çok garip geldi. Hazırlıklarımı yapıp ailem ve arkadaşlarımla vedalaştıktan sonra Malezya’ya doğru yola çıktım ve böylece Malezya günlerim başladı.
“ZİKİR KALBİME HUZUR VERİYORDU”
-Malezya’ya ulaştıktan sonraki ilk izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Mesela size farklı ve garip gelen şeyler oldu mu?
İnsanların boyları benden çok kısaydı ve bu durum bana çok ilginç geliyordu. Malezya’da insanların yüzde atmışı Müslüman, yüzde kırkı ise farklı dinlere mensuplar. Bu nedenle farklı din ve kültürleri inceleme imkanı bulabiliyordum. Hinduizm, Budizm, Hıristiyanlık ve İslam’a inanan insanlarla arkadaşlıklar kuruyordum ve farklı din ve kültürleri bizzat yerinde inceleme imkanına sahip oluyordum. Bu nedenle Malezya benim için iyi bir fırsattı. Malezyalıların bir çoğu İngilizce konuşabiliyorlardı, bundan dolayı insanlarla iletişim kurmakta zorluk çekmiyordum. Beni 6 ay boyunca evlerinde misafir eden Malezyalı Aileyi çok sevdim. Bu aile 4 kişilik bir aileydi. Evde dede, nene ve evli bir çift vardı. Evli çiftin çocuğu olmuyordu ve her sene farklı ülkelerden öğrencileri evlerinde misafir ediyorlardı. Bu aile son derece dindar bir aileydi. Hiç aksatmadan namazlarını kılıyorlardı, fakirlere yardım ediyorlardı, insanlara güler yüzlü davranıyorlardı ve Perşembe geceleri Burhani Tarikat’ı tarafından düzenlenen zikre katılıyorlardı. O zamanlar daha Müslüman değildim fakat; Malezyalı Aile ile birlikte bazı geceler ben de zikre gidiyordum. Zikir kalbime, sakinlik, mutluluk ve huzur veriyordu. Ayrıca Malezyalı Aile’ye sürekli olarak İslam’la ilgili sorular soruyordum. Namazı niçin kıldıklarını, zikre niçin gittiklerini, niçin İncil’e değil de Kuran’a inandıklarını öğrenmeye çalışıyordum.
-Siz Hıristiyan bir toplumda büyüdünüz. Daha sonra belli bir süre Müslümanlarla bir arada yaşadınız. Hıristiyan Toplumlarla Müslüman Toplumlar arasında ne tür farklılıklar gözlemlediniz?
Müslümanlar, Avrupalılardan bir çok yönden daha iyiler. Her şeyden önce insana çok sıcak davranıyorlar ve misafirlerine büyük değer veriyorlar. Yanlarında kaldığım Malezyalı Aile evlerinde yemek pişirdiklerinde bu yemeğin bir kısmını komşularıyla paylaşıyorlardı. Bu benim ilk defa karşılaştığım bir davranıştı. Almanya’da hiç kimse yemeğini komşusuyla paylaşmaz. Tanıştığım insanların insani yönleri beni çok etkiliyordu ve Müslümanların kendi aralarında bir aile gibi olduklarını hissediyordum. Bir Müslüman’ın bir sıkıntısı olduğunda diğer Müslümanlar bir araya gelip sıkıntısı olan Müslüman’ı mutlu edebilmek için büyük çaba gösteriyorlardı. O dönemler kendi kendime; “Keşke Hıristiyanlar da kendi aralarında Müslümanlar gibi olsalar” diyordum. Almanya’da arkadaşlarınızla birlikte bir cafeye veya lokantaya gittiğinizde herkes hesabı kendisi öder. Asla hiçbir Alman bir başkasının hesabını ödemeyi kabul etmez. Fakat Müslümanlarda öyle değil. Müslümanlar insanlara ikramda bulundukça ve insanlarla bir şeyleri paylaştıkça mutlu oluyorlar. İçinde büyüdüğüm kültüre tamamen zıt olan bu durum beni çok etkiledi. Ayrıca İslam’ı öğrendikçe Hıristiyanlığa karşı içimde şüpheler başladı. İslam, Allah’ın tek olduğunu söylüyordu; fakat Hıristiyanlar Allah’ın üç olduğuna inanıyorlardı. İslam’ın Allah inancı bana daha mantıklı geliyordu. Ama her şeye rağmen o dönemler din değiştirmeyi, Müslüman olmayı hiç düşünmemiştim.
“AVRUPALILAR İSLAM’I BİMİYOR”
-İslam’a girmeye, Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?
9 ay Malezya’da kaldım ve daha sonra Almanya’ya geri döndüm. Almanya’ya döndükten sonra çevremdeki insanlarla İslam ve Müslümanlar hakkında tartışmaya başladım. Arkadaşlarım, öğretmenim ve komşularımız bana Malezya’yı ve Müslümanları soruyorlardı. Benden İslam’ı ve Müslümanları kötülememi bekliyorlardı; fakat ben onlara Müslümanlarla ve İslam’la ilgili iyi şeyler anlatıyordum. Bunun üzerine aramızda tartışma başlıyordu. Okulda öğretmenlerimden biri İslam hakkında kötü sözler söylediği zaman ben de öğretmenime karşı İslam’ı savunuyordum. Daha sonra Alman Toplumu’nun medya tarafından İslam ve Müslümanlar hakkında kandırıldığını fark ettim; çünkü çevremdeki insanların İslam hakkındaki fikirleri tamamen yanlıştı. Lise sonda sınıfımıza Bosnalı Müslüman bir öğrenci geldi. Öğretmenlerimizden biri Müslümanları hiç sevmiyordu ve Bosnalı öğrenciyle İslam hakkında sürekli olarak tartışıyordu. Ben de bu tartışmalara katılıyordum ve Bosnalı arkadaşımızın haklı olduğunu İslam’ın iyi bir din olduğunu söylüyordum. Kendi kendime “Müslüman olmadığın halde İslam’ı niçin bu kadar çok savunuyorsun ve Müslümanları niçin bu kadar çok seviyorsun?” diye sormaya başladım. Ayrıca Hıristiyanlıkla ilgili şüphelerim her geçen gün artıyordu; çünkü İncil’de birbiriyle çelişen bir çok bölüm vardı. 2 seneye yakın Almanya’da kaldıktan sonra tekrar Malezya’ya dönmeye ve Müslümanlarla bir süre daha birlikte yaşamaya karar verdim. Böylece İslam’ı daha iyi araştıracaktım ve zihnimdeki sorulara cevaplar arayacaktım.
-Daha sonra ne oldu?
Malezya’ya yaptığım ikinci yolculuktan bir ay sonra Ramazan Ayı geldi ve insanlar oruç tutmaya başladılar. Yanlarında kaldığım Malezyalı aileye niçin oruç tuttuklarını sordum. Onlar da orucu öncelikle Allah’ın emri olduğu için tuttuklarını, oruç sayesinde fakirlerin açlık nedeniyle çektikleri sıkıntıları hissettiklerini ve bu insanlara karşı olan yardım duygularının daha da arttığını söylediler. Bu açıklama beni etkilemişti ve fakir insanların çektikleri açlığı hissedebilmek için ben de Malezyalı Aile ile birlikte oruç tutmaya başladım. Müslüman olmadığım halde Malezyalı Aile ile birlikte sahura kalkıyordum ve onlarla birlikte iftarda orucumu açıyordum. Oruç beni İslam’a daha da yaklaştırdı ve İslam’ın manevi dünyasını daha fazla hissetmemi sağladı. O dönem İslam’la ilgili bir çok kitap okudum; fakat Müslüman olmaya bir türlü karar veremiyordum. Çünkü İslam’ı daha iyi tanımam gerektiğini düşünüyordum. Ramazan’ın son haftası Almanya’ya geri döndüm ve Almanya’da da oruç tutmaya devam ettim. Ailem bu duruma çok şaşırdı ve benim Müslüman olduğumu düşünmeye başladılar. Aileme Müslüman olmadığımı; fakat oruç tutmayı çok sevdiğimi söyledim. Ramazanın son günü, sonradan Müslüman olan bir Alman’ı ziyaret ettim. İsmi Selma olan bu Alman 15 yaşında Müslüman olmaya karar vermiş.
-15 yaşında Müslüman olan Selma Hanım size nasıl Müslüman olduğunu anlattı mı?
Evet. Hıristiyanlıktaki çelişkilerin farkına varmış ve bütün dinleri araştırmaya başlamış. İnternette dinler üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akla en uygun dinin İslam olduğunu fark etmiş ve 15 yaşında Müslüman olmaya karar vermiş. Selma, hayatımda tanıdığım en zeki ve kültürlü insanlardan biriydi. Bana namaz kılmaya başlarsam İslam’ı daha iyi anlayacağımı söyledi ve bana namazı nasıl kılacağımı anlattı. Selma ile birlikte ilk namazımı kıldım. Namazdan büyük zevk alıyordum ve Müslüman olmasam da namazlarımı aksatmamaya çalışıyordum. Namaz her geçen gün beni Allah’a daha da yaklaştırıyordu ve İslam’ı daha iyi anlamamı sağlıyordu. Kendimi artık Müslüman olmaya hazır hissediyordum. Meryem adında Müslüman bir arkadaşım vardı. Meryem bana bir gün; “namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun artık Kelime-i Şehadet getirerek İslam’a girme vaktin geldi” dedi. Ben de bunu çok istediğimi söyledim ve 2006 yılında Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldum ve dünyada bir insana bahşedilebilecek en büyük nimete ulaştım.
“YENİ DOĞMUŞ GİBİYİM”
-Müslüman olduktan sonraki ilk anlarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Kalbimi büyük bir huzur kapladı ve kendimi temizlenmiş hissettim. Ayrıca Müslüman olduktan sonra bir anda milyonlarca kardeşe sahip olmanın mutluluğunu yaşamaya başladım. Allah Kuran’da bütün Müslümanların kardeş olduğunu söylüyor ve İslam’a giren her yeni kişi İslam Ailesi’ne dahil olmuş oluyor. Bu kadar büyük bir aileye mensup olmak beni son derece mutlu etti. Müslüman olduktan sonra Rabbimin sürekli benimle birlikte olduğunu hissediyorum. Bu his ruhumu sürekli canlı tutuyor. Daha sonra Muhammed Benga isimli Endonezyalı bir davetçinin mescidine gitmeye başladım. Bu mescitte benim gibi sonradan Müslüman olan bir çok Almanla tanıştım ve bu kardeşlerden İslam’la ilgili yeni bir çok bilgi öğrendim.
-Müslüman olmanız aileniz ve çevreniz tarafından nasıl karşılandı?
Annem herhangi bir tepki göstermedi ve dinimi seçmem konusunda özgür olduğumu söyledi. Babam ilk başlarda Müslüman olmama tepki gösterdi; fakat Müslüman olduktan sonra daha iyi bir insan olduğumu gözlemleyince tepki göstermekten vazgeçti.
-Son olarak neler söylemek istersiniz?
Müslüman olduğumuz için Allah’a sürekli olarak şükretmeliyiz. Bu bizim için çok önemli. Avrupalılar İslam’ı gerçekten bilmiyorlar. Yahudiler medyayı kullanarak sürekli olarak Avrupalılara İslam’ı yanlış anlatıyorlar. Biz Müslümanlar olarak öncelikle İslam’ı en iyi şekilde öğrenmeliyiz. Ayrıca davet çalışmalarına büyük önem verip İslam’ın gerçek mesajını en iyi şekilde insanlara anlatmalıyız.