Nevzat Çiçek / Özgün Duruş
Yüksekova Çetesi’ni ortaya çıkaran ve Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede Yeşil’i deşifre eden Jandarma İstihbaratçı Hüseyin Oğuz, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a suikast gerçekleştiren Kartal Demirağ’ı sorgulayan savcılardan Uğur Tonik’in o dönem kızının kaçırıldığını ve bunu kendisine Uğur Tonik’in karısı Ayla Hanım’ın telefonla söylediğini ifade etti. Oğuz, bu hafta Lagin Yayınları tarafından çıkarılan “Bir istihbaratçı askerin anıları: ömrüm” adlı kitapta olayın ayrıntılarını anlattı.
ESKİ İSTİHBARATÇI HÜSEYİN OĞUZ
Eski istihbaratçı Hüseyin Oğuz, Malatya İl Jandarma Komutanlığı’nda görevliyken Uğur Mumcu suikastıyla ilgili bilgilere ulaştığını söyledi. Oğuz, Susurluk tetikçisi olarak bilinen Doğan Erşahin’i ararken ulaştığı çarpıcı bilgileri şöyle anlattı:
“Ben bir gün Malatya İl Jandarmada oturuyordum. Doğan Erşahin’i ararken Aydın Öztürk diye biriyle tanıştık. Konuşmamızda Tekin Coşkuner’in Ankara Yenimahalle’de Mumcu suikastında kullanılan C4’leri sakladığını söyledi. Kardeşinin oğlu Ali’nin de onu alıp getirdiğini, hatta Malatya’da polisin gözaltı çektiğini, devreye Özal suikastını yapan Kartal Demirağ’ı sorgulayan savcı Uğur Tonik’in girdiğini söyledi. Uğur Tonik’in kim olduğunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının iyi bilmesi lazım. Uğur Tonik ve Tekin Coşkuner’le aynı masada yemek yedik. Yemekte Tekin, bana, Tonik`i göstererek, ‘O komünisti yok ettiğimizde beni kurtaran kişi bu’ dedi.”
KIZIMIZI KAÇIRDILAR, NEDEN SİZ DE MAĞDUR EDİYORSUNUZ?
Oğuz, Uğur Tonik’in Turgut Özal suikastını soruşturan kişi olduğunu da ifade ederek, “Susurluk Komisyonu’na ifade verdikten sonra Elazığ İl Jandarmaya döndüğümde sıkıntılar başladı. Beni Elazığ İl Jandarma Harekât Ünitesi’nde görevlendirdiler. Benim o dönem PKK’nın yayın organı olan MED TV’ye röportaj verdim diye cezaevine gönderileceğim ve orada infaz edileceğim bana söylendi. 12 gün içeride kaldım ve kendimi korumaya çalıştım. Elazığ İl Jandarma’da kalırken santral bir gün bir bayanın telefonla beni aradığını söyledi. Ben de eşim arıyor diyerek kabul ettim. Karşıdaki ses kendisini tanıttı ve Uğur Tonik’in eşi olduğunu ifade etti. Ben Susurluk Komisyonu’nda Uğur Tonik’in ismini vermiştim. Ayla Hanım bana, ‘Evladım, bizim çok sıkıntımız oldu. Kartal Demirağ’ın sorgulanmasından sonra başımıza birçok iş geldi. Kızımızı kaçırdılar, çok mağdur olduk, neden siz de bizi mağdur ediyorsunuz’ diye sordu. Ben de, sizi mağdur etmek için değil, gerçeklerin ortaya çıkması için bildiklerimi açıkladım” dedi.
Hüseyin Oğuz, Uğur Tonik’in kendisine bir dosya vereceğini ve kendisi ile üç gazetecinin şahitliğinde Ankara’da Havaalanı’nda buluştuklarını ve Uğur Tonik’in kızgınlıkla kendisine saldırdığını da ifade ederek, “Buna yanımızda bulunan üç kişi de şahitti” dedi. Uğur Tonik’in Yargıtay’dan emekli olmasında bu olayın etkili olduğunu ifade eden Oğuz, Uğur Tonik’in konuşması halinde Özal suikastı ile ilgili birçok karanlık noktanın da aydınlanacağını ifade etti.
GATA’DA YÜZÜME BAKMADILAR
Yüksekova Çetesi’ni ortaya çıkardıktan sonra sürekli sürgüne gönderildiğini belirten Oğuz, “3 ayda 6 ilçe 3 il gezdim” dedi. Yaşadığı sıkıntının sürgünle de kalmadığını kaydeden Oğuz, Kars’ta kar üzerinde yattığı için zarar gören böbreklerinden tedavi olmak için gittiği GATA’da yüzüne bile bakılmadığını şu ifadelerle anlattı:
“1996 yılında GATA’ya gittim. Muayene olamadan geri döndüm. Demek ki çeteler ağır bastı. Ameliyat olmam gerekiyordu. GATA’daki muameleyi sorgulamadım hiç. Maaş da alamıyordum. Elazığ’a nasıl döneceğim diye hesap yapıyordum. Dönüş biletimi arkadaşım almıştı. Emekli olduktan sonra 9 Eylül’de ameliyat oldum. Yine de küsmüyorum. Ben Jandarma astsubay okulundan mezun olurken ettiğim yemine sadık kaldım. Ama o GATA’daki doktor, Hipokrat yeminine sadık kalmadı. Ben sağ bacağımı kaybettim, damar yok. Sol böbreğimi kaybettim. Sol gözümden ameliyat oldum. Ben bunları barda, pavyonda kaybetmedim” dedi
PAZARTESİ KONUŞMALARI 12.07.2010
Neşe Düzel
Hüseyin Oğuz: ‘Öldürüp, kelle vergisi aldılar’
“Ölen terörist karşılığında ‘kelle vergisi’ diye bir para veriliyordu. Bu yüzden terörist diye çobanlar, gariban insanlar öldürüldü. Karşılığında paralar alındı.”
“Yıllar önce ERNK vardı. Şimdi KCK var. Bu siyasi yapıyı yok edemezsiniz. PKK’nın artık şehirlerde direkt silahlı eyleme giren bir kadrosu var. Bu kadro dağa da gider.”
“JİTEM’e eleman almadan önce, fikir yapısı bize uyar mı diye araştırıyorlardı. JİTEM’de ideolojik bir akım vardı. Sadece ülkücü kökenliler istihbarat yapıyordu JİTEM’de.”
* * *
NEDEN HÜSEYİN OĞUZ
Genelkurmay Başkanı geçen hafta malum konuşmalarından birini daha yaptı ve Ergenekon davası sanıklarından JİTEM’ci bir komutana açıkça ismini vererek sahip çıktı. Eğer JİTEM ve JİTEM’ciler, bu kadar sahip çıkılacak bir yapılanma idiyse, acaba niye ordu yıllarca JİTEM’in varlığını reddetmişti? Gene niye acaba Ergenekon davasında yargılanan askerlerin çoğunun yolu bir dönem Doğu ve Güneydoğu’dan geçmişti ve JİTEM’le buluşmuştu? Bölgedeki faili meçhul cinayetler, toplu mezar iddiaları niye hep JİTEM’le ilgiliydi? Bugün devam edip etmediğini bilmediğimiz bu son derece tehlikeli istihbarat ve operasyon yapılanması neler yaptı? JİTEM’de çalışan itirafçıların birçok cinayeti açıklamalarına rağmen neden bu cinayetler hiç soruşturulmadı? Neden bugün Genelkurmay Başkanı, JİTEM cinayetlerinden yargılanan bir albaya sahip çıkmaya çalışıyor? Neden ordu, JİTEM’in varlığını sürekli reddetmeye uğraşıyor? JİTEM’in işlediği cinayetleri Ankara’daki karargâh biliyor muydu? JİTEM, uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgilendi mi? Silah ve insan kaçakçılığı yaptı mı? Haraç topladı mı? JİTEM’in tetikçisi Yeşil yaşıyor mu? Bütün bu soruları, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Jandarma istihbarat elemanı olarak görev yaptığı on bir yıl boyunca sadece PKK’yla değil, asker, polis, korucu ve itirafçı gibi devletin kadrosundaki görevlilerin yasadışılıklarıyla da mücadele eden ve Ergenekon çetelerinin ilk habercisi olan Yüksekova çetesini ortaya çıkaran ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen, yaşayabilmek için bir dönem İzmir Karaburun’da çobanlık yapan Emekli Astsubay Hüseyin Oğuz’a sorduk. Çok net, çok cesur cevaplar aldık. Hüseyin Oğuz’un ‘Ömrüm’ adını verdiği kitabı Lagin Yayınları’ndan yeni çıktı.
* * *
NEŞE DÜZEL: JİTEM nedir?
HÜSEYİN OĞUZ: JİTEM’in açılımı, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’dir. Jandarma Genel Komutanlığı’nın bünyesinde kurulmuş bir istihbarat timidir bu. Ama şunu söylemek lazım. İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi olmadan JİTEM kurulamazdı. Çünkü istihbarat ödeneklerini İçişleri Bakanlığı veriyor. JİTEM, Genelkurmay Başkanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dâhilinde Jandarma Genel Komutanlığı tarafından kuruldu.
Neden ordu, JİTEM’in varlığını sürekli reddetmeye uğraşıyor?
JİTEM’de görev yapanlar Silahlı Kuvvetler’in personeliydi. Bunların, Doğu ve Güneydoğu’da yaptıklarının faturası çok ağır olduğu için ordu JİTEM’i reddediyor. Şöyle anlatayım. JİTEM, terörle mücadele edecek diye kuruldu, yaptığı ise tam tersi oldu. Terörün alt yapısını oluşturdu, terörün devam etmesine ve artmasına, insanların dağa çıkmasına neden oldu. Eğer gariban vatandaşı götürüp öldürürseniz ve cesetlerini de köpeğin önüne atarsanız, terörün bitmesini engellersiniz. Terörün devam etmesini sağlarsınız. JİTEM’in yaptığı yanlışların faturasını ödemek gerçekten çok zor!
Ordu, JİTEM’i niye durdurmadı?
JİTEM kontrolden çıkmış bir güçtü. Devletin her türlü gücünü kullanan başına buyruk bir yapıydı. Yasadışı faaliyetlerin içine girmişti. Hakkâri, Yüksekova, Silopi, Bingöl, Van, Elazığ, Mardin, Cizre gibi yerlerde JİTEM timleri vardı. Bu timler Diyarbakır Grup Komutanlığı’nın şemsiyesi altındaydı ve direkt Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlıydı. Kimseye hesap vermiyorlardı. Mesela Diyarbakır’daki time oradaki bölge komutanı da karışamıyordu.
Time bölge komutanı nasıl karışamaz?
Karışamıyordu. Yedinci Kolordu Komutanı’nın JİTEM’e sözü geçmiyordu. JİTEM’ciler kendi başlarına bir sistem kurmuşlardı. Jandarma istihbarat elemanı olarak bizler de korkuyorduk JİTEM’den. Benim hakkımda bile PKK adına faaliyet yürütüyor diyebilirlerdi. Bizim için de çok korkutucuydu JİTEM.
Komutanlar da korkuyor muydu JİTEM yapılanmasından, JİTEM’cilerden?
Sorduğunuz soru az bile. Generaller suikasta kurban gittiler. Ortada öldürülmüş dört general var. Hulusi Sayın var, İsmail Selen var, Eşref Bitlis var, Bahtiyar Aydın var. Bu ölümler, kurum içindeki çarpık yapılanmadan ötürü olduğu için bu suikastların üzeri örtüldü.
Siz JİTEM’de çalıştınız mı?
Hayır çalışmadım. Ben sadece İl Jandarma Komutanlıklarının bünyesindeki istihbarat birimlerinde çalıştım. Benim kadrom araştırma- sorgulamaydı. Ben Jandarma Genel Komutanlığı’ndan emekli oldum ve bu tür yasadışı unsurlarla ve faaliyetlerle hep mücadele ettim. Zaten önemli olan, terörle lekesiz mücadele edebilmektir ve yasadışılığı affetmemektir. Eğer mesai arkadaşınız uyuşturucu işine bulaşmışsa, onu affetmeyeceksiniz. Ben, Yüksekova çetesini de affetmedim ve bu yüzden başıma her türlü şey geldi. Yüksekova çetesinde polisler, askerler, korucular, itirafçılar birlikte uyuşturucu, silah işi yapıyordu. Ben o çeteyi ortaya çıkararak, dokuz faili meçhul cinayeti aydınlattım. Zaten ben istesem de, beni JİTEM’e almazlardı.
Niye almazlardı?
Onlar, fikir yapısı bize uyar mı diye araştırıyorlardı. JİTEM’de ideolojik bir akım vardı. Sadece ülkücü kökene dayanan kişiler istihbarat yapıyordu JİTEM’de. Ben hiçbir partiye üye olmadım hayatımda ve hiçbir ideolojiyi de benimsemedim.
JİTEM neler yaptı?
JİTEM, bölge insanına çok eziyet etti. İnsanların dağa çıkmalarına sebep oldu. Teröre yeni adam kazandırdı. JİTEM’ciler Kürtlere düşmandı. Vatandaşları, Kürt olmaları nedeniyle öldürdüler. Bölgede vatandaşları usulsüz olarak içeri aldılar ve öldürüp yol kenarına attılar. İnsanların paralarına, mallarını, koyunlarına el koydular.
JİTEM, uyuşturucu kaçakçılığıyla da ilgilendi mi?
Bunlar, uyuşturucu ve silah işi yaptılar. Kaçakçılarla birlikte çalıştılar. Mesela birinde uyuşturucu varsa, o uyuşturucuya el koyup, kendileri sattılar. Ayrıca Jandarma İstihbarat olarak bizim soruşturmalarımızı da engellediler. Mesela uyuşturucu kaçakçılığını takip ediyoruz, bu işten nemalanan JİTEM’ciler bizi engelliyorlardı. Silah kaçakçılarının peşine düşüyoruz, bir bakıyoruz ki JİTEM’ciler karşımıza çıkıyor. Kaçakçıları biz takip ediyoruz diye yalan söyleyip bizim takibi durduruyorlardı.
JİTEM’de çalışan itirafçılar yani eski PKK’lılar, daha sonra JİTEM’in birçok cinayetini kamuoyuna açıkladılar. Bu cinayetlerden siz haberdar oldunuz mu?
Haberdar oldum tabii. Ben o bölgede on bir yıl kaldım ve bazı cinayetlerin de bizzat soruşturmasını yaptım. Malatya - Elazığ arasında Kömürhan Köprüsü vardır. 1995’te Silvanlı bir delikanlıyla Fatma isimli bir genç kızın cesedi bulundu orada. Mermiler Makine Kimya çıkışlıydı. İki gencin gözleri askerî nevresimden kesilmiş bezle bağlanmıştı.
Kimdi bu iki genç?
Bu iki genç yeni arkadaş olmuşlar. Oğlan Sivas’ta iki yıllık üniversiteyi yeni bitirmiş ve sağlık memuru olmuştu. Bu pırıl pırıl iki genç parkta gezerlerken, Diyarbakır JİTEM tarafından elde hiçbir bilgi ve dayanak olmadan keyfî olarak içeri alınıp sorgulanmışlardı. Bu iki genç JİTEM’de bazı işkencelere tanık oldukları için de infaz edilmişlerdi. Sonra cesetleri getirilip Kömürhan Koprüsü’nün altına atılmıştı.
Peki, neden bugün Genelkurmay Başkanı, JİTEM cinayetlerinden yargılanan bir albaya hâlâ sahip çıkmaya çalışıyor?
Hiçbir anlam veremiyorum... Bu soruya cevap vermeyeyim ben. Yalnız şu var. Bu cinayetlerin artık faili meçhul tarafı kalmadı. Gerçek şu ki, artık bu cinayetlerin ya ‘failleri belli’ oldu ya da ‘failleri firari’ hale geldi.
JİTEM tarafından işlenen bu cinayetleri, Ankara’daki karargâh biliyor muydu?
Bilmemesi mümkün değil. Çünkü onlara vukuat raporları gider. Yani meydana gelen olayların hepsi tutanakla tesbit edilir ve ilgili birimler kanalıyla İçişleri Bakanlığı’na, Genelkurmay Başkanlığı’na ve Jandarma Genel Komutanlığı’na gider. Mesela biz Silvanlı çocukla Fatma’nın bilgisini Ankara’ya çekmiştik. Jandarma Genel Komutanı’nın bu cinayetten haberi var.
JİTEM’de çalışan subaylar ne oldu daha sonra?
Çoğu emekli oldular. Durumları iyi. Kimi emlakçilik yapıyor. Kiminin yazlıkları var. Biliyor musunuz, bunlar birbirlerini bulurlar.
Nasıl bulurlar?
Bunlar, ekiplerini gene kurmuşlardır. Bunlar birbirlerinden kopmazlar. Yasadışı olaylar onlara zevk veriyor. JİTEM’in PKK’yla mücadele için kurulduğu söylenir ama, hangi PKK’yla mücadele etmişler bunlar? Bunların, PKK’yla mücadele ile alakaları yoktu. Gidip köyden masum insanları alıp götürmek ve öldürmek, sonra cesetlerini derenin dibine atmak PKK’yla mücadele etmek mi? Adamı öldürüyorsun, köpeklerin önüne atıyorsun? Böyle terörle mücadele mi olur?
İnsanları köpeklerin önüne mi attılar?
Bunu JİTEM tetikçisi Kahraman Bilgiç söylüyor. Cesedi yakıp köpeklerin önüne atmışlar. Hem, Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşların hepsinin PKK’yla ne alakası var? JİTEM, kendi yasadışı işlerini PKK’yla mücadele çerçevesine oturtuyordu. Mesela benim ortaya çıkarttığım Yüksekova çetesinde de her türlü yasadışı iş, düzen vardı. Adamın birini arazisinde yakalamışlar ve bin beş yüz dolarını almışlar. Adamcağız, bari namaz kılayım da ondan sonra öldürün beni demiş. Beklememişler bile. Yüksekova çetesi Ergenekon’un bir parçasıdır. Her şey daha o dönemde ortaya çıktı da ne oldu?
Yüksekova çetesi yargılanmadı mı?
Dava zamanaşımına uğradı. Onlar aklandılar. Ben ise Elazığ Sekizinci Kolordu’nun şikâyetiyle neredeyse PKK’lıyım diye tutuklanıyordum. Neredeyse ben faili meçhul olacaktım, infaz edilecektim. O dönemde CHP milletvekili olan Esat Canan Yüksekova çetesini CHP’nin gündemine getirerek benim canımı kurtardı. O sırada CHP Sivas Milletvekili olan Mahmut Işık bana çok yardım etti. CHP bu iki değerli ismi de parti dışında bıraktı. Eğer Yüksekova çetesinin altındaki derin oluşumlar o dönemde ortaya çıkarılıp üzerine gidilseydi...
Sonuç ne olurdu?
Belki bugün örgüte katılım azalırdı. Çünkü terörle mücadele etmek demek, bu olayları aydınlatmaktır. Terörle mücadele, eline silah alıp gidip dağdakini öldürmek değildir. Terörle mücadele vatandaşla barışmaktır. Ama sen terörle mücadele ediyorum diye vatandaşa hakaret ve eziyet ediyorsun. Sonra da ona, “sen benim yanımda değilsin” diyorsun. Ben de olsam yanında olmam. Ben de olsam dağa çıkarım.
Peki, JİTEM insanlardan haraç topladı mı?
Onlar haraç demezler. Onlar, topladıkları paralara ‘tahsilât’ derler. PKK ise buna ‘vergilendirme’ der. Diyelim ki iyi para kazanan bir Kürt işadamısınız. JİTEM geliyor, sizin başınıza çöküyor. “Bize bu kadar vereceksin” diye sizi tehdit ediyor ve ‘tahsilâtı’ yapıyor.
JİTEM’cilerin ordu içindeki konumları neydi? Diğer subaylar onlara nasıl davranıyordu?
Sağduyulu ve askerî okul terbiyesi görmüş insanlar onlara yaklaşmak dahi istemiyorlardı. TSK’da çok değerli insanlar var.
Yeşil yaşıyor mu?
Tabii yaşıyor. Çok zengin olduğunu biliyorum. Geçmişte beraber çalıştığı birkaç emekli JİTEM’ci var. Onlar mecburen Yeşil’i koruyorlar. Yeşil’in ilişkiler ağı çok büyük. Eğer devlet onu korumasaydı Yeşil yakalanırdı. Düşünün, Susurluk kazası olduktan ve Susurluk olayı ortaya çıktıktan sonra, hatta Tarık Ümit öldürüldükten sonra da Yeşil’in hâlâ Ankara’da Cinnah Caddesi’nde bir yazıhanesi vardı. Yeşil söylenildiği gibi öyle ortadan falan kaldırılmadı.
Susurluk çetesinin en büyük cinayetlerinden biri Tarık Ümit cinayetiydi. MİT’in elemanı olan Tarık Ümit’i, MİT’e çalışan Yeşil mi öldürdü?
Evet, Tarık Ümit’i Yeşil öldürdü. Ensesinden tek kurşunla öldürüldü. Zaten Yeşil’in stili buydu. Enseden tek mermiyle işliyor o cinayetlerini. Zaten ölüm nedeni iki mermiyse, kesinlikle fail o değildir. Tarık Ümit cinayeti çok büyük bir olaydır. O cinayet çözüldüğü zaman her şey ortaya çıkar.
Tarık ümit niye öldürüldü?
Tarık Ümit’in üzerindeki mal varlığına, elindeki paraya göz koyuldu. Duyduğum şu ki, öldürülmeden önce mal varlığına Noter’den el koydular. Tarık Ümit’in soruşturma evrakları bana geldi. Soruşturmayı başlatan Ahmet Demirtaş Astsubay güzel bir yere kadar gelmişti ve soruşturma orada kesildi. Sahte evraklarla cinayet örtbas edilmek istendi. Demirtaş, Tarık Ümit’i hangi petrol istasyonundan kim, nasıl kaçırdı ve kime teslim etti biliyor. Tarık Ümit’i Yeşil’in ciple alıp götürdüğünü biliyor. Üstelik... Tarık Ümit’i Yeşil’le birlikte bir kişi daha infaz etti. O ismi vermiyorum.
Niye vermiyorsunuz?
Bilerek vermiyorum. Kendimi güvenceye alıyorum. Çünkü Yeşil gibi o da hâlâ sağ. Tarık Ümit cinayeti çok büyük bir olaydır. Bu olayın arkasında çok büyük bir ağ var. Eğer bu cinayet aydınlanırsa, Adapazarı-Sapanca- Bolu şeytan üçgeninde öldürülenler ortaya çıkacak ve faili meçhuller aydınlanacak. Behçet Cantürk olayı da, Savaş Buldanlar da aydınlanacak. Tarık Ümit cinayeti çözüldüğü zaman sistem çözülecek ve çökecek. Çünkü bu ve buna benzer olaylar, failler zinciri bütünüyle ortaya çıkacak. Bu üçgendeki cinayetler çözüldüğü zaman Ergenekon’daki faili meçhul olaylar da açığa çıkacak.
Peki... General Bahtiyar Aydın’ı kim öldürdü?
İsim vermeyeceğim. Hangi albay Diyarbakır’a suikast silahı olan Biksi ve Kanas’ı götürdüyse, o yaptı bu işi. 4 No’lu DGM’de albayın kendi ifadesinde var bu. O albay yanında Kahraman Bilgiç’le bir tetikçiyi daha götürdü. Bahtiyar Aydın’ı Lice’de bir operasyona çektiler ve onu orada ensesinden bir kurşunla öldürdüler. Bahtiyar Aydın’ı öldüren suikast silahı zaten PKK’da yoktu.
OHAL valisinin bilgisi dâhilinde miydi JİTEM’in yaptıkları?
Onun bilgisi olmadan JİTEM bir şey yapamazdı ki. JİTEM’i il Jandarma Komutanı engelleyemezdi ama OHAL Valisi engelleyebilirdi. Çünkü hepsinin tepesinde OHAL Valisi vardı. Her gün sabah saat on birde OHAL’de toplantı yapılıyordu. Bu toplantıya JİTEM’i temsilen de biri katılıyordu. OHAL Valisi’nin izni olmadan bir şey yapılamazdı.
Bugün bir kesim OHAL’i gene geri getirmek istiyor. OHAL’le aslında nasıl bir düzen isteniyor?
OHAL’i geri getirmek tarihî bir hata olur. OHAL döneminde vatandaş kan ağlıyordu, göçe zorlanıyordu. İnsanlar yanlış uygulamalardan, operasyonlardan ve terörden yılmışlardı. OHAL, yaptığı baskılarla, vatandaşta daha çok devlete karşı nefret duyguları uyandırdı. Akıllı olan bölgeden kaçtı. OHAL döneminde insanlar kirlendi. Çünkü namuslu yaşamak mümkün değildi. İnsanlar çarpık yapının içinde kire bulaştılar. Yaşamak için yanındakileri PKK’lı olmadığı halde PKK’lı diye ihbar ettiler.
Nasıl ihbar ettiler?
O zamanlar, ölen terörist karşılığında ‘kelle vergisi’ diye bir para veriliyordu. Bu yüzden terörist diye öldürülen çobanlar oldu ve karşılığında paralar alındı. OHAL çok sakıncalı bir yapıydı. Bölge halkı bütün bu yaşananları unutmadı. Bakın bölgede tek sorun terör değil. Asıl bölge halkı birbiriyle barışık değil. Bu yüzden ilk iş olarak önce bölge halkını birbiriyle barıştırmak lazım.
Kürtlerle Kürtleri mi barıştırmak lazım?
Evet. Bana neden konuştuğumu, neden bunları anlattığımı sormadınız.
Sorayım öyleyse... Neden anlatıyorsunuz?
Olan, hep bu ülkenin gençlerine oluyor. 1980 öncesinde de gençlerimiz yok oldu gitti. Artık çocuklar, gençler ağlamasın. Bunun için de bu ülkenin çocuklarını, gençlerini sevenler bildiklerini anlatsınlar. Bu rant, bu çatışma bitsin. Yıllar önce ERNK vardı. Şimdi KCK var. Bu siyasi yapıyı yok edemezsiniz. Üstelik şimdiki daha tehlikeli.
Niye daha tehlikeli?
Daha önceki dönemde, PKK’nın, ona sempati duyan bir kadrosu vardı. Şimdi durum değişti. PKK’nın, şehirlerde direkt silahlı eyleme giren dirijen bir kadrosu var. Bu kadro direkt dağa da gider. Bu gelişmenin önünü kesmediğiniz takdirde bizi zor bir süreç bekliyor demektir.
Bu sürecin önü nasıl kesilir sizce?
KCK operasyonu doğru bir operasyon değil. Şehirde bombayı kim atıyorsa, silahı kim kullanıyorsa, git onu bul. Niye belediye başkanları dâhil herkesi toplayıp içeri atıyorsun ki... Böyle adam kazanılmıyor. Ülkesini seven insanlar çıksınlar konuşsunlar.
Neyi konuşsunlar?
Bu savaşta büyük rant var. Savaş deyince akla PKK geliyor. PKK’yla savaştan çok daha büyük bir savaş var. O da bu savaşın gerisinde yatan büyük rantla savaşmak. İşte bu rantla savaşmak çok zor! Bu rantın içinde her türlü cinayet ve kirli iş var. Ergenekon sürecinde bunların bazıları ortaya çıkmaya başladı. Bu rantı paylaşan ve devletin içine iyice yerleşmiş olan bu derin yapılar henüz tasfiye edilmediler. Terörden, uyuşturucudan, her türlü kaçakçılıktan, çatışmanın rantından beslenenler artık tasfiye olsunlar!
Yüksekova Çetesi’ni ortaya çıkaran Astsubay Hüseyin Oğuz’un,verdiği ifade
Susurluk Komisyonu Raporu
18-04-2002
(Yüksekova Çetesi’ni ortaya çıkaran Astsubay Hüseyin Oğuz’un, Susurluk Komisyonu’na verdiği ifade)
52- HÜSEYİN OĞUZ 18.02.19Susurluk Komisyonu Raporu
18-04-2002
(Yüksekova Çetesi’ni ortaya çıkaran Astsubay Hüseyin Oğuz’un, Susurluk Komisyonu’na verdiği ifade)
52- HÜSEYİN OĞUZ 18.02.1997 tarihli ifadesinde;
1959 Edirne İpsala doğumlu olduğunu, daha sonra nüfusunu İzmir Karaburun Merkez Mahallesine aldırdığını, Baba adı Mehmet, ana adı Havva olduğunu, halen Elazığ İl Jandarma Komutanlığı Merkez Bölüğü personel İşlem Astsubayı olarak çalıştığını,
1977 yılında Astsubay Okulunu bitirdiğini, 1977-1981 arasında Diyarbakırda görev yaptığını, önce 1977-1979 arasında Kulp’ta, 1979-1981 arasında Ergani’de çalıştığını,
1981 yılında Ergani Kesantaş Köyü matematik öğretmeni, Afyon Kırali Kasabası’ndan babası Adalet Partisi İlçe Başkanı olan ve okulda Kürtçe konuşulmasına, şarkı söylenmesine karşı olan Kadir ismindeki öğretmenin Ergani-Afyon yolunda otobüs içinde bıçaklanarak öldürüldüğünü, bunun Kesantaş Köyünden Şaban ismindeki failini kendisinin bulduğunu,
1981-1983 arasında Bursa’da 6 ay Komando’da çalıştığını, 1982’de Sorgu’ya geçtiğini,
1983-1986 yıllarında Kars’ta çalıştığını, bu sırada 1984 yılında 3 ay 10 gün faili meçhullerle ilgili sorgu kursuna katıldığını (Babası Faili Meçhul gittiği için bu konuda hobisi olduğunu), burada herhangi bir terör ya da faili meçhul olayı hatırlamadığını,
1986-1993 yıllarında Uşak İl Jandarma’da sorgu kısım amiri olarak çalıştığını, narkotik sorumluluğuna baktığını, burada Dev-Sol içindeki bir hesaplaşma dolayısıyla Ulubey İlçesinin Büyükkayalı köyüne atılan 1 ceset dışında önemli bir olay olmadığını,
1993-1996 yıllarında (1 Temmuz 1996 tarihine kadar) Malatya İl Jandarma’da sorgu görevinde çalıştığını,
Malatya’da görev yaparken 1996 yılında Elazığ-Malatya arasındaki Kömürhan Kö
prüsünün yakınında 20-25 yaşlarında genç bir erkekle genç bir bayan cesedinin bulunduğunu, her ikisinin de ellerinin arkadan bağlı olduğunu ve enselerinden vurulduğunu, olay yerinde 9 mm. Makina Kimya Mermileri olduğunu, erkeğin ayaklarının çıplak olduğunu, ayakkabılarının kendine ait olmadığını tespit ettiklerini, her ikisinin de temiz giyimli, erkeğin traşlı olduğunu, bayanın da bakire kız olduğunu ve iç çamaşırlarının dahi çok temiz olduğunu, bunlardan hareketle bu olayın başkası tarafından değil, kesinlikle güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmiş bir İNFAZ olduğu kanaatine vardıklarını, örgüt işi olsaydı, örgütün maktulün ayağına “Ajan veya provakatörün sonu budur” gibi bir bildiri bırakacağını,
Maktullerin kimliklerini tespit etmek için olay yerinde çektiği resimleri basına verdiğini, kızın babasının resmi gazetede görerek kendilerini aradığını ve Malatya’ya geldiğini, cesedi morgta teşhis ettiğini, adamın Mersin Gülnar ilçesinde ayakkabı tamircisi ve fakir bir aile olduğunu, kızın Dicle Üniversitesi Yabancı Diller bölümünde öğrenci olduğunu, herhangi bir olayla ilgisinin olmadığını,
Erkeğin ise; Diyarbakır Silvan nüfusuna kayıtlı olup Sivas’ta 2 yıllık yüksek okulu bitirdiğini, Diyarbakır’da iş ararken kızla tanıştıklarını, güvenlik güçlerince gözaltına alındığına dair bir kaydının olmadığını,
Diyarbakır’daki sistemi bildiğini, buna göre bir kişinin bu şekilde öldürülmesi için kürt kökenli olması ve PKK’ya MÜZAHİR olmasının (yani PKK’ya hafif bir sempatisinin olmasının) yeterli olduğunu, kendini devlet yanlısı tanıtan birinin “Falan PKK yanlısıdır” gibi bir ihbarı üzerine adamın özel harekatçı kıyafetiyle evinden alındığını ve 2-3 kişilik infaz ekibi (Tetik Timi) tarafından infaz yapıldığını, buna İstihbarat biriminin karar verdiğini, ancak son zamanlarda infazların durduğunu,
Bu kişinin de bu sisteme göre tahminen müzahir olması nedeniyle yanındaki kızla beraber Diyarbakır ekiplerince gözaltına alındığını, onlar gözaltındayken başka bir infaz olayına tanık olduklarından bu tanıkları yok etmek için infaz edilmiş olabilirler diye değerlendirdiğini, çünkü o sırada 5 kişinin daha Diyarbakır’da atıldığını bildiğini, ayrıca bu kişileri polisin gözaltına aldığının da kesin olduğunu, kızın bir arkadaşının ailesine telefon ederek yurda gelmediğini bildirdiğini,
Ayrıca Diyarbakır’la cesetlerin bulunduğu yer arasında 11-12 tane kontrol noktasının bulunduğunu, güvenlik güçlerinden başka kimsenin bu noktaları yanındaki bu kişilerle veya cesetlerle geçmesinin mümkün olmadığını, ceset bırakılan yerin güvenlik amirinin de normalden bu işten haberdar olmasının gerektiğini, ancak Malatya’da fazla güvenlik görevlisi olmadığını da düşünerek cesetleri Malatya’ya, Jandarma bölgesine bıraktıklarını,
Olayı araştırmak üzere İl Merkez Bölük Komutanı Üsteğmen Abdullah KAYA ile Kriminalci Uzman Çavuş Ergun KAYAKAYA ve Ali Başçavuşun Diyarbakır’a gittiklerini, kendisinin gitmek istemediğini ve gitmediğini, bu ekibin polis ve jandarmaya uğradıklarını, adı geçen kişilerin (maktullerin) poliste gözaltına alındıklarını öğrendiklerini, ancak burada kendilerine; “Sizin ne işinize geliyor, bunun sizinle alakası yok, çekin gidin görevinize” dendiğini, böylece hiç bir evrak almadan ,hiç bir işlem yapmadan geri geldiklerini, onlara “İyi ki sizi de infaz etmemişler” dediğini, olayın böylece kaldığını,
Yeşil ve Veli KÜÇÜK :
YEŞİL’in aslen Bingöl Solhan Asmakaya Köyü nüfusuna kayıtlı, 1953 doğumlu Salih oğlu Mahmut YILDIRIM olduğunu, Sakallı diye anılan işinin de aynı şahıs olduğunu, çocukluğunun Elazığ’da geçtiğini, 1982 yılında Ülkü Ocakları davasından Elazığ Polisince gözaltına alındığını, “Devletin manevi şahsiyetine hakaret ve Polis Memuruna hakaret”ten 2 fişi bulunduğunu, kendisini gördüğünü, uzun boylu, 1,85 boyunda, esmer bir şahıs olduğunu, çok zengin olduğunu,
Yeşil’in önce polisle birlikte çalıştığını, daha sonra Cem ERSEVER’le tanışarak JİTEM’de çalışmaya başladığını, O’nunla birlikte Suriye’ye gidip geldiğini, Jandarma istihbarat birimlerinden herkesin yeşili tanıdığını, Yeşil’in Emniyet ve Jandarma teşkilatlarına rahat girip çıktığını, hatta bazen kapıda karşılandığını, Kürtçe bildiği için herkesle rahat dialog kurduğunu, Çatlı’dan da önemli ve üstte bir adam olduğunu, bilhassa Jandarma’da çok önemli olduğunu, Çatlı ile de ülkücülükten dolayı birbirlerini tanıdığını, ayrıca Jandarma’da da ülkücü olanların olduğunu, bunlar arasında da ilişki olduğunu, Yeşil’in Korkut EKEN’i de Sedat BUCAK’ı da, hatta Mehmet AĞAR’ı da tanıdığını, hatta Mehmet AĞAR’ın “Bu adamı öldürün” diye emir de verdiğini,
Yeşil’le irtibatı olanların Ankara’da Cinnah Caddesinde ********* veya Birahane gibi herkesin girip çıkmadığı bir yerde buluştuklarını,
Tuğgeneral Veli KÜÇÜK’ün de Yeşil’i çok iyi tanıdığını, beraber çalıştıklarını, Yeşil’in Veli KÜÇÜK’ün sözünden çıkmadığını, Veli KÜÇÜK bir zamanlar JİTEM’in en kıdemli, en sözü geçen kişisi olduğunu, bu kişiyi tutan kötü insanlar çoğunlukta oldukları için general olduğunu, Kocaeli Jandarma Komutanıyken birkaç soruşturma geçirdiğini, ancak bunların kapatıldığını, Veli KÜÇÜK’ün doğudan ayrıldıktan sonra da telefonla doğudaki bazı şeyleri yaptığını, Kocaeli Jandarma Komutanı olduktan sonra Yeşil’in de İstanbul tarafına kaydığını, bu tarafta da infazların başladığını, faili meçhullerin arttığını,
1993 yılında Diyarbakır’da birtakım infazlar yapıldığı zaman Yeşil’in de orada olduğunu, tetikçi olarak görev yaptığını, Diyarbakırda Vedat AYDIN’ı Yeşil’in iki kişiyle Özel Harekatçı elbisesi giyerek evine gidip, “Polis” diyerek kaçırdığını, sonra da infaz ettiğini, yanındakilerden birinin Alaattin KANAT olabileceğini, bu kişinin de PKK itirafçısı ve tetikçi olduğunu, Ankara açık cezaevinden konuşmasın diye kaçırıldığını, belki de infaz edileceğini, Yeşil’in Malatya’ya da girmek istediğini, ancak o zamanki Jandarma Alay Komutanı Yaşar ERCAN’ın buna izin vermediğini, bir defa Malatya Alay Komutanlığına geldiğini, Alay Komutanını sorduğunu, ancak Yaşar Albay’ın kendisini kabul etmediğini, kendisinin de orada gördüğünü, Yeşil’in Alaattin ÇAKICI’yı çok iyi tanıdığını, bir zamanlar İstanbul’da çıkan çek-senet mafyasında da olduğunu, çünkü Yeşil’in parasız iş yapmadığını, çok parası olduğunu, çok para harcadığını, bekar olduğunu, kadına düşkünlüğü bulunduğunu,
Yeşil’in uyuşturucu olayını en iyi yönlendiren kişi olduğunu, TORBACI tabir edilen taşıyıcı olduğunu, arabasıyla getirip götürdüğünü, Uyuşturucunun Yüksekova’da imal edildiğini, sevk yolunun VAN olduğunu ve oradan ayarlandığını, İstanbul’da da pazarlanıp satıldığını, Güvenlik güçlerinden zaafı olanların, menfaati olanların bu olaya yardımcı olduğunu, bütün bu irtibatları Yeşil’in sağladığını, nerede ne kadar güvenlik gücü olduğuna dair istihbaratı da Yeşil’in sağladığını, Yeşil’in bankaya yatırdığı 300 bin mark, 50 bin doları Urfa Suruç (veya Siverek) nüfusuna kayıtlı Ahmet DEMİR’in çektiğini,
Yeşil’in halen MİT’te çalıştığını sandığını, üç gün önce İstanbul’da MİT tarafından sorgulandığını, Sabancı Suikastının tetikçisi DHKP’li İsmail AKKOL’u Suriye’den Yeşil’in getirip MİT’e teslim ettiğini, Çünkü Yeşil’in Cem ERSEVER’le birlikte Suriye’ye gidip geldiğini, Suriye istihbaratı ile irtibatı olduğunu,
Bütün bu bilgileri Jandarma Genel Komutanlığında istihbaratçı olarak çalışan samimi arkadaşlarından şifahi olarak aldığını,
Doğan ERŞAHİN :
Malatya Pötürge Tosunlu Köyü’nden Doğan ERŞAHİN adında Mafyanın çok önemli bir adamı olduğunu, bu kişinin halen cezaevinde bulunan İsrailli MOSSAD ajanı Gülbahar ATEŞ’in kocası (ve Pötürgeli) olan Celal ATEŞ’in ve İzzet Avni ÖZTÜRK’ün de arkadaşı olduğunu, (Celal ATEŞ’in de Hollanda’da öldürüldüğünü)
Doğan ERŞAHİN’in Veli KÜÇÜK Kocaeli Jandarma Komutanı olduğu sırada Kocaeli Jandarmasının elinden firar ettiğini, Malatya nüfusuna kayıtlı olduğu için olayla ilgilendiğini, Kocaeli Jandarmasını telefonla arayarak Erdoğan EMELCE adında bir astsubayla görüştüğünü, O’na “Sizin pisliğinizi biz mi temizleyeceğiz, 800 milyon para almışsınız” dediğini, Doğan ERŞAHİN’in adamı Mehmet ATEŞ’in annesinden para alınıp sevk sırasında yemekte kaçtığının açık olduğunu, Veli KÜÇÜK’ün bu yüzden soruşturma geçirmiş olabileceğini,
Kocaeli Jandarma Komutanı Veli KÜÇÜK’ün kendilerine Doğan ERŞAHİN’in Malatya’ya geldiğini, Gülbahar ATEŞ’le konuştuğunu söylediğini ve bu kadının telefonunu verdiğini, kendisinin de Gülbahar ATEŞ’le konuştuğunu, kadının kendisine “Evladım Doğan ERŞAHİN’i Veli KÜÇÜK koruyor, nerede olduğunu onlar çok iyi biliyor, O Malatya’da değil, bana sorma” dediğini,
Doğan ERŞAHİN’in bir tetikçi olduğunu, ilk icraatının bir vatandaşın kafasını kesip kahvede masanın üzerine koymak olduğunu, Kocaeli’nden firar ettikten sonra da Yüzbaşı elbisesi ile Malatya’ya gelerek Battalgazi’de evi olan Tekin COŞKUN ile görüştüğünü, (Tekin’i polisin çok iyi tanıdığını, çek senet mafyası ile uğraştığını, Alaattin ÇAKICI’nın da arkadaşı olduğunu, kendisinin bu adamla tanıştığını, evine gittiğini) Battalgazi’de bir vatandaşı evinden çıkardığını ve bahçede öldürdüğünü, olayın polis bölgesinde olduğunu, (öldürülen adamın akrabası olan Aydın ÖZTÜRK adındaki vatandaşla kendisinin görüştüğünü, hala da görüştüğünü), daha sonra Doğan ERŞAHİN’in muhtar olan kardeşinin misilleme olarak öldürüldüğünü, bu dosyanın da adliyede faili meçhul olarak kaldığını, kendilerinin failini bildiğini, polisten bazılarının da bildiğini, ancak kanıtlamak istemeyeceklerini, çünkü onların da zarar göreceğini, bu cinayetin bir uyuşturucu hesaplaşması nedeniyle işlendiğini, Doğan ERŞAHİN olayıyla 6 ay uğraştığını, daha sonra yakalandığını, ancak yine firar ettiğini, bu kişinin toplam üç defa firar ettiğini, bir sefer de İstanbul’dan firar ettiğini, bu Doğan ERŞAHİN’in zabıta ile genel birlikteliğinden ziyade ferdi bir menfaat paylaşımının sözkonusu olduğunu,
Doğan ERŞAHİN’in Yeşil’le birbirlerini tanımadıklarını,
Genellikle pişmanlık yasasından faydalananların tetikçi olarak kullanıldığını, neticede tetiği çekenlerin de infaz edildiğini, bu nedenle faili meçhullerin yakalanamayacağını,
HAKKÂRİ :
1 Temmuz 1996’da Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Subay Vekill1iğine atandığını, burada kendinden önce Binbaşı İbrahim İÇGÜDER’in görev yaptığını, çalışacağı odayı temizlerken çekmecede 2 adet tabanca bulduğunu, birinin 14’lü Saddam, diğeri daha önce hiç görmediği bir silah olduğunu, önce bir astsubayla kendisi bir tutanak tuttuğunu, sonra tabancaları Komutan Yardımcısı Mesut KURU’ya, sonra da Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA Albay’a götürdüğünü, ancak alay komutanın beklediği tepkiyi göstermeden Arif ÖZKAN Başçavuşa göndererek “Buluntu Silah” tutanağı tutturduğunu, kendi tutanağını saklayarak daha sonra Diyarbakır DGM’ne verdiğini,
Alay Komutanından kendi kurs gördüğü alan olan SORGU’da çalışmak istediğini söylediğini ve bu konuda ısrar ettiğini, ancak Alay komutanının bunu kabul etmeyerek kendini Şemdinli’nin ORTAKLAR KARAKOLU’na sürdüğünü, bu karakolda 19Temmuz-16 Ağustos tarihleri arasında görev yaptığını,
Bu karakolun 1995 yılında baskına uğradığını ve 17 erin şehit olduğunu, bu konuda bir soruşturma yapılmadığını, ancak Bölük Komutanının bu olaydan kendini kurtarmak için (Arkadaşı Astsubay Ali ŞEN’in kardeşi olan) Urfa-Viranşehir’li Uzman Çavuş Haşim ŞEN’i sorguya çektiğini, O’na işkence yaptığını, hatta cop soktuğunu, bunun üzerine adı geçen astsubayın bütün özel eşyalarını da karakolda bırakarak firar edip İsviçre’ye gittiğini, orada MED-TV’ye beyanat verdiğini, bunun da ülkemiz aleyhine olduğunu,
Ortaklar Karakolundan Hakkâri İl Jandarma Harekat Asayiş Müdürü Yarbay Adnan KESKİN’le birlikte ayrılarak birlikte bir rapor yazdıklarını, yapılması lazım gelen şeyleri yazdıklarını,
Buradan Hakkâri-Van-Yüksekova arasındaki üçgende yer alan ve önemli bir kontrol noktası olan YENİKÖ
PRÜ Karakolu’na atandığını, Burada görev yaparken 06 plakalı kırmızı bir Opel aracın geçerken askerlerin aramak istediğini, içinde bulunan bir baş komiserin aratmak istemediğini, kendisinin de onlarla münakaşa ettiğini, aracın gitmek istediği yönden vazgeçerek Hakkâri’ye geri döndüğünü, bunun üzerine kendisinin de 2 gün sonra İl Merkezine bağlı BAĞIŞLI Karakolu’na tayin edildiğini, Bağışlı’ya varınca Karakol Komutanının odasında 2 kilo esrar bulduğunu, burada 8 gün kaldığını, buradan Hakkâri’ye döndüğünü,
Hakkâri’de daha önce Uşak’ta birlikte çalıştığı için tanıdığı ve Tugay’da çalışan, dürüst bir insan olan Yarbay Hami ÇAKIR’a gizlice telefon ettiğini ve gördüğü yolsuzlukları anlatarak kendisini Yüksekova’ya aldırmasını istediğini, Onun da Paşa’ya söyleyerek 4-5 gün içinde 20 Ekim’de (gerçekte 20 Eylül) YÜKSEKOVA’ya tayinini çıkardığını,
Aynı gün Yüksekova’da göreve başlayarak gözaltında bulunan 37 kişinin sorgusunu yaptığını, bunlardan kırsaldan gelen silahlı militan Ferhat DURNA’nın ifadesinin önemli olduğunu, Ertesi günü (21 Eylül) Anavatan İlçe Başkanı Tahir BASKIN’ın gelerek yeğeni Necip BASKIN’ın kaçırıldığını söylediğini, olayla hemen ilgilenip bunun fidye amaçlı olduğunu anladığında korucu ve itirafçılardan şüphelendiğini, bunlardan Kahraman BİLGİÇ’i çağırıp da kaçırılırken Necip BASKIN’ın yanında bulunan İlhami BASKIN’la yüzleştirilince renginin attığını, bunun üzerine Kahraman BİLGİÇ’i hemen sorguya çektiğini, hiç bir işkence yapmadan, çay, sigara ikram ederek adamın ifadesini aldığını,
Yüce KARADEMİR Olayı :
Önce üstünü başını boşalttığını, cüzdanından 1000 Irak Dinarının çıktığını, defterinde “15 Ağustos 1996 tarihinden itibaren beni ara- Yüce KARADEMİR” şeklinde bir not bulduğunu, Yüce KARADEMİR’in kim olduğunu sorduğunu, “Çukurca Komanda Taburunda İkmal Astsubayı olduğunu” öğrendiğini, bir itirafçının ikmal astsubayı ile ilişkisine anlam veremediği için Onunla ne ilişkisi olduğunu sorduğunu,
Kahraman BİLGİÇ’in “kendisinin bu astsubayda 7 adet Lav silahı, Uzi ve bir-kaç el bombasının olduğunu, kendisi ile Ankara’da banka soyacaklarını planladıklarını, Yüce Astsubayın her şeyi ayarladığını, silahları, elbiseleri Ankara’ya götürdüğünü, burada sözlüsünü ayarladığını, bir kaç gün sonra cep telefonundan kendisini arayacağını, isterse şimdi de arayabileceğini” anlattığını, önce bunlara inanamadığını, sonra bu ifadeleri tutanağa geçirerek ve mesaj halinde üst makamlara gönderdiklerini,
Daha sonra bu kişinin Ankara’da tutuklanarak Hakkâri’ye getirildiğini, bunu Van askeri savcılığına götürmek üzere kendisinin görevlendirildiğini, Yücel’i 07.10.1997 tarihinde alarak Van’a götürüp Askeri Savcılığa teslim ettiğini,
Yolda giderken 7 saat süre arabada kendisi ile konuştuğunu, “10.600 markı, 7 tane tapuyu nereden bulduğunu, bu silahların ne olduğunu sorduğunu”, onun da; “Çeto isimli bir kaçakçıdan bahsettiğini, Kıdemli Binbaşı Cengiz YILDIRIM’a (Halen Yarbay, Jan.Gn. Kom. Sınır Kaçakçılık Şb.Md.) 2 sıfır kaleş, bir M-16, 16’lı Baretta, 9 mm. verdiğini , bir kaleşi Bayram AKDOĞAN’a (Halen Albay, Niğde Alay Komutanı), M-16’yı Hamdi POYRAZ’a verdiğini, bunu Kahraman BİLGİÇ’in de doğruladığını, kendisi ikmal subayı olduğu için bunları verebildiğini, ayrıca Ramazan ismindeki bir astsubaya 75 milyon karşılığı silah sattığını” söylediğini, Ayrıca Yüce KARADEMİR’in özel eşyaları arasında 2 orijinal sıfır kaleş, 5 tabanca, bir tane ucuna susturucu takılabilen UZİ marka suikast silahı ve 2 çuval askeri malzemeyi ve 10.600 markı teslim aldığını ,
Necip BASKIN’ın Kaçırılması :
Daha sonra Necip BASKIN olayını net bir şekilde anlattığını, yüzleştirmelerinin yapıldığını, buna göre; Komiser Fatih (Fatih ÖZKAN ismindeki polis memuru), Kahraman BİLGİÇ, Korucu Kadir (Abdülkerim ÖZCÜK) ve birkaç korucunun Korucubaşı Mehmet Emin ERGEN’in evinde toplandıklarını ve bir düzen kurduklarını, önce A Köyünde, B Köyünde koyunları kaçırıp Muş’ta satmayı ve parasını kırışmayı, bunun için “PKK Kaçırdı” diye propaganda etmeyi planladıklarını, MHP İlçe Başkanı Tahir’in de MENŞE’ ŞEHADETNAMESİNİ ayarlayacağını söylediğini, Aynı toplantıda BASKIN’lardan birini kaçırmayı, PKK tarafından kaçırılmış süsü verilerek alacakları fidyeyi paylaşmayı, sonra da teslim sırasında hem Necip BASKIN’ı hem de para getirenleri öldürmeyi, sonra da “PKK ile çatışmada öldürüldüler” demeyi planladıklarını, Komşu Köyden Korucubaşı M.Emin ERGEN’in istihbarat çalışması yaptığını, (20 Eylül gecesi) Kahraman BİLGİÇ’in PKK militanı kılığında olmak üzere, üç polis, üç korucu BASKIN’ların köyüne gittiklerini, Kahraman BİLGİÇ’in Necip BASKIN’ın evine girdiğini, yüzünün açık olduğunu, elinde de bir M-16 marka silah olduğunu (Örgüt mensuplarında genellikle kaleşnikof olduğunu), odada Üniversite öğrencisi Necip BASKIN’la İlhami BASKIN’ın ve bir yaşlı kadınla bir çocuğun yattığını, K.BİLGİÇ’in kendisini PKK örgüt üyesi olarak tanıttığını, önceden hazırlanmış mühürlü imzalı 200 bin marklık bağış makbuzunu İlhami BASKIN’a vererek Necip BASKIN’ı da yol gösterme bahanesi ile yanına alıp çıktığını, Necip BASKIN’ı Komiser Fatih’in Mazda marka arabasına bindirdiklerini, yolda gözlerini bağladıklarını, doğru Özel Harekat kapısından Emniyete götürdüklerini ve mescide kapattıklarını, bu arada da İl Emniyet Müdürü’ne telefon ederek “bir milis ele geçirdiklerini, muhtemelen PKK’nın buluşması olduğunu, akşam bir operasyon yapacaklarını”, bunun üzerine Emniyet Müdürünün yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sorduğunu, Fatih’in de “buna gerek olmadığını, kuvvetlerinin yettiğini” söylediğini, böylece öldürme eylemine kılıf hazırladıklarını, sonra da Necip BASKIN’ın verdiği numaraya telefon ederek parayı istediklerini, telefona Tahir BASKIN’ın çıktığını, paranın çok olduğunu, biraz müsaade etmelerini istediğini, daha sonra da Jandarma Taburuna gidip Hami Yarbay’a durumu anlattığını, Korucu ve polislerden şüphelendiğini de söylediğini, bunun üzerine telefonun dinlemeye alındığını, buradan telefon edilen yerin tespit edildiğini, bu arada Kahraman BİLGİÇ’in tabura çağrıldığını, bunun üzerine K.BİLGİÇ’in Komiser FATİH’e telefonla bilgi verdiğini, bunun üzerine Fatih’in Necip BASKIN’ı ikindi vakti stadyum yakınına bıraktığını, K.BİLGİÇ’in tekrar sorguya çekildiğini, her şeyi anlattığını, sonra da Necip BASKIN ile yüzleştirildiğini ve Necip BİLGİÇ’in Kahraman’ı teşhis ettiğini, daha sonra olay yerinde YER GÖSTERİMİ yaptıklarını ve bunu kasete aldıklarını,
Bundan sonra Polislerin ifadeden vazgeçsin diye Tahir BASKIN’ın bir akrabasının evine 2 kilo esrar koydurduğunu, bunu koyan çocuğun da yakalandığını, ifadesini kendisinin aldığını, çocuğun “kendisinin polisler tarafından ölümle tehdit edildiğini” söylediğini,
Kurmay Albay Hamdi POYRAZ :
Kahraman BİLGİÇ’in bu sorgusunda, halen Genelkurmay’da İcra Tetkik Dairesi Başkanı olan, o zaman Tugay’da Kurmay Albay Hamdi POYRAZ’dan bahsettiğini, Hamdi POYRAZ’ın Kendisi (K.BİLGİÇ) ile Kemal ve İsmet ÖLMEZ ve sözde haber elemanı bir Kuzey Irak’yı Çukurca ÇIĞLI’ya gönderdiğini, yolda arandıkları zaman rahat geçmeleri için bir yazı verdiğini, Çığlı’da kendisinin askeriyede kaldığını, Kuzey Iraklı’nın Irak’a geçtiğini, sonra içi silah dolu ağır bir çuvalla geri geldiğini, bunu İsmet ÖLMEZ’le birlikte Tugay Karargahına Hamdi POYRAZ’ın odasına götürdüklerini,
Piyade Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL :
Kahraman BİLGİÇ talimatları Albay Hamdi POYRAZ’dan aldığını, Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL ile de görevlere gittiğini,
Özel Harekat Timi ile birlikte AŞAĞIKONAK köyünde operasyon yaparken kendisinin ( K.BİLGİÇ’in) kümesten 13 kilo eroin ile 4 adet silah çıkardığını, tabancaları Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL’a verdiğini, Binbaşının da bu silahlardan birini Belediye Başkanı Ali İhsan ZEYDAN’a verdiğini, diğerlerini bilmediğini, Eroinin 8 kilosunun Mehmet Emin YURDAKUL’un taburundaki bir astsubaya verdiğini, Bu astsubayın İzmir’de yakalandığını, tifadesinde Binbaşının ismini vermediğini, çünkü bunun için Mehmet Emin YURDAKUL’un karısının adı geçen astsubayın karısına 480 veya 580 milyon lira gönderdiğini,
Mehmet Emin YURDAKUL’un kendisi (Kahraman BİLGİÇ) ile birlikte iki çobanla daha sonra tanıklık yapmasın diye namaz kılarken babalarını öldürdüklerini, ayrıca Esendere Yolu’nda iki gencin öldürülüp karlı bir zamanda atıldığını,
Abdullah CANAN ‘ın da Mehmet Emin YURDAKUL’un tabura aldırdığını, bir hafta taburda sorguladığını, sonra da kendisinin tabura getirdiği ve üsteğmen diye tanıttığı, ancak gerçekte üsteğmen olmayan iki tetikçiye öldürttüğünü, kendisine (K.BİLGİÇ’e) de kimseye söyleme dediğini,
(Kahraman BİLGİÇ’in) Bu olayla ilgili olarak Abdullah CANAN’ın akrabası olan Mehmet CANAN’la Yakup EDİŞ’in evinde (Abdullah CANAN’dan haber almak veya kurtarmak için) pazarlık yaptıklarını 24 bin marka anlaştıklarını, Mehmet CANAN’ın bunun 7 bin markını ev sahibi Yakup EDİŞ’e bıraktığını, bunu Kemal ve İsmet ÖLMEZ’in kardeşi Burhan ÖLMEZ’e verdiğini, çünkü onlarla beraber olduğunu, daha sonra bunlarla Otel Şenler’de görüştüğünü,
Bu Ölmezlerin ve Yakup EDİŞ’in 1984 yılında PKK’yı bölgeye sokan insanlar olduğunu, ancak sonradan bundan zarar gördükleri için devlet yanlısı olduklarını,
Kaçakçılık Olayları :
Kahraman BİLGİÇ, Hasan ÖZTUNÇ’un ZEYDAN’ın bir altı Korucubaşı olduğunu, devlet yanlısı geçindiğini, Çolak Hasan lakabını taşıdığını, korucuların maaşını bile vekaletle onun aldığını,
Bir de Kemal ÖLMEZ ve İsmet ÖLMEZ olduğunu, bu kişilerin daha önce fakir olduklarını, Hkkariye giden otobüslerde muavinlik yaptıklarını, şimdi ise altlarında birer CHAVROLET marka araba olduğunu, bunları Kurmay Albay Hamdi POYRAZ’ın kendisine (K.BİLGİÇ’e) tanıttığını, Kemal ÖLMEZ’in Vahyettin ASLAN’ın yazıhanesine gelerek tehdit ettiğini, ancak ondan para alamadıklarını,
Refah Partisi İlçe Başkanı Fakin MENGEÇ’in (askeriyeye malzeme veren bir esnafmış) de “tehdit edildiğini, şikayet dilekçesi verdiğini, ancak dilekçenin Emniyete gelip takıldığını, o zana işin içinde polisin de olduğunu anladığını, korkusundan takip edemediğini” kendisine (Hüseyin OĞUZ’a) anlattığını,
Hüseyin OĞUZ, Astsubay Aydın, Teğmen Yalçın KARAKURT ve Atilla Astsubayla birlikte bu işlerin üzerine korkusuzca gitmek için silah üzerine yemin ettiklerini, bundan sonra şikayeti olanların dilekçe vermeleri için Fakin MENGEÇ’e haber gönderdiğini,
Daha sonra taburda Hamdi ÇAKIR Yarbay ve Ersan ALKAN Albayla birlikte halka güven vermek, “olayların üzerine gidiyoruz” imajını vermek ve halkı devletin yanına çekmek için bir halk toplantısı yapmaya karar verdiklerini, aşiret ileri gelenlerini çağırdıklarını, hepsinin geldiğini, yalnızca Belediye Başkanının gelmediğini, kolonya, çikolota alarak vatandaşa ikram ettiklerini, orada bir vatandaşın “Abdullah CANAN olayı da çözülecek mi?” diye sorduğunu, Abdullah CANAN’ın oğlu Vahap CANAN’ın da Mehmet BALKIZ Yüzbaşıya gittiğini, yakasına yapıştığını, “Babamın katilleri sizsiniz” dediğini, bunun üzerine kendisini dövdüklerini, Çünkü babasını çağırtıp tabura gönderenin Mehmet BALKIZ Yüzbaşı olduğunu söylediğini, bunun üzerine bu çocuğu kenara çekip özel telefonunu verdiğini ve kendisini aramasını istediğini,
Kahraman BİLGİÇ’in ifadelerini mesaj halinde Alaya, Tugaya, Genel Komutanlığa çekildiğini, Alaydan Yalçın Teğmen’e telefon açılarak kendisi (Hüseyin OĞUZ) için “Ulan sen Silahlı Kuvvetlerini hedef aldın.”şeklinde tepki gösterdiklerini,
Bunun üzerine Albay Hasan, Yarbay Hami ÇAKIR, kendisi (H.OĞUZ), Aydın Başçavuş, Yalçın Teğmen’in toplandıklarını, Hami Yarbay’ın “Dürüstçe mücadele ediyoruz, yanlış bir şey olmasın” dediğini, olaya siyaset karıştırılmaması gerektiğini konuştuklarını,
Yalçın Teğmen’in “Abi bunlar bizi infaz edecekler, bunları not üşeceğim, yazacağım, kasete alacağım” dediğini, kendisinin de “Ben sonuna kadar mücadele edeceğini, kendisini desteklemelerini “ istediğini, kendisinin de Atilla Astsubaya “yer gösterimi ve ifade sırasında alınan kasetleri çoğalt” dediğini, ifadeleri de 6 nüsha yazdığını, birini özel olarak saklaması için Atilla Astsubaya verdiğini, onun da özel valizine sakladığını, toplantıda 5 suret ifade yazdıklarını söylediğini, Ersan ALKAN Albayın “Bu ifade tutanaklarını yok edeceksiniz” dediğini, “Neden” diye sorması üzerine Albay’ın “Bu Tugay Komutanına, Genelkurmay’a bir yere sıçrıyor” dediğini,
Kahraman BİLGİÇ’in ifadesini kendisinin aldığını, ancak orada geçici görevli olduğu için imza atmadığını, bu tutanakların PBİK (Personel Bilgi İşlem) Kod numarası yazılarak imzalandığını, bu ifadelerdeki imzaların Teğmen Yalçın KARAKURT ile Astsubay Aydın’a ait olduğunu, Aydın’ın soyadını hatırlamadığını, bu sorgunun Atilla ATEŞ astsubay tarafından kamera ile çekilerek banta da alındığını,
Yüksekova’ya gidişinin 8. günü görevinin bittiğini söylediklerini, İl Jandarma Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA’nın kendisini istediğini ve çok acele gelmesini istediğini, orada yol güvenliğinin olmadığını, yolda infazdan korktuğunu, tedbir alarak YENİKÖ
PRÜ’ye geldiğini, buradan tanıdığı Erdal Astsubay’ın kendisini BRT denilen araçla Hakkâri’ye ilettiğini, burada çok kötü karşılandığını, telefonla görüşmesi, çarşıya çıkmasının yasaklandığını, bunun üzerine 4 Kasım’da (4 Ekim olmalı) Atilla Astsubay adına misafirhaneye bağlattıkları özel telefondan eşini aradığını, olayları anlattığını,
7.10.1996 tarihinde de tutuklanmış olan Yüce Astsubayı Van’a Askeri mahkemeye götürmek üzere görevlendirildiğini, Van’da Abdullah CANAN’ın akrabası olan Eski Hakkâri Milletvekili Esat CANAN’ın telefonunu bularak kendisi ile 2 saat konuştuğunu, bildiği herşeyi anlattığını, kendisini kurtarmasını istediğini, onun da bunu basına anlattığını,
10 Ekim’de Hakkâri’ye dönünce basına demeç vermişsin diye kendisini sorguya çektiklerini, kendisinin de halen Malatya’da görevli İsmail adındaki helikopter pilotu üsteğmenden kendisini kaçırmasını istediğini, ayın 16’sında Tugay’da buluşmak üzere anlaştıklarını,
Bu arada Mahmut IŞIK adındaki milletvekilini özel telefonla aradığını, olayları anlattığını, “Askerlik hayatı beni buradan çıkarmaz, infaz ederler. Kaset varsa konuşmayı al” dediğini, O’nun tavsiyesi üzerine ATV’den Suat isminde birinin kendisini aradığını, ona da her şeyi anlattığını, eğer infaz ederlerse yayınlanmak üzere anlaştıklarını, medya’da resmim çıkarsa belki kurtulurum diye düşündüğünü,
Ayın 16’sında sivil bir taksi ile İsmail Üsteğmenle buluşmak üzere Tugaya gittiğini, ancak alaydan oraya gittiğini öğrendikleri için acele alaya çağırdıklarını “Jandarma Genel Komutanının kendisini istediğini” söylediklerini, Mahmut IŞIK’ın İçişleri ve Savunma Bakanını arayarak durumu anlattığını, bunun üzeri Genel Komutanlıktan çağrıldığını, ancak yine de infazdan şüphelendiği için Ali KARDEŞ ismindeki İzmir’li bir askere evinin telefonumu vererek, babasına açmasını ve kendi durumunu anlatmasını istediğini,
Ayın 17’sinde bir daha dönmemek niyetiyle valizini alarak Hakkâri’den ayrıldığını ve Ankara’ya geldiğini, Komutanlığa GİTMEDEN önce Mahmut IŞIK’ı bulduğunu ve konuştuğunu, ATV’den Suat’la Onun evinde buluşarak görüntü verdiğini, sonra Jandarma Genel Komutanlığına gittiğini, burada bir gün 12 sayfa ifade verdiğini, anlattıklarına inanmadıklarını, kaçırılan adamın PKK’lı olduğunu söylediklerini, kendisine 20 Ekim’de Komutan’la görüşeceğini söyledikleri halde 20 gün Ankara’da kaldığını, fakat Genel Komutanla görüşemediğini, ifadesinde askeri personeli ve Jandarmayı da yazdığı için görüşmek istememiş olabileceğini, sonra tayinini istediğini,
10 Kasım’da Elazığ’a tayininin çıktığını, mehil müddetini kullanarak Elazığ’a gittiğini, burada pek hoş karşılanmadığını, bir İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı’na Harekat subaylığı gibi bir göreve verdiklerini, orada bir ay kaldığını, telefon irtibatı falan olmayan bu yere kendisini susturmak için verdiklerin, sonra 30 Kasım’da Diyarbakır’a gidip Devlet Güvenlik Mahkemesin’de 9 saat 16 sayfa ifade verdiğini, çünkü adliyeye, hukuka güvendiğini,
Hakkâri’deki menfaat şebekesine karşı Vali’nin hiçbir etkinliğinin olmadığını, kendisinin de ulaşamadığını, adli sistemin de orada bir şey yapmasının mümkün olmadığını,
Otluca Köyü Olayı :
Yüksekova Tugayı’nın çevresinde tel örgü kıyısında koruma amaçlı pusu atıldığını, bu pusu timinin gece saat 24.20-24.30’da pusuya düşürülerek 2 astsubay, 4 erin şehit edildiğini, telsiz konuşmalarını dinlediğini, şehit olan astsubayların pusuya düşünce ısrarla yardım istediğini, ancak birlik yok bahanesiyle yardıma gidilmediğini, ancak 2 gün sonra bölgede operasyonlara başlandığını, Tugay’a 1-2 km. yakınında bulunan OTLUCA Köyünden başta muhtar olmak üzere 5 yaşında çocuk dahil birçok insanın tugaya götürüldüğünü, bunlardan 5 tanesinin eline illegal 5 kaleş verilerek mahkemeye verildiğini, bununla ilgili arama tutanağı tutması için Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA, Yalçın YALINCAK astsubaya emir verdiğini, ancak bu astsubay kabul etmediği için başka bir üstçavuşa tutturduğunu, ancak savcılık bunlara inanmadığı için takipsizlik verdiğini,
Bu arada Otluca Köyünün tamamen boşaltıldığını, köyden 2-4 bin civarında koyunun tugaya getirilerek kesildiğini, bu olaydan sonra bu köyden 24 kişinin kırsala çıkarak örgüte katıldığını, bu hareketle örgütün gücüne güç katılmış olduğunu,
Yücel ZEYDAN ( PKK Yüksekova Dağlıca Tabur Komutanı - Rüstem Kod adlı)
Yücel ZEYDAN’ın Hakkâri Milletvekili Mustafa ZEYDAN’ın oğlu olduğunu, İran’da annesinin yanına sık sık gittiğini, (Mustafa ZEYDAN’ın bir karısının da İran’da olduğunu), telefonla babası ile de görüştüğünü, Mustafa ZEYDAN’ın bir oğlunun da Sağlık Bakanlığı’nda üst düzeyde görevli olduğunu,
Yücel ZEYDAN’ın amca çocuklarının da korucu olduğunu, Yücel’le sık sık görüştüklerini, bu nedenle de Hakkâri Bölgesinde PKK’nın eylem yapmadığını,
Hakkâri’de bütün önemli ihaleleri Mustafa ZEYDAN’ın akrabalarının aldığını, sonunda PKK’ya da devlet parasının gittiğini, son olarak 100 milyonluk Yatılı Bölge Okulu ihalesini yine Mustafa ZEYDAN’ın yakın akrabalarının aldığını,
Mustafa ZEYDAN, istediği adamı korucu yaptırdığını, Vali’ye telefon ettiği zaman almamazlık yapamayacağını,
Yüksekova’lı Mehmet oğlu Bayram AKSU adında bir vatandaşın bulunduğunu, bunun gönüllü istihbaratçılık yaptığını, halen Van’da olduğunu, bunun gerek Yeşille gerekse diğer faili meçhullerle ilgili her şeyi bildiğini,
Aşiret Yapısı :
Hakkâri’de irili ufaklı 23 aşiret bulunduğunu, Yüksekova’da da 3 büyük aşiret olduğunu, Bunların Piyaniş , Doski ve Jirki aşiretleri olduğunu, Bunlardan JİRKİ aşiretinin 200 elemanı ile çok ciddi ve samimi bir mücadele verdiğini,
PİYANİŞ Aşiretinin (Mustafa ZEYDAN’ın aşireti) 9 bin korucusu olduğunu, ancak bunların Yücel ZEYDAN nedeniyle PKK ile ciddi bir mücadelesinin olmadığını, Fakin MENGİÇ (RP ilçe başkanı) ‘nin yanında bir kuyumcu olduğunu, bu kuyumcudan altın alma olayı olduğunu, suçluların Piyaniş aşiretinden olduğunu, işin içinde bir de asteğmenin olduğunu, bu asteğmenin mağduru sanık olarak mahkemeye çıkardığını, sonra aşiretler arasında husumet olmaması için aşiret ileri gelenlerinin araya girerek barıştırdıklarını,
Korucu Sistemi :
Koruculuk Sisteminde korucubaşı, onun altında tim veya takım komutanı, onun altında da elemanlar olduğu, Her timin 20 kişiden oluştuğu, tim komutanının elemanların vekaletini, korucubaşının da tim komutanlarından özlük haklarına ilişkin vekalet aldığını, korucubaşının kendine bağlı olanların maaşlarını aldığını, asıl mücadeleyi yürütenlere bir çuval un, şeker, çay vs. verilerek işin götürüldüğünü, korucubaşıları ve tim komutanlarının göreve falan gitmediklerini, bunlar şehirde bazı hatırı sayılır kişilerin korunmasında görev almış göründüklerini, şehirde ikamet edip devletten maaş aldıklarını, altlarında yepyeni Toyoto arabalar olduğunu, kısaca iyi menfaat sağladıklarını,
Koruculuk Sisteminin doğuda Silahlı Kuvvetlerin ve Emniyet Teşkilatının bütün etkinliğini bitirdiğini, daha üstün silahlarının olduğunu, ayrıca alt yapısı halk olduğu için daha etkili olduğunu, garip vatandaşın hakkını aramasının mümkün olmadığını, ne Vali’ye ne komutana, ne de korucubaşına ulaşamadığını, adalet sisteminin de doğru çalışmadığını,
Güvenlik güçlerinden bir kısmının da oradaki menfaat işlerine bulaştığını, orada herkesin derdinin iyi model bir araba, bir ev, bir yazlık alıp dönmek olduğunu, dönerken de yanında illegal yollardan edinilmiş silahlar alıp götürdüklerini,
JİTEM ( Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele )
Bunun kanunen mevcut ve örgütlenme şeması içinde bir birim olmadığını, ancak Jandarma’da resmen İstihbarat birimlerinin bulunduğunu, ancak bu birimlerin terörle fiilen mücadele görevlerinin olmadığını, görevlerinin sadece istihbarat olduğunu, JİTEM’in ise Cem ERSEVER tarafından fiilen kurulduğunu, Diyarbakır, Elazığı, Mardin, Hakkâri gibi bazı hassas illerde gayriresmi olarak örgütlendiğini, her ilde bulunmadığını, ama JİTEM elemanlarının Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığına bağlı olarak çalıştıklarını, genellikle kod adı kullandıkları, kendisinin Jitem elemanı olmadığını, sadece Jandarma İstihbarat şubelerinde sorgu amiri olarak görev yaptığını,
İstihbarat birimlerinin terörle mücadele yaparken menfaat mücadelesi yaptıklarını, mesela Cem ERSEVER’in yanında çalışan ismini hatırlamadığı bir astsubayın adli emanetteki 2-3 bin silahı alarak güneydoğuda koruculara sattığını, bu kişinin yakalandığını ve yargılandığını,
Cem ERSEVER’in asıl amacının menfaat temini olduğunu, JİTEM adının da birtakım kirli işlerde daha çok işe yaradığını, çünkü terörle mücadele görevi olunca gözaltı süresinin daha uzun olduğunu, sonradan JİTEM‘in lağvedildiğini, Cem ERSEVER’in de mecburen emekli olduğunu, kendisini Jandarmanın diğer elemanlarının temizlediği iddiasının yanlış olduğunu, kendisinin çok uyanık birisi olduğunu, kolay tuzağa düşmeyeceğini, ancak Mahkemeye gelirken alarak kaçırdıklarını, sorguladıklarını ve şırınga sorgusu sonucu öldürdüklerini, otopsi raporunu okuyan arkadaşlarından öğrendiğini, bu şırınga sorgusunu herkesin bilmediğini,
Cem ERSEVER’i Habur Gümrük Müdürünün Kemal ismindeki oğlunun (veya şoförünün ) öldürdüğünü, bunu içerde yapılan konuşmalardan bildiğini, şu anda bunu bilenler asker oldukları için konuşmak istemediklerini, ancak not tuttuklarını, ileride çıkıp konuşacaklarını,
Cem ERSEVER’in karısının Suriyeli olduğunu, bu yolla Suriye istihbarat servisi ile irtibat kurduğunu, bu servise bilgi sızdırdığını, bu nedenle de Jandarma Genel Komutanlığı tarafından dışlandığını, bu nedenle de öldürüldüğünü, Yeşil’in de kendisi ile irtibatı dolayısiyle Suriye ile bağlantısı olduğunu,
Uyuşturucu Kaçakçılığı :
Uyuşturucu’da Van’ın bir merkez olduğunu, Van’dan her tarafa uyuşturucu sevkiyatının yapılabildiğini, Pazarlamasının da İstanbul’da yapıldığını, Van’da bir kadının uyuşturucunun THC (Tetro Hidro Karnobilen) yani kalite kontrolünü yaptığını,
Bir başka kanalın yani Suriye hattının Mardin-Habur Hattının olduğunu, buradaki sevkiyatının GKK (Geçici Köy Korucuları) vasıtasıyla, onların gümrüklerdeki akrabaları kanalıyla geçiş sağlandığını,
Daha sonra bu konuda zaafı olan, çok para kazanma hırsı olan güvenlik gücü mensuplarının devreye girdiğini, bunların bazen kendi arabaları ile uyuşturu naklini sağladıklarını, bunların arabalarının aranmadığını, özellikle PKK istihbaratı için Suriye’ye gidip gelenlerin bu arada bu işi de ayarladıklarını, bir menfaat şebekesi oluşturduklarını,
Bu olayları bilen namuslu insanların az olduğunu, ancak atılma veya öldürülme korkusundan konuşamayacaklarını,
Bu menfaat şebekesinin TBMM’ne kadar uzandığını, mesela Mustafa ZEYDAN’ın bu işin içinde olduğunu,
Sedat BUCAK’ın Urfa’da devletten daha güçlü olduğunu, uyuşturucu trafiğinden de menfaat aldığını,
Uğur Mumcu Cinayeti :
Uğur Mumcu’nun C-4 plastik patlayıcısı ile öldürüldüğünü, bunun iz bırakmadığını, Malatya’da Tekin COŞKUN denilen kişinin evinde C-4 bulunduğunu, bu kişinin poliste gözaltına alındığını, kendisini Uğur TONİK adında İstanbul’da oturan yaşlı bir adamın kurtardığını, bu adamla da Tekin COŞKUN’la birlikte Büyük Otel’de görüştüğünü, Tekin COŞKUN’un Uğur MUMCU’nun aleyhine konuştuğunu, onun öldürtmüş olabileceğini,
Tekin COŞKUN’un Alattin ÇAKICI’nın çok yakın arkadaşı olduğunu, çek-senet işiyle uğraştığını, bu nedenle başka şehirlerde de adamının olabileceğini, kendisinin evine giderek görüştüğünü, 361 30 45 çağrı ve 0542 231 02 90 numaralı cep telefonu bulunduğu, bu kişinin Abdullah ÇATLI’yı da tanıdığını,
Eşref BİTLİS Olayı :
Eşref BİTLİS’in kesinlikle suikaste kurban gittiğini, C-4 bombası ile öldürüldüğünü, C-4’ün uçağa pilot elbisesi içinde sokulduğunu, Bursa’lı nöbetçi bir askerin bunu gördüğünü, Jandarma içinde de Eşref Paşa’nın suikastle öldürüldüğüne kanaatinde olan pek çok insan olduğunu, ancak ortaya çıkarılmasının istenmediğini,
Malatya’da Turan Abi gibi akrabalarının bulunduğunu, kendisinin onlarla da sürekli görüştüğünü,
Bahtiyar AYDIN Olayı :
Bahtiyar AYDIN’ı bir PKK itirafçısının öldürdüğünü, sebebinin de Silahlı Kuvvetlerde bir kesimin şiddetten yana olduğunu, bir kesimin de şiddete, öldürmeye karşı olan, halkı kazanalım dediğini, Bahtiyar AYDIN’ın terörle mücadelede şiddete karşı olan bir insan olduğunu, bu nedenle öldürüldüğünü,
Hulusi SAYIN - İsmail SELEN Cinayetleri :
Bunlardan birisinin sağcı, birisinin solcu olduğunu, bir zamanlar Jandarma’da SELENCİLER, SAYINCILAR olduğunu, ideolojik olarak ikiye bölündüğünü, birinin katilinin bir astsubay olduğunu, birisinin diğerine karşı misilleme olarak öldürüldüğünü, yani konunun tamamen ideolojik olduğunu, uyuşturucu falan olmadığını, bunlarda polisin herhangi bir katkısının olmadığını,
Hakkâri Emniyet Müdürü :
Şahsen tanımadığını, ancak Mahmut YAŞAR ve Cevat DEMİR adındaki uyuşturucu kaçakçılarının Polis tarafından istihbaratçı olarak kullanıldığını, bundan Emniyet Müdürünün mutlaka haberdar olduğunu, aranan bir şahsın güvenlik güçlerince kullanılmasının yasal olmadığını, bunu doğru bulmadığını,
Operasyon ve İnfaz Timleri :
Operasyon Timlerinin bir Yüzbaşının sorumluluğunda mutlaka rütbeli teğmen, üsteğmen, astsubay veya uzman çavuşlardan, yani gençlerden oluştuğunu, Yüzbaşıdan daha yüksek rütbede kimsenin operasyona katılmadığını, dikkat edilirse şehit olanların hep er, astsubay ve uzman çavuşlardan olduğunu, bunların vatansever, kahraman ve dürüst insanlar olduğunu, operasyon yapılacak yerlerin önceden planlanarak operasyon yapıldığını,
İnfaz timlerinin ise üç kişiden oluştuğunu, çoğunlukla silahsız, korumasız insanlara yönelik olduğunu, bu insanların evlerinden alınarak infaz edilip bir dereye atıldığını,
Öldürülen İtirafçılar :
Üzümlü Karakolu Baskınından sonra teslim olan biri Suriyeli, diğeri Mardin’li 2 kızın Tugaya getirildiğini, sonra kaybolduklarını, yani infaz edildiğini, halbuki Tugayın gözaltına alma yetkisinin olmadığını,
Bu itirafçıları kazanmak gerektiğini belirtmiştir. (Ek:225)
http://www.gazetem.net/bellekyazi.asp?yaziid=5
97 tarihli ifadesinde;
1959 Edirne İpsala doğumlu olduğunu, daha sonra nüfusunu İzmir Karaburun Merkez Mahallesine aldırdığını, Baba adı Mehmet, ana adı Havva olduğunu, halen Elazığ İl Jandarma Komutanlığı Merkez Bölüğü personel İşlem Astsubayı olarak çalıştığını,
1977 yılında Astsubay Okulunu bitirdiğini, 1977-1981 arasında Diyarbakırda görev yaptığını, önce 1977-1979 arasında Kulp’ta, 1979-1981 arasında Ergani’de çalıştığını,
1981 yılında Ergani Kesantaş Köyü matematik öğretmeni, Afyon Kırali Kasabası’ndan babası Adalet Partisi İlçe Başkanı olan ve okulda Kürtçe konuşulmasına, şarkı söylenmesine karşı olan Kadir ismindeki öğretmenin Ergani-Afyon yolunda otobüs içinde bıçaklanarak öldürüldüğünü, bunun Kesantaş Köyünden Şaban ismindeki failini kendisinin bulduğunu,
1981-1983 arasında Bursa’da 6 ay Komando’da çalıştığını, 1982’de Sorgu’ya geçtiğini,
1983-1986 yıllarında Kars’ta çalıştığını, bu sırada 1984 yılında 3 ay 10 gün faili meçhullerle ilgili sorgu kursuna katıldığını (Babası Faili Meçhul gittiği için bu konuda hobisi olduğunu), burada herhangi bir terör ya da faili meçhul olayı hatırlamadığını,
1986-1993 yıllarında Uşak İl Jandarma’da sorgu kısım amiri olarak çalıştığını, narkotik sorumluluğuna baktığını, burada Dev-Sol içindeki bir hesaplaşma dolayısıyla Ulubey İlçesinin Büyükkayalı köyüne atılan 1 ceset dışında önemli bir olay olmadığını,
1993-1996 yıllarında (1 Temmuz 1996 tarihine kadar) Malatya İl Jandarma’da sorgu görevinde çalıştığını,
Malatya’da görev yaparken 1996 yılında Elazığ-Malatya arasındaki Kömürhan Kö
prüsünün yakınında 20-25 yaşlarında genç bir erkekle genç bir bayan cesedinin bulunduğunu, her ikisinin de ellerinin arkadan bağlı olduğunu ve enselerinden vurulduğunu, olay yerinde 9 mm. Makina Kimya Mermileri olduğunu, erkeğin ayaklarının çıplak olduğunu, ayakkabılarının kendine ait olmadığını tespit ettiklerini, her ikisinin de temiz giyimli, erkeğin traşlı olduğunu, bayanın da bakire kız olduğunu ve iç çamaşırlarının dahi çok temiz olduğunu, bunlardan hareketle bu olayın başkası tarafından değil, kesinlikle güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmiş bir İNFAZ olduğu kanaatine vardıklarını, örgüt işi olsaydı, örgütün maktulün ayağına “Ajan veya provakatörün sonu budur” gibi bir bildiri bırakacağını,
Maktullerin kimliklerini tespit etmek için olay yerinde çektiği resimleri basına verdiğini, kızın babasının resmi gazetede görerek kendilerini aradığını ve Malatya’ya geldiğini, cesedi morgta teşhis ettiğini, adamın Mersin Gülnar ilçesinde ayakkabı tamircisi ve fakir bir aile olduğunu, kızın Dicle Üniversitesi Yabancı Diller bölümünde öğrenci olduğunu, herhangi bir olayla ilgisinin olmadığını,
Erkeğin ise; Diyarbakır Silvan nüfusuna kayıtlı olup Sivas’ta 2 yıllık yüksek okulu bitirdiğini, Diyarbakır’da iş ararken kızla tanıştıklarını, güvenlik güçlerince gözaltına alındığına dair bir kaydının olmadığını,
Diyarbakır’daki sistemi bildiğini, buna göre bir kişinin bu şekilde öldürülmesi için kürt kökenli olması ve PKK’ya MÜZAHİR olmasının (yani PKK’ya hafif bir sempatisinin olmasının) yeterli olduğunu, kendini devlet yanlısı tanıtan birinin “Falan PKK yanlısıdır” gibi bir ihbarı üzerine adamın özel harekatçı kıyafetiyle evinden alındığını ve 2-3 kişilik infaz ekibi (Tetik Timi) tarafından infaz yapıldığını, buna İstihbarat biriminin karar verdiğini, ancak son zamanlarda infazların durduğunu,
Bu kişinin de bu sisteme göre tahminen müzahir olması nedeniyle yanındaki kızla beraber Diyarbakır ekiplerince gözaltına alındığını, onlar gözaltındayken başka bir infaz olayına tanık olduklarından bu tanıkları yok etmek için infaz edilmiş olabilirler diye değerlendirdiğini, çünkü o sırada 5 kişinin daha Diyarbakır’da atıldığını bildiğini, ayrıca bu kişileri polisin gözaltına aldığının da kesin olduğunu, kızın bir arkadaşının ailesine telefon ederek yurda gelmediğini bildirdiğini,
Ayrıca Diyarbakır’la cesetlerin bulunduğu yer arasında 11-12 tane kontrol noktasının bulunduğunu, güvenlik güçlerinden başka kimsenin bu noktaları yanındaki bu kişilerle veya cesetlerle geçmesinin mümkün olmadığını, ceset bırakılan yerin güvenlik amirinin de normalden bu işten haberdar olmasının gerektiğini, ancak Malatya’da fazla güvenlik görevlisi olmadığını da düşünerek cesetleri Malatya’ya, Jandarma bölgesine bıraktıklarını,
Olayı araştırmak üzere İl Merkez Bölük Komutanı Üsteğmen Abdullah KAYA ile Kriminalci Uzman Çavuş Ergun KAYAKAYA ve Ali Başçavuşun Diyarbakır’a gittiklerini, kendisinin gitmek istemediğini ve gitmediğini, bu ekibin polis ve jandarmaya uğradıklarını, adı geçen kişilerin (maktullerin) poliste gözaltına alındıklarını öğrendiklerini, ancak burada kendilerine; “Sizin ne işinize geliyor, bunun sizinle alakası yok, çekin gidin görevinize” dendiğini, böylece hiç bir evrak almadan ,hiç bir işlem yapmadan geri geldiklerini, onlara “İyi ki sizi de infaz etmemişler” dediğini, olayın böylece kaldığını,
Yeşil ve Veli KÜÇÜK :
YEŞİL’in aslen Bingöl Solhan Asmakaya Köyü nüfusuna kayıtlı, 1953 doğumlu Salih oğlu Mahmut YILDIRIM olduğunu, Sakallı diye anılan işinin de aynı şahıs olduğunu, çocukluğunun Elazığ’da geçtiğini, 1982 yılında Ülkü Ocakları davasından Elazığ Polisince gözaltına alındığını, “Devletin manevi şahsiyetine hakaret ve Polis Memuruna hakaret”ten 2 fişi bulunduğunu, kendisini gördüğünü, uzun boylu, 1,85 boyunda, esmer bir şahıs olduğunu, çok zengin olduğunu,
Yeşil’in önce polisle birlikte çalıştığını, daha sonra Cem ERSEVER’le tanışarak JİTEM’de çalışmaya başladığını, O’nunla birlikte Suriye’ye gidip geldiğini, Jandarma istihbarat birimlerinden herkesin yeşili tanıdığını, Yeşil’in Emniyet ve Jandarma teşkilatlarına rahat girip çıktığını, hatta bazen kapıda karşılandığını, Kürtçe bildiği için herkesle rahat dialog kurduğunu, Çatlı’dan da önemli ve üstte bir adam olduğunu, bilhassa Jandarma’da çok önemli olduğunu, Çatlı ile de ülkücülükten dolayı birbirlerini tanıdığını, ayrıca Jandarma’da da ülkücü olanların olduğunu, bunlar arasında da ilişki olduğunu, Yeşil’in Korkut EKEN’i de Sedat BUCAK’ı da, hatta Mehmet AĞAR’ı da tanıdığını, hatta Mehmet AĞAR’ın “Bu adamı öldürün” diye emir de verdiğini,
Yeşil’le irtibatı olanların Ankara’da Cinnah Caddesinde ********* veya Birahane gibi herkesin girip çıkmadığı bir yerde buluştuklarını,
Tuğgeneral Veli KÜÇÜK’ün de Yeşil’i çok iyi tanıdığını, beraber çalıştıklarını, Yeşil’in Veli KÜÇÜK’ün sözünden çıkmadığını, Veli KÜÇÜK bir zamanlar JİTEM’in en kıdemli, en sözü geçen kişisi olduğunu, bu kişiyi tutan kötü insanlar çoğunlukta oldukları için general olduğunu, Kocaeli Jandarma Komutanıyken birkaç soruşturma geçirdiğini, ancak bunların kapatıldığını, Veli KÜÇÜK’ün doğudan ayrıldıktan sonra da telefonla doğudaki bazı şeyleri yaptığını, Kocaeli Jandarma Komutanı olduktan sonra Yeşil’in de İstanbul tarafına kaydığını, bu tarafta da infazların başladığını, faili meçhullerin arttığını,
1993 yılında Diyarbakır’da birtakım infazlar yapıldığı zaman Yeşil’in de orada olduğunu, tetikçi olarak görev yaptığını, Diyarbakırda Vedat AYDIN’ı Yeşil’in iki kişiyle Özel Harekatçı elbisesi giyerek evine gidip, “Polis” diyerek kaçırdığını, sonra da infaz ettiğini, yanındakilerden birinin Alaattin KANAT olabileceğini, bu kişinin de PKK itirafçısı ve tetikçi olduğunu, Ankara açık cezaevinden konuşmasın diye kaçırıldığını, belki de infaz edileceğini, Yeşil’in Malatya’ya da girmek istediğini, ancak o zamanki Jandarma Alay Komutanı Yaşar ERCAN’ın buna izin vermediğini, bir defa Malatya Alay Komutanlığına geldiğini, Alay Komutanını sorduğunu, ancak Yaşar Albay’ın kendisini kabul etmediğini, kendisinin de orada gördüğünü, Yeşil’in Alaattin ÇAKICI’yı çok iyi tanıdığını, bir zamanlar İstanbul’da çıkan çek-senet mafyasında da olduğunu, çünkü Yeşil’in parasız iş yapmadığını, çok parası olduğunu, çok para harcadığını, bekar olduğunu, kadına düşkünlüğü bulunduğunu,
Yeşil’in uyuşturucu olayını en iyi yönlendiren kişi olduğunu, TORBACI tabir edilen taşıyıcı olduğunu, arabasıyla getirip götürdüğünü, Uyuşturucunun Yüksekova’da imal edildiğini, sevk yolunun VAN olduğunu ve oradan ayarlandığını, İstanbul’da da pazarlanıp satıldığını, Güvenlik güçlerinden zaafı olanların, menfaati olanların bu olaya yardımcı olduğunu, bütün bu irtibatları Yeşil’in sağladığını, nerede ne kadar güvenlik gücü olduğuna dair istihbaratı da Yeşil’in sağladığını, Yeşil’in bankaya yatırdığı 300 bin mark, 50 bin doları Urfa Suruç (veya Siverek) nüfusuna kayıtlı Ahmet DEMİR’in çektiğini,
Yeşil’in halen MİT’te çalıştığını sandığını, üç gün önce İstanbul’da MİT tarafından sorgulandığını, Sabancı Suikastının tetikçisi DHKP’li İsmail AKKOL’u Suriye’den Yeşil’in getirip MİT’e teslim ettiğini, Çünkü Yeşil’in Cem ERSEVER’le birlikte Suriye’ye gidip geldiğini, Suriye istihbaratı ile irtibatı olduğunu,
Bütün bu bilgileri Jandarma Genel Komutanlığında istihbaratçı olarak çalışan samimi arkadaşlarından şifahi olarak aldığını,
Doğan ERŞAHİN :
Malatya Pötürge Tosunlu Köyü’nden Doğan ERŞAHİN adında Mafyanın çok önemli bir adamı olduğunu, bu kişinin halen cezaevinde bulunan İsrailli MOSSAD ajanı Gülbahar ATEŞ’in kocası (ve Pötürgeli) olan Celal ATEŞ’in ve İzzet Avni ÖZTÜRK’ün de arkadaşı olduğunu, (Celal ATEŞ’in de Hollanda’da öldürüldüğünü)
Doğan ERŞAHİN’in Veli KÜÇÜK Kocaeli Jandarma Komutanı olduğu sırada Kocaeli Jandarmasının elinden firar ettiğini, Malatya nüfusuna kayıtlı olduğu için olayla ilgilendiğini, Kocaeli Jandarmasını telefonla arayarak Erdoğan EMELCE adında bir astsubayla görüştüğünü, O’na “Sizin pisliğinizi biz mi temizleyeceğiz, 800 milyon para almışsınız” dediğini, Doğan ERŞAHİN’in adamı Mehmet ATEŞ’in annesinden para alınıp sevk sırasında yemekte kaçtığının açık olduğunu, Veli KÜÇÜK’ün bu yüzden soruşturma geçirmiş olabileceğini,
Kocaeli Jandarma Komutanı Veli KÜÇÜK’ün kendilerine Doğan ERŞAHİN’in Malatya’ya geldiğini, Gülbahar ATEŞ’le konuştuğunu söylediğini ve bu kadının telefonunu verdiğini, kendisinin de Gülbahar ATEŞ’le konuştuğunu, kadının kendisine “Evladım Doğan ERŞAHİN’i Veli KÜÇÜK koruyor, nerede olduğunu onlar çok iyi biliyor, O Malatya’da değil, bana sorma” dediğini,
Doğan ERŞAHİN’in bir tetikçi olduğunu, ilk icraatının bir vatandaşın kafasını kesip kahvede masanın üzerine koymak olduğunu, Kocaeli’nden firar ettikten sonra da Yüzbaşı elbisesi ile Malatya’ya gelerek Battalgazi’de evi olan Tekin COŞKUN ile görüştüğünü, (Tekin’i polisin çok iyi tanıdığını, çek senet mafyası ile uğraştığını, Alaattin ÇAKICI’nın da arkadaşı olduğunu, kendisinin bu adamla tanıştığını, evine gittiğini) Battalgazi’de bir vatandaşı evinden çıkardığını ve bahçede öldürdüğünü, olayın polis bölgesinde olduğunu, (öldürülen adamın akrabası olan Aydın ÖZTÜRK adındaki vatandaşla kendisinin görüştüğünü, hala da görüştüğünü), daha sonra Doğan ERŞAHİN’in muhtar olan kardeşinin misilleme olarak öldürüldüğünü, bu dosyanın da adliyede faili meçhul olarak kaldığını, kendilerinin failini bildiğini, polisten bazılarının da bildiğini, ancak kanıtlamak istemeyeceklerini, çünkü onların da zarar göreceğini, bu cinayetin bir uyuşturucu hesaplaşması nedeniyle işlendiğini, Doğan ERŞAHİN olayıyla 6 ay uğraştığını, daha sonra yakalandığını, ancak yine firar ettiğini, bu kişinin toplam üç defa firar ettiğini, bir sefer de İstanbul’dan firar ettiğini, bu Doğan ERŞAHİN’in zabıta ile genel birlikteliğinden ziyade ferdi bir menfaat paylaşımının sözkonusu olduğunu,
Doğan ERŞAHİN’in Yeşil’le birbirlerini tanımadıklarını,
Genellikle pişmanlık yasasından faydalananların tetikçi olarak kullanıldığını, neticede tetiği çekenlerin de infaz edildiğini, bu nedenle faili meçhullerin yakalanamayacağını,
HAKKÂRİ :
1 Temmuz 1996’da Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Subay Vekill1iğine atandığını, burada kendinden önce Binbaşı İbrahim İÇGÜDER’in görev yaptığını, çalışacağı odayı temizlerken çekmecede 2 adet tabanca bulduğunu, birinin 14’lü Saddam, diğeri daha önce hiç görmediği bir silah olduğunu, önce bir astsubayla kendisi bir tutanak tuttuğunu, sonra tabancaları Komutan Yardımcısı Mesut KURU’ya, sonra da Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA Albay’a götürdüğünü, ancak alay komutanın beklediği tepkiyi göstermeden Arif ÖZKAN Başçavuşa göndererek “Buluntu Silah” tutanağı tutturduğunu, kendi tutanağını saklayarak daha sonra Diyarbakır DGM’ne verdiğini,
Alay Komutanından kendi kurs gördüğü alan olan SORGU’da çalışmak istediğini söylediğini ve bu konuda ısrar ettiğini, ancak Alay komutanının bunu kabul etmeyerek kendini Şemdinli’nin ORTAKLAR KARAKOLU’na sürdüğünü, bu karakolda 19Temmuz-16 Ağustos tarihleri arasında görev yaptığını,
Bu karakolun 1995 yılında baskına uğradığını ve 17 erin şehit olduğunu, bu konuda bir soruşturma yapılmadığını, ancak Bölük Komutanının bu olaydan kendini kurtarmak için (Arkadaşı Astsubay Ali ŞEN’in kardeşi olan) Urfa-Viranşehir’li Uzman Çavuş Haşim ŞEN’i sorguya çektiğini, O’na işkence yaptığını, hatta cop soktuğunu, bunun üzerine adı geçen astsubayın bütün özel eşyalarını da karakolda bırakarak firar edip İsviçre’ye gittiğini, orada MED-TV’ye beyanat verdiğini, bunun da ülkemiz aleyhine olduğunu,
Ortaklar Karakolundan Hakkâri İl Jandarma Harekat Asayiş Müdürü Yarbay Adnan KESKİN’le birlikte ayrılarak birlikte bir rapor yazdıklarını, yapılması lazım gelen şeyleri yazdıklarını,
Buradan Hakkâri-Van-Yüksekova arasındaki üçgende yer alan ve önemli bir kontrol noktası olan YENİKÖ
PRÜ Karakolu’na atandığını, Burada görev yaparken 06 plakalı kırmızı bir Opel aracın geçerken askerlerin aramak istediğini, içinde bulunan bir baş komiserin aratmak istemediğini, kendisinin de onlarla münakaşa ettiğini, aracın gitmek istediği yönden vazgeçerek Hakkâri’ye geri döndüğünü, bunun üzerine kendisinin de 2 gün sonra İl Merkezine bağlı BAĞIŞLI Karakolu’na tayin edildiğini, Bağışlı’ya varınca Karakol Komutanının odasında 2 kilo esrar bulduğunu, burada 8 gün kaldığını, buradan Hakkâri’ye döndüğünü,
Hakkâri’de daha önce Uşak’ta birlikte çalıştığı için tanıdığı ve Tugay’da çalışan, dürüst bir insan olan Yarbay Hami ÇAKIR’a gizlice telefon ettiğini ve gördüğü yolsuzlukları anlatarak kendisini Yüksekova’ya aldırmasını istediğini, Onun da Paşa’ya söyleyerek 4-5 gün içinde 20 Ekim’de (gerçekte 20 Eylül) YÜKSEKOVA’ya tayinini çıkardığını,
Aynı gün Yüksekova’da göreve başlayarak gözaltında bulunan 37 kişinin sorgusunu yaptığını, bunlardan kırsaldan gelen silahlı militan Ferhat DURNA’nın ifadesinin önemli olduğunu, Ertesi günü (21 Eylül) Anavatan İlçe Başkanı Tahir BASKIN’ın gelerek yeğeni Necip BASKIN’ın kaçırıldığını söylediğini, olayla hemen ilgilenip bunun fidye amaçlı olduğunu anladığında korucu ve itirafçılardan şüphelendiğini, bunlardan Kahraman BİLGİÇ’i çağırıp da kaçırılırken Necip BASKIN’ın yanında bulunan İlhami BASKIN’la yüzleştirilince renginin attığını, bunun üzerine Kahraman BİLGİÇ’i hemen sorguya çektiğini, hiç bir işkence yapmadan, çay, sigara ikram ederek adamın ifadesini aldığını,
Yüce KARADEMİR Olayı :
Önce üstünü başını boşalttığını, cüzdanından 1000 Irak Dinarının çıktığını, defterinde “15 Ağustos 1996 tarihinden itibaren beni ara- Yüce KARADEMİR” şeklinde bir not bulduğunu, Yüce KARADEMİR’in kim olduğunu sorduğunu, “Çukurca Komanda Taburunda İkmal Astsubayı olduğunu” öğrendiğini, bir itirafçının ikmal astsubayı ile ilişkisine anlam veremediği için Onunla ne ilişkisi olduğunu sorduğunu,
Kahraman BİLGİÇ’in “kendisinin bu astsubayda 7 adet Lav silahı, Uzi ve bir-kaç el bombasının olduğunu, kendisi ile Ankara’da banka soyacaklarını planladıklarını, Yüce Astsubayın her şeyi ayarladığını, silahları, elbiseleri Ankara’ya götürdüğünü, burada sözlüsünü ayarladığını, bir kaç gün sonra cep telefonundan kendisini arayacağını, isterse şimdi de arayabileceğini” anlattığını, önce bunlara inanamadığını, sonra bu ifadeleri tutanağa geçirerek ve mesaj halinde üst makamlara gönderdiklerini,
Daha sonra bu kişinin Ankara’da tutuklanarak Hakkâri’ye getirildiğini, bunu Van askeri savcılığına götürmek üzere kendisinin görevlendirildiğini, Yücel’i 07.10.1997 tarihinde alarak Van’a götürüp Askeri Savcılığa teslim ettiğini,
Yolda giderken 7 saat süre arabada kendisi ile konuştuğunu, “10.600 markı, 7 tane tapuyu nereden bulduğunu, bu silahların ne olduğunu sorduğunu”, onun da; “Çeto isimli bir kaçakçıdan bahsettiğini, Kıdemli Binbaşı Cengiz YILDIRIM’a (Halen Yarbay, Jan.Gn. Kom. Sınır Kaçakçılık Şb.Md.) 2 sıfır kaleş, bir M-16, 16’lı Baretta, 9 mm. verdiğini , bir kaleşi Bayram AKDOĞAN’a (Halen Albay, Niğde Alay Komutanı), M-16’yı Hamdi POYRAZ’a verdiğini, bunu Kahraman BİLGİÇ’in de doğruladığını, kendisi ikmal subayı olduğu için bunları verebildiğini, ayrıca Ramazan ismindeki bir astsubaya 75 milyon karşılığı silah sattığını” söylediğini, Ayrıca Yüce KARADEMİR’in özel eşyaları arasında 2 orijinal sıfır kaleş, 5 tabanca, bir tane ucuna susturucu takılabilen UZİ marka suikast silahı ve 2 çuval askeri malzemeyi ve 10.600 markı teslim aldığını ,
Necip BASKIN’ın Kaçırılması :
Daha sonra Necip BASKIN olayını net bir şekilde anlattığını, yüzleştirmelerinin yapıldığını, buna göre; Komiser Fatih (Fatih ÖZKAN ismindeki polis memuru), Kahraman BİLGİÇ, Korucu Kadir (Abdülkerim ÖZCÜK) ve birkaç korucunun Korucubaşı Mehmet Emin ERGEN’in evinde toplandıklarını ve bir düzen kurduklarını, önce A Köyünde, B Köyünde koyunları kaçırıp Muş’ta satmayı ve parasını kırışmayı, bunun için “PKK Kaçırdı” diye propaganda etmeyi planladıklarını, MHP İlçe Başkanı Tahir’in de MENŞE’ ŞEHADETNAMESİNİ ayarlayacağını söylediğini, Aynı toplantıda BASKIN’lardan birini kaçırmayı, PKK tarafından kaçırılmış süsü verilerek alacakları fidyeyi paylaşmayı, sonra da teslim sırasında hem Necip BASKIN’ı hem de para getirenleri öldürmeyi, sonra da “PKK ile çatışmada öldürüldüler” demeyi planladıklarını, Komşu Köyden Korucubaşı M.Emin ERGEN’in istihbarat çalışması yaptığını, (20 Eylül gecesi) Kahraman BİLGİÇ’in PKK militanı kılığında olmak üzere, üç polis, üç korucu BASKIN’ların köyüne gittiklerini, Kahraman BİLGİÇ’in Necip BASKIN’ın evine girdiğini, yüzünün açık olduğunu, elinde de bir M-16 marka silah olduğunu (Örgüt mensuplarında genellikle kaleşnikof olduğunu), odada Üniversite öğrencisi Necip BASKIN’la İlhami BASKIN’ın ve bir yaşlı kadınla bir çocuğun yattığını, K.BİLGİÇ’in kendisini PKK örgüt üyesi olarak tanıttığını, önceden hazırlanmış mühürlü imzalı 200 bin marklık bağış makbuzunu İlhami BASKIN’a vererek Necip BASKIN’ı da yol gösterme bahanesi ile yanına alıp çıktığını, Necip BASKIN’ı Komiser Fatih’in Mazda marka arabasına bindirdiklerini, yolda gözlerini bağladıklarını, doğru Özel Harekat kapısından Emniyete götürdüklerini ve mescide kapattıklarını, bu arada da İl Emniyet Müdürü’ne telefon ederek “bir milis ele geçirdiklerini, muhtemelen PKK’nın buluşması olduğunu, akşam bir operasyon yapacaklarını”, bunun üzerine Emniyet Müdürünün yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sorduğunu, Fatih’in de “buna gerek olmadığını, kuvvetlerinin yettiğini” söylediğini, böylece öldürme eylemine kılıf hazırladıklarını, sonra da Necip BASKIN’ın verdiği numaraya telefon ederek parayı istediklerini, telefona Tahir BASKIN’ın çıktığını, paranın çok olduğunu, biraz müsaade etmelerini istediğini, daha sonra da Jandarma Taburuna gidip Hami Yarbay’a durumu anlattığını, Korucu ve polislerden şüphelendiğini de söylediğini, bunun üzerine telefonun dinlemeye alındığını, buradan telefon edilen yerin tespit edildiğini, bu arada Kahraman BİLGİÇ’in tabura çağrıldığını, bunun üzerine K.BİLGİÇ’in Komiser FATİH’e telefonla bilgi verdiğini, bunun üzerine Fatih’in Necip BASKIN’ı ikindi vakti stadyum yakınına bıraktığını, K.BİLGİÇ’in tekrar sorguya çekildiğini, her şeyi anlattığını, sonra da Necip BASKIN ile yüzleştirildiğini ve Necip BİLGİÇ’in Kahraman’ı teşhis ettiğini, daha sonra olay yerinde YER GÖSTERİMİ yaptıklarını ve bunu kasete aldıklarını,
Bundan sonra Polislerin ifadeden vazgeçsin diye Tahir BASKIN’ın bir akrabasının evine 2 kilo esrar koydurduğunu, bunu koyan çocuğun da yakalandığını, ifadesini kendisinin aldığını, çocuğun “kendisinin polisler tarafından ölümle tehdit edildiğini” söylediğini,
Kurmay Albay Hamdi POYRAZ :
Kahraman BİLGİÇ’in bu sorgusunda, halen Genelkurmay’da İcra Tetkik Dairesi Başkanı olan, o zaman Tugay’da Kurmay Albay Hamdi POYRAZ’dan bahsettiğini, Hamdi POYRAZ’ın Kendisi (K.BİLGİÇ) ile Kemal ve İsmet ÖLMEZ ve sözde haber elemanı bir Kuzey Irak’yı Çukurca ÇIĞLI’ya gönderdiğini, yolda arandıkları zaman rahat geçmeleri için bir yazı verdiğini, Çığlı’da kendisinin askeriyede kaldığını, Kuzey Iraklı’nın Irak’a geçtiğini, sonra içi silah dolu ağır bir çuvalla geri geldiğini, bunu İsmet ÖLMEZ’le birlikte Tugay Karargahına Hamdi POYRAZ’ın odasına götürdüklerini,
Piyade Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL :
Kahraman BİLGİÇ talimatları Albay Hamdi POYRAZ’dan aldığını, Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL ile de görevlere gittiğini,
Özel Harekat Timi ile birlikte AŞAĞIKONAK köyünde operasyon yaparken kendisinin ( K.BİLGİÇ’in) kümesten 13 kilo eroin ile 4 adet silah çıkardığını, tabancaları Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL’a verdiğini, Binbaşının da bu silahlardan birini Belediye Başkanı Ali İhsan ZEYDAN’a verdiğini, diğerlerini bilmediğini, Eroinin 8 kilosunun Mehmet Emin YURDAKUL’un taburundaki bir astsubaya verdiğini, Bu astsubayın İzmir’de yakalandığını, tifadesinde Binbaşının ismini vermediğini, çünkü bunun için Mehmet Emin YURDAKUL’un karısının adı geçen astsubayın karısına 480 veya 580 milyon lira gönderdiğini,
Mehmet Emin YURDAKUL’un kendisi (Kahraman BİLGİÇ) ile birlikte iki çobanla daha sonra tanıklık yapmasın diye namaz kılarken babalarını öldürdüklerini, ayrıca Esendere Yolu’nda iki gencin öldürülüp karlı bir zamanda atıldığını,
Abdullah CANAN ‘ın da Mehmet Emin YURDAKUL’un tabura aldırdığını, bir hafta taburda sorguladığını, sonra da kendisinin tabura getirdiği ve üsteğmen diye tanıttığı, ancak gerçekte üsteğmen olmayan iki tetikçiye öldürttüğünü, kendisine (K.BİLGİÇ’e) de kimseye söyleme dediğini,
(Kahraman BİLGİÇ’in) Bu olayla ilgili olarak Abdullah CANAN’ın akrabası olan Mehmet CANAN’la Yakup EDİŞ’in evinde (Abdullah CANAN’dan haber almak veya kurtarmak için) pazarlık yaptıklarını 24 bin marka anlaştıklarını, Mehmet CANAN’ın bunun 7 bin markını ev sahibi Yakup EDİŞ’e bıraktığını, bunu Kemal ve İsmet ÖLMEZ’in kardeşi Burhan ÖLMEZ’e verdiğini, çünkü onlarla beraber olduğunu, daha sonra bunlarla Otel Şenler’de görüştüğünü,
Bu Ölmezlerin ve Yakup EDİŞ’in 1984 yılında PKK’yı bölgeye sokan insanlar olduğunu, ancak sonradan bundan zarar gördükleri için devlet yanlısı olduklarını,
Kaçakçılık Olayları :
Kahraman BİLGİÇ, Hasan ÖZTUNÇ’un ZEYDAN’ın bir altı Korucubaşı olduğunu, devlet yanlısı geçindiğini, Çolak Hasan lakabını taşıdığını, korucuların maaşını bile vekaletle onun aldığını,
Bir de Kemal ÖLMEZ ve İsmet ÖLMEZ olduğunu, bu kişilerin daha önce fakir olduklarını, Hkkariye giden otobüslerde muavinlik yaptıklarını, şimdi ise altlarında birer CHAVROLET marka araba olduğunu, bunları Kurmay Albay Hamdi POYRAZ’ın kendisine (K.BİLGİÇ’e) tanıttığını, Kemal ÖLMEZ’in Vahyettin ASLAN’ın yazıhanesine gelerek tehdit ettiğini, ancak ondan para alamadıklarını,
Refah Partisi İlçe Başkanı Fakin MENGEÇ’in (askeriyeye malzeme veren bir esnafmış) de “tehdit edildiğini, şikayet dilekçesi verdiğini, ancak dilekçenin Emniyete gelip takıldığını, o zana işin içinde polisin de olduğunu anladığını, korkusundan takip edemediğini” kendisine (Hüseyin OĞUZ’a) anlattığını,
Hüseyin OĞUZ, Astsubay Aydın, Teğmen Yalçın KARAKURT ve Atilla Astsubayla birlikte bu işlerin üzerine korkusuzca gitmek için silah üzerine yemin ettiklerini, bundan sonra şikayeti olanların dilekçe vermeleri için Fakin MENGEÇ’e haber gönderdiğini,
Daha sonra taburda Hamdi ÇAKIR Yarbay ve Ersan ALKAN Albayla birlikte halka güven vermek, “olayların üzerine gidiyoruz” imajını vermek ve halkı devletin yanına çekmek için bir halk toplantısı yapmaya karar verdiklerini, aşiret ileri gelenlerini çağırdıklarını, hepsinin geldiğini, yalnızca Belediye Başkanının gelmediğini, kolonya, çikolota alarak vatandaşa ikram ettiklerini, orada bir vatandaşın “Abdullah CANAN olayı da çözülecek mi?” diye sorduğunu, Abdullah CANAN’ın oğlu Vahap CANAN’ın da Mehmet BALKIZ Yüzbaşıya gittiğini, yakasına yapıştığını, “Babamın katilleri sizsiniz” dediğini, bunun üzerine kendisini dövdüklerini, Çünkü babasını çağırtıp tabura gönderenin Mehmet BALKIZ Yüzbaşı olduğunu söylediğini, bunun üzerine bu çocuğu kenara çekip özel telefonunu verdiğini ve kendisini aramasını istediğini,
Kahraman BİLGİÇ’in ifadelerini mesaj halinde Alaya, Tugaya, Genel Komutanlığa çekildiğini, Alaydan Yalçın Teğmen’e telefon açılarak kendisi (Hüseyin OĞUZ) için “Ulan sen Silahlı Kuvvetlerini hedef aldın.”şeklinde tepki gösterdiklerini,
Bunun üzerine Albay Hasan, Yarbay Hami ÇAKIR, kendisi (H.OĞUZ), Aydın Başçavuş, Yalçın Teğmen’in toplandıklarını, Hami Yarbay’ın “Dürüstçe mücadele ediyoruz, yanlış bir şey olmasın” dediğini, olaya siyaset karıştırılmaması gerektiğini konuştuklarını,
Yalçın Teğmen’in “Abi bunlar bizi infaz edecekler, bunları not üşeceğim, yazacağım, kasete alacağım” dediğini, kendisinin de “Ben sonuna kadar mücadele edeceğini, kendisini desteklemelerini “ istediğini, kendisinin de Atilla Astsubaya “yer gösterimi ve ifade sırasında alınan kasetleri çoğalt” dediğini, ifadeleri de 6 nüsha yazdığını, birini özel olarak saklaması için Atilla Astsubaya verdiğini, onun da özel valizine sakladığını, toplantıda 5 suret ifade yazdıklarını söylediğini, Ersan ALKAN Albayın “Bu ifade tutanaklarını yok edeceksiniz” dediğini, “Neden” diye sorması üzerine Albay’ın “Bu Tugay Komutanına, Genelkurmay’a bir yere sıçrıyor” dediğini,
Kahraman BİLGİÇ’in ifadesini kendisinin aldığını, ancak orada geçici görevli olduğu için imza atmadığını, bu tutanakların PBİK (Personel Bilgi İşlem) Kod numarası yazılarak imzalandığını, bu ifadelerdeki imzaların Teğmen Yalçın KARAKURT ile Astsubay Aydın’a ait olduğunu, Aydın’ın soyadını hatırlamadığını, bu sorgunun Atilla ATEŞ astsubay tarafından kamera ile çekilerek banta da alındığını,
Yüksekova’ya gidişinin 8. günü görevinin bittiğini söylediklerini, İl Jandarma Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA’nın kendisini istediğini ve çok acele gelmesini istediğini, orada yol güvenliğinin olmadığını, yolda infazdan korktuğunu, tedbir alarak YENİKÖ
PRÜ’ye geldiğini, buradan tanıdığı Erdal Astsubay’ın kendisini BRT denilen araçla Hakkâri’ye ilettiğini, burada çok kötü karşılandığını, telefonla görüşmesi, çarşıya çıkmasının yasaklandığını, bunun üzerine 4 Kasım’da (4 Ekim olmalı) Atilla Astsubay adına misafirhaneye bağlattıkları özel telefondan eşini aradığını, olayları anlattığını,
7.10.1996 tarihinde de tutuklanmış olan Yüce Astsubayı Van’a Askeri mahkemeye götürmek üzere görevlendirildiğini, Van’da Abdullah CANAN’ın akrabası olan Eski Hakkâri Milletvekili Esat CANAN’ın telefonunu bularak kendisi ile 2 saat konuştuğunu, bildiği herşeyi anlattığını, kendisini kurtarmasını istediğini, onun da bunu basına anlattığını,
10 Ekim’de Hakkâri’ye dönünce basına demeç vermişsin diye kendisini sorguya çektiklerini, kendisinin de halen Malatya’da görevli İsmail adındaki helikopter pilotu üsteğmenden kendisini kaçırmasını istediğini, ayın 16’sında Tugay’da buluşmak üzere anlaştıklarını,
Bu arada Mahmut IŞIK adındaki milletvekilini özel telefonla aradığını, olayları anlattığını, “Askerlik hayatı beni buradan çıkarmaz, infaz ederler. Kaset varsa konuşmayı al” dediğini, O’nun tavsiyesi üzerine ATV’den Suat isminde birinin kendisini aradığını, ona da her şeyi anlattığını, eğer infaz ederlerse yayınlanmak üzere anlaştıklarını, medya’da resmim çıkarsa belki kurtulurum diye düşündüğünü,
Ayın 16’sında sivil bir taksi ile İsmail Üsteğmenle buluşmak üzere Tugaya gittiğini, ancak alaydan oraya gittiğini öğrendikleri için acele alaya çağırdıklarını “Jandarma Genel Komutanının kendisini istediğini” söylediklerini, Mahmut IŞIK’ın İçişleri ve Savunma Bakanını arayarak durumu anlattığını, bunun üzeri Genel Komutanlıktan çağrıldığını, ancak yine de infazdan şüphelendiği için Ali KARDEŞ ismindeki İzmir’li bir askere evinin telefonumu vererek, babasına açmasını ve kendi durumunu anlatmasını istediğini,
Ayın 17’sinde bir daha dönmemek niyetiyle valizini alarak Hakkâri’den ayrıldığını ve Ankara’ya geldiğini, Komutanlığa GİTMEDEN önce Mahmut IŞIK’ı bulduğunu ve konuştuğunu, ATV’den Suat’la Onun evinde buluşarak görüntü verdiğini, sonra Jandarma Genel Komutanlığına gittiğini, burada bir gün 12 sayfa ifade verdiğini, anlattıklarına inanmadıklarını, kaçırılan adamın PKK’lı olduğunu söylediklerini, kendisine 20 Ekim’de Komutan’la görüşeceğini söyledikleri halde 20 gün Ankara’da kaldığını, fakat Genel Komutanla görüşemediğini, ifadesinde askeri personeli ve Jandarmayı da yazdığı için görüşmek istememiş olabileceğini, sonra tayinini istediğini,
10 Kasım’da Elazığ’a tayininin çıktığını, mehil müddetini kullanarak Elazığ’a gittiğini, burada pek hoş karşılanmadığını, bir İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı’na Harekat subaylığı gibi bir göreve verdiklerini, orada bir ay kaldığını, telefon irtibatı falan olmayan bu yere kendisini susturmak için verdiklerin, sonra 30 Kasım’da Diyarbakır’a gidip Devlet Güvenlik Mahkemesin’de 9 saat 16 sayfa ifade verdiğini, çünkü adliyeye, hukuka güvendiğini,
Hakkâri’deki menfaat şebekesine karşı Vali’nin hiçbir etkinliğinin olmadığını, kendisinin de ulaşamadığını, adli sistemin de orada bir şey yapmasının mümkün olmadığını,
Otluca Köyü Olayı :
Yüksekova Tugayı’nın çevresinde tel örgü kıyısında koruma amaçlı pusu atıldığını, bu pusu timinin gece saat 24.20-24.30’da pusuya düşürülerek 2 astsubay, 4 erin şehit edildiğini, telsiz konuşmalarını dinlediğini, şehit olan astsubayların pusuya düşünce ısrarla yardım istediğini, ancak birlik yok bahanesiyle yardıma gidilmediğini, ancak 2 gün sonra bölgede operasyonlara başlandığını, Tugay’a 1-2 km. yakınında bulunan OTLUCA Köyünden başta muhtar olmak üzere 5 yaşında çocuk dahil birçok insanın tugaya götürüldüğünü, bunlardan 5 tanesinin eline illegal 5 kaleş verilerek mahkemeye verildiğini, bununla ilgili arama tutanağı tutması için Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA, Yalçın YALINCAK astsubaya emir verdiğini, ancak bu astsubay kabul etmediği için başka bir üstçavuşa tutturduğunu, ancak savcılık bunlara inanmadığı için takipsizlik verdiğini,
Bu arada Otluca Köyünün tamamen boşaltıldığını, köyden 2-4 bin civarında koyunun tugaya getirilerek kesildiğini, bu olaydan sonra bu köyden 24 kişinin kırsala çıkarak örgüte katıldığını, bu hareketle örgütün gücüne güç katılmış olduğunu,
Yücel ZEYDAN ( PKK Yüksekova Dağlıca Tabur Komutanı - Rüstem Kod adlı)
Yücel ZEYDAN’ın Hakkâri Milletvekili Mustafa ZEYDAN’ın oğlu olduğunu, İran’da annesinin yanına sık sık gittiğini, (Mustafa ZEYDAN’ın bir karısının da İran’da olduğunu), telefonla babası ile de görüştüğünü, Mustafa ZEYDAN’ın bir oğlunun da Sağlık Bakanlığı’nda üst düzeyde görevli olduğunu,
Yücel ZEYDAN’ın amca çocuklarının da korucu olduğunu, Yücel’le sık sık görüştüklerini, bu nedenle de Hakkâri Bölgesinde PKK’nın eylem yapmadığını,
Hakkâri’de bütün önemli ihaleleri Mustafa ZEYDAN’ın akrabalarının aldığını, sonunda PKK’ya da devlet parasının gittiğini, son olarak 100 milyonluk Yatılı Bölge Okulu ihalesini yine Mustafa ZEYDAN’ın yakın akrabalarının aldığını,
Mustafa ZEYDAN, istediği adamı korucu yaptırdığını, Vali’ye telefon ettiği zaman almamazlık yapamayacağını,
Yüksekova’lı Mehmet oğlu Bayram AKSU adında bir vatandaşın bulunduğunu, bunun gönüllü istihbaratçılık yaptığını, halen Van’da olduğunu, bunun gerek Yeşille gerekse diğer faili meçhullerle ilgili her şeyi bildiğini,
Aşiret Yapısı :
Hakkâri’de irili ufaklı 23 aşiret bulunduğunu, Yüksekova’da da 3 büyük aşiret olduğunu, Bunların Piyaniş , Doski ve Jirki aşiretleri olduğunu, Bunlardan JİRKİ aşiretinin 200 elemanı ile çok ciddi ve samimi bir mücadele verdiğini,
PİYANİŞ Aşiretinin (Mustafa ZEYDAN’ın aşireti) 9 bin korucusu olduğunu, ancak bunların Yücel ZEYDAN nedeniyle PKK ile ciddi bir mücadelesinin olmadığını, Fakin MENGİÇ (RP ilçe başkanı) ‘nin yanında bir kuyumcu olduğunu, bu kuyumcudan altın alma olayı olduğunu, suçluların Piyaniş aşiretinden olduğunu, işin içinde bir de asteğmenin olduğunu, bu asteğmenin mağduru sanık olarak mahkemeye çıkardığını, sonra aşiretler arasında husumet olmaması için aşiret ileri gelenlerinin araya girerek barıştırdıklarını,
Korucu Sistemi :
Koruculuk Sisteminde korucubaşı, onun altında tim veya takım komutanı, onun altında da elemanlar olduğu, Her timin 20 kişiden oluştuğu, tim komutanının elemanların vekaletini, korucubaşının da tim komutanlarından özlük haklarına ilişkin vekalet aldığını, korucubaşının kendine bağlı olanların maaşlarını aldığını, asıl mücadeleyi yürütenlere bir çuval un, şeker, çay vs. verilerek işin götürüldüğünü, korucubaşıları ve tim komutanlarının göreve falan gitmediklerini, bunlar şehirde bazı hatırı sayılır kişilerin korunmasında görev almış göründüklerini, şehirde ikamet edip devletten maaş aldıklarını, altlarında yepyeni Toyoto arabalar olduğunu, kısaca iyi menfaat sağladıklarını,
Koruculuk Sisteminin doğuda Silahlı Kuvvetlerin ve Emniyet Teşkilatının bütün etkinliğini bitirdiğini, daha üstün silahlarının olduğunu, ayrıca alt yapısı halk olduğu için daha etkili olduğunu, garip vatandaşın hakkını aramasının mümkün olmadığını, ne Vali’ye ne komutana, ne de korucubaşına ulaşamadığını, adalet sisteminin de doğru çalışmadığını,
Güvenlik güçlerinden bir kısmının da oradaki menfaat işlerine bulaştığını, orada herkesin derdinin iyi model bir araba, bir ev, bir yazlık alıp dönmek olduğunu, dönerken de yanında illegal yollardan edinilmiş silahlar alıp götürdüklerini,
JİTEM ( Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele )
Bunun kanunen mevcut ve örgütlenme şeması içinde bir birim olmadığını, ancak Jandarma’da resmen İstihbarat birimlerinin bulunduğunu, ancak bu birimlerin terörle fiilen mücadele görevlerinin olmadığını, görevlerinin sadece istihbarat olduğunu, JİTEM’in ise Cem ERSEVER tarafından fiilen kurulduğunu, Diyarbakır, Elazığı, Mardin, Hakkâri gibi bazı hassas illerde gayriresmi olarak örgütlendiğini, her ilde bulunmadığını, ama JİTEM elemanlarının Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığına bağlı olarak çalıştıklarını, genellikle kod adı kullandıkları, kendisinin Jitem elemanı olmadığını, sadece Jandarma İstihbarat şubelerinde sorgu amiri olarak görev yaptığını,
İstihbarat birimlerinin terörle mücadele yaparken menfaat mücadelesi yaptıklarını, mesela Cem ERSEVER’in yanında çalışan ismini hatırlamadığı bir astsubayın adli emanetteki 2-3 bin silahı alarak güneydoğuda koruculara sattığını, bu kişinin yakalandığını ve yargılandığını,
Cem ERSEVER’in asıl amacının menfaat temini olduğunu, JİTEM adının da birtakım kirli işlerde daha çok işe yaradığını, çünkü terörle mücadele görevi olunca gözaltı süresinin daha uzun olduğunu, sonradan JİTEM‘in lağvedildiğini, Cem ERSEVER’in de mecburen emekli olduğunu, kendisini Jandarmanın diğer elemanlarının temizlediği iddiasının yanlış olduğunu, kendisinin çok uyanık birisi olduğunu, kolay tuzağa düşmeyeceğini, ancak Mahkemeye gelirken alarak kaçırdıklarını, sorguladıklarını ve şırınga sorgusu sonucu öldürdüklerini, otopsi raporunu okuyan arkadaşlarından öğrendiğini, bu şırınga sorgusunu herkesin bilmediğini,
Cem ERSEVER’i Habur Gümrük Müdürünün Kemal ismindeki oğlunun (veya şoförünün ) öldürdüğünü, bunu içerde yapılan konuşmalardan bildiğini, şu anda bunu bilenler asker oldukları için konuşmak istemediklerini, ancak not tuttuklarını, ileride çıkıp konuşacaklarını,
Cem ERSEVER’in karısının Suriyeli olduğunu, bu yolla Suriye istihbarat servisi ile irtibat kurduğunu, bu servise bilgi sızdırdığını, bu nedenle de Jandarma Genel Komutanlığı tarafından dışlandığını, bu nedenle de öldürüldüğünü, Yeşil’in de kendisi ile irtibatı dolayısiyle Suriye ile bağlantısı olduğunu,
Uyuşturucu Kaçakçılığı :
Uyuşturucu’da Van’ın bir merkez olduğunu, Van’dan her tarafa uyuşturucu sevkiyatının yapılabildiğini, Pazarlamasının da İstanbul’da yapıldığını, Van’da bir kadının uyuşturucunun THC (Tetro Hidro Karnobilen) yani kalite kontrolünü yaptığını,
Bir başka kanalın yani Suriye hattının Mardin-Habur Hattının olduğunu, buradaki sevkiyatının GKK (Geçici Köy Korucuları) vasıtasıyla, onların gümrüklerdeki akrabaları kanalıyla geçiş sağlandığını,
Daha sonra bu konuda zaafı olan, çok para kazanma hırsı olan güvenlik gücü mensuplarının devreye girdiğini, bunların bazen kendi arabaları ile uyuşturu naklini sağladıklarını, bunların arabalarının aranmadığını, özellikle PKK istihbaratı için Suriye’ye gidip gelenlerin bu arada bu işi de ayarladıklarını, bir menfaat şebekesi oluşturduklarını,
Bu olayları bilen namuslu insanların az olduğunu, ancak atılma veya öldürülme korkusundan konuşamayacaklarını,
Bu menfaat şebekesinin TBMM’ne kadar uzandığını, mesela Mustafa ZEYDAN’ın bu işin içinde olduğunu,
Sedat BUCAK’ın Urfa’da devletten daha güçlü olduğunu, uyuşturucu trafiğinden de menfaat aldığını,
Uğur Mumcu Cinayeti :
Uğur Mumcu’nun C-4 plastik patlayıcısı ile öldürüldüğünü, bunun iz bırakmadığını, Malatya’da Tekin COŞKUN denilen kişinin evinde C-4 bulunduğunu, bu kişinin poliste gözaltına alındığını, kendisini Uğur TONİK adında İstanbul’da oturan yaşlı bir adamın kurtardığını, bu adamla da Tekin COŞKUN’la birlikte Büyük Otel’de görüştüğünü, Tekin COŞKUN’un Uğur MUMCU’nun aleyhine konuştuğunu, onun öldürtmüş olabileceğini,
Tekin COŞKUN’un Alattin ÇAKICI’nın çok yakın arkadaşı olduğunu, çek-senet işiyle uğraştığını, bu nedenle başka şehirlerde de adamının olabileceğini, kendisinin evine giderek görüştüğünü, 361 30 45 çağrı ve 0542 231 02 90 numaralı cep telefonu bulunduğu, bu kişinin Abdullah ÇATLI’yı da tanıdığını,
Eşref BİTLİS Olayı :
Eşref BİTLİS’in kesinlikle suikaste kurban gittiğini, C-4 bombası ile öldürüldüğünü, C-4’ün uçağa pilot elbisesi içinde sokulduğunu, Bursa’lı nöbetçi bir askerin bunu gördüğünü, Jandarma içinde de Eşref Paşa’nın suikastle öldürüldüğüne kanaatinde olan pek çok insan olduğunu, ancak ortaya çıkarılmasının istenmediğini,
Malatya’da Turan Abi gibi akrabalarının bulunduğunu, kendisinin onlarla da sürekli görüştüğünü,
Bahtiyar AYDIN Olayı :
Bahtiyar AYDIN’ı bir PKK itirafçısının öldürdüğünü, sebebinin de Silahlı Kuvvetlerde bir kesimin şiddetten yana olduğunu, bir kesimin de şiddete, öldürmeye karşı olan, halkı kazanalım dediğini, Bahtiyar AYDIN’ın terörle mücadelede şiddete karşı olan bir insan olduğunu, bu nedenle öldürüldüğünü,
Hulusi SAYIN - İsmail SELEN Cinayetleri :
Bunlardan birisinin sağcı, birisinin solcu olduğunu, bir zamanlar Jandarma’da SELENCİLER, SAYINCILAR olduğunu, ideolojik olarak ikiye bölündüğünü, birinin katilinin bir astsubay olduğunu, birisinin diğerine karşı misilleme olarak öldürüldüğünü, yani konunun tamamen ideolojik olduğunu, uyuşturucu falan olmadığını, bunlarda polisin herhangi bir katkısının olmadığını,
Hakkâri Emniyet Müdürü :
Şahsen tanımadığını, ancak Mahmut YAŞAR ve Cevat DEMİR adındaki uyuşturucu kaçakçılarının Polis tarafından istihbaratçı olarak kullanıldığını, bundan Emniyet Müdürünün mutlaka haberdar olduğunu, aranan bir şahsın güvenlik güçlerince kullanılmasının yasal olmadığını, bunu doğru bulmadığını,
Operasyon ve İnfaz Timleri :
Operasyon Timlerinin bir Yüzbaşının sorumluluğunda mutlaka rütbeli teğmen, üsteğmen, astsubay veya uzman çavuşlardan, yani gençlerden oluştuğunu, Yüzbaşıdan daha yüksek rütbede kimsenin operasyona katılmadığını, dikkat edilirse şehit olanların hep er, astsubay ve uzman çavuşlardan olduğunu, bunların vatansever, kahraman ve dürüst insanlar olduğunu, operasyon yapılacak yerlerin önceden planlanarak operasyon yapıldığını,
İnfaz timlerinin ise üç kişiden oluştuğunu, çoğunlukla silahsız, korumasız insanlara yönelik olduğunu, bu insanların evlerinden alınarak infaz edilip bir dereye atıldığını,
Öldürülen İtirafçılar :
Üzümlü Karakolu Baskınından sonra teslim olan biri Suriyeli, diğeri Mardin’li 2 kızın Tugaya getirildiğini, sonra kaybolduklarını, yani infaz edildiğini, halbuki Tugayın gözaltına alma yetkisinin olmadığını,
Bu itirafçıları kazanmak gerektiğini belirtmiştir. (Ek:225)
http://www.gazetem.net/bellekyazi.asp?yaziid=5