H. Hüseyin Kemal'in röportajı
Artık Müslüman olma yolunda büyük bir adım atmıştır. Kendi deyişiyle; oradaki imam efendi, yaşayan bir Kur’ân olarak Rabia Hanımı kendi özüne âşık etmiştir. İslâmı tanımadan önce Rabia Hanım İslâmı yaşayan bu insana hayran olmuştur. İlerleyen yıllarda Türkiye’ye yerleşen Rabia Hanım, dans performanslarını terk etmiş ve başka yollarla Allah’a hizmet etmenin yollarını bulmuştur. Artık kalemiyle, yaşadıklarını ve hissettiklerini insanlarla paylaşacaktır. Bu çalışmalardan en önemlisi Sufi Kitap’tan yayınladığı “Sonsuz Kulluk”tur.
Hristiyanken neden Müslüman oldunuz? Başka bir din de seçebilirdiniz?
İslâmla güzel ahlâk, yani Cemâl’i ve sonra da Kemâl sıfatlarını tanıdım. Namaz kılarak, oruç tutarak dinin içine girdim. Yaşanmadan din anlaşılamaz. Din yaşama biçimidir, kitaptan öğrenilmez. Hocadan dinleyerek öğrenilemez. Yaşadıktan sonra gördüm ki, yaratılışımız bir mu'cize. Bu mu'cizeyi tefekkür ettim. Keşfetmeye çalıştığımda Cemâl ve Kemâl sıfatıyla karşılaştım. Bu karşılaşmada ifade edilemez güzelliklerle karşılaştım. İslâm diniyle tanışırken bir hoca efendiyle karşılaştım ve içinde büyük bir mücevver taşıdığını gördüm. Bana dini anlattı. “Ne kadar güçlü, ne kadar akıllı, ne kadar dolu, ne kadar zengin, ne kadar güzel insan” dedim. İçi ve dışı birdi. Münafıklık ve iki yüzlülük yoktu. Anlattıklarını yaşıyordu. Bunlardan çok etkilendim. Bütün hayatım boyunca aradığım insanı buldum. Tekrar tekrar o hocanın vaazlarını dinledim. Bunun yanında ortamın atmosferi de beni etkiledi. Şimdi sokak cehennem gibi, bu cehennemden cami gibi sakin huzurlu bir atmosfere giriyoruz. Güzel insanların bulunduğu mekân mübarek oluyor. Camideki Kur’ân, ilâhî, sohbetlere Cemâl yansıyor.
İslâma girerken hiç tereddütünüz olmadı mı? En yoğun soru işaretleri nelerdi?
Tam tersi oldu. Bütün sorularıma, tereddütlerime cevap buldum. Endişelerim gitti. Kafamdaki karışıklık gitti. Elhamdülillah. Kafamdaki cehalet, karanlık, anlamsız hayat ebedî zenginlikle yer değiştirdi ve mutmain oldum. Mutlak güven, mutlak huzur ve mutluluğu yakaladım. Ebedî mutluluk buldum. Kalpler ancak Allah’la mutmain oluyor. İslâm dini insana tam bir özgürlük veriyor. Bir güven veriyor. Doğru insanla karşılaşmak lâzım. Çok ihtida edenler var. Onlar “Etrafımdaki Müslümanlara bakarak hiç Müslüman olmayacaktım” diyorlar. Doğru insan, ahlâk-ı Muhammedîyi (asm) miras edinmiş insandır. Çok şanslı biri olarak ben böyle biriyle karşılaştım. Ben aşka düştüm. “Ne kadar güzel bir insan” dedim. İslâmı düşünmedim. Ben o insana hayran oldum. Hz. Aişe, Peygamberimiz (asm) için “Yaşayan Kur’ân” demiştir. Siz yaşayan Kur’ân’la karşılaşmadan birşey anlayamaz, lezzet alamazsınız. Benimki büyük bir nasipti ve yaşayan Kur’ân’ı temsil eden biriyle karşılaştım.
Ahmet Altan, insanların 'Allah’ı cezalandıran biri olarak anlattılar ve beni dinden uzaklaştırdılar' diyor. Katılıyor musunuz?
Öyle şeyler çok var. Etrafımda görüyorum. Bazen insanların İslâm’daki güzellikleri neden görmediklerini hayretle izliyorum. Şaşıyorum.
İnsanlar ilhama mazhar olamıyor diyorsunuz...
Bir İlâhî çekim gücü var. Bu cazibe gücünü bir mü'min olarak hissetmeliyiz. Allah’ın çekim gücünü hissetmiyorsak bir yanlışlık var demektir. Biz Allah’ı özlemiyoruz. Ayrılık acısı duymuyoruz. Hz. Âdem cennetten dünyaya geldi ve senelerce ağladı. Yani pişmanlık ve ayrılık acısı duydu ve geri gitmek istedi. Bir insan olarak aynı şeyi yaşamamız gerekir. Biz de kalu beladan dünyaya ayrıldık. Eğer Allah’a özlem duymuyorsak, biz büyük bir gaflet içine düşmüşüz demektir. Ruh özlem duyuyor, ancak öyle katı perdeler var ki bu duygularımızı hissetmiyoruz. Eğer fıtratımıza uygun yaşarsak ruhumuz susuzluk duyar. Su da soruyor “Beni içecek yok mu?”. Bu bir diyalog, muhabbet, İlâhî sohbet. Biz susuzluk duyacağız ki, Allah bize cevap verecek. O İlâhî çekim gücünü hissedeceğiz. Bunun neticesinde bir muhabbet oluyor. Bu ilişki seven ve sevilen arasında. Yoksa insan ve Rab birbirinden ayrı değiller. Bu sevgi işi... Bu sevgi yoksa kuru yaşamış oluruz.
İnsanlar ibadetlerle, güzel şeyler yapacak ilhama mı mazhar oluyor? Tıpkı yönlendirilen arılar gibi...
Her şeyde İlâhî lezzet var. Önemli olan ibadetten, tesbihattan, Kur’ândan, namaz, oruç, hacdan yani itaatten lezzet alabilmek. İmandan coşku, neşe, lezzet almak önemli. Bizler gayrimeşrû hallere kendinimizi sokarak yaşayışımızın ilhamını kaybettik. Cuma mü’minin bayramı diyoruz. Şimdi de Ramazan, iftar, bayram. Müslümanız diye bir kutlama yapıyoruz. İslâm kalp, merhamet dini. Bizler Rahmetenlil Âlemin'in ümmetiyiz. Bunları tefekkür etmeliyiz. Ramazan benim için paylaşmak. Hiç başka birşey değil. On bir ay dünya işleriyle uğraşıyoruz, menfaat, menfaat... Ramazan geliyor tekrar birbirimize yaklaşıyoruz. Birbirimize kuvvet geliyor. Ruhumuz tekrar mutmain oluyor. Dünyaya hayır, ahirete evet! Bunu gerçekleştirmemiz lâzım. Basit, çok basit. Ramazanda arabamıza benzin koyuyoruz ve arabamız muhabbet, samimiyet, şefkat, aşk, ilham ve hayranlığa doğru yol alıyor. Meleklerin gıdası ibadettir. Onlar tesbihat, tefekkürle besleniyor. Aslında baktığımızda bütün kâinat namaz kılıyor.
İtaatten zevk almak diyorsunuz. Belli bir şöhrete kavuşmuş insan için Allah’a yalvarmak zor mu geliyor?
Tabiî zor geliyor. Kalp, on bir ay çöplük haline gelir. Putlar dolu, çöp dolu, toz dolu... Yalan, kibir gibi kötü hasletler ahlâken çöküşü beraberinde getirir. Kalbi bu pisliklerden temizlemedikten sonra zaten sen Allah’la, Peygamberlerle, evliyalarla ilişki kuramazsın. Çünkü kopuk yaşıyorsunuz. Manevî körlük içinde yaşıyorsunuz. İlk önce manevî olarak uyanış gerçekleşmesi lâzım. Biz manevî hastayız. Ramazan şifa ayı. Öncelikle kalplerimizdeki putları kırmamız gerekiyor. Bütün hastalıkların kökü dünyaya bağımlılıktır. Yanlış yaşadığımız için hasta oluyoruz. Kanser, baş ağrısı hepsi ondan. Çünkü biz Allah’tan ayrı yaşıyoruz.
Benim kalbim temiz, ibadet etmeme ne gerek var deniyor...
İnsanın özüyle ibadetler eşit. Allah bizi böyle yarattı. Bu ruhu beslemeyince hasta oluyoruz. İbadet ciddî bir görev. Bunu yapmayınca dengemizi kaybediyoruz. Ahlâkımızı kaybediyoruz.
Tevhid inancımızı yitirdiğimiz için de sorunlar yaşadığımızı söylüyorsunuz. Bunu da biraz açar mısınız?
Kelime-i Tevhid’i söylemek çok kolay birşey. Zaten Müslüman olarak dünyaya geliyoruz ve sonra sırat-ı müstakimden sapıyoruz. Öyle gaflete düşüyoruz ki... Tevdit; Allah ile vuslata ermektir. Buradaki Vahdet’ül vücud değil. Allah bizim için demin söylediğim gibi, “Su” gibi... “Beni içecek yok mu?” diyor. Bizim yaratılış sebebimiz aşktır. Allah, “Ben bir gizli hazineyim bilinmek istedim” diyor. Biz dünyaya sadece ve sadece itaat etmek, O’nu tanımak, O’na yaklaşmak için geldik, yani tevhid bu. İlâhî itaat en büyük bir lezzet. Ben hayatımda bunu yaşadım. Ne kadar çok itaat edersem, ufuklarım açılıyor ve o kadar çok lezzet alıyorum. Siz O’nu tanımaya çaba gösterdikçe hemen mükâfatını gönderiyor. Bizim hayatımız tekrar O’na dönmek yönünde olmalı. İnsan-ı kâmil olmak, köklere geri dönmek demektir. Biz özümüze döndükçe orada Allah’ı görürüz. Allah hiçbir yere sığmaz, mü’minin kalbine sığar. Kalbimizi tavaf edebilirsek, orada Allah’ı buluruz. Tevhid bu... Nefsimizden kurtulduğumuzda Allah’a kavuşabiliriz. Bu mertebeye ulaşmak da hiçlik olmak demek. İnsan-ı kâmil olmak, hiç olmak demektir. Modern insan, artık yalvarmak bilmiyor. Duygularını kaybetmişler. Uyanışı yeniden yaşamamız lâzım. İnsanın insan olması için kalbimizi temizlememiz lâzım.
Haya duygusunu kaybettiğimizi söylüyorsunuz...
Modern insanlar haya duygusunu, her şeyi kaybetmiş. En büyük ahlâkî değerlerden birisi tevazu. Peygamber Efendimiz (asm) öyle büyük bir tevazu sahibiydi ki; beni en çok etkileyen o oldu. Kendisi kâinatın efendisi, ancak sıradan insanların içinde “kim Peygamber” belli değil. Dinimiz hep tevazuyu emrediyor. Hz. Mevlânâ “Ben Kur’ân’ın kölesiyim” diyor. O muhabbet içinde eriyorsun ve bu utanç öyle birşey ki... Bazen canavar gibi dolaşıyoruz, canavar gibi konuşuyoruz. Siyasetçiler öyle çirkin, öyle hayvanlık yapıyorlar ki onlar insanları yiyorlar, tam katiller. Hz. Ebu Bekir “Vücudumu cehennemi kaplayacak şekilde büyüt ki başka insanlar orada yanmasın” diyor. Bu ne büyük bir şefkattir, mütevazılıktır, haya sahipliğidir.
Galiba İslâm tarihindeki büyük zâtların hayatlarını okumalıyız...
Onlar bizim için işkence gördüler. “Ehad, Ehad” dediği için Hz. Bilâl işkenceler gördü. Biz hâlâ dinimizden memnun değiliz. Hz. Bilâl, “Ben hiçbir şey yapmadım, hiçbir şey vermedim. Allah bana ebedî hayat verdi” diyor. Onları tefekkür etmeliyiz.
Haya duygusunu nasıl kullanmamız gerekiyor...
Çok çok ibadet et, tefekkür et, hemen sana haya duygusunu Allah veriyor. Çünkü bu Allah’tan gelen bir duygu. Ben de yeni öğrendim; Allah’ın bir sıfatı da haya duyması. Allah da haya duyuyor. Peygamber Efendimiz (asm) Allah haya duyduğu halde ümmetinin haya duymamasından dolayı çok ağlıyor.
Bazı insanlar “Allah’tan niye korkalım” diyorlar...
Dünyayı çok sevdiğimiz için kaybetmekten ve kazanmaktan korkuyoruz değil mi? Biz dünyaya çok bağlıyız. Bunu Allah’ın rızasını kaybetme korkusuyla değiştirmemiz gerekir. Allah’ı memnun etmemekten, Allah’ı kaybetmekten korkmak lâzım. İlâhî endişe içinde yaşamalıyız. Biz zayıfız, beceremiyoruz, ama niyet önemli.
Din konusunda nazariye yapmayı da eleştiriyorsunuz değil mi?
Felsefe yapmak kötü birşey. Biz aklımızı Peygamberimizin (asm) önünde kurban etmeliyiz. Kendi irademizle. Aklımız küllî bir akıl değil, onun için aklımızı küllî iradeye kurban etmeliyiz.
Aklı devre dışı bırakmak anlaşılmamalı değil mi?
Yok. Hep düşünmemiz gerekiyor. Âyetleri düşünmek, hadisleri düşünmek gerekir. Ben böyle düşünüyorum diye yorum yapmamamız gerekiyor. Biz âlimleri dinlemeliyiz, kitaplarını okumalıyız. Biz bu kitapları okumuyoruz, ondan sonra bir âyet hakkında yorum yapıyoruz. Felsefe tam bir şeytan...
Camileri hayatın içine sokma konusunda tartışma var...
Camilerden önce, insan kendini bulacak. Şu an insanlar kendi kendine yabancı. Bir hastayı tedavi etmek için önce içerisiyle ilgileniyorsun. Önce içeri girmek ve manevî hastalıkları kaldırmak lâzım. İnsanlar kendilerindeki hastalıkları hissetmezse, doktora gitmez. Önce kendimizi hasta hissetmemiz lâzım.
Siz önce dansçıydınız. İbadeti, manevî olarak nasıl tasvir edersiniz?
Öncelikle en küçük yapı taşından uzayın sonsuzluğuna kadar her şey hareket halinde. Biz buna İlâhî bir dans da diyebiliriz. San'at ve din çok yakın. Benim ruhum filizleniyor, ilham buluyor. San'at ilham demek. Ben artık bedenimi değil, kalemimi kullanıyorum. Bedenim kalem oldu, fark yok. İslâmla ilk tanıştığımda çok güzel kareografiler ortaya çıktı, ancak şu an dans etmiyorum. Allah için birşey yapmak önemli. Eğer bir meslek müsait değilse, bırakmak lâzım. Allah için hizmet etmenin birçok yolu var. Ancak insanları da kesin yargılarla yargılamamak lâzım.
Said Nursî hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Said Nursî büyük bir eser bıraktı. Türkler dinden koparılmıştı. Şu an şizofrenik bir durum içindeler. Said Nursî dinin yaşanması konusunda yeni bir zemin kurdu. Büyük hizmet etti. Birçok insan ülkenin içinde bulunduğu manevî karışıklıktan dinini yaşama konusunda filiz buldu. Said Nursî dini yeniden inşa etti.
Rabia Christine Brodbeck kimdir? Basel’de doğdu. 12 yaşında bale eğitimine başladı. 18 yıl Londra’da bale ve modern dans eğitimi gördü. 28 yaşında Basel’de mesleği ile ilgili ilk önemli performansını yaptı. 1986 yılında New York’ta İslâm ve tasavvufla tanıştı. 1987 yılında Müslüman oldu. 1992’den itibaren İstanbul’da yaşamaya başladı. Brodbeck, birçok televizyon kanalında farklı programlara ve konferanslara dâvet edilmiştir. Keşkül, Altınoluk, v.b. dergi ve gazetelerde makale ve röportajları yayınlanmıştır. Ayrıca yazarın hayatı; “Avrupa’da İslâm” isimli proje dahilinde, TRT’nin Avrupa Birliği için hazırladığı belgesel programa konu olmuştur. Halen, Hazreti Mevlânâ’nın öğretisi ile alâkalı bir eser hazırlamaktadır.
Yeni Asya