Kentsel Dönüşüm Borçlanma Felaketine Dönüşmesin
Aşağıdaki yazımız MÜSİAD’ın Ekonomi ve Düşünce yayını olan Çerçeve Dergisi’ninKentsel Dönüşüm ana temalı sayısında “Kentsel Dönüşümün Finansmanı” başlığıyla yayınlanmıştır (*). Kentsel Dönüşümün mevcut BDPS/KRS dediğimiz bankacılık sistemi içerisinde gerçekleştirilmesi durumunda nasıl bir borçlanma felaketine dönüşeceği anlatılmakta, projenin devasa bir borçlanma felaketine dönüşmemesi için paradigma dışı alternatiflerin üretilmesi ihtiyacı açıklanarak alternatif bir çözüm önerilmektedir.
Kentsel Dönüşüm Türkiye için önemli ve finansman boyutu eğer iyi düşünülmez ve kurgulanmazsa mevcut bankacılık sistemi içerisinde ülke üzerinde muazzam bir finansal tahribata ve cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş borç felaketine dönüşecek bir projedir. Dönüşebilecek yerine daha keskin bir ifadenin özellikle kullanıldığını vurgulamak gerekiyor.
Projenin tahmini büyüklüğünün 350-400 milyar ABD Doları olduğunu düşündüğümüzde neredeyse toplam milli gelirin yarısını tek başına üstlenen bu projede konutlar ve kentsel alanlar deprem riski ve kentsel estetik kaygılarıyla teker teker yıkılacak. Yerine yenilerinin yapılması esnasında gereken büyük kaynak ihtiyacı nedeniyle mevcut para sistemi içerisinde uzun dönemde finans depremine yol açabilecektir.
Öncelikle kentsel dönüşümün aslında konut arzını artırma projesi olmadığını belirtmek gerekiyor. Nedenlerini ekonomideki “Kırık Pencere Safsatası”nı irdeleyen “Kasabalılar haklı mı?” başlıklı makalemde daha önce yazdığımdan ayrıntıya girmeyeceğim (1). Özetle insanları zaten içerisinde oturdukları konutlarını ortadan kaldırıp yerine daha güçlü yenilerini yaptıktan sonra buralara yerleştirmek aslında toplumdaki konut ihtiyacını azaltmıyor. Aynen kasabadaki camcının zaten var olan camının kırılıp yenisini taktırmasının gerçekte ekonomik yarar olarak değerlendirilemeyeceği gibi.
Burada yıkıp yerine yapmanın en önemli gerekçesi deprem riski. Deprem Allah vergisi doğal bir felaket. Oysa bu yazıda belirteceğimiz üzere eğer baştan iyi bir kaynak üretme modeli geliştirilmezse deprem riskinden daha kuvvetli finansal bir deprem riski ortaya çıkacaktır. O da bugün batılı ülkelerin içinde boğuştuğu ve mevcut para sistemi altında içinden çıkamayacakları finans depremi yani kısaca borçlanma krizidir.
En önemli gerekçesi muhtemel deprem riski olan projenin daha kuvvetle muhtemel bir finans depremi riskiyle yer değiştirmemesi adına kentsel dönüşümün tümü için yeni bir finans modelinin geliştirilmesi zaruridir. Bu yeni modelin özellikle kaynak oluşturma operasyonları sırasında mevcut bankacılık dışarısında bir kurgulamaya sahip olması gerekmektedir.
Önereceğimiz finans modelinin anlaşılabilmesi için mevcut bankacılık sistemini ve neden kentsel dönüşümü finans depremine dönüştürebileceğini anlamak gerekiyor. Meseleyi anladıktan sonra çözümün geliştirilmesi çok kolaydır.
Mevcut Para ve Bankacılık Sistemi Neden Sorunlu?
İçinde bulunduğumuz finans sisteminde temel sorun paranın üretim mekanizmasıdır. Takasın zorluklarına karşı ortak bir ölçü aracı çabalarına bağlı olarak insanlığın ihtiyacına binaen ortaya çıkan para adıyla binlerce yıldır çeşitli nesneler kullanılmaktaydı. Deniz kabuğundan, buğday gibi dayanıklı gıda maddelerine; altın, gümüş gibi madeni araçlara hatta Tally çubukları denilen tahta parçalarına kadar pek çok nesne kullanıldıktan sonra kuyumcuların ürettiği banknotlardan fiat para dediğimiz kağıt paralara gelindi.
Paranın en önemli işlevi bir ölçü aracı olmasıdır. Pekiyi para neyi ölçüyor? Para, ekonomide mevcut mal ve hizmetleri terazinin bir kefesine koyduğunuzda diğer kefeye koyduğunuz bir nesne veya semboldür. Paranın sağlam bir ölçü aracı olma niteliğini kaybetmemesi için para miktarının kontrol edilmesi zaruridir. Özellikle ekonomik büyüme ve küçülme dediğimiz olaylarda. Örneğin mal ve hizmetlerde ortaya çıkan ekonomik büyüme dediğimiz artışla terazinin diğer kefesindeki paranın miktarını artırmak gerekmektedir. Diğer yandan ekonomi küçüldüğünde parayı vergi gibi araçlarla piyasadan çekmek ama aynı zamanda büyümeyi sağlamak için projeler üretmekle bunlar gerçekleştirilebilir. Bunları şeffaf ve adil ilkeler çerçevesinde yapabilecek en önemli kurumun devlet olduğu kaçınılmazdır.
Mevcut bankacılık sistemi ve bu sistem içerisinde paranın üretilme yöntemi bugünkü küresel sorunun temelini teşkil etmektedir. Sistem kurulduğu ilk yıllardan (1913) başlayarak eleştirilmekte olup bunun insanlık medeniyetinin sonunu getirebileceği yolunda ciddi uyarılara ve günümüze kadar taşınan kriz/ buhranlara rağmen hala varlığı sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Bugün özellikle gelişmesini tamamlamış büyümeye mecali kalmamış gelişmiş ülkelerden başlayarak para sistemi etrafında eleştiriler şiddetini artırarak devam etmekte ve sistem içerisinde çözümü mümkün görünmemektedir. Bunun artık 1929’dakinden daha şiddetli bir buhranı getirmekte olduğu gerçeği her yerde dile getirilmektedir. Yani kedi artık çuvaldan çıktı denilmektedir.
Sorun uygulamalara yönelik basit bir şey olmayıp sistemiktir. Pekiyi nedir bu sistemik sorun?
Para borca dayalı üretilmektedir
Kısaca bu sistemde paranın tamamı borç olarak üretilmektedir. Yani cebimizde taşıdığımız kağıt paralar başta olmak üzere piyasadaki para olarak var olan şey aslında borçtur. Öncelikle bir gerçeği vurgulamakta yarar var. Kanunlarla korunan ve itibarını devlet eliyle kazanan fiat (kağıt) para dediğimiz para devlet tarafından üretilmemektedir. Devlet bu parayı üretebilmek için devlet tahvilleri dediğimiz aslında borçlanma senetleri olan kağıtları basarak bunları başta bankalar olmak üzere piyasaya borçlanır. Neticede bunlar Merkez Bankasına düşüp talep edildiğinde karşılığında yepyeni paralar basılmaktadır. Yani cebimizde taşıdığımız kağıt paraların hepsi aslında devlet birilerine borçlandığı için var olmuştur.
Bugünlerde kendisi bir anonim şirket olan Cumhuriyet Merkez Bankası’nın ortakları üzerinde zaman zaman tartışmalar gündeme gelmektedir. Burada söylenmesi gereken şudur. Bu sistem içerisinde Merkez Bankası %100 devlete ait olsa bile fazla değişiklik olmayacaktır. Zira sürece baktığımızda paranın üretilebilmesi için devletin borçlanması gerektiği bir hakikattir.
Peki devlet kendi parasını basamıyor ve borçlanıyorsa bunun zararı nedir? Örneğin tahvillere baktığımızda %8-9 civarında bileşik faiz yükünü taşımaktadır. Borçlanma sürecinde üretilen paranın faizini ekonomide kimse üretmemektedir. Yani diyelim bu sene ekonomide toplam 100 lira üretildi. Bir sene içinde veya peşin ödemeyle 9 lira ekonomiden bankalara transfer edilecektir. Bunun adı ister faiz temelli devlet tahvili olsun isterse yeni yasalaşan sukuk yani kira sertifikasındaki kar payı diye nitelenen miktar olsun değişen bir şey yok. Sayın Bakan Ali Babacan bir söyleşide sukuk ve devlet tahvili arasında birbirine avantajlı veya dezavantajlı herhangi bir fark olmadığını ifade etmişti.
Paranın üretimi sırasında faiz/kar payı ne olursa olsun üzerine konan miktarın ekonomideki etkisi “Issız Ada Hikayesi”nde dile getirilmektedir (2). Diğer bir sorun ise bileşik faizin yıkıcı etkisinin tam olarak anlaşılmamasında yatıyor. Örneğin bankalarda aylık %1’ler civarında çok düşük gözüken faiz bileşik faiz hesabıyla 10 senelik bir kredide maliyeti yaklaşık ikiye katlıyor. Yani 100 Bin TL olarak alınan kredi 10 senelik geri ödemeyle 200 bin lirayı buluyor. Ekonomide 100 bin liralık bu farkı kimse üretmediğinden yeniden para basılmasına yani yeni borçlanmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Devlet vergiler yoluyla bunu karşılamaya çalışsa bile bileşik faizle katlanan borçlar nedeniyle yeterli olmamakta neticede tahvil benzeri araçlarla yeni borçlanmalara gidilmektedir.
Sonuç olarak cebimizde taşıdığımız para devletin birilerine borçlanmasıyla üretilmektedir. Toplanan vergilerin önemli kısmı bu nedenle bütçede bankalara aktarılmaktadır. Bu sene bütçede bankalara aktarılan sadece faiz 50 milyar Lira. 50 milyarlık faiz için asıl borç ne olabilir? Toplam iç borç stoku 200 milyar ABD Doları düzeyinde.
Ekonomideki parayı devletin borçlanma süreçleriyle üretmesinin doğal bir sonucu bu. Diğer yandan bu para piyasadaki toplam paranın %10’undan daha azına tekabül ediyor. Örnek olarak bugün piyasadaki mevcut fiziksel paranın miktarına baktığımızda emisyonda yaklaşık 56 milyar Lira para var. Ama bankalarda 700 Milyar Liranın üzerinde para gözükmektedir. O halde geriye kalan yaklaşık 650 milyar Lira nereden geliyor?
Paranın çoğunu bankalar yaratıyor
Evet çoğu kimse bilmese de ekonomilerdeki paranın %90’ından fazlasını bankalar kaydi para olarak yaratıyor. Modern Para Mekaniği (3) kitabında ayrıntısı anlatılan bu para yaratma sürecinin adı Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) dediğimiz bir mekanizma. Bankalara yatırılan paranın zorunlu munzam karşılık olarak da nitelenen cüzi bir miktarının Merkez Bankası hesabında tutulup kalanın defalarca ödünç verilebilmesi sonucu ortaya çıkan doğal sürecin sonunda piyasada ortalama en az %90 para bankalar tarafından var ediliyor.
Diyelim vatandaşın birisi bankaya 10 Bin Lira yatırıyor. Munzam karşılığın %10 olduğu bir ortamda banka 1000 Lirayı tutup 9 Bin Lirayı kredi olarak veriyor. Krediyi alan kişi diyelim arabasını aldığı diğer bir şahsa bu parayı veriyor. O da getirip 9 Bin Lirayı bankaya yatırıyor. Banka gelen 9 Bin Liranın %10’u olan 900 Lirayı tutup 8100 Lirayı kredi olarak veriyor. Toplamda bu şekilde ilk yatırılan paraya ek olarak 90 Bin Lira borç/kredi vermek suretiyle havadan yaratılıyor (10000+ 9000+ 8100+ 7290+ 6561 + ….. = 100,000). Kaldıraçlama diye tabir edilen bu yöntemler ilk yatırılan 10 Bin Liraya binaen 90 Bin Lira para sanal olarak üretiliyor.
Para yaratma sürecinde paranın dönüşte aynı bankaya yatırılmasına gerek yok. Bankacılık kapalı bir sistem olduğundan bir bankadan alınan kredi dolaşıp diğer bir bankaya yatırıldığında buna dayalı olarak yeni borç yani yeni para yaratılabiliyor.
İşin özü şu. Banka aslında kredi verdiğinde otomatik olarak o miktar parayı havadan yaratıyor. Bu para tamamen sanal yani ekonomide kaydi para dediğimiz bilgisayar kayıtlarında var olan ama kendisi olmayan hayali para. Karşılığı da borç alanın altına imzasını attığı sözleşme. Bu şu anlama geliyor. Bankalar kredi vermezse ekonomide %90 para yok. Nakit paranın kısıtlı (%10) olması nedeniyle vatandaşın önemli çoğunluğu kredi borçlarını yeni krediler alarak kapatmak zorunda kalıyor.
Sonuç olarak devletin borçlanma süreçleriyle üretilen fiziksel kısım (yaklaşık %10) ve geriye kalan %90 paranın hepsi borç karşılığı üretiliyor. Bu yüzden bu para sistemi Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) olarak adlandırılıyor. Bu sistemde paranın var olabilmesi için birilerinin borçlanması gerekiyor. Yani para eşittir borç. Durum böyle olunca borcun ödenmesi matematiksel olarak mümkün değil. Çünkü öncelikle bütün parayı toplayıp parayı üretenlere yani bankalara aktarmak gerekiyor. Bunu yaptığınızda ortada hiç para kalmıyor. Tabii bununla bitmiyor. Ekonomide faiz/kar payı diye nitelenen kısmı kimse üretmediğinden tüm borcun bankalara ödenebilmesini sağlayamıyorsunuz. Neticede bu eksik miktardaki para karşılığı servet alt gelir kesimlerinden başlayarak sürekli bankalara akmak zorunda.
Büyüme ve borçlanma ilişkisi
Yukarıdaki nedenlerden dolayı bu çarpık sistemin yumuşak karnı ekonomik büyüme. Çünkü büyüme devamlı ve belli hızda olması gerekir ki sistem krizler olmaksızın ayakta kalabilsin. Faiz/kar payı miktarı paranın ekonomiye sürekli girmesi için büyüme şart. Aksi takdirde kefeye koyduğunuz her fazla para daha fazla enflasyon olarak ekonomiye yansıyor.
Ayrıca büyüme başlı başına yeterli değil. Büyüme hızının borçlanma hızından daha yüksek olması gerekiyor. Bu ise mümkün değil. Zira borçlanma hızı üssel. Bileşik faiz formülüyle sürekli logaritmik olarak artıyor. Oysa gerçek dünyada böyle bir büyüme mümkün değil. Ülkelerin performansını ölçmek için borcun milli gelire oranının neden sürekli gündemde olduğu sanırız anlaşılmaktadır.
Bankalar KRS dediğimiz mekanizmayla piyasadaki paranın %90’ını yaratırken ortaya çıkan maliyet şu anda senelik %15-20 civarında. Devlet tahvillerinde veya yeni çıkarılan sukukta bu rakam %8-9 arası. Bu şu anlama geliyor. Mevcut şartlarda ekonomi %8-10 civarında büyümek zorunda. Bunu sağlayamadığınızda borcun milli gelire oranı hızla artarak bugünkü batı ülkelerinde olduğu gibi sürdürülemez bir hal alıyor. AB ülkelerinde bu oran ortalama %85’i geçmiş durumda PIIGS ülkelerinde ise %100’leri aşmakta.
Aslında büyüme ve borçlanma birbirinden bağımsız olgular. Büyüme insan ihtiyaçları ve ekonomideki performansla ilgili bir olgu. Borçlanmanın ise sınırı yok gibi. Sistemde zorunlu karşılık oranına göre para yaratabilme miktarına bağlı olarak 10-15 katla sınırlanıyor.
Kentsel dönüşümünde faizsiz finansman modeli
Mevcut para sisteminde paranın üretim mekanizmasını ve ekonomiye etkilerini inceledikten sonra kentsel dönüşümün finansmanı olayına gelebiliriz.
Tahminlere göre kentsel dönüşüm için gerekli kaynak miktarı 350-400 milyar ABD Doları tutuyor. Yirmi yılda 14 milyon konutun elden geçeceği söylenen bu projede gerekli parayı mevcut bankacılık sistemi içerisinde sağlamaya çalışmak hem devleti hem de vatandaşı bu miktar parayı borçlandırmakla mümkün olacaktır.
Aslında yapılması gereken şey oldukça basit. Öncelikle kentsel dönüşüm için bir havuz oluşturulacaktır. Adına özel kentsel dönüşüm tahvili deyin veya kentsel dönüşüm sertifikası deyin kentsel dönüşümü gerçekleştirecek miktarda belge faizsiz olarak basılacaktır. Para yerine geçen bu sertifikalar kentsel dönüşüm projesinde uygun şekillerde kullanılacaktır. Vatandaşın mevcut yıkılmakta olan konutu diyelim 100 bin lira. Bu kısmını devlet karşılayacaktır. Yeni konut değer artışıyla birlikte 150 Bin Lira ise vatandaş kalan 50 Bin Lirayı devlete diyelim 20 yıllığına faizsiz olarak borçlanacaktır. Bu meblağı değer artışı kazancı vergisi olarak düşünmek mümkün. Kentsel dönüşümün 20 yıl sürmesi planlanıyor. Ömrü de 20 sene olarak belirlenecek bu sertifikalar kentsel dönüşüm sona erdiğinde tedavülden kaldırılabilecektir.
Mevcut bankacılık sistemi içerisinde kalarak çözülmeye çalışılırsa 350-400 Milyar ABD Doları tutarındaki yük bileşik faizle katlanarak hem devleti hem de vatandaşı borçlandıracaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur. Faizsiz model derken katılım bankacılığını da önermiyoruz. Zira katılım bankalarında faiz yerine kar payı önerilmekte ve geri ödeme planları bileşik faiz hesaplarına göre yapılmaktadır. Katılım bankacılığındaki kar payı da faiz gibi borçlandırma enstrümanı olup işlevsel olarak faizle arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Birisinde para direk olarak kredi şeklinde verilirken diğerinde kredi vadeli satış adı altında gerçekleşmektedir. Ancak faiz ve kar payı her ikisi de miktarları arasında pek fark bulunmayan (hatta katılım bankacılığının genelde daha pahalı olduğu gerçeğini unutmamak lazım) borçlandırma araçlarıdır.
Etrafta konuşulan modelleri gözden geçirdiğimizde yukarıdaki örneğe bakılırsa değeri 100 bin Lira olan evin yeniden inşası için gerekli finansmanı devlet sağlayacak. Bunu da devlet tahvili dediğimiz borçlanma süreçleriyle gerçekleştirecek. Yeni yapılan evin değeri diyelim 150 Bin Lira olduğunda kalan 50 Bin Liralık kısımda vatandaşa bankalardan kredi çektirilecek. Kredi faiziyle geri ödenirken %50’sini vatandaş %50’sini ise devlet karşılayacak.
Bu tür durumlarda tüm operasyonun
20 yıl içinde ekonomiye getireceği ilave borç yükü rahatlıkla
1 Trilyon ABD Dolarını aşacaktır.
Bankalarda aslında kredi diye verilen paranın gerçekte var olmadığını KRS’yle havadan yaratıldığını ifade etmiştik. Tartışılan modellerde vatandaşın ve devletin birlikte ödeyebilmesi için gerekli para aslında ortada yok. Bu kısım bankaların kaydi para yaratması suretiyle karşılanacaktır. Devlet/vatandaş yaratılan ana parayı geri ödediğinde yaratılan kaydi para yok edilmekte ancak ekonomide üretilmeyen faiz/kar payı bankalara transfer edilmektedir.
Öte yandan devletin ödeyeceği kısma ait olarak ekonomiden kentsel dönüşüme muazzam bir para transferine gerek olacak. Bu kaynak transferinde gerekli faiz ödemeleri ise devlet tahvilleri veya hazine bonoları dediğimiz borçlandırma araçlarıyla yeniden üretilip piyasaya aktarılacak.
Halbuki önerdiğimiz alternatif modelde devlet borçlanmadığı gibi değer artışı kazancı vergisi şeklinde vatandaşın bankalara borçlanmaksızın direk devlete 20 yıllık faizsiz ödeme yapması sağlanabilecek.
Kentsel Dönüşümün finansmanının mevcut bankacılık sistemi içerisinde sağlanması dendiğinde müstakil olarak incelenmesi gereken olay ise kentsel dönüşüm sırasında oluşabilecek konut balonudur. Mevcut sistem içerisinde özellikle konutların değer artışı kısmında spekülatif hareketler, aşırı talep ve bankalarca verilecek kolay kredilere bağlı olarak önümüzdeki 20 yıl içerisinde rahatlıkla konut balonu oluşabilecektir.
Kriz dönemlerinde piyasalardaki ilk kırılmanın konut balonu denilen konutlardaki kredilerle sıkı bir ilişkiye sahip aşırı fiyat artışlarından kaynaklandığı unutulmamalıdır. 2008 krizinde ABD ve AB’de İspanya başta olmak üzere ekonomileri ilk önce vuran en önemli etkenin konut sektöründeki balonlar olduğu vakıadır.
Kentsel Dönüşümde model seçimi neden önemli?
Kentsel Dönüşüm projelerine makro ekonomik düzeyde bakıldığında ülkemizin önümüzdeki 40-50 yılına damgasını vuracak faaliyetler zinciri olma özelliğini taşıdığı görülmektedir.
Mevcut bankacılık yapısı içerisinde büyüklüğü 350-400 Milyar ABD Dolarıyla milli gelirin neredeyse yarısı tutarında kentsel dönüşümün bedeli önümüzdeki yirmi yıl içerisinde faizler nedeniyle 1-1.5 Trilyon Dolara yakın bir borç stoku getirebilecek.
Yıkıp yapma nedeniyle aslında toplam konut ihtiyacını gidermeye pek katkı sağlamayacak bu projede eğer mevcut bankacılık sistemi içerisinde çözüm geliştirilmeye çalışılırsa ekonomik kaynakların borçlanmayla israfına yol açacak ve ülkemizin geleceğini ipotek altına alacak büyük bir borçlanma projesi olacaktır.
“Kasabalılar haklı mı?” yazısındaki görünmezi görebilme adına neden ülke ekonomisinde yüksek katma değerli ürün üretebilmeye yönelik teknolojilere odaklanma yerine konut sektöründe bütün gücün harcandığı ileride sorgulanacaktır.
Dev borçlanma süreçlerinin sonunun nerelere vardığını Osmanlı’nın borçlanma macerasından iyi biliyoruz. Bugün ise en canlı örnek gelişmesini tamamlamış AB ülkelerinin içine düştüğü durumdur.
Anlattığımız modelde yani devletin oluşturulan havuzda kentsel dönüşümde kullanılmak üzere ihtiyaca uygun olarak geliştirdiği para yerine geçecek faizsiz kentsel dönüşüm sertifikalarının kullanılması durumunda adil ve borca dayalı olmayan şekilde kaynak oluşturulurken ekonomiye muazzam katkılar sağlanacaktır.
Bu ölçekte bir projenin inşaat sektörü başta olmak üzere ekonomiye getireceği canlılığı hayal etmeye çalışınız.
Bu noktada yetkililer önemli bir yol ayırımında.
Çünkü ülkemizin geleceği kentsel dönüşümün
finansmanıyla ilgili yapacakları tercihe bağlı bulunmakta.
Ya bugünün İtalya’sı durumundaki 2 Trilyon Dolarlık borç ekonomisi
ya da vatandaşlarını çok daha müreffeh ve yaşanılası kentlerde barındıran bir Türkiye.
Kaynaklar
1. “Kasabalılar haklı mı?” Haber7, http://www.haber7.com/haber/20110831/Kasabalilar-hakli-mi.php Erişim 9/8/2012
2. “Issız Ada Hikayesi”, http://drcetiner.org/ekonomi/issiz-ada-hikayesi.html, Erişim 9/8/2012
3. Modern Money Mechanics (Modern Para Mekaniği),http://www.rayservers.com/images/ModernMoneyMechanics.pdf, Erişim 9/8/2012
* MÜSİAD, Çerçeve Dergisi, Yıl: 20 sayı: 59 Eylül 2012,http://www.musiad.org.tr/img/arastirmalaryayin/pdf/CERCEVE%20SAYI-59.pdf
Prof. Dr. B. Gültekin Çetiner
14 Kasım 2012 Çarşamba
http://www.drcetiner.org
twitter.com/drcetiner