Abdülmelik Fırat Vatan'dan Mine Şenocaklı'ya konuştu. İşte sürpriz açıklamalar içeren röportaj:
İlk büyük Kürt isyanının lideri Şeyh Sait'in torunu Abdülmelik Fırat tüm sivri çıkışlarına rağmen çok net konuşuyor: "İşte Kuzey Irak... 40 yıl savaştılar ve şimdi görüyorlar ki bu coğrafyada bir Kürt devleti kurmak mümkün değil. Bu Irak'ta böyleyse, Türkiye'de nasıl mümkün olsun? Üstelik Türkiye Cumhuriyeti'ni Türkler'le birlikte kurmuşken, 5 milyon Kürt ve Türk evlenmişken niye ayrılalım?"
Türkiye tarihinde önemli demeçler art arda geliyor. Cumhurbaşkanı çıkıyor; "Türkiye'nin en büyük meselesi Kürt meselesidir" diyor. Hemen cevabı geliyor PKK'nın birinci adamı Murat Karayılan'dan; "Silah bırakmaya hazırız!" Kuzey Irak'la ilişkiler gelişiyor, bir orta yol arayışı hızla ilerliyor. Rastlantı değil tüm bunlar, gerçekten belki ilk kez çözüm kapısı aralanıyor... Kürt meselesi nereden bakarsanız bakın, en az 80 yıllık bir mesele. Çözüm hep sertlikte aranmış ve hiçbir zaman bulunamamış. Peki ne oldu da Cumhurbaşkanı birden kalkıp, "Çözüm için önümüzde tarihi bir fırsat var" dedi? Biz çözemedik, bu meseleyle doğduğu günden beri iç içe olmuş bir isme, Abdülmelik Fırat'a sorduk.
Fırat, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk büyük Kürt isyanını çıkaran Şeyh Sait'in torunu. Merkez sağda politika yapmış, 23 yaşında Demokrat Parti'den milletvekili seçilip, Yassıada'da yargılanmış... 50'li yılların sonunda Demokrat Parti'deyken de, 90'ların başında DYP milletvekiliyken de, sonra Hak ve Özgürlükler Partisi'ni (Hak-Par) kurduğundan bu yana da Kürt meselesini sistem içinde PKK'dan bile daha sivri bir üslupla ortaya koyan bir Kürt siyasetçisi...
Aslında Fırat'tan bir hafta öncesi için randevu almıştım, hepimizin kanını donduran Mardin katliamının sebeplerini konuşmak için. "Töre bir Kürt meselesi midir?" diye girecektim söze... Olmadı, hastalandım ve bir hafta sonraya kaldı röportaj. Burası Türkiye, bir hafta gündem bekler mi? Gündem bu kez de Kürt meselesiydi, ama konu töreden çok daha önemliydi. Doğal olarak ben de Cumhurbaşkanı'nın sözünden girdim sohbete... Fırat, biraz şaka yollu, "Kime 'Selamün aleyküm' desem, bana Kürt meselesinin nasıl çözüleceğini soruyor" dedi. Haklıydı, zira medrese eğitimi almış, fıkıhtan felsefeye, edebiyattan tarihe bilgi dağarcığı ağzına kadar dolu bir aydın vardı karşımda ve bir yere varılamayacağını bile bile siyaset konuşmaktan biraz usanmıştı...
'Millete hatırlatmak lazım...'
Yalova'daki evinde böyle başladık söyleşiye ve ben de mecburen hep siyasi sorular sordum. O, her zamanki gibi meselenin kökenine, yani tarihe göndermelerle başladı konuşmasına. "Milletin hafızası çok zayıf, hatırlatmak lazım!" diyerek... Ve saatler boyu anlattı... "Osmanlı İmparatorluğu mağlup olunca, İngiltere Jön Türklerin partisiyle anlaşarak ülkeyi onlara verdi. Yeniden kursunlar diye... O zaman Kürtlerin de Avrupa'da okuyanları vardı. Yani Jön Kürtler... Onlarla birlikte, Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu'nda asker ve sivil bürokratları, ileri gelen şeyhleri, ağaları, beyleri, 'Biz Türklerle beraber yaşayalım, beraber devlet kuralım' dediler. Bu anlaşmayı yapan da en başta Mustafa Kemal. Kürtlerin ileri gelen ailelerinin evlerinde onun yazdığı mektuplar var. Bunun en büyük belgesi ise Mustafa Kemal'in 1919'daki Amasya Beyannamesi. Orada diyor ki, 'Kuracağımız hükümet Türk ve Kürt ittifakı olacaktır.' Gerçek bu kadar ortada! Mustafa Kemal, Erzurum'da, Sivas'ta hep, 'Bu işi Kürtlerle birlikte yapacağız' diyor. Lozan'da İsmet Paşa, Kürt sorunu konuşulunca, 'Biz beraberiz, ben de Kürdüm' diyor. Sonra ne oluyor? Birinci Meclis feshedilince, Atatürk İkinci Meclis'i tayin ediyor. İkinci Meclis'in anayasası hazırlanıyor, ama içinde Kürt kelimesi bile yok."
İşte Fırat'a göre Kürt meselenin asıl çıkış noktası bu. Fırat, ayrılıktan asla söz etmiyor, tam tersine birleşmekten dem vuruyor. Onun istediği, Kürtler'in Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu unsurlarından biri olduğunun Anayasa'da kabulü. Onun cümleleriyle verelim ve söyleşiye geçelim: "Eğer ki Kürt olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olursak, kendi dilimizde eğitim alabilirsek, kültürümüzü yaşayabilirsek, niye Türkiye'den ayrılalım ki? Üstelik 5 milyon Türk ve Kürt birbiriyle evliyken... Bu ayrılık mümkün mü? Üstelik Kuzey Irak'ta gördük, 40 yıl savaştılar, ama bir devlet kurmalarının mümkün olmadığını anladılar. Öyleyse akıllı olmamız, dünya gerçeğini görmemiz lazım."
ARTIK ANAYASAL KİMLİK İSTİYORUZ
Cumhurbaşkanı Gül, "Kürt meselesini çözmek için tarihi fırsat var" derken, neyi kastetti sizce?
Amerika, Türkiye'yi elinden bırakmak istemiyor. Çünkü Türkiye Ortadoğu'da, Batı'ya tam uyum sağlamış, yaşayışıyla, düşüncesiyle, her şeyini Batı'ya peşkeş çekmiş bir ülke. Onun için Avrupa da Türkiye'yi içine alacaktır. Çünkü onlara lazım Türkiye... Türkiye yoluyla İran'a, Afganistan'a, Pakistan'a uzanabilirler. Bu yüzden de Amerika'nın stratejisi Ortadoğu'da demokrasiyi geliştirmek. Daha önce askeri rejimleri tutuyorlardı emirlerinde... Şimdi kurdukları sistem halka, demokrasiye dayansın istiyorlar. Mesela İran Şahı, 'Ben petrolden pay isterim' dedi, onu devirdiler. Saddam da yükseklik tasladı, tabii diktatördü, onu da astılar. Türkiye'de ise bir diktatör istemiyorlar. Demokrasinin gelişmesi için... Dolayısıyla Kürt sorunu da büyük bir değişimin içine girmiştir. Çünkü dünya stratejisi değişmiştir. Gül de buna dayanarak, Kürt meselesinin çözümü için Irak'taki Kürtlerin yardım edeceğini, yani Kürt sorunu orada nasıl çözüldüyse, Türkiye'de de PKK'nin tasfiyesinden sonra çözüm olacağını düşünüyor... Ama en zor noktalarda bütün Anayasa değişse bile, 'Kürt sorununu halledeceğiz' demezse, yine Türkiye'yi AB'ye almazlar. Çünkü 'Bir Kürt olarak, ben dilimi kullanmak, kültürümü yaşamak istiyorum' demekten daha masumane, daha doğal bir talep olabilir mi?
Ama Kürtçe konuşmak yasak değil?
Hayır, yasak. Anayasa'da Evren yasakladı. Çocuğum okulda benim dilimle okuyamıyor. Ben Anayasa'da Kürt olarak değil, Türk olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ben, Kürt olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak istiyorum.
Peki ne olursa PKK silah bırakır?
Nasıl bıraksınlar? Diyorlar ki, 'Silahı bana ver. Ben seni hapse atayım. Bir zaman yat, sonra bırakayım.' Böyle şey olur mu? Bir program, proje yok. Silahı teslim ettikten sonra ne yapacak bunlar? Kimisi 20 yıldır dağda, kimisi 15 yıldır...
Sizce muhatap kim olmalı? Karayılan, 'Birinci muhatap İmralı'da Öcalan'dır. O kabul edilmezse biziz. Bizi de kabul etmezlerse DTP'dir... Bu da olmuyorsa akil adamlar bir araya gelir' diyor...
PKK şunu da söyleyebilir; 'Silahı bırakırız ama Öcalan'ı da bırakın!' Tabii bu uygulanması mümkün olmayan bir durum. Fakat dağa çıkmış, herhangi bir çatışmaya iştirak etmemiş olanlar salıverildikten sonra sorun çözülebilir. Yoksa hapse girmek için kimse gelir mi? Sorun sivil kadrolara ilişkin hiçbir proje yok. Niye? Asker bırakmıyor. Bu projeyi genelkurmay yapacak. Genelkurmay bizzat emir verirse ya da hiç ses çıkarmazsa, 24 saat içinde proje ortaya çıkar. Yoksa şimdi herkes konuşuyor ama faydasız. Elbette ki bir genel af çıkması lazım. En baştakiler için de zaten Talabani, 'PKK'nin lider kadroları başka ülkelere çekilebilir' diyor. O araya girer, bu sorun da böylece çözülür.
Peki Öcalan'ı da kapsamalı mı genel af?
Öcalan mahkûm edilmiştir, cezasını çekmelidir. Ama Öcalan'ı İmralı'dan çıkartıp normal bir hapishanede tutmak gerekiyor...
Ama Diyarbakır'a gidince görüyoruz ki, Kürtlerin büyük kısmı Öcalan'ı liderleri kabul ediyor...
Öcalan'ın lider olarak görülmesi için propagandasını yapıyorlar. Öcalan'ı putlaştırıyorlar. Oysa ben içindeyim biliyorum, PKK'nin görevi Doğu'daki örf ve adetleri, inançları zayıflatmak... Kürtlerin sadece yüzde 20'si PKK'ye rey veriyor. Yani 2 milyon Kürt...
PKK'ya mı oy veriyorlar?
Yani DTP'ye! DTP, PKK'dir. Bunu bilmeyen var mı? Türkiye'de 8 milyon Kürt oyu var, bu 8 milyonun 6 milyonu PKK'ye oy vermez... Bugüne kadar, 60 bin Kürt genci ölmüştür, 4 bin köy boşaltılmıştır, 3 milyon Kürt göç etmiştir. Bu PKK'nin Kürtlere yaptığı en büyük ihanettir. Ama buna rağmen Kürt sorununu PKK ile konuşuyor aydınlar. Hiç kimse demiyor ki, 'Kürtler'in yüzde 80'i PKK'ye oy vermemiştir. Bu Kürtler de PKK'nin söylediğinden daha önce bunları söylemişlerdir.' Doğru, bugün konunun önü açılmıştır. Ama Genelkurmay okeylemeyince Kürt sorunu sadece konuşulur, çözülmez.
Peki Kürtler ne istiyor?
Yeni bir devlet diye bir şey yok, ayrılma yok, bayrak da, vatan da birdir, öyleyse geriye ne kalıyor? Anayasa'da Kürtler'in vatandaşlığını, yani kimliğini tanımak, çocuklarını kendi diliyle okutmak...
Siz, iki yıl önce yaptığımız söyleşide 'esnek federasyon'dan söz etmiştiniz...
Bugün dünyada birçok ülke federe. Federe devlet demek, demokratik sistem demektir. İsviçre, Avrupa'nın en demokrat, en gelişmiş memleketidir. İtalyanca resmi dil, Fransızca resmi dil, Almanca resmi dil, 10 senedir Çingenece'yi de resmi dil yaptılar. Almanlar, Fransızlar ve İtalyanlar birlikte yaşıyor, ülke kantonlarla idare ediliyor. Peki İsviçre ne çatlak veriyor? Türkiye'de federasyon da illa yüzde 100 olsun demiyoruz. Türkiye şartları neyi emrediyorsa o olsun.
Peki o zaman Kürt meselesi nasıl çözülür?
Çok kolay. Demokratik vatandaşlık dediğimiz, Türkiye vatandaşlığı içinde Kürt kimliği anayasal olarak kabul edilecek. Yani Kürt kimliği Anayasa'da olacak. Mesela ben bugün milletvekili de olsam, başbakan da, hatta reisicumhur da olsam Türk olarak oluyorum. Biz artık anayasal kimlik istiyoruz. Kendi dilimizle okumak, yazmak istiyoruz... Tabii bunlar bir anda olmaz. İkincisi, ademi merkeziyetçilik. Türkiye de bundan kurtulmak istiyor zaten. Öyle ki, Erzurum'un bir ilçesinde köy hizmetlerinde çalışan bir kişinin tayinini Ankara yapıyor. Halbuki oradaki mahalli teşkilatın vermesi lazım bu kararı. Şimdi bu yolda yavaş yavaş ilerleniyor... Mahalli idareler güçlendirilmeli. Oradaki belediye reisi de kendi diliyle konuşmalı. Kürtçe, basın yayın, gazete televizyon serbest olmalı. Tek bir TRT Şeş kanalıyla kalınmamalı.
Aslında siz de DTP'den farklı bir şey söylemiyorsunuz. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de aynı şeyleri söylüyor...
Osman Baydemir bunu niye söylüyor? Biz söylediğimiz için söylüyor. Biz Osman Baydemir'in söylediğini söylemiyoruz.
Özal da Kürt meselesi konusunda önce, 'Federasyonu tartışalım' demiş ama sonra bunun bölünmeye yol açacağını düşünerek üstünü kapatmıştı...
Federasyonu sanki canavarmış gibi gösteriyorlar. Demokratik bir ülke zaten federasyonla yönetilir. AB nedir; konfederasyondur.
Bu bölünmeyi getirmez mi sizce?
Hayır. Avrupa ulusları bir olup AB'yi kurdular. Bölündüler mi, daha güçleniyorlar. Beraber oturup karar veriyorlar. Federasyon, Türkiye'yi daha da güçlendirir. Tabii bu bir ifade görüşüdür, bir programdır, nerede uygulanır, nerede uygulanmaz ancak tatbikatta belli olur.
Ahmet Altan, 'Tanrı bizzat gelse ve Kürtlerle Türkler ayrılırsa daha mutlu olacaklar diye söz verse, ne dersiniz?' diye soruyor Taraf'taki yazısında. Mutlaka okumuşsunuzdur. Yani bölünmeden bahsediyor. Ne diyorsunuz?
Benim o gazetede başka bir yazarın esprisi hoşuma gitti. Roni Margulies diyor ki, 'Kürtlerin de karısını boşama hakkı vardır!' Ben de diyorum ki, Kürtler arasında böyle düşünenler olabilir ama bizden daha ileri bir noktada, Irak'ta 40 senedir silahlı mücadele yapan adamlar, biri Kürdistan Federasyonu'nun başkanı olmuş (Barzani), biri de reisicumhur olmuş (Talabani), bugün diyorlar ki, 'Devlet kurmak şansına sahip değiliz. Çünkü coğrafi bakımdan bizim devlet olma imkanımız yoktur. Komşumuz İran, Türkiye, Suriye ve Araplar karşımızda olunca biz bir avuç kalırız. Onun için bizim Irak'ın birliği içinde, Kürt yurttaşı olarak yaşamamız daha iyi.' Şimdi ben de diyorum ki Türkiye'nin Kürt kesimine, 'Şu anda bir Kürt devleti kurmanın olasılığı ve faydası yoktur. Akıllı olmamız lazım.' Türkiye değil, dünya gerçeğini görmeliyiz. Bugün Avrupa Birliği'ne bakın, onlarca devlet aynı noktaya geldiler. Biz, bin senedir beraber yaşamışız. Her ne kadar bizi bir arada tutan dini inançlarımız zayıflasa bile, hâlâ örf ve adetlerimiz, yeme içmemiz yüzde 80 birbirine eşittir. En az benim gördüğüm kadarıyla 5 milyon Kürt ve Türk birbiriyle evlenmiştir. Yani Kürt kızı Türk'le, Türk kızı Kürt'le evlenmiştir. Şimdi niye ayrılacağız? Eğer dilimizi kullanıyorsak, kültürümüzü yaşıyorsak niye ayrılalım? İlla ki ayrı bir devlet kurma dönemi de dünyada geçmiştir. Ulusal devlet diye bir şey yok artık. Onun için ben şahsen Türkiye'de Türkler'in olanakları tanındığı zaman Kürtler'in yüzde 99'unun ayrılma taraftarı olmayacağını düşünüyorum.
Peki bu söyledikleriniz gerçekleşirse Kürtler mutlu olur mu?
Bakın PKK'nin gücü, silahı var. Onlar bile erir biter. Eğer Kürtler'e anayasal kimlik tanınırsa, Kürtler dilini, kültürünü yaşayabilirse hiç sorun kalmaz...
|
Atatürk'ün Oğlu Olsan Bile...
Atatürk'ün kızı ve oğlu da olsanız bile Kürt sorununu çözemezsizin. Çünkü bu sistemin iki amentüsü var. İşte o iki amentü ve Erdoğan'ın ilginç tavrı...
Vatan'dan Mine Şenocaklı'nın Abdülmelik Fırat'la yaptığı röportajın üçüncü ve son bölümü
Bu sistem baki kaldıkça Kürt sorununun çözülmesi zor. Çünkü bu sistemin iki amentüsü var; biri bölücülük, biri gericilik. Gericilikten ‘Müslümanlığı’ kastediyorlar, bölücü deyince de ‘Kürtleri’... Siz Atatürk’ün kızı ve oğlu da olsanız, ‘Biz Kürt meselesini çözelim’ deseniz, sistemin amentüleri olduğu sürece çözemezsiniz. Bu sorun Türkiye AB’ye girerse ve Anayasa değişirse çözülebilir belki...
Sizce Kürt meselesini çözecek akil adamlar kimler olmalı?
Ortadadır... Sistem her ne kadar bölgeyi dejenere etmişse de Kürtler’in hâlâ aydın insanları, makbul adamları, akıl şahitleri, kanaat önderleri vardır. Kendi kültürünü, dinini, aşiretini bilen Kürtler vardır.
Murat Karayılan, İlter Türkmen’in adını verdi... Sizin kafanızda hangi isimler var?
Şimdi isim söylemeye lüzum yok. Ben bin isim söylerim, söyledim mi hepsini yazabilir misin?
Yazamam ama olmazsa olmazlar kimler sizce?
Devlet bilir... Bakın ben Erdoğan’ı genç bir insanken, 20 yaşındayken Milli Selamet’in teşkilatındayken tanıyordum. Bana saygısı vardır. Erdoğan’ın geçmişi nedir? Rize’nin bir köyünden Kasımpaşa’ya gelmiş. Orada büyümüş, İmam Hatip’te okumuş, güzel ezberi var, hafızasında tutuyor, konuşması etkili... Necmettin Hoca’nın da talebesidir. Necmettin Hoca’nın duası da onunla beraberdir. Artık duasını geri çevirse de...
Bugün Türkiye’de partisine bu kadar hükmeden hiçbir lider yok. Bugüne kadar da olmamıştı. Onun 400 milletvekili, ’Otur, kalk!’ durumuna gelmiş halde. Hiçbirinin bir gücü yok... Erdoğan, Başbakan olduğu zaman ben Hak ve Özgürlükler Partisi Başkanı’ydım. Resmen iki defa müracaat ettim. Konuşmaya tenezzül bile etmedi. Ona özel bir mektup gönderdim onun bir milletvekiliyle... Dedim ki, ‘Grupta her hafta görüyorsun, bunu ver kendisine.’ Üç ay sonra milletvekili dedi ki, elimi de öpen bir milletvekiliydi, ’Kusura bakma, korktum veremedim.’ Bir mektubu veremedi. Sonra o mektubu aldım, bizim sekretere verdim, dedim ki, ‘Başbakanlığa, özel kalem müdürlüğüne götür ve kaydettir.’ Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü bana telefon etti, ’Sayın milletvekilim mektubunuzu aldık’ diye. Dedim, ’Maşallah, aferin! İki sene içinde iki defa müracaat ettim. Erdoğan Diyarbakır’a gittikten sonra kendisine hitaben gazetelerde açık mektup yazdım. Hiç cevap vermedi.’ Özel Kalem Müdürü dedi ki, ’Biz sizi ararız!’ O kadar. Erdoğan, benimle konuşmaya korkuyor. Bana karşı bir düşmanlığı yok ama korkuyor.
Erdoğan tehlikede!
Niye?
Çünkü benim sırtımda iki yük var; biri dedem Şeyh Said, diğeri Kürt meselesi. Yoksa aramızda başka bir şey yok. Eğer onun inancı sahte değilse, onun inancına yüzde 80 benim yakınlığım var, onun da benim inancıma yakınlığı var. ’Ben konuşursam, Şeyh Said’in torunuyla konuştum diye derin devlet beni mimler’ diyor. Bunun hesabını yapıyor. Oysa ben kendisine dedim ki, ’Seni zehirleyecekler.’ Yani ondan sonra dava açıldı, parti kapanmaya kadar geldi. Şansı da var. Önüne atılan takozların üzerinden atlayarak geçiyor. Tabii hâlâ tehlikededir durumu.
Neden tehlikededir?
Çünkü derin devlet ona güvenmiyor. Diyor ki, ‘Değişikliği yapabilir. Bunu bir tarafa itersek yeni gelen gruplar bu değişikliği yapamaz.’ Ben ona iki sene önce, görüşme talebimi kabul etmediği için, beş-altı satırlık mektup yazdım. Dedim ki, ‘Sana oyunlar hazırlanıyor, önünde kuyular açıyorlar, uyanık olman lazım. Seninle bir siyasi kişi olarak Yassıada’da yargılanan, zindanlardan gelen, sürülen bir Kürt olarak uzunca konuşmak istiyorum.’ Çünkü biz hep ezildik, sürüldük ama vatanımızı seviyoruz. Zalimleri sevmiyoruz. Onlara baş eğmiyoruz. Öyle geldik, öyle gideceğiz, başımız dik. Biz bir tek Azrail’e ’Eyvallah’ deriz. Onun dışında zalimlerin safında hiç olmadık, çok mahrumiyetler yaşamamıza rağmen... Allah’a da hamdediyorum ki, beni korudu, zalimlere ortak olmadım...
Son bir sözünüz var mı?
Ben bu toplumun huzura kavuşmasını herkesten çok isterim. Özetle söylemek istediğim şu; bu sistem baki kaldıkça Kürt sorunu çözülemez. Bu sistemin iki amentüsü var, biri bölücülük biri gericilik. Gericilikten Müslümanlığı kastediyorlar, bölücü deyince de Kürtleri... Siz Atatürk’ün kızı ve oğlu da olsanız, ‘Biz Kürt meselesini çözelim’ deseniz, sistem kabul etmez. Sistemin amentüleri olduğu sürece bu sorunu çözemezsiniz... Sistemin ideolojisi bu çünkü.
Siviller iktidarsızdır
Peki Erdoğan Kürt meselesini çözebilecek mi?
Sistem bu şekilde devam ettiği sürece hayır. İktidar halkın seçtiği AKP’de değil ki, halkın seçtiği iktidara derin devlet hiçbir zaman inanmamıştır, itibar etmemiştir. Türkiye’de siviller iktidarsızdır. Halk onlara istediği kadar güç versin, onlar iktidarsız oldukları için iktidar olamıyorlar. Fırsat buldukça da askeri darbe yapmışlardır. Ama dünya sistemi değiştiği için, artık askeri darbe mümkün olmadığı için, belki anayasayı değiştirirlerse, AB’ye girerlerse bu sorunu çözebilirler. Şimdi ancak palyatif tedbirler alınır. TRT Şeş gibi...
GÜL, ERDOĞAN’DAN DAHA CANA YAKIN, DAHA KİBAR!
Abdullah Gül, ’Kürt meselesinde sevindirici gelişmeler olacak’ derken Anayasal değişikliği mi kastetti sizce?
Kastetmiş olabilir. Ben de diyorum ki, reisicumhurdur, bizim gibi bir kenarda değildir. Ama bizimle konuşmaya dahi korkuyor.
Cumhurbaşkanı’ndan da randevu istediniz mi?
Hayır. Ama Gül, Erdoğan’a nispetle daha cana yakın, daha kibar bir insandır. Belki randevu istesem kabul eder ama kendiliğinden davet etmiyor. Oysa madem ki Kürt sorununu çözmek istiyorlar, konuşmalılar... Ama benimle konuşmazlar, Şeyh Said’in torunuyum diye... Oysa Öcalan’ın, Karayılan’ın dışında da Kürtler var. Onlarla da konuşulsun. DTP’nin Genel Başkanı bile ’Bizim dışımızdaki Kürtler’le de konuşun’ dedi. Onlar da biliyorlar ki başka Kürtler de var. Ama devlet PKK’den başka muhatap tanımıyor. Çünkü ikisi de aynı kaynaktan su içiyor.
18 Mayıs 2009, Pazartesi |