'Asıl üstü örtülen PKK-JİTEM arasındaki uyuşturucu rantı'
Yüksekova çetesinin yargı önüne çıkmasını sağlayan Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, davanın asıl unsurlarından birinin PKK-JİTEM ekseninde gelişen uyuşturucu ticareti olduğunu söylüyor.
MELİK DUVAKLI'nın haberi
Asker, polis ve itirafçılardan kurulu Yüksekova Çetesi Davası, 15 yıllık yargı oyalamasının ardından zamanaşımından düştü.
Davanın "müşteki" sıfatıyla pek çok mağduru var. Ancak konunun gözden kaçan asıl mağdurlarından biri de Yüksekova çetesinin yargı önüne çıkmasını sağlayan Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz. Bu konunun peşine düştüğü için defalarca ölüm tehlikesi atlattı. Verdiği mücadele süresince defalarca sürgüne uğradı. Askeri mercilerden sonuç alamayınca sivil savcıya bildiklerini anlatıp emekliye ayrıldı. Onun Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısına verdiği ifadelerin sonucunda da Yüksekova çetesi yargı önüne çıktı. Hüseyin Oğuz, verdiği tüm mücadeleye rağmen konunun bugün üstünün örtülmesi ile ikinci kez hüsrana uğradığını belirtiyor.
"Bir kez daha mağdur edildim" diyen Oğuz Yüksekova davası ile ilgili çok önemli başka bilgilere de dikkat çekiyor. Davanın daha çok faili meçhullerle ilgili gündeme geldiğini söyleyen Oğuz, konunun asıl unsurlarından birinin PKK-JİTEM ekseninde gelişen uyuşturucu ticareti olduğunu kaydediyor. Yapılan sevkiyatın bir ucunda PKK, diğerinde köy korucuları ve JİTEM üyeleri olduğunu kaydeden Oğuz, bu davada asıl bu skandalın üstünün örtüldüğünü savunuyor. Oğuz, 12 yıl çobanlık yaptım ailemin geçimini temin etmek için. Ama maalesef işin üstünü örttüler." diyor.
Yüksekova çetesi, Hüseyin Oğuz ve JİTEM bünyesinde faaliyet gösteren PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç'in 1996 yılında Diyarbakır DGM savcısına verdiği ifadelerle deşifre oldu. Verilen ifadelere göre bölgede PKK adı altında para toplama faaliyetleri yürütülüyor, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonlarda şahsi çıkar karşılığında kanunsuz uygulamalar yapılıyor, bölgenin ileri gelen aile mensupları kaçırılarak fidye isteniyordu. K.Irak'tan Türkiye'ye yönelik olarak kaçakçılık yapılıyor ve tüm bu faaliyetler bizzat eski Yüksekova Tugay Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Hamdi Poyraz, Yüksekova Sınır Tabur Komutanı Yarbay Kanber Oğur ve eski Dağ Komando Tabur Komutanı M. Emin Yurdakul'un bilgisi dahilinde cereyan ediyordu. Tutuklamaların ardından Diyarbakır DGM'de açılan dava 22 Mart 2001'de sonuçlandı. Mahkeme, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul'u çete kurmak, gasp ve bombalamaya azmettirmekten 25 yıl hapse mahkûm etti. Diğer sanıklara da çeşitli cezalar verildi.
Ancak Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2002'de yerel mahkemenin kararını, 'eksik soruşturma' gerekçesiyle bozdu. Bunun üzerine dava bu kez Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Kasım 2003'te verilen kararda yine mahkumiyet çıktı. Bu karar da Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nce yine aynı gerekçeyle bozuldu. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden görülen davada 18 Kasım 2005 tarihinde bu kez "çete kurma ve üye olma" suçlamasına herhangi atıf yapılmadan beraat kararı verildi. Mahkûmiyet kararlarını bozan Yargıtay 6. Ceza Dairesi beraat kararını ise anında onadı. 28 Kasım 2007 tarihinde aldığı kararla zamanaşımı süresinin dolmasına daha 3 yıl olmasına rağmen davayı düşürdü. Üstelik bu karar, mağdur taraflara da iletilmedi.
ZAMAN
|
YARGI |
|
|
‘Yüksekova’da unutulan hukuk! |
MELİK DUVAKLI
Sayı: 815 / Tarih : 19-07-2010 |
Bir politikacının ortaya attığı “düz ovada siyaset” sözü çok tartışılmıştı. Teşbihte hata olmaz; Türkiye’de yüksek yargı mensupları düz ovada siyaset yapmaktan Yüksekova’daki hukuku unuttu. Pek çok kritik dava gibi Yüksekova Çetesi davası da sessiz sedasız zaman aşımını bekliyor. |
|
Türkiye, 1993’te örtülü bir darbe sürecinden geçiyordu. Suikastlar, katliamlar, şüpheli ölümlerle dolu bir yıldı yaşanan. Önemli konuların başında gelen Güneydoğu ise dumanlar içindeydi. 22 Ekim de 1993’ün mutat günlerinden biriydi. Diyarbakır’ın Lice ilçesinden yine dumanlar yükseliyordu. Dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Hasan Kundakçı ve yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ’un içinde bulunduğu helikopter Lice’nin üstünden geçerken dumanlara karışıyordu. O yıl tümgeneralliğe yükselmiş Başbuğ, daha o sabah uğurlamıştı Bahtiyar Paşa’yı. “Lice’de çatışma var” demişti. Aslında, tuğgeneral rütbesindeki Jandarma komutanının bir karakol baskınına bizzat iştirak etmesi alışılan bir durum değildi. Ama askerde itaat esastı. Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, bugünlerde emekliliğe hazırlanan İlker Başbuğ’dan 22 Ekim 1993’te aldığı emirle Lice’ye gitti. Gider gitmez de karakol kapısında bir keskin nişancının Kanas marka silahla attığı tek kurşunla alnından vuruldu. Güneydoğu sorununun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, halkın kazanılması gerektiğini savunan ve bu amaç için mücadele eden Bahtiyar Paşa öldürüldü. Paşanın öldürülmesinin ardından namlular ilçe merkezine çevrildi. Bilanço ağırdı. Onlarca ölü ve yaralı; yüzlerce harabe ev ve işyeri…
Yapılan resmi açıklamalara göre Bahtiyar Paşa’nın ölümü de, Lice baskını da PKK işiydi. Ancak örgüt her iki olayı da üstlenmedi. Peki, Bahtiyar Paşa’yı kim öldürmüştü? İddialara göre Paşa, sahte bir çatışma haberi ile Lice’ye çekilmiş ve burada karakol kapısında infaz edilmişti. Şüpheler başından beri paşanın ailesini de huzursuz ediyordu. Bahtiyar Paşa’nın eşi Şahin Aydın bu konuyu bizzat Başbuğ ile konuştuğunu söylüyor. “Bizzat kendim uğurladım Lice’ye. TSK’yı yıpratmak için bu iddialar ortaya atılıyor.” diyormuş Başbuğ. Bahtiyar Paşa’nın sahte bir çatışma haberi ile Lice’ye çekilip infaz edildiği bilgisini veren kişi de eski bir TSK mensubu. Emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz’un verdiği bilgilere göre bir PKK itirafçısı olan suikastçıyı Kanas silahı ile birlikte bir albay Hakkari’den helikopterle Lice’ye getirmiş ve general öldürülmüştü. Silah ise daha sonra Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde kaybolmuştu. Hüseyin Oğuz, albayın ismini vermiyor ama adres olarak Yüksekova Çetesi’ni gösteriyor. İddialara göre o albay, Yüksekova Çetesi davasında bir süre tutuklu kalan Albay Hamdi Poyraz’dı. Zaman aşımından kapatılmak üzere olan Yüksekova davasının serencamı ve akıbeti ise ilişkiler ağının karmaşıklığını ve büyüklüğünü gözler önüne seriyor.
Dilerseniz hikâyenin en başından başlayayım. 1959 Edirne İpsala doğumlu olan Hüseyin Oğuz, 1977’de astsubay okulundan mezun olduktan sonra ülkenin çeşitli yerlerinde istihbarat ve sorgu astsubayı olarak görev yapar. Oğuz, 1993’ten 1 Temmuz 1996’ya kadar Malatya İl Jandarma’da sorgu astsubayı olarak çalışırken JİTEM’in faaliyetlerine tanık olur. 1 Temmuz 1996’da Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Subay Vekilliği’ne, 20 Eylül’de de Yüksekova’ya atanır. Oğuz’un burada yaşadıkları ise asıl konumuzu oluşturuyor. Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, Yüksekova’ya tayin edildikten bir gün sonra 21 Eylül günü Anavatan İlçe Başkanı Tahir Baskın kendisine gelerek kardeşi Necip Baskın’ın kaçırıldığını söylüyor. Olayın fidye amaçlı olduğunu düşünen Oğuz, korucu ve itirafçılardan şüpheleniyor. Havar kod adlı PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’i sorguya çeken Oğuz, daha sonra kamuoyunda “üniformalı çete” olarak bilinecek Yüksekova Çetesi hakkındaki bilgilere de böylece ulaşıyor.
PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’in Astsubay Hüseyin Oğuz’a verdiği ifadeler, PKK gölgesinde estirilen “terörü” bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Bilgiç’in ifadesine göre Hakkari ve Yüksekova’da görevli pek çok asker ve emniyet yetkilisi kirli işlerin içinde bir çete faaliyeti yürütüyordu. Kirli ilişkiler, yargısız infazlar, fidye almalar, uyuşturucu kaçakçılığı ve daha pek çok karanlık olay, itirafçı anlattıkça açığa çıkıyordu. Bilgiç, tüm bu yasa dışı işlemlerin Yüksekova Tugay Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Hamdi Poyraz ve Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini anlatıyordu. Bilgiç’in anlattıklarına göre Hakkari eski milletvekili Esat Canan’ın akrabası Abdullah Canan da bu çete tarafından öldürülmüştü. Bilgiç’in verdiği çok çarpıcı bilgilerden biri de Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın PKK tarafından değil de JİTEM tarafından infaz edildiğine dair ifadeleriydi.
Hüseyin Oğuz, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’in ifadelerini yazıya döktükten sonra alaya, tugaya, Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderiyor. İfadelerin gitmesinden sonra ilginç gelişmeler yaşanıyor. Oğuz, “acil” kodu ve Alay Komutanı Necati Kılıçkaya’nın emriyle Hakkari İl Jandarma Alay Komutanlığı’na çağırılıyor. Astsubay Oğuz, Hakkari’de çok kötü bir şekilde karşılanıyor, telefonla görüşmesi, çarşıya çıkması dahi yasaklanıyor. Oğuz bir fırsatını bulup Van’da kaçırılarak infaz edilen Abdullah Canan’ın akrabası olan Hakkâri Milletvekili Esat Canan’ın telefonunu bularak arıyor ve kendisini kurtarmasını istiyor. Esat Canan, astsubayın infazının önüne geçmek için olanları basına anlatıyor. Diğer taraftan da CHP Sivas Milletvekili Mahmut Işık, Hüseyin Oğuz’un durumunu Cumhurbaşkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’na bildiriyor. Jandarma Genel Komutanlığı’na çağrılan Oğuz, burada 12 sayfalık ifade veriyor. Ancak anlattıkları dikkate alınmıyor. Kendisine sadece, kaçırılıp infaz edilen Abdullah Canan’ın PKK’lı olduğu bilgisi veriliyor.
Askeri kurumlarda muhatap bulamayan Hüseyin Oğuz, mücadelesini sivil yargıda sürdürmeye karar veriyor. 30 Kasım’da Diyarbakır’a gidip tüm bildiklerini Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısına anlatıyor. Bölgede terörle mücadele adı altında uyuşturucu ve adam kaçırma da dahil her türlü yasadışı faaliyetin yürütüldüğünü bir bir söylüyor. Ardından da emekliye ayrılıyor. Oğuz’un ardından Diyarbakır DGM, Havar kod adlı PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’in ifadelerine başvuruyor. Bilgiç, ifadesinde “bölgede PKK adı altında para toplama faaliyetlerinin yürütüldüğünü, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonlarda şahsi çıkar karşılığında kanunsuz uygulamaların yapıldığını, bölgenin ileri gelen aile mensuplarının kaçırılarak fidye istendiğini, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik olarak kaçakçılık yapıldığını ve bu faaliyetlerin bizzat Yüksekova Tugay Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Albay Hamdi Poyraz, Yüksekova Sınır Tabur Komutanı Yarbay Kanber Oğur ve Dağ Komando eski Tabur Komutanı M.Emin Yurdakul’un bilgisi dahilinde cereyan ettiğini” anlatıyor.
Gelişmeler üzerine Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şubesi tarafından 2 Mart 1997’den itibaren Hakkari Yüksekova’da gerçekleştirilen operasyonlarda, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Albay Hamdi Poyraz, İsmet Ölmez, Kemal Ölmez, Hasan Öztunç, Abdullah Ölmez, Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan, Esendere Belediye Başkanı Tahir Akarsu ve Et-Balık Kurumu Müdürü Fahrettin Akarsu gözaltına alınıyor. Şahıslarla birlikte çok sayıda silah ele geçiriliyor. Albay Poyraz ve Binbaşı Yurdakul bir ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılıyor.
Hüseyin Oğuz’un verdiği bu mücadelenin ardından nihayet yargılama evresi başladı. Ancak yargılama safhasında özellikle yüksek yargı cephesinde yaşananlar Türkiye’de askeri vesayetin hukuk sistemi üzerindeki etkisini gözler önüne serer nitelikte.
Diyarbakır 4 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) görülen davada Albay Hamdi Poyraz, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Üsteğmen Bülent Yetüt, Korucubaşı Kemal Ölmez, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç, özel harekâtçı polis Enver Çırak ile bazı belediye yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 13 sanık yargılandı. Sanıklara şu suçlar yüklendi: Çete kurmak, gasp, CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın yeğeni Abdullah Canan cinayeti, sekiz faili meçhul cinayet, işadamlarından haraç toplama ve bombalama...
Diyarbakır DGM’de görülen dava 22 Mart 2001’de sonuçlandı. Mahkeme, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’u çete kurmak, gasp ve bombalamaya azmettirmekten 25 yıl hapse mahkum etti. Ancak mahkumiyet kararında Albay Hamdi Poyraz yoktu. Diğer sanıklardan özel harekâtçı Enver Çırak’ı 3 yıl 8 ay hapse mahkum eden mahkeme, Üsteğmen Bülent Yetüt’ü 7 yıl 4 ay, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’i 30 yıl, Korucubaşı Kemal Ölmez’i ise 13 yıl hapse mahkûm etti. Hakkında gıyabi tutuklama kararı verilen Binbaşı Yurdakul’un geçen süre içinde emekliye ayrıldığı ortaya çıktı.
Ancak Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2002’de yerel mahkemenin kararını, Şemdinli Davası’nda da olduğu gibi ‘eksik soruşturma’ gerekçesiyle bozdu. Yargıtay, 25 yıla mahkûmken emekli edilen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkındaki gıyabi tutuklama kararını da kaldırdı.
Bunun üzerine dava bu kez Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Kasım 2003’te verilen kararda bu kez emekli Binbaşı Yurdakul 29 yıl, Yüzbaşı Yetüt 7 yıl 4 ay, özel timci Enver Çırak 4 yıl 5 ay, Korucubaşı Kemal Ölmez 14 yıl ve Kahraman Bilgiç de 31 yıl 4 ay hapse mahkûm edildi. Mahkeme, Kurmay Albay Hamdi Poyraz ve eski Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan’ın da aralarında bulunduğu diğer sanıkları ise beraat ettirdi. Bu karar da Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nce yine aynı gerekçeyle bozuldu.
Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen davada 18 Kasım 2005’te bu kez “çete kurma ve üye olma” suçlamasına herhangi atıf yapılmadan beraat kararı verildi. Davacı avukatları kararı Yargıtay’a götürdü. Mahkumiyet kararlarını bozan Yargıtay 6. Ceza Dairesi beraat kararını ise anında onadı. 28 Kasım 2007’de aldığı kararla zaman aşımı süresinin dolmasına daha 2 yıl olmasına rağmen davayı düşürdü. Üstelik bu karar, mağdur taraflara da iletilmedi. Avukat Yaşar Altürk, yüksek mahkemenin kararını kurumun internet sitesinde “dava sorgulama” bölümünden tesadüfen öğrendi. Zaman aşımının en az 2 yıl erken işletildiğini savunan Altürk, karara itiraz ederek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na götürdü. Altürk, verdiği dilekçede dava konusu suç isnadı açısından zaman aşımı süresinin en az 15 yıl olduğunu vurgulayarak zaman aşımına daha en az 2 yıl olduğunu belirtti. Altürk, ayrıca dosya kapsamında delil yoğunluğu bulunduğu halde, sanıklar hakkında Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararının da bozulmasını talep etti. Ağır cezayı gerektiren suçun nitelikli halleri dikkate alınmadığı vurgulanan dilekçede, kanunda yer alan cezanın yukarı sınırının gözetilmediği ve somut olayda davanın zaman aşımını durduran ve kesen sebepler bulunduğu hâlde bu sebep ve süreler dikkate alınmadığı için kararın usul, yasa ve hukuka açıkça aykırı olduğu belirtildi. Avukat Yaşar Altürk “Davaya konu olan yağma fiilinin gerçekleştiği tarih 27 Ağustos 1995. Yani bu durumda bile zaman aşımı ancak 27 Ağustos 2010 tarihinde gerçekleşecek. Kaldı ki Yüksekova Çetesi 9 faili meçhul cinayetten yargılanıyor. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun zaman aşımını düzenleyen 66/1 maddesinin d fıkrasına göre 5 yıldan 20 yıla kadar hapis cezalarında zaman aşımı süresi 15 yıl olarak belirlenmiş. Sanıklar müebbet hapis talepleriyle yargılandı bu davada. Hatta bazıları daha önce 20 yılın üzerinde hapis cezalarına çarptırıldı. Açıkçası 15 yıldır bu dava yılan hikayesine döndü.” diyor.
Yüksekova davası ile ilgili hapis yatan tek kişi ise itirafları ile davanın açılmasını sağlayan Kahraman Bilgiç oldu. O da tahliye edildi. Diğer sanıklar ise adeta taltif edildi. Jandarma Astsubay Hüseyin Oğuz’un görevini yapma uğruna verdiği mücadelede başına gelmeyen kalmmadı. Oysa olayın suç isnat edilen tarafında ise tam tersi bir görüntü var. Yüksekova soruşturması başladığında kamuoyu baskısıyla ilk tutuklananlar arasında bulunan Kurmay Albay Hamdi Poyraz bir ay sonra salıverildi. Bu tarihten itibaren de oldukça önemli görevlere getirildi. Poyraz’ın Hakkari Yüksekova’daki görevinden sonra ilk durağı Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı İcra Tetkik Dairesi Başkanlığı oldu. Burada bir süre görev yapan Poyraz, yurtdışı göreve atandı. Üstelik o sırada Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından verilmiş bir “yurtdışı çıkış yasağı” kararı vardı. Hamdi Poyraz yurtdışındaki görevinin ardından Harp Akademileri Komutanlığı’nda görevlendirildi. Kurmay albay rütbesiyle akademideki öğrencilere örnek olacaktı! Ardından da Askeri Bilimler Araştırma Merkezi Komutanlığı görevine getirildi. Bu görevdeyken de emekliye ayrıldı.
Evet, Yargıtay işte böyle bir hikâyesi olan Yüksekova Çetesi Dosyası’nı üç yıldır kasada tutuyor. 27 Ağustos 2010 tarihinden itibaren artık hiçbir uyarı yüksek yargının haksız kararını telafi etmeye yetmeyecek. Bu arada, şunu da ekleyelim: Türkiye, 2007’de bu davadan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum oldu.
|
|
|
MELİK DUVAKL |
:
Susurluk tetikçisini bırak telefonu
'Yeşil'in kimliğini deşifre eden emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, 1996'da, yakalanan Susurluk çetesinin tetikçisi Doğan Erşahin'i ararken Özal suikastini soruşturan savcı tarafından engellenmek istendiğini söyledi
'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kimlik bilgilerini Susurluk Komisyonu'na ilk kez veren ve Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le ilişkisini anlatan emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, Çarşamba günü yakalanan 'Susurluk tetikçisi' Doğan Erşahin'le ilgili önemli açıklamalar yaptı. 1996'da cezaevinden firar edince Erşahin'in peşine düştüğünü anlatan Hüseyin Oğuz, "Özal suikastini soruşturan savcı telefon edip 'peşine düşme' dedi" şeklinde konuştu. Oğuz, Erşahin'in yıllar sonra yakalanmasını "Yeşil'in de yakalanacağı anlamına geliyor" diye yorumladı.
SUSURLUK'TAN UĞUR MUMCU'YA
Susurluk Raporu'nda 'suç makinesi' olarak geçen Doğan Erşahin Çarşamba günü yakalaandı. 6'sı cinayet olmak üzere birçok suçtan hüküm giyerek ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırıldıktan sonra Rahşan affıyla serbest kalan Erşahin, bir başka cinayet davasında çarptırıldığı ağırlaştırılmış hapis cezası nedeniyle aranıyordu. Erşahin'in adı Susurluk, Uğur Mumcu ve Yüksekova çetesiyle ilgili kurulan TBMM Araştırma Komisyonları'nın raporlarında sıkça yer aldı.
YAKALANMASI İSTENİYORDU
Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadeyle dikkatleri üzerine çeken emekli Jandarma Astsubay Hüseyin Oğuz, Malatya İl Jandarma Komutanlığı'da kısım amiri olarak görev yaptığı dönemde cezaevine giderken firar eden Doğan Erşahin'i kendisinin de aradığını söyledi. Doğu'da görevli Mustafa isimli astsubayın kendisine gelerek Erşahin'le ilgili bilgiler verdiğini ve "Bana bir ekip verir misin, bu adamı yakalayalım" dediğini anlatan Oğuz, "Erşahin'i bölgede bir süre takip ettik. Arama yaptığımız bölgelerde insanlar, Erşahin'in biran önce yakalanmasını istiyordu. Çünkü bir vatandaşın kafasını kesip köy kahvesinin masasına koymuş bir kişi" şeklinde konuştu.
ÖZAL SUİKASTİNİN SAVCISI DEVREDE
Emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, firari Erşahin'i ararken Turgut Özal'a suikast girişiminde bulunan Kartal Demirağ'ı sorgulayan savcı Uğur Tonik'in devreye girdiğini söyledi. "Nasıl oldu halen ben çözemiyorum ama Uğur Tonik devreye girmişti. Erşahin'in peşini bırakmam biri Malatya İl Jandarma'da olmak üzere iki kez benimle görüştü" dedi.
'YEŞİL'DEN DAHA GÖZÜ KARA BİRİ
Hüseyin Oğuz, Erşahin'in yakalanmasının 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın da ele geçirileceği anlamına geldiğini söyledi. "Sıra Yeşil de" diyen Hüseyin Oğuz, Erşahin'in kamuoyunda tehlikeli ve karanlık olarak bilinen Yeşil gibi biri olduğunu belirterek "Hatta daha gözü kara bir adam" şeklinde konuştu. Emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Oğuz, Susurluk Komisyonuna verdiği ifadede çok önemli bilgiler aktardığını söyleyerek "Doğan Erşahin'in Veli Küçük'le bağlantısını ilk ben anlattım" dedi.
Yüksekova Çetesini ortaya çıkardı
1977-1979 arasında Kulp'ta 1979-1981 arasında Ergani'de görev yapan Oğuz, 1983-86 arasında Kars'ta görev yaparken 3 ay 10 gün faili meçhullerle ilgili sorgu kursuna katıldı. 1996'da Yüksekova Sınır Jandarma Tabur Komutanlığı İstihbarat Şube Vekiliyken ANAP İlçe Başkanı Tahir Baskın'ın kardeşinin kaçırılmasını araştırırken Yüksekova Çetesini ortaya çıkardı. Oğuz Yüksekova soruşturmasında 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım'ın da adına ulaştı.
Suç makinesi
Susurluk tetikçisi Doğan Erşahin'in bilinen suçları şöyle: 6 cinayet, 2 kez ruhsatsız silahla yakalanma, 3 kez dolandırıcılık ve hileli iflas, 1 gasp, 1 kez uyuşturucu madde bulundurma, 2 kez resmi belgede sahtecilik.
Coşkuner'i Savcı Tonik'le gördüm
Emekli Astsubay Hüseyin Oğuz, Doğan Erşahin'i aradığı dönemde, Kartal Demirağ'ı sorgulayan Savcı Uğur Tonik'le, Uğur Mumcu suikastinde bombaları yerleştiridiği söylenen Tekin Coşkuner'le aynı masada yemek yerken gördüğünü anlattı. Yemekte Coşkuner'in kendisine Tonik'i göstererek, "O komünisti yok ettiğimizde beni kurtaran kişi bu" dediğini söyledi. Oğuz, Ankara Esenboğa Havalimanı'na gittiğini ve orada Savcı Tonik'le karşılaştığını söyledi. Yanında 2 gazeteci olduğunu anlatan Oğuz, "Tonik'e 'Senin Kartal Demirağ'ı sorğulayan kişi olduğunu öğrendim. Senin Tekin Coşkuner'le ne işin olur, niye bana cazgırlık yapıyorsun' dedim. Tonik de 'Sen benim savcı olduğumu biliyorsun, buna rağmen niye soruşturuyorsun bunları' diyerek hakaret etti ve saldırdı" dedi.
PAZARTESİ KONUŞMALARI 12.07.2010
Neşe Düzel
Hüseyin Oğuz: ‘Öldürüp, kelle vergisi aldılar’
“Ölen terörist karşılığında ‘kelle vergisi’ diye bir para veriliyordu. Bu yüzden terörist diye çobanlar, gariban insanlar öldürüldü. Karşılığında paralar alındı.”
“Yıllar önce ERNK vardı. Şimdi KCK var. Bu siyasi yapıyı yok edemezsiniz. PKK’nın artık şehirlerde direkt silahlı eyleme giren bir kadrosu var. Bu kadro dağa da gider.”
“JİTEM’e eleman almadan önce, fikir yapısı bize uyar mı diye araştırıyorlardı. JİTEM’de ideolojik bir akım vardı. Sadece ülkücü kökenliler istihbarat yapıyordu JİTEM’de.”
* * *
NEDEN HÜSEYİN OĞUZ
Genelkurmay Başkanı geçen hafta malum konuşmalarından birini daha yaptı ve Ergenekon davası sanıklarından JİTEM’ci bir komutana açıkça ismini vererek sahip çıktı. Eğer JİTEM ve JİTEM’ciler, bu kadar sahip çıkılacak bir yapılanma idiyse, acaba niye ordu yıllarca JİTEM’in varlığını reddetmişti? Gene niye acaba Ergenekon davasında yargılanan askerlerin çoğunun yolu bir dönem Doğu ve Güneydoğu’dan geçmişti ve JİTEM’le buluşmuştu? Bölgedeki faili meçhul cinayetler, toplu mezar iddiaları niye hep JİTEM’le ilgiliydi? Bugün devam edip etmediğini bilmediğimiz bu son derece tehlikeli istihbarat ve operasyon yapılanması neler yaptı? JİTEM’de çalışan itirafçıların birçok cinayeti açıklamalarına rağmen neden bu cinayetler hiç soruşturulmadı? Neden bugün Genelkurmay Başkanı, JİTEM cinayetlerinden yargılanan bir albaya sahip çıkmaya çalışıyor? Neden ordu, JİTEM’in varlığını sürekli reddetmeye uğraşıyor? JİTEM’in işlediği cinayetleri Ankara’daki karargâh biliyor muydu? JİTEM, uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgilendi mi? Silah ve insan kaçakçılığı yaptı mı? Haraç topladı mı? JİTEM’in tetikçisi Yeşil yaşıyor mu? Bütün bu soruları, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Jandarma istihbarat elemanı olarak görev yaptığı on bir yıl boyunca sadece PKK’yla değil, asker, polis, korucu ve itirafçı gibi devletin kadrosundaki görevlilerin yasadışılıklarıyla da mücadele eden ve Ergenekon çetelerinin ilk habercisi olan Yüksekova çetesini ortaya çıkaran ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen, yaşayabilmek için bir dönem İzmir Karaburun’da çobanlık yapan Emekli Astsubay Hüseyin Oğuz’a sorduk. Çok net, çok cesur cevaplar aldık. Hüseyin Oğuz’un ‘Ömrüm’ adını verdiği kitabı Lagin Yayınları’ndan yeni çıktı.
* * *
NEŞE DÜZEL: JİTEM nedir?
HÜSEYİN OĞUZ: JİTEM’in açılımı, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’dir. Jandarma Genel Komutanlığı’nın bünyesinde kurulmuş bir istihbarat timidir bu. Ama şunu söylemek lazım. İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi olmadan JİTEM kurulamazdı. Çünkü istihbarat ödeneklerini İçişleri Bakanlığı veriyor. JİTEM, Genelkurmay Başkanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dâhilinde Jandarma Genel Komutanlığı tarafından kuruldu.
Neden ordu, JİTEM’in varlığını sürekli reddetmeye uğraşıyor?
JİTEM’de görev yapanlar Silahlı Kuvvetler’in personeliydi. Bunların, Doğu ve Güneydoğu’da yaptıklarının faturası çok ağır olduğu için ordu JİTEM’i reddediyor. Şöyle anlatayım. JİTEM, terörle mücadele edecek diye kuruldu, yaptığı ise tam tersi oldu. Terörün alt yapısını oluşturdu, terörün devam etmesine ve artmasına, insanların dağa çıkmasına neden oldu. Eğer gariban vatandaşı götürüp öldürürseniz ve cesetlerini de köpeğin önüne atarsanız, terörün bitmesini engellersiniz. Terörün devam etmesini sağlarsınız. JİTEM’in yaptığı yanlışların faturasını ödemek gerçekten çok zor!
Ordu, JİTEM’i niye durdurmadı?
JİTEM kontrolden çıkmış bir güçtü. Devletin her türlü gücünü kullanan başına buyruk bir yapıydı. Yasadışı faaliyetlerin içine girmişti. Hakkâri, Yüksekova, Silopi, Bingöl, Van, Elazığ, Mardin, Cizre gibi yerlerde JİTEM timleri vardı. Bu timler Diyarbakır Grup Komutanlığı’nın şemsiyesi altındaydı ve direkt Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlıydı. Kimseye hesap vermiyorlardı. Mesela Diyarbakır’daki time oradaki bölge komutanı da karışamıyordu.
Time bölge komutanı nasıl karışamaz?
Karışamıyordu. Yedinci Kolordu Komutanı’nın JİTEM’e sözü geçmiyordu. JİTEM’ciler kendi başlarına bir sistem kurmuşlardı. Jandarma istihbarat elemanı olarak bizler de korkuyorduk JİTEM’den. Benim hakkımda bile PKK adına faaliyet yürütüyor diyebilirlerdi. Bizim için de çok korkutucuydu JİTEM.
Komutanlar da korkuyor muydu JİTEM yapılanmasından, JİTEM’cilerden?
Sorduğunuz soru az bile. Generaller suikasta kurban gittiler. Ortada öldürülmüş dört general var. Hulusi Sayın var, İsmail Selen var, Eşref Bitlis var, Bahtiyar Aydın var. Bu ölümler, kurum içindeki çarpık yapılanmadan ötürü olduğu için bu suikastların üzeri örtüldü.
Siz JİTEM’de çalıştınız mı?
Hayır çalışmadım. Ben sadece İl Jandarma Komutanlıklarının bünyesindeki istihbarat birimlerinde çalıştım. Benim kadrom araştırma- sorgulamaydı. Ben Jandarma Genel Komutanlığı’ndan emekli oldum ve bu tür yasadışı unsurlarla ve faaliyetlerle hep mücadele ettim. Zaten önemli olan, terörle lekesiz mücadele edebilmektir ve yasadışılığı affetmemektir. Eğer mesai arkadaşınız uyuşturucu işine bulaşmışsa, onu affetmeyeceksiniz. Ben, Yüksekova çetesini de affetmedim ve bu yüzden başıma her türlü şey geldi. Yüksekova çetesinde polisler, askerler, korucular, itirafçılar birlikte uyuşturucu, silah işi yapıyordu. Ben o çeteyi ortaya çıkararak, dokuz faili meçhul cinayeti aydınlattım. Zaten ben istesem de, beni JİTEM’e almazlardı.
Niye almazlardı?
Onlar, fikir yapısı bize uyar mı diye araştırıyorlardı. JİTEM’de ideolojik bir akım vardı. Sadece ülkücü kökene dayanan kişiler istihbarat yapıyordu JİTEM’de. Ben hiçbir partiye üye olmadım hayatımda ve hiçbir ideolojiyi de benimsemedim.
JİTEM neler yaptı?
JİTEM, bölge insanına çok eziyet etti. İnsanların dağa çıkmalarına sebep oldu. Teröre yeni adam kazandırdı. JİTEM’ciler Kürtlere düşmandı. Vatandaşları, Kürt olmaları nedeniyle öldürdüler. Bölgede vatandaşları usulsüz olarak içeri aldılar ve öldürüp yol kenarına attılar. İnsanların paralarına, mallarını, koyunlarına el koydular.
JİTEM, uyuşturucu kaçakçılığıyla da ilgilendi mi?
Bunlar, uyuşturucu ve silah işi yaptılar. Kaçakçılarla birlikte çalıştılar. Mesela birinde uyuşturucu varsa, o uyuşturucuya el koyup, kendileri sattılar. Ayrıca Jandarma İstihbarat olarak bizim soruşturmalarımızı da engellediler. Mesela uyuşturucu kaçakçılığını takip ediyoruz, bu işten nemalanan JİTEM’ciler bizi engelliyorlardı. Silah kaçakçılarının peşine düşüyoruz, bir bakıyoruz ki JİTEM’ciler karşımıza çıkıyor. Kaçakçıları biz takip ediyoruz diye yalan söyleyip bizim takibi durduruyorlardı.
JİTEM’de çalışan itirafçılar yani eski PKK’lılar, daha sonra JİTEM’in birçok cinayetini kamuoyuna açıkladılar. Bu cinayetlerden siz haberdar oldunuz mu?
Haberdar oldum tabii. Ben o bölgede on bir yıl kaldım ve bazı cinayetlerin de bizzat soruşturmasını yaptım. Malatya - Elazığ arasında Kömürhan Köprüsü vardır. 1995’te Silvanlı bir delikanlıyla Fatma isimli bir genç kızın cesedi bulundu orada. Mermiler Makine Kimya çıkışlıydı. İki gencin gözleri askerî nevresimden kesilmiş bezle bağlanmıştı.
Kimdi bu iki genç?
Bu iki genç yeni arkadaş olmuşlar. Oğlan Sivas’ta iki yıllık üniversiteyi yeni bitirmiş ve sağlık memuru olmuştu. Bu pırıl pırıl iki genç parkta gezerlerken, Diyarbakır JİTEM tarafından elde hiçbir bilgi ve dayanak olmadan keyfî olarak içeri alınıp sorgulanmışlardı. Bu iki genç JİTEM’de bazı işkencelere tanık oldukları için de infaz edilmişlerdi. Sonra cesetleri getirilip Kömürhan Koprüsü’nün altına atılmıştı.
Peki, neden bugün Genelkurmay Başkanı, JİTEM cinayetlerinden yargılanan bir albaya hâlâ sahip çıkmaya çalışıyor?
Hiçbir anlam veremiyorum... Bu soruya cevap vermeyeyim ben. Yalnız şu var. Bu cinayetlerin artık faili meçhul tarafı kalmadı. Gerçek şu ki, artık bu cinayetlerin ya ‘failleri belli’ oldu ya da ‘failleri firari’ hale geldi.
JİTEM tarafından işlenen bu cinayetleri, Ankara’daki karargâh biliyor muydu?
Bilmemesi mümkün değil. Çünkü onlara vukuat raporları gider. Yani meydana gelen olayların hepsi tutanakla tesbit edilir ve ilgili birimler kanalıyla İçişleri Bakanlığı’na, Genelkurmay Başkanlığı’na ve Jandarma Genel Komutanlığı’na gider. Mesela biz Silvanlı çocukla Fatma’nın bilgisini Ankara’ya çekmiştik. Jandarma Genel Komutanı’nın bu cinayetten haberi var.
JİTEM’de çalışan subaylar ne oldu daha sonra?
Çoğu emekli oldular. Durumları iyi. Kimi emlakçilik yapıyor. Kiminin yazlıkları var. Biliyor musunuz, bunlar birbirlerini bulurlar.
Nasıl bulurlar?
Bunlar, ekiplerini gene kurmuşlardır. Bunlar birbirlerinden kopmazlar. Yasadışı olaylar onlara zevk veriyor. JİTEM’in PKK’yla mücadele için kurulduğu söylenir ama, hangi PKK’yla mücadele etmişler bunlar? Bunların, PKK’yla mücadele ile alakaları yoktu. Gidip köyden masum insanları alıp götürmek ve öldürmek, sonra cesetlerini derenin dibine atmak PKK’yla mücadele etmek mi? Adamı öldürüyorsun, köpeklerin önüne atıyorsun? Böyle terörle mücadele mi olur?
İnsanları köpeklerin önüne mi attılar?
Bunu JİTEM tetikçisi Kahraman Bilgiç söylüyor. Cesedi yakıp köpeklerin önüne atmışlar. Hem, Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşların hepsinin PKK’yla ne alakası var? JİTEM, kendi yasadışı işlerini PKK’yla mücadele çerçevesine oturtuyordu. Mesela benim ortaya çıkarttığım Yüksekova çetesinde de her türlü yasadışı iş, düzen vardı. Adamın birini arazisinde yakalamışlar ve bin beş yüz dolarını almışlar. Adamcağız, bari namaz kılayım da ondan sonra öldürün beni demiş. Beklememişler bile. Yüksekova çetesi Ergenekon’un bir parçasıdır. Her şey daha o dönemde ortaya çıktı da ne oldu?
Yüksekova çetesi yargılanmadı mı?
Dava zamanaşımına uğradı. Onlar aklandılar. Ben ise Elazığ Sekizinci Kolordu’nun şikâyetiyle neredeyse PKK’lıyım diye tutuklanıyordum. Neredeyse ben faili meçhul olacaktım, infaz edilecektim. O dönemde CHP milletvekili olan Esat Canan Yüksekova çetesini CHP’nin gündemine getirerek benim canımı kurtardı. O sırada CHP Sivas Milletvekili olan Mahmut Işık bana çok yardım etti. CHP bu iki değerli ismi de parti dışında bıraktı. Eğer Yüksekova çetesinin altındaki derin oluşumlar o dönemde ortaya çıkarılıp üzerine gidilseydi...
Sonuç ne olurdu?
Belki bugün örgüte katılım azalırdı. Çünkü terörle mücadele etmek demek, bu olayları aydınlatmaktır. Terörle mücadele, eline silah alıp gidip dağdakini öldürmek değildir. Terörle mücadele vatandaşla barışmaktır. Ama sen terörle mücadele ediyorum diye vatandaşa hakaret ve eziyet ediyorsun. Sonra da ona, “sen benim yanımda değilsin” diyorsun. Ben de olsam yanında olmam. Ben de olsam dağa çıkarım.
Peki, JİTEM insanlardan haraç topladı mı?
Onlar haraç demezler. Onlar, topladıkları paralara ‘tahsilât’ derler. PKK ise buna ‘vergilendirme’ der. Diyelim ki iyi para kazanan bir Kürt işadamısınız. JİTEM geliyor, sizin başınıza çöküyor. “Bize bu kadar vereceksin” diye sizi tehdit ediyor ve ‘tahsilâtı’ yapıyor.
JİTEM’cilerin ordu içindeki konumları neydi? Diğer subaylar onlara nasıl davranıyordu?
Sağduyulu ve askerî okul terbiyesi görmüş insanlar onlara yaklaşmak dahi istemiyorlardı. TSK’da çok değerli insanlar var.
Yeşil yaşıyor mu?
Tabii yaşıyor. Çok zengin olduğunu biliyorum. Geçmişte beraber çalıştığı birkaç emekli JİTEM’ci var. Onlar mecburen Yeşil’i koruyorlar. Yeşil’in ilişkiler ağı çok büyük. Eğer devlet onu korumasaydı Yeşil yakalanırdı. Düşünün, Susurluk kazası olduktan ve Susurluk olayı ortaya çıktıktan sonra, hatta Tarık Ümit öldürüldükten sonra da Yeşil’in hâlâ Ankara’da Cinnah Caddesi’nde bir yazıhanesi vardı. Yeşil söylenildiği gibi öyle ortadan falan kaldırılmadı.
Susurluk çetesinin en büyük cinayetlerinden biri Tarık Ümit cinayetiydi. MİT’in elemanı olan Tarık Ümit’i, MİT’e çalışan Yeşil mi öldürdü?
Evet, Tarık Ümit’i Yeşil öldürdü. Ensesinden tek kurşunla öldürüldü. Zaten Yeşil’in stili buydu. Enseden tek mermiyle işliyor o cinayetlerini. Zaten ölüm nedeni iki mermiyse, kesinlikle fail o değildir. Tarık Ümit cinayeti çok büyük bir olaydır. O cinayet çözüldüğü zaman her şey ortaya çıkar.
Tarık ümit niye öldürüldü?
Tarık Ümit’in üzerindeki mal varlığına, elindeki paraya göz koyuldu. Duyduğum şu ki, öldürülmeden önce mal varlığına Noter’den el koydular. Tarık Ümit’in soruşturma evrakları bana geldi. Soruşturmayı başlatan Ahmet Demirtaş Astsubay güzel bir yere kadar gelmişti ve soruşturma orada kesildi. Sahte evraklarla cinayet örtbas edilmek istendi. Demirtaş, Tarık Ümit’i hangi petrol istasyonundan kim, nasıl kaçırdı ve kime teslim etti biliyor. Tarık Ümit’i Yeşil’in ciple alıp götürdüğünü biliyor. Üstelik... Tarık Ümit’i Yeşil’le birlikte bir kişi daha infaz etti. O ismi vermiyorum.
Niye vermiyorsunuz?
Bilerek vermiyorum. Kendimi güvenceye alıyorum. Çünkü Yeşil gibi o da hâlâ sağ. Tarık Ümit cinayeti çok büyük bir olaydır. Bu olayın arkasında çok büyük bir ağ var. Eğer bu cinayet aydınlanırsa, Adapazarı-Sapanca- Bolu şeytan üçgeninde öldürülenler ortaya çıkacak ve faili meçhuller aydınlanacak. Behçet Cantürk olayı da, Savaş Buldanlar da aydınlanacak. Tarık Ümit cinayeti çözüldüğü zaman sistem çözülecek ve çökecek. Çünkü bu ve buna benzer olaylar, failler zinciri bütünüyle ortaya çıkacak. Bu üçgendeki cinayetler çözüldüğü zaman Ergenekon’daki faili meçhul olaylar da açığa çıkacak.
Peki... General Bahtiyar Aydın’ı kim öldürdü?
İsim vermeyeceğim. Hangi albay Diyarbakır’a suikast silahı olan Biksi ve Kanas’ı götürdüyse, o yaptı bu işi. 4 No’lu DGM’de albayın kendi ifadesinde var bu. O albay yanında Kahraman Bilgiç’le bir tetikçiyi daha götürdü. Bahtiyar Aydın’ı Lice’de bir operasyona çektiler ve onu orada ensesinden bir kurşunla öldürdüler. Bahtiyar Aydın’ı öldüren suikast silahı zaten PKK’da yoktu.
OHAL valisinin bilgisi dâhilinde miydi JİTEM’in yaptıkları?
Onun bilgisi olmadan JİTEM bir şey yapamazdı ki. JİTEM’i il Jandarma Komutanı engelleyemezdi ama OHAL Valisi engelleyebilirdi. Çünkü hepsinin tepesinde OHAL Valisi vardı. Her gün sabah saat on birde OHAL’de toplantı yapılıyordu. Bu toplantıya JİTEM’i temsilen de biri katılıyordu. OHAL Valisi’nin izni olmadan bir şey yapılamazdı.
Bugün bir kesim OHAL’i gene geri getirmek istiyor. OHAL’le aslında nasıl bir düzen isteniyor?
OHAL’i geri getirmek tarihî bir hata olur. OHAL döneminde vatandaş kan ağlıyordu, göçe zorlanıyordu. İnsanlar yanlış uygulamalardan, operasyonlardan ve terörden yılmışlardı. OHAL, yaptığı baskılarla, vatandaşta daha çok devlete karşı nefret duyguları uyandırdı. Akıllı olan bölgeden kaçtı. OHAL döneminde insanlar kirlendi. Çünkü namuslu yaşamak mümkün değildi. İnsanlar çarpık yapının içinde kire bulaştılar. Yaşamak için yanındakileri PKK’lı olmadığı halde PKK’lı diye ihbar ettiler.
Nasıl ihbar ettiler?
O zamanlar, ölen terörist karşılığında ‘kelle vergisi’ diye bir para veriliyordu. Bu yüzden terörist diye öldürülen çobanlar oldu ve karşılığında paralar alındı. OHAL çok sakıncalı bir yapıydı. Bölge halkı bütün bu yaşananları unutmadı. Bakın bölgede tek sorun terör değil. Asıl bölge halkı birbiriyle barışık değil. Bu yüzden ilk iş olarak önce bölge halkını birbiriyle barıştırmak lazım.
Kürtlerle Kürtleri mi barıştırmak lazım?
Evet. Bana neden konuştuğumu, neden bunları anlattığımı sormadınız.
Sorayım öyleyse... Neden anlatıyorsunuz?
Olan, hep bu ülkenin gençlerine oluyor. 1980 öncesinde de gençlerimiz yok oldu gitti. Artık çocuklar, gençler ağlamasın. Bunun için de bu ülkenin çocuklarını, gençlerini sevenler bildiklerini anlatsınlar. Bu rant, bu çatışma bitsin. Yıllar önce ERNK vardı. Şimdi KCK var. Bu siyasi yapıyı yok edemezsiniz. Üstelik şimdiki daha tehlikeli.
Niye daha tehlikeli?
Daha önceki dönemde, PKK’nın, ona sempati duyan bir kadrosu vardı. Şimdi durum değişti. PKK’nın, şehirlerde direkt silahlı eyleme giren dirijen bir kadrosu var. Bu kadro direkt dağa da gider. Bu gelişmenin önünü kesmediğiniz takdirde bizi zor bir süreç bekliyor demektir.
Bu sürecin önü nasıl kesilir sizce?
KCK operasyonu doğru bir operasyon değil. Şehirde bombayı kim atıyorsa, silahı kim kullanıyorsa, git onu bul. Niye belediye başkanları dâhil herkesi toplayıp içeri atıyorsun ki... Böyle adam kazanılmıyor. Ülkesini seven insanlar çıksınlar konuşsunlar.
Neyi konuşsunlar?
Bu savaşta büyük rant var. Savaş deyince akla PKK geliyor. PKK’yla savaştan çok daha büyük bir savaş var. O da bu savaşın gerisinde yatan büyük rantla savaşmak. İşte bu rantla savaşmak çok zor! Bu rantın içinde her türlü cinayet ve kirli iş var. Ergenekon sürecinde bunların bazıları ortaya çıkmaya başladı. Bu rantı paylaşan ve devletin içine iyice yerleşmiş olan bu derin yapılar henüz tasfiye edilmediler. Terörden, uyuşturucudan, her türlü kaçakçılıktan, çatışmanın rantından beslenenler artık tasfiye olsunlar!