31 Oca 2013 (19:26)
Ne içtiğinizi biliyor musunuz?
Medyada genellikle “gıda güvenliği” boyutuyla ele alınan su ve meşrubat sektörünün çok daha derin sorunları var. Konuyu İstanbul Meşrubatçılar Odası Başkanı Ahmet Turan Akkaya ile konuştuk.
İmalatçı firmalar çocukları bağımlı yapmaya çalışıyor!
Su ve ekmek, yasalar tarafından “acil gıda maddesi” olarak kabul ediliyor. 5362 sayılı kanunun 62. maddesine göre, su ve ekmek satışlarının “tarifeye” tabi olması gerekiyor. Özellikle su satışlarında, 5,5 liralık tarifenin çok üzerinde rakamlarla karşılaşılıyor. Geçtiğimiz günlerde, bazı su firmalarının bakanlık tarafından teşhir edilmesi, medyada genellikle “gıda güvenliği” boyutuyla ele alındı.
Su ve meşrubat alanındaki sorunlar ise çok daha derin görünüyor. Sektörün durumuyla ilgili, İstanbul Sucular, Meşrubatçılar, Turşucular ve Bozacılar Odası Başkanı Ahmet Turan Akkaya’dan çarpıcı yanıtlar aldık. İmalatçı firmaların çocukları meşrubat bağımlısı yapmaya çalıştığını ifade eden Akkaya, damacana fiyatlarındaki düzensizliğin ve sularda rastlanan kirliliğin en önemli sebebinin “kayıtdışı istasyonlar” olduğunu belirtiyor.
Röportaj: Can ULUDAĞ
İstanbul’da kaç su membası var? Fiyatlar neden yükseliyor?
İstanbul’da 55 memba var. İstanbul membalarının fiyatları bizim tarifenin altında... Genelde suları fahiş fiyattan satanlar şehirdışından, taşradan gelenler... Adapazarı’ndan, Bursa’dan gelenlerin bahaneleri şu: Biz uzaktan geliyoruz, maliyetimiz yüksek. Halbuki tarifeye uymuyorsan suyu bulunduğun bölgede satmalısın. Pazarın yarısı İstanbul’da... Buraya geliyorsan bedeline katlanmalısın. Malesef yaptırım gücümüz yok. Dar gelirli vatandaşlar genelde 19 litrelik damacana suları tüketiyorlar. Bunların tarifesi 5,5 TL. Bazı büyük firmaların damacanaları şu anda 9-10 liraya satılıyor. Tarifenin iki katı... Tüm Türkiye’ye dağıtım yapıyorlar.
Tarife neden uygulanamıyor?
Tarife üzerine İBB Başkanı Kadir Topbaş’la görüştük. “Su tarifeye mi tabi?” diye sordu. Bazı TV kanallarında bu konuyu gündeme getirdik. Üç televizyon kanalı aracılığıyla konuyu anlattıktan sonra yoğun telefonlar gelmeye başladı. Tarifenin uygulanmama sebeplerinin başında kayıtdışı istasyonlar geliyor. Suyu yüksek fiyattan satan firmaların altında da firmalar var. Bayilere “Gel odamıza üye ol” diyemiyoruz. Üye olmadıkları için de kontrol edilemiyorlar. Ne yaptıklarını bilemiyorsunuz. Pazar günü tatil olsun dedik, başaramadık. Biri çalışıyor biri çalışmıyor. Odamıza bağlı olan 800 küsür tane bayi var, 300 küsür tanesi aktif, diğerleri aktif değil. Ya emekli olmuş, ya oğluna devretmiş, ya da birilerine devretmiş, böyle gidiyor. 11.000 kayıtdışı istasyon var.
Korkunç bir rakam. Bunu nasıl ölçebildiniz?
Marmara Üniversitesi’nde rektör danışmanı olan bir arkadaşımın desteğiyle, 2007’de bir araştırma yaptık. Şu anda bu rakam daha mı yüksek, daha mı alçak bilemiyoruz. Bazı sokaklarda 3-4 bayi olabiliyor. Kıran kırana rekabet sonucu üç bayi birden kapanabiliyor. Ruhsatsız bayilerin ruhsatlandırılması gerekiyor. Bakanlığın ruhsat verirken meslek odası ile işbirliği yapması gerekli.
Suların bozuk çıkmasında bayilerin de payı oluyor mu?
Suyu kamyonetten indirip kapının önüne koyuyorlar. İçeriye koymaları lazım. Kapının önünde güneş alıyor. Güneşin bozmadığı hiçbir şey yok. Üç beş saat Temmuz güneşi altında kaldığı zaman, su kendiliğinden bozuluyor. Bakteri üretiyor. İl Sağlık Müdürlüğü veya Bakanlık tarafından yapılan tahlillerde de bozuk çıkıyor. Bayi kaynaklı bu olayda, bizim bayiye yaptırım gücümüz yok.
Televizyonlar para istiyor
Kritik bir konu. Medyada neden yeteri kadar yansımıyor?
Herkes ekmeği tartışır. Gün içinde hiç ekmek yemeyen insanlar var. Hiç su içmeyenlerse, kahveyle meşrubatla günde en kötü şartla 1,5 litre su içiyor. Size söylediklerimi bazı televizyonlarda açıklamak istediğimde, bizden ücret istiyorlar. Bunun halk sağlığı için olduğunu anlamıyorlar. Bizim odamızın böyle bir bütçesi yok.
Son dönemde yapılan teşhir ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bakanlık bu işi iyi yürütüyor mu?
İstanbul’da, bakanlık yılda bir- iki defa, İl Sağlık Müdürlüğü de yılda dört defa denetleme yapıyor. Membalar genellikle üç bölgede yoğunlaşıyor. Çatalca, Kemerburgaz ve Şile. Ayrıca her memba, her sabah saat 8’de şişeye suyunu doldurur. Ağzını mühürler ve rafına koyar. Bakanlıktan ve İl Sağlık Müdürlüğü’nden gelen denetimciler bu örnekleri alıp götürür. Ayrıca membanın kendi labaratuvarunda, su her gün tahlil ediliyor. Her membada yönetmelik gereği kimyager bulunuyor. Tahlili yapmasa bile her gün su örneğini yetkililere ulaştırmak amacıyla şişeliyor. Yetkililer mühürlü suyu alıp tahlilini yaptırıyor.
Sisteme göre ciddi bir denetim var.
Evet.
İstanbul’un memba suları tümüyle güvenilir mi?
Kesinlikle.
Hiçbir çevre kirliliği sözkonusu değil mi?
Hayır. Membaların olduğu yerlerin tümü orman alanı. Şile, Çatalca, Kemerburgaz, Beykoz... Membalar şehir merkezinden üç-beş kilometre uzakta orman alanında bulunuyor.
Sular membalarda filtreleme işlemlerinden geçiriliyor mu?
Bazı büyük firmalar yurtdışından getirdikleri makinelerle suyun içindeki mineralleri eleyerek suyun tadı ile oynayabiliyorlar. Buna mecazi olarak “suyun genleriyle oynanıyor” diyorum. Bu işlemler nedeniyle suyun tadı tüketicinin damak tadına hitap ediyor ama sağlığa yararlı mineraller kayboluyor.
Cam konusuna gelelim. Türkiye’de hala neden yeteri kadar cam şişeli ürün yok?
Cam çevreci olmasının yanısıra aslında daha ekonomik. Pet şişelerin de depoziti var. Bunların parasını farkında olmadan ödüyoruz. Ayrıca polikarbon dediğimiz ambalajlar, kamyona yüklendiği zaman ezilme ve sarsılmadan dolayı etkileniyorlar. Ambalajın malzemesi, ezildiği zaman içindeki mamüle yansıyor. Tahlillerdeki en büyük sıkıntı da burada yaşanıyor. Cam şişeye güneş vurmadığı sürece, üründe bozulma çok az yaşanıyor. Kolalı içeceklerin cam ambalajda farklı bir lezzeti olur. Sebebi budur.
Meşrubat reklamlarında hep cam şişeler görüyoruz. Satış oranlarındaki gerçekler nedir?
Satılan meşrubatların %9-10’u cam şişededir. Bunun en az %50-50 olması lazım. Burada tüketici derneklerine görev düşüyor fakat onların da malesef bizim gibi yaptırım güçleri bulunmuyor.
Onların çoğu para ile ödül dağıtmaya çalışıyor....
“Soğuk” bir pazarlama
Alüminyum kutular ne kadar sağlıklı?
Alüminyum kutular güneşte sıcağa maruz kaldıklarında metal kokusu içeriğe yansıyor. Tat geliyor. Petten daha sağlıklılar fakat, kutular ezilmemeli ve güneşe maruz kalmamalı. Meşrubatların üzerinde özellikle soğuk içiniz yazar. Soğuttuğunuz zaman tatları değişiyor ve içine karışan metalin tadı kayboluyor.
Meşrubatlarda “%100 meyve suyu - şeker ilavesiz meselesi” var. Bakıyorsunuz ambalajda aynı zamanda meyve suyu konsantresinden üretilmiştir yazıyor. Burada tüketici yanıltılıyor mu?
Evet. Etiketi okuduğunuz zaman bir çelişki olabiliyor. Anlamadığınız terimlerle karşılaşabiliyorsunuz.
“Yüzde yüz” aynı zamanda bilinçaltına yönelik bir pazarlama tekniği...
Meşrubat sanayiinde, su dahil, şişlerinin üzerindeki yazıları okumak da pek mümkün olmuyor. Mesela Türkiye’deki meşrubat kutularında Tarım Bakanlığı’nın verdiği izin yazısını rahatça okuyamazsınız. Avrupa’da bu yazıların fontları daha büyüktür ve rahat okunabilirler. Bazen yazılar etiketle aynı renkte oluyor ve neredeyse hiç okunmuyorlar. Bunu Tarım Bakanlığı’nın bir toplantısında dile getirdim.
İmalatçı firmalar çocukları bağımlı yapmaya çalışıyor!
Meşrubatların okullarda bu kadar çok tüketilmesinin sebebi ne?
İmalatçı firmalar okullarda şu anda yüzde 30’a yakın kârlar elde ediyor. Çocuklar orada meşrubat içmeyi öğrensin diye... Çocuklara okulda eğitim verileceği yerde meşrubata nasıl alıştırırız eğitimi veriliyor. Başka üretici firmalar da aynı taktiği uyguluyor. Örneğin çikolata ve bisküvide de benzer şeyler yaşanıyor.
Bu kâr meselesini biraz açar mısınız?
Okullardaki kantin kârları çok fazla. Çocuklara meşrubatları çok ucuza satıyorlar. Kantinler çok iskontolu alıyor. Çocukların meşrubatları çok ucuza tüketmelerini sağlayarak onlara alışkanlık kazandırmaya çalışıyorlar. Burada oldukça alengirli bir sistem var. Bazı firmalar, ürünleri okullara yüzde 40’a varan iskontolarla satabiliyor. Amaç öğrencinin gazlı içeceklere alışmasını okul yıllarında sağlamak. Tam bir taktik.