Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  İnönü Gerçeği
 



 MUSTAFA ARMAĞAN

m.armagan@zaman.com.tr  

İsmet Paşa nasıl kahraman yapıldı?

 
"Hayatında hiçbir savaşı kazanamamış olan İsmet İnönü tarih kitaplarımızda yere göğe sığdırılamazken, girdiği bütün savaşları kazanmış olan Kâzım Karabekir nedense birkaç satırla geçiştirilir."

Geçenlerde Ülke TV'de beraber program yaptığımız sevgili Turgay Güler'in bir sorusuna bu cevabı verince 'Vay, sen Paşamızın İnönü savaşlarındaki dehasını nasıl olur da inkâr edersin?' diyenler olmuştu. Ne de olsa İsmet Paşa bu ülkenin şerbetlilerindendir, Nimet Arzık'ın harika tespitiyle söylersek 'Son Padişah'tır' değil mi?

Ekim 1917'de 3. Kolordu Komutanı olarak Filistin cephemizin yarılıp çökmesine sebep olan Birüsseba bozgunundaki hataları bir yana, Eskişehir-Kütahya muharebelerindeki beceriksizliğine ne demeli? Merak etmeyin, bu dosyaları zamanı geldiğinde açacağız. Ancak konumuzu fazla dağıtmadan, Atatürk'ün kendisine soyadı olarak verdiği İnönü savaşlarını kazanan kişinin gerçekte İsmet Paşa mı yoksa başkası mı olduğunu biraz sorgulayalım.

Dikkatimi çeken bir nokta, bizim hangi metne, ne kadar güvenebileceğimiz konusundaki kuşkularımı derinleştirdi. Aynı yazarın iki ayrı zamanda yazdıkları arasında bu kadar zıtlık bulunması çok ilginçti. Kimden mi söz ediyorum? Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'ndan.

Bıyıklıoğlu asker kökenli bir yazar. Atatürk döneminde bir süre Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapmış. Dolayısıyla sözüne güvenilmesi gerekir diyorsunuz; ama hangi sözüne? Mesele burada.

"Resimli Tarih Mecmuası"nın Mayıs 1954 tarihli 53. sayısını açıp Bıyıklıoğlu'nun "Atatürk ve İnönü muharebeleri" başlıklı yazısını okuyorsunuz. Yazıda İnönü 'zaferleri' İsmet İnönü'ye mal ediliyor büyük ölçüde.

Ancak Bıyıklıoğlu'nun bir de "Harp Notları" vardır ki, bunları sadece yakınlarıyla paylaşmıştır ve orada tam tersini yazmış, İnönü zaferlerinin İsmet Paşa ile hiç ilgisinin bulunmadığını, diğer adsız kahramanlar olmasaydı kaybedileceğini söylemiştir.

Bu nasıl bir sansürdür ya Rabbi! Övdüğün adamın ne mal olduğunu aslında biliyorsun ama yazmıyorsun, sonra notlarında onun ne mel'un biri olduğunu kaydediyorsun. Zaten bunun için tarihimiz ayağa kalkamıyor ya.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Politikada 45 Yıl" adlı hatıralarında başından geçen eğlenceli bir olayı aktarır. II. İnönü Savaşı sırasında güney cephesi komutanı olan Refet Bele ile konuşan Yakup Kadri, Paşa'dan bir yazısında İsmet Bey'i 'millî kahraman' ilan ettiği için zılgıtı yer. Şairane bulmuştur yazısını. Bunun üzerine yazarımız, iyi ama der, o zaman Atatürk'ün İsmet Paşa'ya çektiği o ünlü telgraf da mı şiirdir? Asıl telgrafa kahkahalarla gülen Refet Paşa, "Ona ne şüphe!" der, "Bahsettiğiniz telgrafı yazanın da sizin edebiyat arkadaşlarınızdan biri olduğunu bilmiyor musunuz?"

Tevfik Bıyıklıoğlu (solda), savaş sırasında İsmet Paşa'yla birlikte (Hayat Tarih Mecmuası, 3, Nisan 1969

İyiden iyiye meraklanmıştır "Yaban" yazarı. Bir Nisan şakası gibidir cevap. (Telgrafın çekiliş tarihi de 1 Nisan 1921'dir!) Meğer İnönü'ye, içinde "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz" övgüleri geçen telgraf aslında Mustafa Kemal Paşa tarafından değil, onun isteğiyle Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından yazılmıştır.

Hem, der Refet Paşa, o telgrafta bir adres yanlışlığı da vardır. Aslında İsmet Paşa'ya değil, İnönü zaferinin gerçek kahramanı olan Miralay Fethi'ye çekilmeliydi. Zira Yunanlılar karşısında hezimete uğrayan kuvvetlerimiz, Fethi Bey'in aldığı inisiyatif ve gösterdiği gayret sayesinde savaşı kazanmışlardır (Paşa sonra bu gerçek kahramanın Yarbay Atıf olduğunu söyleyecektir).

TBMM tutanaklarını okuduğunuzda Meclistekilerin İnönü zaferini Fevzi Çakmak'ın kazandığından söz ettiklerini görüp şaşırırsınız. Nitekim İsmet Paşa da bir telgrafında 'yüksek stratejisiyle savaşı kazandıran' kişinin Fevzi Çakmak olduğunu açık seçik yazar. Bolu milletvekili Yusuf İzzet de zaferi Fevzi Paşa hazretlerine borçlu olduklarını açıkça söyler. Gariptir, tutanaklarda İsmet Paşa'nın ismi hiç geçmez. Herkes Fevzi Paşa'yı kutlar; hatta Paşa bu zaferinden dolayı terfi bile etmiştir.

İsmet Paşa'nın askerî hataları o kadar göze batar olmuştur ki, Eskişehir-Kütahya muharebelerini kaybettiği için Temmuz 1921'de Genelkurmay Başkanlığı elinden alınmış ve Garp Cephesi Komutanlığı kalmıştır üzerinde. Yenilgileriyle şöhret bulmuş ve Meclis'te aleyhine kalın bir cephe oluşmuştu. Muhalefetin yoğun tepkisi yüzünden ilk Başbakanlığı çok kısa sürdü. Şeyh Said isyanı üzerine Fethi Okyar'ın yerine yeniden Başbakanlık koltuğuna oturdu. Böylece cephelerde gösteremediği zafer kazanma becerisini entrikalarda gösterdi. Bu 'zafersiz kahraman' unvanı ölümüne kadar sürüp gidecekti.

TTK Başkanı Bıyıklıoğlu'nun özel notlarına dönecek olursak, İnönü hakkındaki sözleri yenir yutulur cinsten değil.

Ona göre İnönü'ye Atatürk'ün kontrolünde dura dura bir aşağılık kompleksi gelmişti. "İsmet Paşa'nın başlıca vasfı, yakın arkadaşlarına karşı nankörlüğü ve vefasızlığıdır." Birinci İnönü zaferinin gerçek kahramanı Yarbay Atıf Bey'e bu sebeple takdir vereceğine, zaferden hemen sonra apar topar emekliye sevk ettirmiştir. Refet Paşa'yı Güney Cephesi komutanlığından aldırmasının altında da aynı kıskançlık yatmaktadır.

Velhasıl, İsmet Paşa'nın, sivrilen insana tahammülü yoktur. Cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk'ü hafızalardan silmek istemesi de bununla alakalıdır.

Genelkurmay Başkanlığı görevinden resmen alınmasına yol açan Eskişehir-Kütahya yenilgisini bile tarih kitaplarında bir başarı gibi okutan adamdan ne hayır gelir? Tarih Kurumu eski başkanı ne kadar haklı: "İsmet Paşa'nın bu muharebelerdeki kötü yönetimi, en ünlü komutanı bile Divan-ı Harp huzurunda mahkûm edecek kadar ağırdır. Bundan sonra ne Sakarya'da, ne de Büyük Taarruz'da kendi başına bırakılmamış"tı.

Tevfik Bıyıklıoğlu'nun ağzının içinde dolandırdığını ben azad edeyim bari:

Bu vahim hataları bir başkası yapsa çoktan ipi boylardı ama aynı hataları yapan İsmet Paşa millî kahraman ilan edildi.

Yeter mi, anlatmaya devam edeyim mi? m.armagan@zaman.com.tr

14 Şubat 2010, Pazar

 MUSTAFA ARMAĞAN

m.armagan@zaman.com.tr  

Zafersiz kahraman İnönü

 
İstiklal Savaşımızın meşhur bir Ayıcı Arif'i vardı, Samsun'a ilk çıkanlardandı. Milli Mücadele'de çeşitli hizmetleri görüldü, albaylığa kadar yükseltildi, Eskişehir milletvekili oldu.

Ne gariptir ki, 1926 İzmir Suikasti davasında asılanlardan biri de odur. Sebebi, Milli Mücadele'nin ilk hatıratı olma özelliğine sahip anılarının kenarına aldığı notlardı.

Ayıcı Arif'in hatıratında bir nokta dikkatimi çekti. Diyor ki 2. bölümün hemen başında: Birinci İnönü zaferinden sonra "Daha önce Doğu'yu aydınlatmış olan hürriyet ve istiklal güneşi, şimdi Batı'yı aydınlatıyordu."

Aslında Kâzım Karabekir Paşa'nın Doğu'daki zaferlerini bilenler buna pek şaşırmayacaklardır. Lakin mevcut İnkılap Tarihi kitaplarında Batı cephesindeki mücadelelerden başkası hemen hiç anlatılmadığı için 'daha önce Doğu'yu aydınlatmış olan güneş' esprisi yeni neslin kafasında pokemon gibi parıldamaktadır. Ne de olsa tarihten Karabekir'in adı silinmiştir. İşte kızımın okuduğu 8. sınıf İnkılap Tarihi kitabında İnönü'nün 15 fotoğrafı varken, Karabekir'in bir fotoğrafı zar zor yer alabilmiş.

1925 yılında, yani "Nutuk"tan 2 yıl önce yayınlandığı için Ayıcı Arif'in anılarından, henüz resmi tarihin köşeli anlatımı tarafından biçimlendirilmemiş bazı bilgilerin sızdığı gözden kaçmıyor. İşte bunlardan birisi:

Hani fedakâr Anadolu kadınlarının kağnılarla cepheye silah taşıdığı yazılır, çizilir, resimleri gösterilir ya, şu soru unutulur nedense: Sahi bu silahlar nereden nereye götürülüyordu? Sanki Batı cephesinden yine Batı cephesine, öyle değil mi?

Ayıcı Arif'e göre hiç değil. Şöyle diyor:

"Yunanlılara karşı hazırlanan ordumuzun muhtaç bulunduğu silahlar ve malzemelerin büyük bir bölümü ta Erzurum'dan develerle, Diyarbakır ve Sivas'tan kağnılarla çekilmiş ve gönderilmiş... karlı ve yağmurlu mevsimlerde, çamurlu ve batak yollarda yapılan bu büyük gönderme ve taşıma... aylarca ve yıllarca devam etmiştir."

Demek Erzurum'dan, Diyarbakır ve Sivas'tan silah getiriyormuş o gıcırdayan kağnılar ha?

Bu böyle de neden İstiklal Savaşı'nda Doğu cephesi hiç yoktur. Antep, Maraş, Urfa savunmaları dışında resmi tarihimizde zikredilmeyen, üstü örtülen bir tarih gizlidir Doğu'da. Bu, aslında Türkiye'nin kurgulanmasındaki temel bir sakatlığa da işaret ediyor.

Neyse. Ayıcı Arif'in hatıratında Birinci İnönü Savaşı anlatılırken sadece bir yerde İsmet Paşa'dan bahsetmesi de epeyce ilginçtir. Şöyle der: "10 Ocak günü İnönü'ne gelen Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey bu heyecanlı ve kanlı savaş ile yakından ilgilenmiştir."

Bu kadar! Evet, bu kadar!

Yani savaş ayın 6'sında başlamış, İsmet Paşa ancak 10'unda cepheye müdahil olmuş, nitekim geldiği günün akşamı zaten Yunanlılar geri çekilmiştir. (Birazdan göreceğimiz gibi gelmeseydi daha iyi olurdu.) Yani savaşın kazanılmasında herhangi bir pay sahibi değildir.

Herhalde Ayıcı Arif'in neden asıldığına dair bir ipucunu yakalamış oldunuz, değil mi?

İnönü cumhurbaşkanlığına geçer geçmez Atatürk resimlerinin yanına kendi resmini astırmış, bir süre sonra da Atatürk resimlerini kaldırtmıştı. Erzurum Valisi Haşim İşcan 1939'da Life dergisine bu pozu vermiş.

Geçen hafta İnönü savaşlarını İsmet Paşa'nın kazanmadığını, notlarına dayanarak yazdığım eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu'na bakılırsa, İsmet Paşa'nın özelliği, her başarıyı kendisinden bilmesi ve etrafa bu kanaati vermeye çalışmasıdır. Başlıca vasfı, en büyük hamisine ve velinimetine (Atatürk'e) olduğu gibi yakın muharebe arkadaşlarına karşı da nankörlüğü ve vefasızlığıdır.

Bıyıklıoğlu'na göre ayın 10'unda İnönü'deki birliklerinin başına gelebilen İsmet Paşa, 24. tümenin gerilemesinden paniğe kapılarak 4. ve 11 tümenlere saat 14'te, güpegündüz ricat (geri çekilme) emrini vermiştir. Halbuki 24. tümenin hücum taburuyla 174. alayın 1. taburu ve cephe süvari bölüğünün müdahalesi sayesinde İsmet Paşa'nın korktuğunun tersine tehlike bir süre sonra bertaraf edilmişti. Eğer ille de bir ricat emri verecek idiyse hiç değilse havanın kararmasını bekleyebilirdi. Savaşın kazanılması, bu birliklerin İsmet Paşa'nın 'geri çekilin' emrine rağmen mücadeleye devam etmesi sayesindedir. Bu direniş karşısında Yunanlılar tasarladıkları baskını gerçekleştiremeyecekleri hükmüne vararak geri çekilmişlerdi.

Daha da çarpıcı olanı, Yunanlıların geri çekildiğini 11 Ocak sabahı bir köylünün haber vermesidir. Bunun üzerine birliklerimiz Yunanlıların çekildiği hatta ilerleyebilmişlerdi. İsmet Paşa gereksiz yere Kütahya'da günlerce kalmış, savaşı cepheden uzak kalarak idare etmek istemiş, cepheye geldiğinde ise birlikleri derleyip toparlayamamış ve gereksiz bir ricat emri vererek hatalarına hata katmıştı.

Tevfik Bıyıklıoğlu'na göre bu savaşın gerçek kahramanları 4. tümen komutanı Nazım, 11. tümen komutanı Arif ve 24. tümen komutanı Atıf beylerle, 50, 70 ve 127. alaylar, 24. tümen hücum taburu ve 174. alayın 1. taburu ve bunların cesur, fedakâr komutan ve subay ve Mehmetçikleriydi. (11. Tümen Komutanı, yukarıda tanıttığımız Ayıcı Arif'tir.)

Ancak bunlardan hemen hiçbiri ödüllendirilmediği halde muharebeden sonra İsmet Paşa tuğgeneralliğe yükseltilmiştir; dahası, kendisine bu zaferi armağan eden silah arkadaşlarına sözle dahi takdirlerini belirtme lütfunda bulunmamıştır.

Bir de Eskişehir-Kütahya bozgunundaki fecaat yönetimi eklenince hem Mustafa Kemal, hem de Fevzi Paşa, artık İsmet Paşa'nın büyük kuvvetlere komuta edemeyeceğini anlamış, bir daha ona bu tür önemli görevler verilmemiş, cepheye yaklaşmasına müsaade edilmemişti. Bunun en büyük kanıtı ise ne Sakarya'da, ne de Başkomutanlık Savaşı'nda İsmet Paşa'nın adının geçmemesi değil midir?

Menderes'in 1950'lerin başlarında Meclis'te dediği gibi "Paşa, yeter artık."

21 Şubat 2010, Pazar
























 MUSTAFA ARMAĞAN

m.armagan@zaman.com.tr  

Peki Genelkurmay 'Karabekir açılımı'na hazır mı?

 
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yumruğunu masaya vurarak yaptığı son konuşma, Kâzım Karabekir'i anma programının kapanış konuşmasıydı.

Satır aralarında bana ilginç olan kimi noktalar oldu ki, bunlar muhtemelen meselelere siyaset gözlüğüyle bakanlara 'kel alaka' gelecektir.

Koskoca Genelkurmay Başkanlığı İstiklal Savaşı'nın bu muzaffer Şark Çephesi komutanını ancak 62. ölüm yıldönümünde hatırlamıştır. Zira haberlere bakılırsa bu toplantı bir 'ilk' imiş! Eh, birincisi yapıldığına göre önümüzdeki senelerde devamı da gelecektir herhalde.

Sayın Başbuğ konuşmasında ders kitaplarımızdaki tuzağa düşmedi ve ısrarla 'İstiklal Savaşı' dedi. Biliyorsunuz, biz çocuklarımıza 'Kurtuluş Savaşı' diye okutuyoruz ki, bu vahim bir yanılgıdır. Bir defa biz esir olmadık ki, kurtulalım. İkincisi, ordumuz tamamen yenilmedi ki, esir olalım. Hem Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a 3. Ordunun başına müfettiş olarak gönderiyoruz, hem de esir olduk diyoruz. Bu ordu orada varsa, yalnız o ordu değil, Trakya, Konya, Erzurum vs.deki ordu ve kolordularımız yıpranmış da olsa ayakta ise ve en önemlisi de, Cafer Tayyar Paşa'dan Ali Fuat Paşa'ya, Kazım Karabekir'den Mustafa Kemal Paşa'ya sürekli tayinler yapılıyorsa bunun esaret neresinde? diye sormazlar mı?

Org. Başbuğ'un tarih üzerinden düşmanlık üretilmesi konusundaki şu uyarısı da yerindeydi:

"Geçmişte yaşananları doğru ve sağlam bilgilere dayanarak tartışmalıyız. Bunda sakınca yok. Ancak, tarihte, geçmişte yaşananları adeta bir hesaplaşma noktasına getirmek bence bu topluma, o millete, o ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bazen bunu görüyorum, maalesef... Tarihimizde yaşanan olayları, geçmişimizi bugün bir hesaplaşma malzemesine dönüştürmek o topluma en büyük kötülüktür."

Hesaplaşma bahsine gelirsek;

Sayın Başbuğ, bence tarihi serbest bırakalım. Davulcuya veya zurnacıya kaçacağından korkmayalım. Gerçeğin ortaya çıkması için çalışanların önünü kapatmayalım. Size göre yanlış bir yorum da yapılmış olabilir. Bunu hemen hainlik, nankörlük şeklinde değerlendirmek işte o eleştirdiğimiz hesaplaşma noktasına sürükler insanları. Tek kelimeyle askerin Atatürk üzerindeki yorum tekelini kaldırın lütfen.

Yine buyurmuşsunuz ki:

"Bugünleri kime borçluyuz? Bugünleri elbette İstiklal Savaşı'nı kazananlara, en küçük rütbelisinden en büyük, ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal Savaşımızın bütün komutanlarına ve her şeyden önce o dönemlerde, o zorluklarda, o yokluklarda ordusuyla bütünleşen o Türk milletine borçluyuz."

Burada bir süre önce sözünü ettiğiniz 'Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin özüdür' ifadesinden daha olgun bir tavır görüyorum. Yine de "Türk milleti"nin en sonda değil de, en başta zikredilmesi gerekirdi. İkinci olarak bu bütün milletin, ama 'ulus' anlamındaki değil, 'ümmet' anlamındaki "millet"in istiklal (bağımsızlık) savaşıydı. Yani Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Arapların vs. ortak mücadelesiydi. Bence meseleyi böyle konumlandırsanız gerçeğe daha uygun bir resim çizmiş olurdunuz.

Sayın Başbuğ'un sözlerini didiklerken, bunun bir 'tarih açılımı'nın ayak sesleri olacağı izlenimini aldım. Zira 10 Nisan'da Mareşal Fevzi Çakmak'ın anılacak olması önemli bir işaret. Hele hele katı Kemalist çevrelerde 'Sakallı' diye dalga geçilen ve 'gerici' kabul edilen Nurettin Paşa'nın da anılacak olanlar arasında zikredilmesi büsbütün dikkate değer bir olay.

Karabekir Paşa inkılap tarihlerimizde kasten unutturulmuştur. Bakın, 1930'larda liselerde okutulan "Tarih IV" adlı 350 sayfalık ders kitabında Karabekir'in adı sadece ve sadece 2 yerde geçmektedir! Birisinde sadece ismi zikredilmekte, diğerinde ise (s. 72) Mustafa Kemal'in kendisini Şark Cephesi'ne tayin ettiğinden bahsedilmekte, ancak burada kazandığı savaşlar anlatılırken tek bir yerde dahi bu savaşları kazanan kişinin o olduğundan söz edilmemektedir. Öte yandan İnönü savaşları ballandıra ballandıra anlatılırken kuşe kâğıda tam sayfa bir İsmet İnönü fotoğrafı çıkmaktadır karşımıza. Ayrıca kitap boyunca onlarca İnönü resmine rastlayabilirsiniz, oysa Karabekir'in kıyısında köşesinde göründüğü tek bir fotoğrafını ara ki bulasın. (Bu arada bazı uyanıklar kitabın indeksinde ismi 30-40 kere geçen "Kâzım Paşa"nın Kâzım Karabekir olduğunu zannedip bana e-mail atmasınlar sakın, çünkü o Kâzım Paşa, Kâzım Özalp'tır ve o sırada Meclis Başkanı'dır.)

Sadece bu 1931 tarihli ders kitabından bile görebilirsiniz Karabekir'in nasıl unutturulmak istendiğini.

Kâzım Karabekir Paşa'nın kitaplarındaki iddialar ise yenir yutulur gibi değil. Birkaçını sonradan açmak üzere zikredeyim:

1. Karabekir Paşa'nın "Nutuk" eleştirilerini nereye koyacaksınız? O kadar ki, Paşa, "Nutuk"un tek bir kişinin haklılığını kanıtlamak üzere yazılan ve tarihi yanlış yönlendiren bir kitap olduğunu iddia eder.

2. İstiklal Savaşı'nı kendisinin başlattığı, Şark Cephesi'ndeki başarıları olmasa savaşın kazanılamayacağı, hatta İsmet Paşa ve Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya geçmeye kendisinin ikna ettiği iddiasındadır.

3. Cumhuriyet'in kurulduğu günlerde İslamiyet'e yönelik eleştirilerin arttığı, Müslüman kaldıkça kimsenin yüzümüze bakmayacağı düşüncesinin yayıldığı, hatta 'En iyisi Hıristiyanlığı benimseyelim, bu iş olsun bitsin' diyenlerin Ankara'yı kuşattığı, Atatürk'ün de buna ses çıkarmadığı ve dolayısıyla kendisinin bu tavra karşı çıktığı için tasfiye edildiği kanaatindedir.

4. Karabekir Paşa, 1922'de Mustafa Kemal'in Halife olmak istediğini yazmaktadır.

5. Son olarak Mustafa Kemal'in kendisine "Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve okutturacağım" dediğini aktarmaktadır.

Gördüğünüz gibi Kâzım Karabekir Paşa'nın sadece bu birkaç iddiası bile Genelkurmay'ın tarih yorumuna taban tabana zıttır.

O zaman şu soruyu sormak pişmiş aşa su katmak olur mu:

Genelkurmay Başkanlığı "Kâzım Karabekir açılımı"nı nereye kadar götürebilecektir?

31 Ocak 2010, Pazar






 

 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2047180 ziyaretçi (4500964 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol