Şemdinli’de 23 terörist tabur basıyor, katırlarla getirilen roketatarlar kullanılıyor, istihbarat çalışmamış ve birlik savunmasız, 11 er şehit, 14 er yaralı. Aşağıda Genelkurmay Başkanlığı’nın yalanlamadığı iki olayı okuyacaksınız. Birincisi Bugün gazetesinden Erhan Başyurt’un 17 Haziran tarihli “Ezan andıçı” yazısı, ikincisi Yeni Şafak’tan Dücane Cündioğlu’nun “dipnot” yazısında kendisine yazılan teyid edilmiş mektup.
İki olguda TSK’nın işini gücünü bırakmış terörle mücadele görevi yerine, siyasi mücadele ile meşgul olduğunun iki canlı örneğini göreceksiniz.
Emin olunuz durum şu anda da aynıdır ve TSK üst yönetimi ve karargahı terörle mücadele adına ‘yetkisini aşarak’ siyasi mücadelenin aktörü olduğu için koskoca ordumuz birkaç çapulcuyla baş edemiyor. Keşif, istihbarat, emniyet, harekat gibi asli görevlerini yapamıyor.
Birinci olgu Jandarma Karargahından:
”Nisan 1999'da hazırlanan andıç 28 Şubat darbesinin planlandığı yasadışı merkez, Batı Çalışma Grubu (BÇG) için kaleme alınmış. 60 yıl önce Demokrat Parti tarafından ezanın yeniden Arapça okutulması kararına bakış açısı çok korkunç: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana irticanın devrimlere karşı sağladığı ilk ilerleme budur."
Raporu Jandarma Kurmay Binbaşı Mehmet Ülger hazırlıyor. Kurmay Kıdemli Albay Halil Helvacıoğlu, Harekat Başkanı Tümgeneral Çavdaroğlu, Kurmay Başkan Korgeneral Haspişiren ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Rasim Betir’de paraf ile onaylıyor...”
İkinci olgu da Kahramanmartaş’tan:
“...Yıl 1999 yılı. Kahramanmaraş'ın Aksu ilçesinde askerliğimi yazıcı olarak yapmaktayım. Yazıhaneden ve bütün yapılan yazışmalardan tek sorumluyum. Aynı zamanda da mescid sorumlusu idim. Mescidin temizliği, açılış kapanış saatleri, vs. vs.
O dönemin Tugay Komutanı, şimdi ismini hatırlayamadığım yeni bir şahıs görevine başlamıştı ve bütün taburu tek tek denetlemekteydi. Ben de o dönemde yeni nişanlanmış ve nişanım nedeniyle de bir tane platin yüzük takmaktaydım.
Komutan öncelikle yazıhaneye geldi ve ben kapıda yüksek sesle "Piyade er O. Ç., Konya!" diyerek tekmilimi verdim. Bana teşekkür etti, incelemelerini yaptı ve tekrar teşekkür ederek, beni 1 hafta mükâfat izniyle ödüllendirdi.
Oradan çıkıp birkaç yer daha denetledikten sonra mescidi denetlemek üzere mescide doğru hareket etti. Ben de tabii ki oranın da sorumlusu olduğum için kapının önünde beklemeye başladım. Yaklaşınca yine aynı yüksek sesle selâm verip tekmilimi verdiğimde elindeki sopayı yüzüğümün takılı olduğu parmaklarımda hissettim. Tek duyduğum "Siz irticacısınız, siz Erbakancısınız, siz şöylesiniz, siz böylesiniz" diye lâflar ve küfürler... Sebebi ise parmağımda gümüş sandığı yüzüğüm ve Konyalı olmam. Ben de acizane parmağımdaki yüzüğü çıkartıp "Komutanım, yüzük platindir ve bu altından da pahalı bir malzemedir!" dedim ve ardarda üç tokat daha yedim. "Asker üç şey bilir: Emret, emredersin ve komutanım. Sen kimsin de bana cevap veriyorsun!" dedi.
Mescide ayakkabılarıyla girdi. Bir müddet sonra beni tekrar çağırdı. "Emredin komutanım!" dedim ve botlarımı çıkarmak istediğimde, arkamdaki çok saygı duyduğum ve değer verdiğim (inancı da Alevî olan ve benim inançlarıma son derece saygı gösteren bir insan olan) Bölük Komutanım, "Oğlum, belâya bulaşma, botlarını çıkarmadan yanına varıver, bu suç senin değil!" dedi ve haklı gördüm. Ben de botlarımla o güzelim halılara basarak içeriye girdim. İçeriye girdiğimde, komutan, eline bir tane değerli kitabımız Kur'an-ı Kerim almış ve Cami içerisinde ağıza alınmayacak birtakım küfürler yağdırıyor.
"Emredin komutanım!" deyince bana dediği, "Burada Diyanet'in mühürlü Kur'an'ı haricinde hiçbir kitap görmeyeceğim, yasak!" dedi. "Kimmiş bu Dücane Cündioğlu? Ne olduğu belli olmayan insanların yazdıklarını buraya koymayacaksınız!" dedi. Ben de sabırlı davranamadım ve "Komutanım! Bu Kur'an-ı Kerim'de Diyanet'in mühürü var" dedim. Açtım ve gösterdim.
Ve o an kendimi mescid içerisinde yerde tekmelenirken hatırlıyorum. Ve bu kelimem yüzünden, yarım saat önce çalışmamdan dolayı bana mükafat izni veren kişi yarım saat sonra bana 28 gün oda hapsi cezası vermişti.
O gün bu gündür isminizi aslâ unutamadım. Size bunu yazıp paylaşmak istedim. Nasip bugüneymiş. Dua etmemin en büyük sebeplerinden birisi, ne mutlu size ve bana ki ahirette sizin de benim de yakasına yapışabileceğimiz bir insan var. Sizinle ilgili her konuya Allah huzurunda ben şahitlik edeceğim, hem sizin hakkınızı, hem de kendi hakkımı alacağım o kişiden. O.Ç.
DİP-NOTLAR
1) İçimi acıtan bu mektubun sahibini telefonla aradım ve kendisiyle görüştüm. Mektubu yayımlamak konusunda iznini aldım. Metnin diline ve üslûbuna —bazı uygunsuz ifadeleri kaldırmak dışında— müdahale etmedim.
2) Bu mektupta bahsi geçen eser, 1925 yılında TBMM'nin isteğiyle Diyanet İşleri Riyaseti tarafından Elmalılı Hamdi Yazır'a tevdi edilen ve 1935-1942 yılları arasında neşredilen HAK DİNİ KUR'AN DİLİ adlı Türkçe tefsirin Meal kısmıdır. Bu eseri 1993 yılında notlandırarak yayıma hazırlamıştım...”
Şu anda Erzincan Erzurum hattında yaşanan olaylar Üçüncü Ordu Komutanının yeni andıçlar nedeniyle sanık olması ve Yargıtayın hukuk kavramını yok sayan uygulamaları devlet içindeki Gladio tipi çetenin aktif olduğunu gösteriyor.
Bu derece siyasete boğulmuş bir Ordu iç tehdit hassasiyetini TBMM’ye paralel yapamaz ve maalesef “gönülsüz” bir şekilde terörle mücadele eder. OHAL söylentileri başladı bile.
Yeni darbelerin olgunlaşması için daha çok şehit vermeyelim. Şehitlerimiz maalesef ‘önlenebilir hatalar’dan ölmektedirler. Sahte mesajlara doyduk. Üzülerek acı konuşmak zorunda kaldım. Çünkü ordum yanlış yönetiliyor.
Hükümetten bir şey beklemeyelim, Milli Savunma Bakanı turist gibi, GNK karargahı denetlenemiyor. ‘Dışarda aslan evde kedi’ bir siyasi irade ordunun içindeki çetelere bilemediğimiz bir nedenle bir şey yapamıyor. Bu nedenle vatandaş çocuğunu askere gönderdiğinde birlik komutanının yakasına yapışmalı yoksa işini yapmayan subayları uyandıramayız.