Bazı basın yayın organları zaman zaman İslam’ın dönüşümünü gündeme getiriyorlar. Müslüman alimler bu konuyu ‘ridde’ (dinden dönme) bahsi altında Batılılar ise ‘Din değiştirme özgürlüğü’ başlığı altında ele alıyorlar. Batılılar bu şekilde, İslam’ı fanatizm ya da insanları bir dine zorlamayla ilişkilendiriyorlar. Medya bu olguyu gündeme getirirken genellikle bireysel bazı durumlardan yola çıkarken bunun mevcut durumdan bir kopuş mu yoksa abartılı bir yaklaşım mı olduğu üzerinde duruluyor. Çok daha nadir hallerde ise ‘İslamdan dönüş’ olgusu gerçek boyutlarıyla ele alınıyor. Bu olgunun gerçek anlamda toplumsal bir olguya dönüşebilmesi için geniş bir alanda yaygınlık gösteren bir toplumsal gerçeklik kazanması gerekiyor.
Olgunun Boyutları
Birinci örnek..23 Mart 2008 tarihinde, Rum Ortodoks Kilisesi’ne göre Fısıh Bayramı’nın hemen öncesinde Papa XVI. Benedict, 7 kişiyi vaftiz etme kararı alıyor. Aralarında 55 yaşındaki İtalyan Corriere Della Serra gazetesinin Genel Yayın Yönetmen yardımcısı Mısırlı gazeteci Mecdi Allam da bulunuyor. Allam, kendisini bu konuma getirme konusunda büyük katkıları olan Hıristiyan bir kadınla evli. İslam’a yönelik serte eleştirileriyle tanınan Mısırlı gazeteci, ayrıca İsrail’le ilgili her şeye müthiş bir hayranlık besleyen ve neredeyse aşırı sağcı İsrailliler kadar fanatik bir İsrail yanlısı ve aşığı. İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda Allam, “İsrail, İslami terörün insanlık medeniyetine karşı mücadelesinde kendisine sığınılacak son kaledir.” ifadelerini kullanıyor. Bu tavrını da “İsrail Yaşayacak” adlı kitabında son derece kışkırtıcı bir dille ifade ediyor. Bu yüzden İsrail tarafından defalarca ödüllendirilmiş. Katolikliği seçişini Papa’nın kendisini vaftiz ettiği ana kadar bir sır gibi saklamış. Üç çocuğunun isimleri onun bu yönelimini çok iyi bir şekilde gösteriyor. Çocuklarından birinin adı David.
Biraz da showa dönük bir şekilde Papa’nın kendisini vaftiz etmesi hakkında Semir Atallah, o dönem Şarkul Evsat gazetesinde yazdığı makalesinde iki duruma işaret etmişti. Birincisi, Fransız Le Monde gazetesinin Katolikliğin kalesi olan Latin Amerika’da 200 bin kişinin İslam’a girmesini; ikinci olarak da Katar‘da çok az sayıda Hıristiyan olmasına karşın kilise açılmasını örnek vermiş ve bunları, dinlerin birbirlerini tanımaya başlamalarının bir göstergesi olarak yorumlamıştı.
Diğer bir örnek ise 22 Şubat 2007 tarihinde 120 üyeli ‘Eski Müslümanlar Merkez Konseyi’ adlı bir kurumun kurulmasıydı. (Almanya’da Müslümanların nüfusu en az 3.5 milyon civarında). Bunu İngiltere, Hollanda, ve İskandinavya ülkelerinde aynı saldırgan tutuma sahip benzeri kurumların kuruluşu izledi. (Bunlar son derece küçük dernekleşmeler olup sadece İslam’a değil bütün dinlere saldırmaktadırlar.) Bu olaylar, güvenilir bir Alman kuruluşunun hükümetin isteği üzerine yaptığı bir araştırmanın dikkat çekici sonuçlarıyla aynı zamana denk geldi. Söz konusu araştırmada İslam’ı kabul edenlerin sayısının 5 bine ulaşarak yıldan yıla artış gösterdiği, 2005 yılındaki artışın ise daha önceki yılların dört katına çıkarak rekor seviyede olduğu ortaya çıktı.
Bu rakamlar yaklaşık rakamlar olup yüzlerce gösterge içerisinde küçük birkaç örnekten ibaret..Ancak İslam’ı kabul edenlerle karşılaştırıldığında sayısal olarak hiçbir önem arz etmeyen İslam’dan dönüş (irtidad) ya da başka dinlere geçiş olarak nitelendirilen olayların arka planını gösterme anlamında yeterli. O kadar ki, İslam’a ve İslam ülkelerine yönelik en fazla saldırıların yapıldığı bir ülke olan ABD’de en hızlı yayılan dinler arasına girmiş durumda. Dünyanın en fakir ülkelerinin bulunduğu ve yeryüzünün diğer yerlerine nazaran en fazla misyonerlik faaliyetlerine maruz kalan Afrika’da da en hızlı yayılan dinler arasında.
Bireysel İtkiler
Buna rağmen İslam’dan irtidat etmeyi sağlayan faktörlerin de masaya yatırılması gerekiyor. Böylece iki karşıt durum arasında kıyas yapmak mümkün hale gelebilir..
İlk örnek 55 yaşındaki Mine Ahadi..Kendisi eski Müslümanlar Yüksek Merkez Konseyi’nin başkanı. Kendisini küçüklüğünden itibaren İslam’ı terk etmiş ve komünizmi bir yaşam ve düşünce biçimi olarak kabul etmiş birisi olarak tanımlıyor. İslam’dan bahsederken hep genel şeyler anlatıyor, somuta inemiyor. Bu yüzden İslam’a olan saldırısı, klasik kadının ezilmişliğinden başlayıp otoriter yönetimlerle biten anlatımlardan farklı değil..
İkinci durum ise 46 yaşındaki Sabriye Dorotia Palm ile ilgili..O, 2007 yılında Müslüman olmuş bir şarkiyatçı. İslam’ı kabul ettikten sonra kendisini psikolojik açıdan rahat hissettiğini, özellikle günde beş kez dünya meşgalelerinden uzaklaşarak Allah’a yönelmesini sağlayan namazın kendisinde böyle bir his meydana getirdiğini söylüyor.
Bunun yanında iki karşıt resmi de masaya yatıralım..
Birincisi, yukarıda anlattığımız Mecdi Allam.. İslam’ı terk etmesinin hayatındaki fırtınalara bağlıyor. 1967 savaşı yıllarında siyasi ve medyatik manipülasyonlar yaşamış. Sonra da Mısır istihbaratı tarafından Yahudi bir kıza aşık olduktan sonra İsrail için casusluk yapmakla suçlanmış.
İkinci örnek: Eski adı Rodger Dutch yeni adı Arif Abdurrahman. İslam’ı 67 yaşında kabul etmiş. Kendi anlatımına göre gençliğini kumar makineleriyle hayır işlerini destekleme arasında gidip gelmekle geçirmiş. Sonra İslam hakkında okuma ve incelemeler yapmış.
Okyanusta Damla
Yukardaki örneklerin seçimini gelişigüzel bir şekilde yaptık. Ancak derinlemesine bir gözlem, İslam’a girme konusunu yalanlamaya çalışan genellemeci yaklaşımları savunan tezlerin zayıflığını gözler önüne serer nitelikteydi. Bu yaklaşımlara göre İslam’ı kabul edenlerin önemli bir bölümü, Müslüman bir bayanla evlenme isteğinden kaynaklanıyordu. Belki bir jenerasyon önce bu tezi kısmen kabul etmek mümkündü. Ancak bu yaklaşımlar, bir takım araştırmaların ve kaleme alınan kitapların teyit ettiği bir çok örnekle çelişki arz etmekteydi. Bu konuyla ilgili olarak yazılan kitaplar şunlardır: İbrahim Ahmed Buvani’nin Almanca yazdığı “Tercihimiz İslam” adlı kitabı, Muhammed bin Ahmed’in “Allah‘ın Hidayete Eriştirdiği Almanlar”, Salahaddin Dican Borovnica’nın yazdığı “Akıl ve İman Birlikte. İslam’a Giden Yolum”..
İslam’dan irtidata gelince iki nedenden dolayı temel nedenlerin tespit edilmesi zordur: İlki, dinden çıkanların sayısının azalması, ikincisi ise dinden çıkmalarının nedenlerini anlatırken medeni ve bilimsel bir üslubu çok az kullanmalarıdır. Gerçekten şahsi deneyimlerini anlatsalar bile ne düşündüklerini özetlemek mümkün olmamaktadır. Çünkü anlattıkları şeyler İslam’ın kendisiyle ilgili olmayan ya da bizzat İslam’ın da reddettiği şeylerdir.
İlkesel Öğretiler
Bu olgu; ya da daha doğru bir ifadeyle az da olsa mevcut olan İslam’dan dönüş olgusu, metodolojik olarak ele alınmayı hak etmektedir. Bu konuda yazılmış olan nadir kitaplardan bir takım nedenlerin de çıkarılması mümkündür. Özellikle de İslam’dan dönen insanlarla yapılacak doğrudan diyaloglar ve örneklemelerle bu olgu ele alınmalı, bununla da yetinilmemeli, kendisini Müslüman olarak gördüğü halde onun gereklerini yerine getirmeyi reddeden insanlar da incelenmelidir.
İslam’dan dönüş olgusuyla ilgili gözlenen en önemli nedenler şunlar olabilir:
1. Cehalet, örf-adet, yanlış eğitim ya da yetersiz bilinçlendirme nedeniyle İslam’ın buyruklarıyla İslam’ın gerek nassına gerekse ruhuna aykırı olan ancak İslam’dan zannedilen bir takım pratikleri birbirine karıştırma. Bu pratiklerle dar ufukluluk, fanatizm ve sertlik taraftarı olmak gibi bir takım hastalıklar ortaya çıkmakta.
2. Batılı ülkelerdeki okul eğitiminin ve basın kültürünün İslam’dan dönüşe neden olabilecek kadar ağır olması. Bu tür örneklerde İslamiyet hakkında dile pelesenk edilen bir takım klişelerin sürekli tekrarlandığını görüyoruz: İslam Kadınları ezer, İslam otoriter bir dindir..vs. Bu durum, insanların derinlemesine bir inceleme-araştırma sürecine girdiklerinde hemen çökecek kadar temelleri çürük olmakla birlikte, toplumun kültürel atmosferini ve genel havayı etkilemektedir. Bunun en tipik örneği, Müslümanların uzun çağlar boyunca Muhammediler olarak isimlendirilmesine neden olan ‘Müslümanlar Muhammed’e taparlar’ gibi bir takım klişelerin çöküşüdür.
3. İslam’dan dönen bazılarının İslam karşıtı kampanyalardan etkilenmeleri..2001 yılında New York ve Washington’daki patlamalardan sonra giderek şiddetlenen İslam karşıtı dalganın medyada ve kamusal hayatta siyasi kaygılarla yaygın hale getirilmesi. İslam’ı sadece kültürel bir unsur olarak gören ve İslam’la olan bağı kimliğindeki din bölümünde İslam yazısıyla sınırlı olan bazı kişilerin İslam’ı terk etmeyi şöhret kazanma ve para elde etmenin bir yolu olarak görmeleri.
4. Kamuoyunu yönlendirme ve etkileme konusunda başat role sahip bazı Batılı düşünce ve basın merkezlerinin 1968 yıllarındaki ‘Öğrenci Devrimleri’ ya da ‘Cinsiyet devrimi’ olarak adlandırılan olguların etkisi altında bulunuyor olmaları. Söz konusu kurumların başındaki ya da karar alma mekanizmasının üst basamaklarındaki tipler, dinden azadeliği, geleneksel olandan kopuşu temsil eden ve her türlü özgürlüğü kutsayan düşünsel, sanatsal ya da edebi bütün faaliyetleri, estetik değeri düşük de olsa topluma pompalamaya devam etmeleridir. Bu faaliyetler, sadece bir dine değil bütün dinlere düşmanlığı değişmez bir ilke olarak kabul etmiştir. Selman Rüşdi ve Teslime Nesrin gibi isimler bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Bu kişiler, İslam ülkelerinde yaşanan mevzi olayları sürekli olarak genelleştirmekte ustalaşmış, tek işi dindarların açığını aramak olan, başını açan bir kadınla ilgili tekil örnek üzerinden örneklemeler yürüten, bu tür olayları abartan, kendilerini ‘İslami fanatizm’in kurbanları gibi sunan insanlardır.
Öfkeyle akıllılık arasında
İslam’la başka dinler arasında objektif bir karşılaştırma yapmak açısından İslam’dan dönüşün nedenlerini araştırma konusunda gayret sarf etmenin bir faydası yoktur. Hatta bunu, son derece sınırlı olgular olan Batı’da İslam’ın gerileyişi ya da İslam’dan dönüş olgusunun arkasında yatan nedenlerle ilgili olarak yapmak yararlı olmadığı gibi genel olarak dindarlaşmayla ateizm arasında yapmak da yararsızdır.
Sahip oldukları önyargılara bilimsellik maskesi giydiren bazı şarkiyatçılık merkezlerinin yapmış olduğu karşılaştırmalar da bu durumu yalanlayacak değildir. Bu olgu, bu satırlarda anlatılması yer darlığı nedeniyle mümkün olmayacak kadar geniş ve farklı alanlarda ele alınması gereken bir araştırmadır. Şarkiyatçı yaklaşımın sıkıntısı, İslam’dan dönenlerin anlattıklarıyla kendilerinin ortaya koyduğu sonuçla arasında bir bağlantının bulunmamasında yatmaktadır.
Bu kişilerin yaptıkları, ‘kasıtlı kışkırtma’ kapsamına girecek türdendir. “Eski Müslümanlar Merkez Konseyi” Genel sekreteri Arzu Toker bile bu küçük kuruma böyle bir ismin seçilmesini “Şu ana kadar bize önem vermemiş olmaları nedeniyle bilerek seçilmiş kışkırtıcı isim” şeklinde açıklamaktadır. Bunu Alman İçişleri’nin yapmayı planladığı “İslam Sempozyumu” için hiçbir “İslami Kurum”un sempozyuma çağrılmamasını istemesi ve Müslüman örgütlerin bu sempozyuma sokulmaması fikrini en başından beri savunan ‘laik” isimleri çağırmasına da teşmil edilebileceği gibi, bazı ‘Eski Müslümanlar’ın almakta olduğu ‘ölüm tehditleri’ne ve polisin, yanlarında gece gündüz dolaşacak korumalar vererek karşılık vermesine de genellenebilir.
Kışkırtma; öfkeleri hareket geçirmek için yapılan ve ‘hızlı tipler’i daha sert ve fanatik karşıt tutum almaya itme aracı olarak görülmektedir. Bu tür tutumlar medya açısından uygun ortamı yaratmasına yardımcı olduğu için istenen bir durumdur. Bu tip hareketlere itiraz eden kişi, her ne kadar bu olgudan kurtulmak istese de karşı tepki olarak bu olguyu abartma cihetine gitmektedir.
Bu durumun fiilen bir olguya dönüşmemesi için abartmadan kaçınmak, söz konusu durumları olduğu gibi aktarmaya ve derinlemesine düşünülmüş bir davranışa engel değildir. Madem ki istenen davranış, gerek Müslüman çevrelerde gerekse dışında bu pratiklerden etkilenmesi mümkün olan kişilere yöneltilmesi gerekiyor, öyleyse bunun ilk hedefi olan Müslümanlar, yönelimlerine göre, gerek elit kesim gerekse kitle olarak Batı’daki İslam’ın varlığına ilişkin büyük resmi çizeceklerdir.
Bu ise, karşıt bir kampanya başlatmak anlamına gelmiyor. Tersine; istenen, İslam’ın gerçeklerini ortaya koymak ve onu kapsamlı bir şekilde ele almaktır. Bu, bütün Müslümanların görevidir. Bu, akıllı ve dolaylı bir cevap olacaktır ama kısa ve uzun vadede doğru yönde bir etkide bulunacaktır.
Avrupa’da faaliyet göstermekte olan İslami örgütler bu tür olumlu faaliyetlere yönelmelidirler. Ancak, dengeli ve hedefi belirli olduğu zaman bireylerin bu konudaki faaliyetleri de etkili olmaktadır Burada örnek olarak şarkıcılıktan İslam’a dönüşün anlatıldığı ‘Kadimidir’in Mücevheri’ ‘حلية كاديمير’ adlı kitabın meydana getirdiği olumlu atmosfer verilebilir. İslam’ın gerçekleri ve kadının İslam’daki yeri ile ilgili manipülatif bazı kitap ve yazıların etkisini zayıflatmada bu kitabın tesiri büyük olmuştur. Bir başka örnek ise ‘Niçin öldürdün ey Zeyd’ adlı kitaptır. Bu eser siyaset ve basın camiasında yakından tanınan Yurgin Todonhover tarafından kaleme alınmıştır. Etkisi halen sürmektedir.
Bu tür bireysel eserler, toplumda çok daha olumlu etkiler bırakmakta, kendisinden çok şey sudur etmekte ve İslami kurum ve kuruluşlar tarafından uygun bir şekilde benimsendiğinde bu eser ‘ölümsüzleşmekte’dir. Örneğin bu bireysel çabaları teşvik anlamında söz konusu İslami kurumlar, İslam’ın Batıdaki varlığına düşünce ve kültür alanında katkıda bulunanlara ödül vererek, Müslüman ve gayrı Müslimlerden düşünür ve entelektüellerin iştirak ettiği kültürel ve düşünsel paneller düzenleyerek, Avrupa’daki herhangi bir yerde yaşayan insanlardan İslam hakkında en güzel sözü seçecek bir komisyon oluşturarak ve bu kişileri ödüllendirerek katkıda bulunabilirler.
Bu sayılı örneklerin ortak paydası, Avrupa’da İslam’dan dönüşlere verilecek tepkilerin makul ve oturaklı olacağı ölçüde etkisinin uzun sürecek olması ve İslam’dan uzaklaşan kişilerin uzaklaşma nedenleri hakkında yazdıklarının ne kadar tutarsız olduğunun ortaya konmasıdır.
|