2006'da, Ayşe Arman'a Dubai'de verdiği röportaja oğlu Kuzey ve (eski) eşi Selma Hanım'la gelen Ali Taran, anne ve babasına atıfta bulunarak "Biz her şeyi birlikte yapan bir aileydik. Kendi kurduğum ailede de öyle davranıyorum. Baksana röportaja birlikte geliyoruz." demişti.
İYİ BİR AŞIKTI
İmrenilen bir aile portresinin çizildiği röportaj Selma Hanım'a döndüğünde "İyi bir âşık mı?" sorusunun karşılığı şu oldu: "Hem nasıl. İnanılmaz ilgilidir. Kollar, himaye eder, arar, sorar. Ve aldatmaz. Gözümle görsem inanmam. Hızı seviyorum diye bana Porsche aldı... Porsche pahalı bir araba olduğu için değil, öyle pahalı hediyelerle kadınları etkileme meraklısı bir adam hiç değildir. Ben gerçek hız manyağıyım, ondan aldı."
İYİ BİR PATRONDU
Taran'ın sadece eşine değil, yakın çalışanlarına da araba hediye ettiğini sonradan öğrenecektik. Çalışanlarının akşam mesaisini zorla, saat 18.30'da bitiren; onları asla fazla çalıştırmayan bir patron olduğunu da... Çalışma anlayışını 'boat office', 'home office' gibi anlayışlara taşıması da cabasıydı... Tek şartı vardı: İyi çalış! Aganigi'li fındık, Ali Desidero'lu tıraş bıçağı, Banu Alkan'lı İxir, 'Çok Oluyoruz'lu Mavi, 'Şapkasız Çıkmam Abi'li BP reklamlarının mimarından da başkası beklenemezdi!
TARAN'IN ZAFERİ
Yaptığı reklam kampanyasıyla, Cem Uzan'ı 2002 genel seçimlerinde yüzde 7'ye taşıyan
Ali Taran için Yıldırım Türker'in 2002'de Radikal'de yazdığı anlamlı bir yazı var. Ali Taran'a şu atfı yapıyordu, Türker:
"Cem Uzan'a yazılmış konuşmalarda da duayenin hep yakalamakla övündüğü 'en basit' var... 'Ey Avrupa, sana Türk tarımını, Türk hayvancılığını yedirir miyiz hiç!' Avrupa ve IMF düşmanlığı, gözü dönmüş vaatlerle harmanlanıp, metin olarak genç liderin önüne konuyor. KDV sıfıra indiriliyor. Ders kitapları bedava dağıtılıyor. Evsizlere Hazine arazisi veriliyor. İl sayısı 250'ye çıkarılıyor. Üniversitelerin sayısı dörde katlanıyor. Bütün bunlar büyük ihtimalle küpeli, yaratıcı ekip tarafından kahkahalar içinde yazılıyor." Türker, sözlerini şöyle bitiriyordu, o yazıda: "Liderlik taklidi yaparak teknolojinin yardımıyla liderliğe yükselme projesi. Pahalı, ardında holding olmadan girişilemeyecek bir proje. Bir hiçten marka yaratmak da, halkın nabzını tutan Ali Taran'ın zaferi." Türker haklıydı, Taran'ın zaferiydi o.
Söz konusu muktedirliğini, pek kimse bilmese de, anlamlı şeyler için de kullandı. Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendi'nin torunu olan Ali Taran, Karagümrük'teki 'Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı'ndaki yakın dostları Ahmet Özhan ve Sami Özer'in albümlerini çıkarmasını Cem Uzan'dan bizzat istedi. Erol Köse prodüktörlüğünde, senfonik sounduyla bugüne kadar yapılan en iyi ilahi albümlerinden biri olan Sami Özer'in Hû albümünü, Ali Taran'ın Cem Uzan'dan bu ricasına borçluyuz.
EŞİNE YENİDEN AŞIK OLDU
Kitap okumayan, sinemaya gitmeyen; ama 'No Ofsayt' diye bir film çekip, kendi deyimiyle 'batan' Taran'ı yarışma jürilerinde gördüğümüz günlerde hayatının akışı da değişiyordu. Selma Desmond, ondan ayrılmak istedi ve 18 yıllık evliliklerini bitirdiler. Aradan birkaç ay geçmeden, yazılı olarak yeniden evlenme teklifi yapan Ali Taran, bunun için yemek teklifini kabul eden eşine yeniden aşık oldu. Eşinin kanserine adeta ortak çıktı. Bu ortaklık, bir kadının ağzından, daha güzel anlatılamazdı: "İlk gördüğümde Ali'ye çok âşıktım. Şimdi daha çok âşığım. Benimle kanserin her aşamasını yaşadı. Hastanede, karşımdaki yatakta uyudu. Dikişlerime elleriyle pansuman yaptı. Birlikte kuşları besledik pencereden." Aşk, buydu. Ama hep sürer miydi? Sürmedi.
Taran, eşinden ikinci kez ayrıldı ve çok geçmeden, magazin dünyasının aşina olduğu Ayşe Özyılmazel'le evlendi. Kanserli bir kadının, terk edilişinin ardından, selefine yolladığı mesaj iç acıttı: "Gelin hanıma bir tavsiyem var; sakın hasta olmasın." Paylaşılan bir hastalık, boş vermişlikten beslenen bir ithama dönüştü. Bir zamanlar Porsche alınan eski eş, "Şok geçiriyorum. İlaçlarım için gerekli parayı ödemiyor. Ben iyileşmeye çalışıyorum, o hasta etmek için elinden geleni yapıyor." diyordu. Boşanmanın mahremiyeti protokolle korundu ve Selma Desmond, ölmemek için susacaktı: "Ali konuşma yasağı koydu. Konuşursam tek kuruş vermeyecek. Daha önceki kavgamızda sağlık sigortamı ödememişti. O ilaçları kullanmazsam durumum ağırlaşır."
Hastalığı nedeniyle güçsüz kalan bir
kadın daha da güçsüzleştiriliyordu! Ve bu güçsüzlük, son noktaya geldiğinde muazzam bir güce dönüştü:
"Ali benim ne ölüme ne de cenazeme gelsin." O sözler, geride kalan insanın ruhuna saplanacak türden keskindi!
'KENDİMİ ASLA AFFETMEYECEĞİM'
Selma Ann Desmond, 24 Kasım akşamında hayata veda etti. Taran, vasiyet üzere cenazeyi almaya gitmedi; ancak iç sesi, onu cenaze namazındaki safa kattı. Küs olduğu insanların ön safta olmasını eleştirip gerçekliğin sahasını çarpıtsa da; katarsis anı, "Buna nasıl dayanacağım. Hiç iyi değilim. Allah'ım bana yardım et!" sözleriyle vücut buldu. Yakın dostuna söylediği "Dargın ayrıldığım için çok üzgünüm. Kendimi asla affetmeyeceğim. Bu kadar üzüleceğimi düşünmemiştim." sözlerindense alınacak çok ders var.
Kendi hikâyemizin peşine düşerken, yanımızdakilere sağır kalmak, yalnızlığın karanlık sokağına çıkarıyor bizi. Korkup geri döndüğümüzde, o sesin sahibini bir daha hiç görememek, en kötüsü. Üzerinde bir diğerinin hakkı olan insanların yapıp ettikleri, gerçekliğin aynasında kırılıp parçalanmak zorunda. Aksi halde, parçalanan insanın kendisi oluyor. O parçalarını yapıştırmayı ne kadar denersen dene! Tutmuyor! (Fatih Vural / Zaman)