Lakin kaçışımız çürümeden, seviyenin düşmesinden, tahammülsüzlükten kaçıştır. Kaçışımız düşmandan değil, “dost” görünenden kaçıştır. Kaçışımız korkudan değil, pervasızlıktan; tehditten değil, aldırmazlıktan, gözü dönmüşlükten, hırstan kaçıştır. Kaçışımız, masumane kaygılarla dostça uyarılarımızı sınırsız iştihalarının ve kifayetsiz ihtiraslarının önünde mania olarak görenlerin iftiralarından, ithamlarından kaçıştır.
Kaçışımız Rahmet-i Rahman’adır.
Yaklaşı3 yıl önce, 29 Şubat 2016’da “Bismihi” diyerek başlamıştım Yeni Şafak’ta yazmaya. Bugün bu yazıyla müsaadenizi rica ediyorum…
Üniversite yıllarında, bir şirkette 45 gün gece bekçiliği yapıp kazandığım ücretin tamamını daktiloya yatırmıştım. Klavyeyle o gün başlayan dostluk 30 yıl boyunca kesintisiz devam etti. Çoğunun altına imzamı at(a)madığım on binlerce sayfa yazı yazdım. AK Parti’nin programına da, tüzüğüne de, bildirilere, beyannamelere, basın açıklamalarına da, başkanların, bakanların, başbakanların sözlerine de o klavyeyle katkıda bulundum. 15 Temmuz gecesi, üzerimize bombalar düşerken TBMM sığınağında 4 partinin ortak bildirisini yazmak da bana nasip oldu. O klavyeyle Recep Tayyip Erdoğan’ın sesine kelimeler arama şerefine nail oldum.
Bütün bunların ötesinde, ne zaman ki Yeni Şafak’ta yazmaya başladım, işte o zaman kendimi bir “yazar” olarak hissettim.
Sayın Ahmet Albayrak ve Sayın İbrahim Karagül’e bana bu onuru, Yeni Şafak’ta yazma gururunu yaşattıkları için; yazdığım süre boyunca başlarını çok ağrıtmama rağmen en küçük bir serzenişte dahi bulunmadıkları, bana tahammül ettikleri, tamamen kendi istek ve arzumla yazılarıma son verme niyetimi beyan ettiğimde gönülsüzce de olsa müsaade ettikleri için sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Esas müsaadeyi okurdan almak gerektiğini biliyorum…
Okur, yazmanın artık ne kadar zor olduğunu takdir edecek ve inanıyorum ki beni anlayışla karşılayacaktır.
Kaçıyor muyum? Evet, kaçıyorum…
Bilen bilir: Hırsızla, arsızla, haşeratla, asalakla, hainle, münafıkla, yetimin hakkını yiyen yüzsüzle, dönekle kavgadan hiç kaçmadım, kaçmam.
Herkesin “mesaj alındı” diyerek boyun eğdiği günlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında Gezi darbesine karşı dim dik durduğumuza, çoklarının “fitne çıkarıyorsunuz, hocaefendimize haksızlık ediyorsunuz” dediği günlerde, hedef yapılmaktan çekinmeyip Fetullah ve uşaklarına karşı savaştığımıza, 17/25 Aralık yargı darbesine direndiğimize, her türlü teröre, algı operasyonuna, darbe girişimine karşı istisnasız doğru tarafta durduğumuza, dün hocaefendisinin dizinin dibindeyken, bugün herkesten çok bağırıp bizi bile FETÖ’cü ilan eden densizlerin ithamına aldırmadan yanlışa yanlış deyip adaletten ve adalet çağrısından hiç kaçmadığımıza tarih şahittir.
Lakin kaçışımız çürümeden, seviyenin düşmesinden, tahammülsüzlükten kaçıştır. Kaçışımız düşmandan değil, “dost” görünenden kaçıştır. Kaçışımız korkudan değil, pervasızlıktan; tehditten değil, aldırmazlıktan, gözü dönmüşlükten, hırstan kaçıştır. Kaçışımız, masumane kaygılarla dostça uyarılarımızı sınırsız iştihalarının ve kifayetsiz ihtiraslarının önünde mania olarak görenlerin iftiralarından, ithamlarından kaçıştır.
Kaçışımız Rahmet-i Rahman’adır.
Okur da bilir ki, elin ve kalemin naçar kaldığı zor zamanlarda dervişane sükut eylemden evladır.
Bir kez daha başta Sayın Ahmet Albayrak ve Sayın İbrahim Karagül olmak üzere, Ersin Çelik, İdris Saruhan, Mustafa Kahraman ve nazımızı çeken tüm Yeni Şafak çalışanlarına sonsuz teşekkürler…
Haklarınızı helal ediniz… Vesselam…
*Sahipsiz vatanın batması haktır,*
*Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır.*
(M.Akif Ersoy)
Hasip Sarıgöz'.. (yazar)
*BEKA MESELESİ…
* *Dönüp dönüp, ikide bir
“Beka Meselesi” deyip duruyorlar…
*Süleyman Şah Saygı Karakolu idi.
Hatay, İskenderun, Edirne neyse oda aynıydı.
Öz beöz Türk toprağıydı.
Fakat tek bir kurşun bile atmadan
IŞİD eşkıyalarına terk ettiler!
Beka meselesi etmediler!
*Ege’deki 17 adamızı Yunan’a teslim ettiler!
Beka meselesi etmediler!
*Ege’de; Hava sahamız ve kıta sahanlığımız
Yunan tarafından kevgire döndürüldü,
ihlaller halen daha devam ediyor!
Ama beka meselesi edilmedi/edilmiyor!
*Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildi
(müzik notası bile veremedik!).
Beka meselesi olmadı!
Hem de babalar gibi satıldı!
Yine beka meselesi olmadı!
Rahmetli Rauf Denktaş’a
etmedik bırakmadılar!
Milli dava olan Kıbrıs’ın elden gitmesi için
Kıbrıslı Türklere
“Yes be annem”
bile dedirttiler!
Beka meselesi olmadı!
*“T.C.” tabelalarını söktüler!
“Ne mutlu Türk’üm diyene”
levhalarını her yerden indirdiler!
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldılar!
Türk’ü maden suyu şişe lerinden bile kazıdılar!
Hiç de beka meselesi olmadı!
*Üretimi bitirdiler!
Şeker fabrikalarını sattılar!
Ergenekon ve Balyoz Kumpas larıyla
ordunun şerefli subaylarını zindanlara tıktılar!
Askeri hastaneleri kapattılar!
Harp Akademileri’ni ve askeri okulları kapattılar!
Ordunun komuta yapısını bozdular!
Beka meselesi olmadı!
*Parlamenter sistemi mezara koydular!
Ama yine beka meselesi olmadı!
Son icraatları ise
ASKERİ FABRİKALARI SATMAK!
Bu bile beka meselesi olmuyor!
Eh, şimdi diyorlar ki;
*Belediye seçimleri kaybedilirse beka sorunu olurmuş*
”. Hadi oradan!!!
*”Türk milleti için, beka sorunu oluşturan bir etken varsa,
Oda sizsiniz”
* Diyorlar ki,
*Satış değil, işletme devri.*
*İşte, böyle diye diye getiriyorlar Sevr'i.*)
===> İSTANBUL DÜNYA HIDROJEN ENERJI MRK. NEDEN KAPATILDI =>
www.hidrojenenerjihareketi.tr.gg
===> TÜRKIYENIN ALTINI OYAN TERÖRE DESTEK VEREN ÜLKEMİN.
SERVIS ARAÇ ITHAL REKOR/TEKELINE
NEDEN DUR DENMEDI
< Yeniçağ yazarı Adnan İslamoğulları,
AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın
"Atatürkçü" oylara yönelik olarak değişen politikasını değerlendirdi.
İslamoğulları,
"Salıncakta da sallansanız,
V yaka süeter de giyseniz,
smokin giyip papyon da taksanız,
bir tren vagonunun penceresine
kollarınızı dayayarak fotograf da verseniz,
hatta bir tarla bulup kargaları da kovalasanız,
baloya gidip vals de yapsanız,
kuvvacı kalpağı taksanız başınıza
Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız"
dedi.
İslamoğulları'nın
"Atatürk maskesi size ağır gelir, taşıyamazsınız...
" başlığıyla bugün kaleme aldığı yazı şöyle:
“Bugüne kadar kaç maske taktınız,
sayamadık, tâkâtimiz yetmedi saymaya.
Biz yorulduk maskelerinizi saymaya,
siz değiştirmeğe yorulmadınız,
biz utandık zaman zaman maskelerinizi görmeye,
siz değiştirmekten içtinâb etmediniz.
Biz "Bu sondur,
bundan fazla da maskeleri olamaz" dedik,
ümit etmek istedik sizin adınıza,
ama siz maskelerinizin yanında
kostüm de değiştirdiniz…
Hep bir maske vardı yüzünüzde,
gerçek yüzünüzü hep saklamak istediniz,
gerçek yüzünüzle çıkamadınız
kendi ülkenizin insanlarının önüne…
Kim bilir, belki de
bir gerçek yüzünüz yok sizin,
biz yalnızca
bir yüzünüz olduğunu düşündük hep
ve sakladınız sandık,
belki de burada yanıldık,
sizin gerçek bir yüzünüz yok belki de
… "Değiştik" dediniz,
"Gömleğimizi çıkardık" dediniz,
"Demokrasi" dediniz, "İnsan hakları" dediniz
, "Yetim hakkı" dediniz,
"Fırat'ın kenarındaki koyun" dediniz,
"Allah korkusu" dediniz,
"Peygamber ahlâkı" dediniz,
"Ömer adâleti" dediniz,
o kadar çok şey dediniz ki…
Değişmediniz...
Gömleğinizi çıkarmadınız.
Demokrasiye hiç inanmadınız.
İnsan hakları yalnızca sizin için vardı.
Yetimin hakkına
komisyon diye fetvalar verdiniz.
Fırat'ın kenarındaki koyunu kurtlar kaptı
ama sizin umurunuzda olmadı.
Allah korkunuz nev i şahsınıza münhasır.
Paygamber ahlâkı dediniz,
akrabayı kollama ayetlerini
akrabayı kayırmaya dönüştürdünüz.
Ömer adaleti değil camiyi yıkmıştı,
siz camiyi değil adâleti yıktınız.
O kadar çok yanlış yaptınız ki!..
Cumhuriyetle olan hesaplaşmanız hiç bitmedi…
"Doksan yıllık reklâm arası" dediniz…
"Beğenseniz de beğenmeseniz de
yeni devlet kuruyoruz" dediniz…
"İki ayyaş" dediniz…
"Keşke Yunan kazansaydı" dedi,
sarayınızda sofranıza otırttuğunuz meczuplarınız…
Zübeyde Hanım'a
olmadık hakaretler edilmesine göz yumdunuz…
"Olmasaydın da olurduk"
şeklinde tam sayfa ahlâksız ilanlar verildi
havuzunuzun gazetelerinde…
Ne oldu şimdi?
Ne değişti?
Ne değişti de,
ne oldu da
birdenbire kendinize yeni maske taktınız?
Fakat bu kez öyle bir maske taktınız ki,
size bile ağır gelecek o maske..
. Bu kez öyle bir maske taktınız ki,
ardındaki yüzü gösterecek,
saklamayacak o yüzü, yüzünüzü...
Salıncakta da sallansanız,
V yaka süeter de giyseniz,
smokin giyip papyon da taksanız,
bir tren vagonunun penceresine
kollarınızı dayayarak fotograf da verseniz,
hatta bir tarla bulup kargaları da kovalasanız,
baloya gidip vals de yapsanız,
kuvvacı kalpağı taksanız başınıza...
Ve hatta...
Beyaz leblebi ile rakı
içip zeybek de oynasanız