Gülay Göktürk'ün yazısı
Şimdi değilse ne zaman?
Komplonun beyni dahil, bütün ayakları isim isim ortaya çıkmış. Harekât planı ortada. Genelkurmay'ın beyni sayılabilecek bir birim olan Harekât Başkanlığı'nda hazırlanan eylem planında Türkiye ordusunun kendi halkına karşı savaşan bir ordu haline getirilmesinin planı yapılmış. Meşru hükümeti yıkmak için harekete geçilmesi, halka karşı komplolar kurulması, Kürt'ün Türk'e, Alevi'nin Sünni'ye, dindarın "laik"e kırdırılması, komşu ülkelerle aramızın açılması, suçsuz insanlara karşı provokasyonlar düzenlenmesi, iftiralar atılması düşünülmüş ve bütün bu korkunç suçlar, altında bir kıdemli albayın imzasıyla resmi bir rapor haline getirilmiş.
Emri verenler, uygulayanlar, destekleyenler, hepsi kabak gibi ortada...
Ama bakıyoruz, herkes susuyor.
Hükümet susuyor. Başbakan Erdoğan, Başbuğ'la görüşüp "işi yargıya havale ettik" demekle sorumluluğunun bittiğini düşünüyor. Peki bu ordu sana bağlı değil mi? Senin hükümet olarak alacağın idari tedbir yok mu hiç? Milleti birbirine kırdırmayı planlayan bu generallerin mahkeme bitene kadar orduyu yönetmesine göz mü yumacaksın?
Meclis, varlığına kasteden bu plan sanki hiç kendisini ilgilendirmiyormuş gibi susuyor. En azından bir Meclis Araştırma Komisyonu kurup olayın araştırılmasına bile kalkışmıyor.
Genelkurmay Başkanı susuyor. Zırt pırt ordu komutanlarını arkasına sıralayıp millete fırça atmayı; postmodernizm, Weber, Huntington hakkında ahkam kesmeyi pek seven Başbuğ, tam da konuşması gereken zamanda suspus olmuş bekliyor. Boynunun borcu olan açıklamaları yapmadığı gibi işleri de yapmıyor. Cuntacıların bir tanesi bile açığa alınmıyor. Mahkemeye çağırılan zanlılar ifadeye gitmiyor.
Halk susuyor. Yeri göğü birbirine katması gereken halk, pasif bir izleyici konumunu benimsemiş, sanki ateşe atılan kendi geleceği değilmiş; işlenen suç kendisine karşı işlenmemiş gibi olan biteni seyrediyor. Taksim'de yapılan darbe aleyhtarı gösteriye sadece 500 kişi katılıyor!
Ortada sadece "bir kısım" basın var susmayan... Olayı ortaya çıkaran da, üstüne gidilmesi için çırpınan da sadece o...
Soruyorum; Bu mudur demokratik bir ülke manzarası?
Bu mudur hukuk bilinci?
Bu mudur, AB üyeliğini çoktan hak ettiğini düşünen, bölgesinde lider ülke olmaya heveslenen bir ülkenin atmosferi?
Bu ordu cumhuriyetin başından beri sürdürdüğü iktidarını kaybetmemek için ne kadar gözü kara davranabileceğini bu planla koyuyor ortaya. Benden sonrası tufan diyor açıkça...
Eğer bu korkunç gerçekle bugün hesaplaşmayacaksak ne zaman hesaplaşacağız?
Bu hesaplaşmayı yapmazsak, nasıl olacak da ortaya çıkan korkunç gerçeklerle "bir arada yaşamayı" hazmedeceğiz? Ordu yönetiminin en kilit noktalarında Türkiye'yi ateşe vermeye hazır generaller, subaylar olduğunu bilerek nasıl huzur içinde yaşayacağız?
Hiç kimse bu davayı yargıya havale ederek üstüne düşen görevden kurtulabileceğini sanmasın.
Yargıya havale ettim deyip susmak zevahiri kurtarabilir. Ama Türkiye'yi kurtaramaz.
Çünkü yaşanan şey aslında hukukun değil, siyasetin konusudur.
Bütün bu olup bitenler cumhuriyetin başlangıcından bu yana süren büyük bir siyasi mücadelenin son safhasıdır. Kıran kırana bir rejim kavgasıdır. O yüzden de sonuç hukuk alanında değil, siyaset alanında alınacaktır.
Evet; zaman darbecilerin, komplocuların aleyhine çalışıyor. Dünyanın, Türkiye'nin şartları, askeri cumhuriyeti sürdürmek isteyenlerin gidecek çok az yolları kaldığını gösteriyor. Bütün bunlar doğru...
Ama bizim de biraz kıpırdanmamız; tarihin akışını hızlandırmak için; çekilen acıları azaltmak için bir şeyler yapmamız gerekmiyor mu?
BUGÜN