ETÖ davasında tutuklanan Mehmet Haberal, normal bir üniversite hocası iken nasıl yılda 1 milyar Dolar'a hükmetmeye başladı? İşte Haberal'ın ilginç portresi...
ETÖ davasında tutuklanan Mehmet Haberal, normal bir üniversite hocası iken nasıl yılda 1 milyar dolara hükmetmeye başladı? Üniversitesinde hangi iş adamı, siyasetçi, yüksek yargı ve askerî bürokrasi mensuplarının çocuğu burslu okuyor? Otellerinde ETÖ sanıklarıyla ne tür toplantılar yaptı?
O 1980'lerin başında normal bir üniversite hocasıydı. Hacettepe Üniversitesi'nde derslere giriyordu. Mal varlığı ve serveti, bir üniversite hocasınınki nasılsa öyleydi. Ancak kısa sürede büyük servetler edindi. Şimdi yılda 1 milyar dolara hükmettiği konuşuluyor. O, hoca olmanın çok ötesinde bir holding patronu. Üniversitesi, otelleri, hastaneleri var. Emrinde 15 bin personel çalışıyor. 1991'de seçimi Mesut Yılmaz'a karşı kaybetmeseydi Demirel hükûmetinde sağlık bakanı olacaktı. 2002 yılında Bülent Ecevit'e yapılmak istendiği ileri sürülen 'sağlık darbesi'nde adı geçti. Sivil ve askerî bürokrasi, yüksek yargı mensupları ve siyasetçilerle yakın ilişkisi var. Yıllarca CHP'ye ateş püskürdü, şimdi Deniz Baykal'la dostluğu gündemde.
Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) davası kapsamında gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'dan bahsediyoruz. ETÖ davasının ikinci iddianamesinde adı sıkça geçiyor. ETÖ sanıklarına Başkent Üniversitesi, Kanal B Televizyonu ve Patalya otellerini üs gibi kullandırdığı, iddianamenin tape (konuşma kaydı) bölümlerinden anlaşılıyor. Yani hükûmeti yıkma girişimlerinde bulunduğu iddia edilenlerin buluşma noktalarından biri de Prof. Mehmet Haberal'ın mekânları olmuş.
Peki, Prof. Dr. Mehmet Haberal kim? Bu noktaya nasıl geldi? Kısa sürede bu kadar büyük servet elde edebilmesinin sırrı neydi? Kurduğu Başkent Üniversitesi, Hazine'den her yıl milyonlarca liralık yardımı nasıl aldı? Devlet bankalarından milyonlarca lira kredi kullandıktan sonra Hazine'den sorumlu hangi bakanlara iş verdi? Hastanesinin imar iznini hangi bakandan re'sen aldı? Kanunen yasak olmasına rağmen üniversitenin gelirleri farklı tüzel kişiliklere nasıl aktarıldı? Üniversiteden medya kuruluşuna 10 milyonlarca dolar para desteği niçin yapıldı, nasıl sağlandı? Üniversitesinde paraya ihtiyacı olmayan zenginlerin çocukları niçin burslu okudu? Milletvekili, iş adamı ve yüksek yargı mensuplarının çocuklarına burslu üniversite okuma imkânı sunuldu mu? Otellerinde bedava imkânlar sağlayan VIP karta Ankara bürokrasisinden kimler sahip oldu? Sorular sıralanmaya devam edebilir.
KREDİ KULLANDI, BAKANLARA İŞ VERDİ
Mehmet Haberal'ın yükselişi, 1980'li yıllarda Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı'nı kurması ile başlıyor. Bugün sahibi olduğu Ankara Anıtkabir yakınlarındaki Başkent Üniversitesi Hastanesi'nin yerinde o zamanlar küçük bir diyaliz merkezi bulunuyordu. Bu merkezin etrafındaki arsalar aralıklarla teker teker toplandı ve bugünkü büyük hastane ortaya çıktı. Bugün İzmir, Adana, Alanya, Konya ve İstanbul'da şubeleri olan büyük bir hastane zinciri bulunuyor. Ankara'daki hastanenin bulunduğu semtte hiçbir binaya 4 kattan fazla ruhsat verilmediği dönemde hastanenin 8 kata çıkarılması için çaba gösterdi. Anıtkabir'i gölgelediği gerekçesi ile askerî bürokrasi ile Çankaya Belediyesi binadaki kat artışına izin vermiyordu. Hatta Çankaya Belediyesi'nin tutumu yüzünden CHP'ye ateş püskürüyordu. Şimdi bulunduğu bölgede 4 kattan fazla bina yokken Haberal'ın 8 katlı hastanesi hizmet vermeye devam ediyor. Hiç kimsenin buna müsaade etmediği dönemde Anasol-M hükûmeti Haberal'a kat izni verdi.
Haberal'ın holdingleşmesinde devlet bankalarından kullandığı kredilerin payı çok büyük. Bu krediler onun için dönüm noktası oldu. 1993'te 39 milyon dolarlık krediyi, devlet kurumlarına bile sunulmayan düşük faizle aldı. 28 Şubat sürecinin Hazine'den sorumlu bakanları sayesinde borcunu sürekli erteletti. Bu durum 2005'te Hazine kontrolörleri tarafından tespit edildi. Haberal, 2001'e gelindiğinde ödemesi gereken 42,5 milyon dolarlık paranın ancak 1,5 milyon dolarını kendi kaynaklarından ödemişti. Yaklaşık 20 milyon doları ise ya devletin üniversiteye tahsis ettiği bütçeden ya da yeni dönem kredileri ile eski dönem kredilerini mahsup ettirmek suretiyle ödemiş. Yani ödemelerini de devlete yaptırmış. Ayrıca Haberal'ın Türk Lirası olarak aldığı para yurtdışına Avro üzerinden ödendiği için kur farklarından dolayı Hazine yaklaşık 27 milyon dolar da zarara uğratılmıştı. Hazine, yapılan usulsüzlükler karşısında görevi kötüye kullanmaktan dolayı çok sayıda kişi hakkında suç duyurusunda bulundu; fakat zaman aşımından dolayı görevliler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı.
Haberal'ın aldığı bu kredide ve bu kredinin ödeme işlemlerinin ertelenmesinde iki isim dikkat çekiyor. Bu isimler; kredilerin kullanıldığı dönemde Hazine Müsteşarlığı'nda görev yapan ve daha sonra Hazine'den sorumlu devlet bakanı olan Ayfer Yılmaz ile kredinin alındığı Halk Bankası Genel Müdürlüğü'nde çalışan ve daha sonra Hazine'den sorumlu bakan olan Ufuk Söylemez.
Haberal, ETÖ davasından gözaltınaalınınca onu uçağa kadar gelip İstanbul'a uğurlayan ilk isim Süleyman Demirel oldu. Demirel, yakın dostu Haberal'a vefa borcu olduğunu söyledi. Haberal'ın ekonomik yönden büyümesinin DYP'li bakanlar döneminde gerçekleşmesi dikkat çekici. Uygulama oteli olarak 49 yıllığına devletten kiraladığı Kızılcahamam Patalya Oteli'nin tahsisini de DYP'li Orman Bakanı Nevzat Ercan döneminde almıştı. Daha sonra bu arazinin tahsisinin de sahte belgelerle yapıldığı yönünde iddialar ortaya atılmıştı.
Haberal'ın DYP ile ilişkisi yakın dostu Süleyman Demirel vasıtasıyla oluyor. 1991 seçiminde DYP'den Rize milletvekilliğine aday olan Mehmet Haberal, burada seçimi Mesut Yılmaz'a karşı kaybedince siyasetten uzak durmaya başlıyor. Yakın çevresinde konuşulanlara bakılırsa şayet o dönemde milletvekilliğini kaybetmeseydi, Demirel hükûmetinde sağlık bakanı olacaktı. Siyasilerle yakın dostlukları olan Haberal, 39 milyon dolarlık krediden sonra işlerini iyice büyüttü. Daha sonra ise, kredilerin ödenme sürecinde kendisine çeşitli kolaylıklar tanıyan Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'ı üniversitesinin idari ve mali işler müdürü yapan Haberal, bir başka Hazine'den sorumlu bakan Ufuk Söylemez'e de üniversitede iş, Kanal B'de program imkânı sundu.
1993'te Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı ile Haberal Eğitim Vakfı kanalıyla Başkent Üniversitesi'ni kuran Mehmet Haberal, o günden bu yana üniversitenin rektörü. Bir ara yasa gereği rektörlerin sadece 2 dönem, yani 8 yıl rektör olabilecekleri hükme bağlanmıştı; ancak Haberal yargıya müracaat ederek bu kuralı değiştirdi ve artık üniversitenin ölene kadar rektörü olabilecek. Haberal, her türlü icraatı yapmak üzere üniversitenin mütevelli heyeti tarafından da yetki verilen tek kişisi. Kısacası, Başkent Üniversitesi eşittir Mehmet Haberal.
Maliye Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) görüşünü alarak her yıl vakıf üniversitelerine kanun gereği devlet yardımı yapıyor. Başkent Üniversitesi, vakıf üniversiteleri arasında her yıl Hazine'den en fazla yardım alanlardan biri. Mesela, 2004'te 1,5 trilyon liralık yardımla Bilkent Üniversitesi'nden sonra ikinci geliyor. Bu miktardaki yardımlar her yıl veriliyor. YÖK görüşü ile verilen bu yardımların, eski YÖK başkanları Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç dönemine rastladığını hatırlatmakta fayda var.
Türkiye'de vakıf üniversiteleri kamu kurumu statüsünde. Yani resmî bir kurum. Bu sebeple de tüm mal varlıkları devlet malı sayılıyor ve devletin resmî kurumlara sağladığı her türlü imkân ve kolaylıklardan istifade ediyor. Ancak idari ve mali yönden ise hiçbir denetim içine girmiyor. Yani Sayıştay denetimine tabi değil. Sadece kanun gereği YÖK tarafından yılda bir defa denetlenmek zorunda. Ancak bu denetim de sadece Ankara merkez ve faaliyetleri ile sınırlı kalarak kısa sürede gerçekleşiyor ve idari ağırlıklı yapılıyor. Üniversitenin asıl maddi yoğunluğunu oluşturan Ankara dışındaki hastaneler ve merkezler bugüne kadar hiçbir denetim mekanizması tarafından denetlenmedi.
Kanun ve yönetmeliklere göre vakıf üniversitelerinin her çeşit gelirleri kendi bünyesinde kalmak zorunda. Ancak Başkent Üniversitesi'nde kamu kaynakları kanunlara aykırı şekilde farklı tüzel kişilikteki Haberal'ın patronluğunu yaptığı şirketlere aktarıldı. Sadece son 5-6 yıl içinde üniversite ile hiçbir ilgisi olmayan bir televizyon kanalına 10 milyonlarca dolar para aktarıldığı kaydediliyor.
Üniversitenin akademik birimlerine hizmet ve eğitim amaçlı kurulduğu söylenen holding ve şirketlerin hukuki dayanaklarının olmadığı da konuşuluyor. Mesela, Kızılcahamam'daki Patalya Oteli'ne gelir sağlayacak spor tesisleri tamamen üniversitenin imkânları ile kuruldu ve trilyonlarca lira üniversiteden kaynak aktarıldı. Aynı şekilde Kanal B'nin tüm tesisleri de üniversite kaynakları ile kuruldu. Yine üniversitenin Bağlıca yerleşkesinde faaliyet gösteren Mol Gıda Şirketi de üniversitenin tüm fiziki imkânları ve araç gereçlerini kullanarak faaliyetlerini sürdürüyor.
Üniversitenin sağlık ve eğitim faaliyetlerinin yanı sıra büyük kaynaklar aktararak kurduğu holding ve şirketlerde de yönetim kurulu başkanı sıfatı ile tek yetkili patron ise Rektör Mehmet Haberal. Rektör bu şirketlerde dilediği icraatı yapabiliyor. Örneğin, üniversiteye ait otellerde kamu kaynakları ile sınırsız ağırlama yaparak önemli kişilere ziyafet çekiyor, tek başına dilediği harcamayı yapıp dilediği gayrimenkulü satabiliyor, dilediği kişiyi işe alıp istemediğini işten atabiliyor. Rektör Haberal'ın göz göre göre sınırsız kamu kaynaklarını üniversitenin dışına aktarma cesaretini kimden aldığı ise bilinmiyor.
ÖZEL KALEM MÜDÜRÜNE 12 YIL HAPİS
2004'te Başkent Üniversitesi'ne ait İzmir'deki Zübeyde Hanım Hastanesi'nde 3 trilyon liralık bir yolsuzluk oldu. Bu yolsuzlukta bazı firmalardan trilyonluk naylon fatura aldıkları tespit edilen hastane müdürü ve bazı kişiler tutuklanmıştı. O dönemde açılan davalar neticelendi ve yolsuzluk olayı kesinlik kazandı. Yolsuzluğa adı karışan Sibel Akyel, Mehmet Haberal'ın 20 yıldan fazla özel kaleminde çalışıyordu. Hatta Akyel'in Haberal ile ileri düzeyde özel ilişkileri olduğu biliniyor. 28 Şubat süreci yıllarında hastaneye müdür atanan Sibel Akyel, yerel mahkeme tarafından suçu sabit görülüp mahkûmiyet alınca ve Haberal tarafından da gözden çıkarılınca, Yargıtay safhasında mahkemeye bir mektup yazdı. Mektupta Haberal ile ilişkilerini anlatan Sibel Akyel, savcılığa verdiği savunmada, özetle 3,1 trilyonluk yolsuzluğu kendisinin yapmadığını, bütün harcamalardan Rektör Mehmet Haberal'ın sorumlu olduğunu ileri sürüyordu. Ancak mektupta dikkat çekilen süreç devam etti ve Akyel 12 yıl hapse mahkûm edildi. Akyel'in hapis kararı şimdi Yargıtay'da onanmayı bekliyor.
Akyel'in de dikkat çektiği Haberal'ın yargı, siyaset ve bürokrasi ilişkileri ETÖ davası süresince açığa çıkar mı, bilinmez; ancak üniversite ile Haberal'ın sahibi olduğu şirketlerin mali yapısı incelendiğinde bugün net olmayan bazı ilişkilerin açığa çıkacağı muhakkak.
KALEM MÜDÜRÜNDEN 'ÖZEL' MEKTUP
2004'te Başkent Üniversitesi'ne ait İzmir'deki Zübeyde Hanım Hastanesi'nde 3,1 trilyon liralık yolsuzluk oldu. Müdür Sibel Akyel, 20 yıldan fazladır Haberal'ın özel kaleminde çalışıyordu. Mahkûmiyet alınca gözden çıkarıldığını düşünerek mahkemeye bir mektup yazdı. Mektupta Haberal ile ilişkilerini şöyle anlatıyordu (Anlatım bozuklukları ve imla hataları Akyel'e aittir):
“Bugüne kadar açıklamak istemediğim bir olguyu burada açıklamak zorundayım. Ben rektör Mehmet Haberal ile, çalışma süreme paralel bir süredir (1998 yılından tutuklandığım 29.01.2004 tarihine kadar) özel hayatımda da beraberdim. Kendisi ile, emekli olduğumuzda ve işlerimizi, aile sorunlarımızı yoluna soktuğumuzda evleneceğimiz vaadi ya da inancıyla bir ilişkiyi paylaştım. Bu yüzden de hastanede naylon fatura kullanıldığı vakıasının hastane ile ilişkileri kesilmiş bir takım kimseler tarafından mali birimlere ihbarı neticesinde yaşanmaya başlayan yargı süresince gidişatın rektörün arzusu dışında geliştiğinde, içtenlikle beni kurtarmak istediğine, birkaç ay hapiste yatma pahasına kuruluşuna bizzat katıldığım, bugünlere gelişinde büyük katkıda bulunduğum üniversiteye zarar vermemek, bir sürede olsa sevdiğim, inandığım bir adamı ve emek verdiğim bir ilişkiyi korumak adına daha da ötesinde böylesine güçlü, her iktidarla, siyaset, bürokrasi ve hatta yargı çevresiyle çok sıcak ilişkileri olan bu adamla savaşamayacağıma inanıp, daha çok da Başkent Üniversitesi'nde okuyan oğluma ve aileme zarar verebileceğini düşünüp susmaya devam ettim.
Bana cezaevinde susmam yönünde telkinde bulunmak ve para yardımı yapmak için yaptığı ziyareti tespit imkanına sahipsiniz (2004 yılı Kurban Bayramı'nın 4. günü). Ayrıca cezaevine girmemden sonra istifamı kabul etmeyip Vakıfbank'taki hesabıma Ankara Başkent'ten yatırılmaya devam eden paralar da bu söylediğimin teyidi durumundadır. Annemin ve onun cep telefonu dökümleri bu durumun artı teyididir. Bu yargı sürecinin arzu ettiği gibi gelişmediğini anladığında bana (Seni annenle Kıbrıs'a kaçırayım. Ben bu işi temizleyeyim. Öyle gel.) demiştir. Annemi de tekrar para yardımı yapmak üzere Ankara'ya çağırdığında (Sibel beni dinlemedi. Kıbrıs'a gitmeyi kabul etseydi bunları yaşamayacaktı) demiştir. Kaçması gereken birisi varsa o da ben değilim. Niçin kaçacakmışım. Suç işleyen kişi kaçar. Ben suç işlemedim ki kaçayım.
Şimdi bu ardı arkası kesilmeyen bu davaların ve suçlamaların tek nedeni beni susturmaktır. 1988 yılından bu yana pek çok şeyi yaşadım, gördüm. Bu bilgilerim onları rahatsız ediyor. Bütün güçleri ile üzerime saldırıyorlar. Tanık ise tanık, bilirkişi ise bilirkişi, bir şekilde ikna ediyorlar. Benim tarafımdan hastane ile görev ilişkileri kesilmiş kimseler aleyhime tanıklık yapmak için sıraya sokuluyor. Halen görevde olanlar Sibel hanım aleyhine tanıklık yapmak yada işten çıkarılmak arasında tercih yapmaya zorlanıyor. Eğer ceza almamı sağlayabilirlerse ben uzun süreli hapse gireceğim. Onlar da bu şekilde sorunlarını çözmüş olacaklar. Benim bildiklerim, ihbarlarım ise ceza almış bir kimsenin rektöre suç atması sayılıp soruşturmaya bile gerek görülmeden kapatılacaktır. Daha şimdiden bu süreci yaşamaya başladım. Rektör hakkında cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak iddiası ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ihbarda bulundum. Ankara Cumhuriyet Savcısı takipsizlik kararında rektörü o kadar iyi savunmuş ki hayretle okudum.”
Tuncer Çetinkaya/Aksiyon