Create Your Own Countdown

Google

   
  *** İYİLİK İÇİN KOŞANLARIN YERİ***
  71 lik Delikanlı Zeki CELEP
 


46 yaşındayız - tg mobile




*Enver Ören “Ağabeyimiz* Buyururlardı ki:

Mübârek Hocam “kuddise sirruh” buyurdular ki, *“Efendim, Müslimân her yerde Müslimândır. Ya’nî dinsize karşı, kâfire karşı, turiste karşı, Müslimâna karşı, zengine karşı, hocasına karşı, talebesine karşı, her hâlükârda farklı olamaz.”* Müslîmân, her yerde Müslîmândır. Müslîmân, Kur’ân-ı kerîmin ahlâkı ile yani İslâm ahlâkı  ile ahlâklanmıştır. Bütün insanlar ile mertçe ve erkekçe konuşur, aldatmaca, kandırmaca onda olamaz. Müslüman su gibidir. Çünkü bu bardaktaki su, hiç kimsenin elinde  farklı bir su olamaz. Bu, Müslümanın elinde de sudur, yoldaki çöpçünün elinde de, padişahın elinde de sudur. İşte, bu güzel ahlâktır. Allahü teâlâ bizi güzel ahlâk dairesinden çıkarmasın. Dünya ve âhiret saadeti ihsân eylesin. Âmîn.

 

Enver Ören kimdir? Hayatı ve vefatı

  

Türkiye Ulaş İş Yönetimi Olarak
Sn.Zeki CELEP Beyi  Ziyaretimiz

20/Nisan 2010 Salı

   
   

 

 

Sn.Zeki CELEP-Sn.İsmail TOPKAR-Sn.Abdurrahim BARIN


 

 

 

71 yaşında inşaatın başında

Zeki Celep... İhlas Holding'in inşaattaki amirali... 71 yaşındaki ihtiyar delikanlı şimdi Ispartakule başta olmak üzere yeni projeleri planlıyor



Zeki Celep... İhlas Holding'in inşaattaki amirali. Kendi deyişiyle Babıali'deki 3-4 yıllık serüvenden sonra aldığı askerlik eğitimini yansıtacağı bir iş arayışına yöneldi. O işi 31 yaşında buldu. Sayfayı 43 yaşında kapamayı düşünürken Enver Ören'in çağrısıyla inşaattaki öyküyü İhlas Holding'de devam ettirme kararı aldı. 71 yaşındaki ihtiyar delikanlı şimdi Ispartakule başta olmak üzere yeni projeleri planlıyor

 

İhlas Grubu'nun inşaat operasyonlarını 20 yıldan daha uzun süredir ilgi ile takip ediyoruz. Bu projelerin pek çoğunda yöneticilik yapan Zeki Celep, bu haftaki konuğumuz oldu. 71 yaşında ama, 35-40 yaşa meydan okurcasına dinamik görünüyor. Zeki Celep de çok uzun yıllar sonra onu İhlas Holding'in inşaat işlerinde görevlendirecek Enver Ören gibi, askeri okullarda okumuş. 3-4 yıllık Babıali serüveninin ardından askeri disiplinini yansıtabileceği bir iş alanını, inşaatı seçmiş. Suudi Arabistan macerasının ardından tam da her şey tıkanma noktasına gelirken, Kuleli Askeri Lisesi'nden sınıf arkadaşı olan Enver Ören 'Gel' deyince gitmiş. Ve 43 yaşında inşaatta yeniden açtığı bu sayfada İhlas'ın inşaattaki tüm işleriyle özdeşleşecek kadar uzamış. Bu hikaye, yeni örgülerle de ilerleyeceğe benziyor

- Sizin hikayeniz nasıl başladı

1939 yılında Sivas Koyulhisar'da doğdum. Babam TEKEL'de yaprak ve tütün ambar memuruydu... Çocukluğumda Anadolu'nun bir çok kentini gezdim. İlkokulu Tokat Erbaa'da bitirdim. Ortaokulu da aynı yerde okudum. Sonra Kuleli Askeri Lisesi'ni kazandım. Ardından Harp Okulu ve daha sonra Tank Okulu. Teğmen olarak orduda göreve başladım. Bu arada Ankara Üniversitesi (ANKARA MI DEĞİL Mİ SOR???) Hukuk Fakültesi'ni dışarıdan bitirdim. Ankara'da Etimesgut'ta, sonra Kars ve Doğu Beyazıt'ta görev yaptım. Ordudan ayrılınca İstanbul'a geldim. Bu arada annem ve babam da İstanbul'a yerleşmişti.

B

BABIALİ'DEKİ 3-4 YILLIK SERÜVEN

- Sonra?

 

27 yaşındaydım. Ne yapacağıma karar veremiyordum. Yeniden üniversite okumayı bile düşündüm. Sonra vazgeçtim. Hayata atılmaya karar verdim ve kendimi Babıali'de buldum. Babıali maceram 3-4 yıl sürdü. Tan Matbaası'nda müdürlük, Babıali'de Sabah Gazetesi’nde yöneticilik yaptım. Bir süre de yayıncılık işleriyle uğraştım.

Bu işler bana göre değildi. Aradığımı bulamamıştım. İnşaata girmeye karar verdim. Askerlik eğitimi aldığım için iş disiplinim vardı. Bu disiplin ile başaracağıma inanıyordum. İrfan Komandit Şirketi'ni kurduk. Merter, Fatih, Bahçelievler ve Erenköy'de apartmanlar yaptık. Bu işi sevmiştim. Sonra Antalya'ya yerleştim. Orada İtimad Limited Şirketi'ni kurduk. Bir apartman yaparak işe başladık. İller Bankası Bölge Müdürlüğü tesislerini ve Antalya Havalimanı terminal binasını inşa ettik

43

 

46YAŞINDA EMEKLİLİK DÜŞÜNÜRKEN, ENVER ÖREN ÇAĞIRDI

 

1982'de Suudi Arabistan'dan teklif geldi. Oraya gittim. 11 okul inşa ettik. Orada çok yorulmuştum. İstanbul'a geldim. Kendimi emekliye ayırmayı bile düşünüyordum. Ama olmadı. İyiki de olmadı İhlas Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı, Enver Ören Bey beni çağırdı. Türkiye Gazetesi çalışanları için kooperatif kurduklarını söyledi. Bu kooperatifi idare etmemi istiyordu. Projeyi inceledik. Kooperatif çok rasyonel değildi. Burada proje geliştirmek gerekiyordu. Bunun üzerine hemen kolları sıvadık. Bundan sonra hedefleri Enver Bey verdi. Konut dedi, konut yaptık, iş yeri dedi, TV stüdyosu dedi, hastane dedi, okul, eğitim kampüsü dedi… Ne dediyse onu yapmaya, gösterdiği hedeflere ulaşmaya çalıştık.

- İhlas Yuva Konutları'ndan bahsedeceksiniz galiba..

Evet buraya 1.000 konut inşa ettik. O tarihte, Emlak Bankası dışında İstanbul'da inşa edilen en büyük siteydi. 1990'da başladık, 22 ayda bitirdik. Herkes bu kadar hızlı bittiğine şaşırdı. İstanbul'da doğalgazın kullanıldığı ilk siteydi. Biz başvuru yapıncaya kadar İGDAŞ’ın 190 abonesi vardı. İhlas Yuva ile abone sayısı 1.190'a çıktı. Tek siteyle abone sayısını altıya katladılar.

İhlas Yuva Sitesi enteresandır. İstanbul’un ilk doğalgazlı, ilk kombi kat kaloriferli, ilk panel kapılı sitesidir.

 

YOĞUŞMALI KOMBİYE FRANSA İZİN VERMEDİ

 

O zamanlar Türkiye'de kombi yok. Fransa'dan ithal ettik. Üstelik yoğuşmalı kombi ithal etmek istemiştik. Fakat Avrupa dışına ihracatı yasak olduğu için Fransızlar izin vermedi...

İstanbul'da gerçek anlamlı ilk izolasyonlu site de orasıdır. Şimdiki Blue Safe'in (bir yalıtım sistemi markası) ilk yalıtımı burada yapıldı. Amerikan panel kapı da ilk burada uygulandı. Ayrıca o tarihe kadar İstanbul'da yapılan en hızlı siteydi. 1.000 konutu 22 ayda bitirmek neredeyse imkânsız gibi bir şeydi... Bir taraftan ilkleri gerçekleştiriyorduk diğer taraftan da hızlı yapıyorduk. Şimdi ise 1.000 konutu 22 ayda bitirsek geç kalmış olacağız...

Bu arada Türkiye Gazetesi Ticaret Lisesi'nin inşaatına başladık. Diğer taraftan da İhlas Holding'in merkez binasının projesi üzerine çalışıyorduk. Projeyi bitirmemiz 5 yıl sürdü. İnşaatına 1995'te başladık. 2000 yılında bitirdik. 17 bin metrekare arsada 80 bin metrekare toplam inşaat alanı var... Şimdi bir anlam ifade etmiyor. Yapıldığı dönemde toplam inşaat alanı açısından İstanbul'un en büyük binalarından biriydi.

- Toplu konut işlerini aksattınız 

Hiç aksatır mıyız?.. Bir taraftan da o işlere devam ettik. Enver Bey bize sürekli yeni hedefler gösteriyor ve bizi daha ileri teknoloji kullanmaya teşvik ediyordu. 1994'te 2 bin 850 daire ve 134 villadan oluşan Marmara Evleri birinci etaba başladık. 1997'de 2 bin 200 konutluk İkinci etaba... Aynı dönemde 35 bin devremülkten oluşan 1.600 dairelik Kuzuluk Kaplıcaları'nı yaptık... 37 bin devremülkten oluşan Armutlu Tatil Köyü'nü yaptık. 650 villalık Güzelşehir projesini hayata geçirdik.

ISIISPARTAKULE'DE 2 PROJE DAHA YAPACAĞIZ


- Sonra TOKİ ile iş yapmaya başladınız?

Evet hasılat paylaşımı işleri başlayınca bu alanda yoğunlaştık. Ispartakule'de 720 konutluk Bizimevler projesinin birinci etabını yaptık ve sattık. Şimdi 522 konutluk ikinci etabı yapıyoruz.

Hasılat paylaşımı modeliyle inşaallah Ispartakule'de iki proje daha yapacağız. 700 ve 900 konutluk iki projede ayrıca ticari üniteleri de olacak.

Her alıcının hayali başkadır. Kimileri, halk tabiri ile başını sokacak , barınacak bir ev arar, kimileri otel hizmeti verecek arı kovanı gibi bir blokta, 200-300 daireli projeleri tercih eder. Ama çoğunluk ailesi için, çocuklarını yetiştireceği, oğlunu evlendireceği, kızını gelin edeceği, unutulmaz yıllar yaşayacağı, güzel hatıralar bırakacağı, bir ömür geçireceği bir sitede ev sahibi olmak ister. Bu noktada kalite ve güven büyük önem kazanır. İnsanların güvenini kazanırsanız, kaliteden ayrılmazsanız, güzel şeyler yaparsanız, her zaman satarsınız. Krizler size uğramadan geçer gider.

-

Hep Avrupa yakasındasınız, gündeminizde Anadolu yakası da yok mu?

 

Var... Arsa arıyoruz. Uygun bir arsa bulursak bu yıl Anadolu yakasında bir proje yapmayı düşünüyoruz. İnşaatta daha da büyümeyi hedefliyoruz. bütün çalışmamız bu yönde...

ÇEVRE İHMAL EDİLİYOR, BİZİM 15 YIL ÖNCE YAPTIĞIMIZ PROJELER BUGÜN ORMAN GİBİ...

 

- İnşaatta 40. yılı dolduruyorsunuz? Değişimi ve gelişimi nasıl buluyorsunuz?

 

Son dönemdeki konut atağında işin sosyal ve çevre kısmı ihmal ediliyor. Bunun ihmal edilmemesi gerekiyor. Biz elimizden geldiğince özen gösteriyoruz. Herkesin buna özen göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Bizim Evler'de 5 bin ağaç, 15 bin süs bitkisi ve çalı diktik. Çalı diyorsam yanılmayın, gül bile çalı sayılıyor... Bundan 10-15 yıl önce yaptığımız Marmara Evleri bugün orman gibi. Biz bir yerde inşaata başlamadan önce ağaç ve bitkiler için önemli olan bitkisel toprağın tamamını bir köşeye stok ediyoruz. Bu tarımsal açıdan önemli bir toprak... İnşaatı bitirdikten sonra bu toprağı tekrar rekreasyon alanlarına ve bahçelere seriyoruz. Ne dikerseniz birkaç sene içerisinde yeşeriyor, fışkırıyor...

Bitki ve ağaçlar bir sitenin bir projenin makyaj ve mücevherleridir... Gerçek değeri onlarla ortaya çıkıyor. Kimse hatır için ev almaz. Ev, insanların hayatı boyunca yapacağı en büyük alımdır. Kalite ve güven işin en önemli kısmıdır. Biz işi para kazanmak veya değer ortaya çıkarmak olarak algılamıyoruz...

İnsanların mutlu olacağı yaşarken huzur alacağı mekanlar ortaya çıkarmayı öncelikli hedef edindik. Bizim için en önemli hedef budur. 


Bir gününüz nasıl geçiyor?

Sabahları 06.00'da güne başlıyorum. 09.00'da ofiste oluyorum. Gerektiği zamanlarda dışarıya çıkıyorum. Akşam en erken 19.00'da ofisten ayrılıyorum...

 

- Herkese çocuklarını soruyorum ama size torunlarınızı soracağım...

Allah bağışlasın 2 çocuğum 2 torunum var...

 

ÖNCE VATAN

Mustafa AKKOCA
 

 
 

BAB-I ALI MACERALARI...

Bundan önce kaleme aldigim bir kaç "Bâb-iâli" yazisi üzerine, ustalardan ve genç gazetecilerden epey takdir ve tesvik aldim. Ustalar, "Bizi, gençlik yillarimizin hatira bahçelerinde gezdirdiniz", gençler ve henüz yolun basinda olan meslaktaslar "Bugünün imkân ve sartlariyla geçmisin imkânsizliklarini ve sartlarini mukayese firsati verdiniz", diye bu kabil yazilara ara sira da olsa devam etmemizi salik verdiler.
Memleketimizin içinde bulundugu agir sartlar müvâcesinde, hep agir, kahredici yazilar yaninda, ara sira da olsa rahatlatici, geçmisin hatira bahçelerinde kisa bir müddet de olsa gezdiren yazilara devam edecegiz. Insâallah...
Bu yazida Bâb-iâlî'nin giris kapisi sayilan TAN Matbaasindan bahsedecegim. Ankara Caddesinden Cagaloglu'na tirmanildiginda, Ankara Caddesiyle Ebu's-Suud Efendi Caddesinin kesistigi sol kösede yuvarlak bir bina vardi. Civar'in en yüksek binasi olan bu binada Avukat Bürolari, Fotograf malzemecileri, Dis hekimleri vs. Esnâf kiraciydi. Üst katlardaki yuvarlak odalardan bir bölümünde de Tan Matbaasi'nin dizgi-tertip tesisleri bulunuyordu. Bodrum kat girisi, çakmakçilar, sportoto bayileri vesair esnaf tarafindan isgal edilmis bir delhizden geçilerek dev Rotatif Frankantel'in bulundugu Bodrum kata ulasiliyordu.
Hemen belirteyim ki, evsafini anlatmaya çalistigim bu yuvarlak bina'nin yerinde simdilerde Halil Lütfi Dördüncü'nün vârisleri tarafindan yaptirilan "Halil Lütfi Dördüncü Ismerkezi" vardir.
Tan Matbaasindan ve Gazetesinden bahsedip de Halil Lütfi Dördüncü'den bahsetmemek olur mu? Elbette Halil Lütfi Dördüncü'den de bahsedecegiz...
Halil Lütfi Dördüncü'nün sahibi odugu Tan Matbaasi, 1960'li yillarin sonlarinda, Itimad Matbaacilik Limited Sirketine kiralanmisti. Bu sirket, Merhum Hüseyin Hilmi Isik Efendi'nin baglilarina ait idi ve kendilerinin idare ettikleri, Mehmet Sevket Eygi agabey'in imtiyazinda bulunan Bâb-iâlîde Sabah Gazetesinin dizgi-tertip isini yapiyorlardi.


Matbaa'nin idarecisi, Zeki Celep Beydi.

Zeki Celep Bey, esas itibariyle ordu kökenliydi.


Genç bir tank Tegmeni iken Ankara'da birligi ile beraber Talat Aydemir'in tesebbüs halinde kalan Ihtilâli sirasinda harekete geçtikleri için, üstlerinin emirlerine uymanin disinda hiçbir kusurlari olmadigi halde ordudan uzaklastirilanlardandi. Hukuk Fakültesini de bitirmisti. Fakat Avukat olarak ya da Adalet Bakanligi mensubu olarak çalismayi tercih etmemisti.
Serbest çalismayi, inisiyatif kullanmayi, ticareti ve üst seviyede idareciligi tercih etmisti.
1971 yilinin kasim ayinda, Bâbiâlide Sabah Gazete'sinin imtiyaz'ini
Mehmet Sevket Eygi Agabey'den devraldiktan sonra bir müddet Sabah ve UFUK gazetelerinin dizgi-tertip ve baski isini, kendi dizgi-tertip tesislerimizi isletmeye aldiktan sonra da yalniz baski islerini bu Matbaa'da yaptirdigimizdan

Zeki Celep Bey'le daha sik temaslarimiz oluyordu.

Odasina girdiginizde bâzen kendisini

Texsas ve Tommix okurken bulurdum, taaccüp ederdim.

Fakat, müthis bir zekâ ve muhakeme gücüne sahipti.

Beserî münasebetlerinde son derece nâzik,

ticârî münasebetlerde ciddî ve kati...

Çalisirken tatil günü ve mesâî mefhumu tanimayan,

mümtaz kabiliyet ve yeteneklerine ragmen

son derece mütevâzî birisi...



Tan Matbaasini biraktiktan sonra kurdugu bir baska Sirketi, Irfan Limited Sirketiyle, Insaat faaliyetlerine basladi. Bizzat kurdugu Kooperatif ve üstlendigi taahhüt isiyle aralarinda bendenizin de bulundugu

yüzlerce kisiyi sembolik sayilabilecek fiyatlarla

ev sahibi yapti.

Antalya Hava Meydaninin bir bölümünü,

Suûdîarabistan'da önemli bir insaati, mükemmel bir is titizligi ile ve taahhüd ettigi zamandan çok önce bitirerek hem ilgili kuruluslarin takdirini kazandi hem de önemli ölçüde paralar kazandirdi. S.S.K.'nin üyelerine verdigi Mesken kredisi tarihinde belki de taahhüdünü vâdesinden iki sene önce yerine getiren ve insaati hak sahiplerine teslim eden tek müteahhiddir...

Ihlas Holding'in ilk harci, Zeki Celep Bey'in kazandigi bu paralardir. Zeki Bey, uzun zamandan beridir, Ihlas Holding'in Insaat Grubunun basinda bulunuyor.

Nîceleri nerelerden nerelere nasil uçmuslardir.

Fakat Zeki Bey, 1970'li yillarin basinda neyse yine o,

O hiçbir sekilde degismedi.

Bir vesiyle ile kendisiyle görüsmek için aradigimda ilk elden bizzat kendisi cevap verdi. Inanamadim, derin tereddüdümü fark edince,

"Evet; karsinizda bizzat, Ömer oglu Zeki Celep,

buyurunuz!.."


dedi...


HALIL LÜTFI DÖRDÜNCÜ KIMDIR?

Bâb-iâlî yokusunun en renkli simalarindan birisi, süphesiz ki, Halil Lütfi Dördüncü Bey'di.
Halil Lütfi Bey, 1893 Tarihinde Tikves, Selânik'de dünyaya gelmistir. Istanbul'da ve Anadolu'nun mühtelif yerlerinde pek çok okul'da Tabiî bilgiler ve kimya ögretmenligi yapmistir. Gazetecilige ise 1908'de basladi. Tanin, Tasvir-i efkâr, Yenigün, Istiklâl, Vakit, Cumhuriyet ve Ileri gazetelerinde muhabir ve yazar olarak çalisti. Zamaninin önemli gazetelerinden Tan gazete ve basimevini Ahmet Emin ve M.Rifat Yalman'la birlikte 1936'da satin aldi. Daha sonraki yillarda gazete'nin ve Matbaa'nin sahipligini tek basina üstlendi. (1938)
Bu yillarda Halil Lütfi Bey'in gazetesinde, Zekariya Sertel, Sabiha Sertel, Sabahaddin Ali, Niyâzi Berkes, Aziz Nesin gibi Marksistler yazmaya basladilar ve gazete Kominizm ve Sovyet yanlisi tahripkâr bir nesir politikasi güttügü için, Tan Gazetesi ve Matbaasi Üniversiteli Milliyetçi gençler tarafindan önemli ölçüde tahrip edildi, yikima ugradi (1945) Bütün bu olanlara ragmen Halil Lütfi Dördüncü, gazeteyi 1956 yilina kadar devam ettirdi. Ayni yil çikarmaya basladigi Yeni Gazete'yi de 1957'de kapatti.
Bundan sonraki yillarda Tan Matbaasini çalistirmaya, sahibi oldugu pek çok gayrimenkulün kirasini alip biriktirmeye devam etti.
Halil Lütfi Dördüncü'nün en meshûr olan tarafi dillere destan cimriligi idi. Yakindan taniyanlar anlatirlardi ki, kazandigi ve gayrimenkul kiralarindan topladigi paralari harcamaya kiyamadigi, güvenmedigi için de Bankalara yatirmadigi için, gece sabahlara kadar ütüler, istif eder, torbalara ve çuvallara doldurur, muhafaza ederdi. Vefatindan sonra evinde tedâvülden kaldirilmis, 1930'lu, 1940'li ve 1950'li yillardan kalma çuvallar ve torbalar dolusu paralar çikmisti. Bizzat bizim sâhid oldugumuz bir hususu tesbit edip târih'e emanet etmek istiyoruz.
Halil Lütfi Bey'in vefat ettigi yildi. Bâbiâlîde Sabah Gazetesi ve UFUK Dergisi Tan Matbaasinda basiliyordu. Ufuk Dergisi o yillarda 50 Satis, 40 Binden fazla Abonesiyle Türkiye'nin en büyük Dergisiydi.
Dergi Cumartesi aksamlari basiliyor, Abone gazetelerin kirimi ve pullamasi pazar günleri yapiliyordu.
Yine öyle bir pazar günü, Matbaa'da Abone gazetelerin kirimi ve pul yapistirma islemi devam ederken, bir de baktik, Halil Lütfi Dördüncü Matbaa'ya geldi. Matbaa'da hurda kagitlar arasinda sönmüs ampuller ariyor, bulduklarinin cam kismini kirip atiyor, Duy'lara takilan Pirinç-sari Maden kismini itina ile temizliyor, cebine koyuyordu. O yillarda bu kalitesiz ampuller, Elektrik voltaji sik sik, yükseldigi veya alçaldigi için çok sik sönmekte ve degistirilmesi gerekmekteydi...
Iste Halil Lütfi Bey, hazine bulmus gibi bu ampullerin sarilarini topluyordu. Bizlerin hayretler içerisinde kendisine baktigimizi görünce yanimiza geldi, "Sizler henüz gençlersiniz, gelecekte basiniza neler geleceginizi bilmiyorsunuz, kazandiginiz her kurusu bir kenarda muhafaza etmez iseniz, daha sonraki sikinti günlerinde çok pisman olursunuz." gibi bir hayli nasîhatdan sonra ayagindaki gicir, gicir, Sümerbank, Beykoz Kundura Fabrikasi mamûlü, kahverengi iskarpinlerini göstererek hepimize birden sordu. Söyleyin bakalim, bu iskarpin kaç yillik?
Hepimiz dikkatlice iskarpinlere baktik, yutkunduk, mirildandik, sustuk... Öyle ya; Senede kislik, yazlik olarak en az iki kundura eskiten bir nesil ne cevap verebilirdi. Bendeniz, ukalaca öne çiktim, "Halil Bey Amca, -Bize büyüklerimiz öyle ögrettiler, yabanci bile olsalar büyükler bizim amcamizdirlar, amcamiza nasil hitap ediyor idiysek, diger amcalara da öyle hitap eder, "Bey Amca" derdik- her halde 10 yillik vardir; çik çik; daha fazla olamaz; "Evlâd;" Ben bu kunduralari ilk def'a 1938'de Atatürk'ün cenaze merasiminde Dolmabahçe Saray'ina gittigimde giymistim. "Yasli gazeteci Agabeylerimiz,
Halil Lütfi, ayakkabisinin tabani eskimesin, diye yere yavas basardi" derlerdi.
"Arkadan çekistirmeyi, yüze karsi eglenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamis ve onu sayip durmustur.(O), malin kendisini ebedi kilacagini zanneder." Hümeze Suresi (104/1,2,3)
Bilâveled olan Halil Lütfi dördüncü, ikinci, üçüncü dereceden uzak akrabasina trilyonlarca liralik büyük servet birakarak "BAB-I ALI'nin Yüksek Kapisindan mürûr edip geçmist


Mahmut GENÇ "

Türkiye'nin Mahmut Amcasi
Web Sitesine Hosgeldiniz
<<Tıkla"



Türkiye’nin Mahmut Amcası

İhlas Yuva mescidinden bir yaprak daha düştü... Veysel Odabaş, Kasım Amca, Kadir Perihanoğlu, Mustafa Kılıçarslan, Emin Garbi Amca, Vehbi Abi, Mustafa Güntekin, Remzi Abi derken Mahmut Amca...
Sabah namazlarına herkesten önce gelirdi, yatsıdan en son o çıkar. Genelde aydınlatılmayan köşede oturur, sütunu siper yapar. Gözlerimiz onu arayacak desem yalan olur şimdi, mübarek gölge gibiydi zaten, sessizce girer çıkar.
Sanırım gazetede çalışan herkes Mahmut Amcaya şükran borçlu. Çünkü bu müessesenin kuruluşunda çok emeği var.
Bundan 40 yıl evvel... 1970’ler filan... Enver Ağabey henüz çiçeği burnunda bir asistan. Epeydir gazeteciliği düşünüyor ama kime danışsa, “aman aman” diyorlar, “altında kalırsın sonra!”
Kendilerine göre haklılar. Öyle ya bina kiralanacak, döşenecek, dayanacak. Yazar, muhabir, teknik eleman... Odacıyı, çaycıyı geç bi kalem ama işin kağıdı var, matbaası var. Kime satacaksın sonra, hem nasıl dağıtacaksın?
Para olsa kolay ama Enver Abi’de kuruş yok. Kendisi İETT’yi kullanıyor, 86’yı (Eminönü-Edirnekapı) kaçırırsa 90’ı (Draman) bekliyor.
Mahmut Amca Babıali’nin eskilerinden. İşi biliyor. Sen gönlünü ferah tut Abi diyor en güzelini yaparız icabında.
İşte beklenen ses bu, çöl ortasında vaha!
Mahmut Amca fikir vermekle de kalmıyor, elini koyuyor taşın altına.
Haber seçiyor, sayfa çiziyor, alım, satım, maaş, avans hep ondan soruluyor.
O cılız bütçe ile işleri yürütmek kolay değil. Boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz, kılı kırk yarıyor.
Kâh muhasip, musahhih... Kâh muharrir, muhabir... Her işe koşuyor, hani nerede bir boşluk varsa...
Dilerseniz sözü bırakalım, onu arkadaşları anlatsın.

Sabah’tan Hakikat’e

1968 yılıydı sanırım. Üniversite öğrencisiyim daha. Muammer Topbaş’ın çıkardığı Babıali’de Sabah gazetesine gelir giderdim. Mahmut Amca ile orada tanıştım.
Sonra gazeteyi Mehmed Şevket Eygi, satın aldı. Yönetime Zeki Celep’i getirdi. Zeki Bey, yaşlı, bıkkın, problemli tiplerden usanmıştı, hevesli, heyecanlı, gençlerle çalışmak istiyordu. Mahmut Amca bahsetmiş olmalı, beni de buldu ve hiç ummadığım anda işe aldı.
Büyük bir şevkle çalışıyor, her gün yeni şeyler öğreniyorduk. Zeki Bey önümü açtı, hatta hiç unutmam bir gün “birinci sayfayı sen yapacaksın” deyip denize attı.
Altından nasıl kalkarım, dondum kaldım.
“Amerika’yı tekrar keşfetmenin âlemi yok” dedi, “başarılı bulduğun gazetelerden birini önüne yay, taklit et gitsin, hepsi bu kadar!”
Derken Mehmet Emin İnler diye bir genç geldi, onunla çok iyi anlaştık. Sonra rahmetli Hasan Gürbüz... Korkunç zeki bir insandı. Kısa sürede hepimize fark attı.
Bir yandan okulumuz var. Buna rağmen sabahtan gelir üçüncü sayfayı yaparız. Öğleden sonra birinci sayfayı atarız. Yetmez gece nöbete kalırız, değişiklikleri girer çıkarız. Bazen ancak sabaha karşı döneriz yurda.
Mahmut Bey idari işlere bakardı. Çok şefkatliydi, saygı uyandırır insanda. Her işi usulüne göre yapar. Net, berrak, onunla çalış hiç başın ağrımaz.
Hakikat Gazetesi bizim için yeni bir heyecandı. Nitekim Hasan Gürbüz, Mehmet Emin İnler; Ali Taban ve Mahmut Abi, Enver Ağabeyi yalnız bırakmadılar.
Benim “iki yıl daha kalırım” diye verilmiş bir sözüm vardı, “sözünden cayma” dediler “sana güvenenleri yolda koyma!”
İki yıl sonra ben de katıldım onlara. Gazetemizin adı bilahare Türkiye oldu. O sıra Yüksel Metin adlı bir ortağımız var. Parasızlık, çift başlılık, krizin biri bitiyor, öbürü başlıyor. Zor günler vesselam. Bu sıkıntıları hep Mahmut Amca ile aştık, hesap kitap onun üzerindeydi zira...

(Suphi Birpınar)


Kuleli’den Cağaloğlu’na

Mahmut Amca Malatyalıdır. Küçük yaşlarda İstanbul’a gelmiş, dokumacıdır aslında...
Yeşildirek’te bir tezgahı vardı, kendi halinde tıkırdar. Eniştesi Remzi Bey de (iki gün önce defnettik) gömlekçiydi Sultanhamam’da...
O zamanlar talebeyiz, gömleği ondan alırız. Para filan istemez, yaz tahtaya...
Mahmut Abi’nin matbaacılık macerası 1953 yılında başlar. Askerliğini Kuleli Lisesinde yapmaktadır. Mektebin bir matbaası vardır, komutan sorar “kim anlar bundan?”
Çıt yok. Mahmut Amca kalkar, “Ben dokumacıyım” der “ikisi de mekanik değil mi sonunda.”
Fevkalade de başarılı olur. Bilirsiniz kağıt kokusu tiryakilik yapar, virüsü kapar mı orada?
Askerden sonra kararı karar, artık gazeteci olacak. Tabii dine millete hizmet gibi bir derdi var, malum o günlerde matbuatı başkalarından soruyorlar..
Kadıköy Müftüsü büyük alim Mekki Efendi (Rahmetullahi aleyh) eniştesi Remzi Abi’nin evinde ders verirdi o zamanlar. Meraklı gençlere Farisi okuturlar.
Garibin dört iskemlesi vardı, biri üç ayak. O da bana düşer, bir dalsan var ya tepetaklak.
Hiç unutmam Sadi-i Şirazi’nin Gülistan’ından başlatmışlardı. Metinler su gibi, Farisi desen kulak okşar. Aman ya Rabbi o ne zevk, o ne tat!

(Ahmed Ünal Yükler)


 

Değişmez “kasa”mız

Son günlerde Mahmut Abi yoğun bakımda, bizim de kulağımız seste idi...
Dün sabah, çok erken saatlerde telefon çaldı. Vakitsiz çalan telefonlar zaten beni hep ürpertmiştir. Bu sefer durum daha da ilginçti. Zira telefon çalarken sesli uyarı kısmı da arayanın Mahmut Genç olduğunu söylüyordu. “Eyvah!..” diyerek koştum.
Maalesef telefon Mahmut Abinindi. Oğlu Ahmet hüzünlü haberi verdi..

* * *

29 yıl boyunca mütebessim yüzüyle şereflenen
şanslılardanım...
Meğer, kimseyi kırmadan da yöneticilik yapılabilir, hiç bağırmadan da otorite sağlanabilirmiş.
Gazetemiz için hayati değer taşıyan bir meziyetini ise sonradan fark ettik.
Değişmez ‘kasa’mız Mahmut abiden para alabilmek için çok ciddi gerekçeleriniz olmalıydı. Ve bu, kriz yokken de böyleydi. Eskiden, ‘Mahmut Abi bizi çok sıkıyor’ diye düşünürdüm ama şimdi dua ediyorum. Çünkü onun sayesinde, har vurup, harman savurmadık asla. Bizi hem vakıf malını israftan korumuş. (Enver Abilerden defalarca dinlediğimiz Hüthüt kuşu menkıbesindeki tehlikeden kurtarmış) Hem de krizin esamesi yokken de krizdeymişiz gibi davranarak büyük krizlere hazırlamış.
Gazetemizin sahibi iki yıl önce bize, “İdari-mali bütün sorumluluk senin. Ne yaparsan yap, gelir ve gideri dengele” talimatını vermiş, yol haritasını da bir cümle ile özetlemişti: “On kazanmaktansa, bir tasarruf daha önemlidir.” Meğer Mahmut Amca yıllardır bu düsturu uyguluyormuş.
Cenab-ı Hak makamını âli eylesin.

(Nuh Albayrak)




Sabah’tan Hakikat’e

1968 yılıydı sanırım. Üniversite öğrencisiyim daha. Muammer Topbaş’ın çıkardığı Babıali’de Sabah gazetesine gelir giderdim. Mahmut Amca ile orada tanıştım.
Sonra gazeteyi Mehmed Şevket Eygi, satın aldı. Yönetime Zeki Celep’i getirdi. Zeki Bey, yaşlı, bıkkın, problemli tiplerden usanmıştı, hevesli, heyecanlı, gençlerle çalışmak istiyordu. Mahmut Amca bahsetmiş olmalı, beni de buldu ve hiç ummadığım anda işe aldı.
Büyük bir şevkle çalışıyor, her gün yeni şeyler öğreniyorduk. Zeki Bey önümü açtı, hatta hiç unutmam bir gün “birinci sayfayı sen yapacaksın” deyip denize attı.
Altından nasıl kalkarım, dondum kaldım.
“Amerika’yı tekrar keşfetmenin âlemi yok” dedi, “başarılı bulduğun gazetelerden birini önüne yay, taklit et gitsin, hepsi bu kadar!”
Derken Mehmet Emin İnler diye bir genç geldi, onunla çok iyi anlaştık. Sonra rahmetli Hasan Gürbüz... Korkunç zeki bir insandı. Kısa sürede hepimize fark attı.
Bir yandan okulumuz var. Buna rağmen sabahtan gelir üçüncü sayfayı yaparız. Öğleden sonra birinci sayfayı atarız. Yetmez gece nöbete kalırız, değişiklikleri girer çıkarız. Bazen ancak sabaha karşı döneriz yurda.
Mahmut Bey idari işlere bakardı. Çok şefkatliydi, saygı uyandırır insanda. Her işi usulüne göre yapar. Net, berrak, onunla çalış hiç başın ağrımaz.
Hakikat Gazetesi bizim için yeni bir heyecandı. Nitekim Hasan Gürbüz, Mehmet Emin İnler; Ali Taban ve Mahmut Abi, Enver Ağabeyi yalnız bırakmadılar.
Benim “iki yıl daha kalırım” diye verilmiş bir sözüm vardı, “sözünden cayma” dediler “sana güvenenleri yolda koyma!”
İki yıl sonra ben de katıldım onlara. Gazetemizin adı bilahare Türkiye oldu. O sıra Yüksel Metin adlı bir ortağımız var. Parasızlık, çift başlılık, krizin biri bitiyor, öbürü başlıyor. Zor günler vesselam. Bu sıkıntıları hep Mahmut Amca ile aştık, hesap kitap onun üzerindeydi zira...

(Suphi Birpınar)



 

Manzarası güzel ama...

Ben gazeteciliği ondan öğrendim, çırağı sayılırım. Hem yazarlık yapardım hem de ajanstan bülten getirmek fotoğraf getirmek gibi işlere koşardım.
Kendisi Anadolu yakasında otururdu buna rağmen çok erken gelir. Düşünün sabah namazını Çağaloğlu’nda kılar. Yağmur, sis onu durduramaz, velev ki kar bora fırtına...
Gazetenin her bölümünde çalıştı, her tarafta mesuliyet aldı, sorumlu olmadığı yerleri de denetler, aksaklık görürse koyvermez düzeltmeye çabalar.
Herkesin yükünü alır ama insanlara yük olmaktan pek korkar.
92 yılında İhlas Yuva’dan ev aldı. Bir akşam çaya çağırdı gittim. Evi 11’inci kat.
Mübarek “manzarası güzel ama” dedi iç çekerek, “korkarım cenazem zor taşınacak!”

(İsmail Kapan)


Kasası kapalı, eli açık

Söylenenin fevkinde çalışırdı. Erenköy’den sabah yola çıkar, kulağında radyo, dizinde defter, not tutar... Gelene kadar üstün körü gündemi yapar.
Hem idareci, hem sayfa sekreteri, hem istihbarat müdürü, hem de kasaya bakar... Eskiden iş ağır, bir ufak hata oldu, koş matbaaya... Klişeler kurşunlar yerinden kalkmaz. Sırf bu yüzden matba açtık ama o gidip dışarıdan da iş aldı yükü arttı. Hani masraf azalsın hesabı, yağmasa da damlar. Şakacıdır, nüktedandır ama yine de korkulur ondan. Geç gelene şöyle gözlük üstünden baksa yeter, en büyük ceza!
Bir işe tamam dediyse tamamdır, hiç arkana bakma... Başı sıkışan ona koşar, Mahmut Amca avans isteyeni felaket yorar ama kendinden isteyeni boş çıkarmaz. Mutlaka bir şey sıkıştırır avucuna..

(Ali İbrahimoğlu)



 

Ferah odalarda

Evvelsi gün bir rüya gördüm. Yola gidecekmişim, dönmüş gelmişim. “Sen niye gitmedin” diye sordu.
- Abi bi helalleşeyim dedim. Hani gidip dönmemek, gelip görmemek var.
Omuzlarımdan tutup alnımdan öptü. “Bana yukarıda ferah bir oda vereceklermiş” dedi, “bol bol görüşürüz orada...”

(Mehmet Bilgi)



 

Başımız kel mi?

Çay dağıtıyorum. Herkese verdim ona kalmadı.. Güldü. Oğlum bizim başımız kel mi?
Bir yandan eliyle saçlarını okşadı, birkaç tel kalmıştı ancak.

(Faik Dağlı)


++++++


Hakikat Gazetesi’nin ilk sayısında Genel Yayın Müdürü Mahmut Genç Amcanın imzasıyla bir makale yayınlandı... Neysek oyuz hâlâ... 40 yıldır değişmedik, heyecanımız kaybolmadı.
 



Gazetemizde (ve diğer gazetelerde de) işi omuzlayıp sürükleyen gençlerin çoğu Mahmut Abiden öğrendi işi... Mesela Ali İbrahimoğlu gibi (Yıl 1975)...
 



Enver Ağabey gazete kurma fikrini dile getirdiğinde bazı dostları “aman aman” derler “sakın ha!” Mahmud Amca cesaret verir ve daima durur yanında.
 



Gazetemizde yaşlılar olagelmiştir. Hepsine “abi” denir, bir tek Mahmut Genç’e “Amca!”





İş Dünyamız isimli köşe yazısı:         

Resul İzmirli
09 Ocak 2010 Cumartesi 

Elveda... 



Onu tam otuz yedi yıl önce tanımıştım. Son yirmi yılda müşfik kanatları altında mesai arkadaşlığı yapmak, on yedi yıldan beri de komşusu olmakla şereflendim. Kırk yıl boyunca hiçbir insanın ondan incindiğini görmedim, işitmedim. İnsan onun yanında kendini o kadar rahat hissederdi, ama o kadar da kendine, hâline, kelimelerine dikkat etmek ihtiyacını duyardı. Kelimenin tam manasıyla bir abide şahsiyetti.
Arada bir evinde ziyaretine giderdik. İkramını yapar, sonra da vakur ve mütebessim oturur tek kelime boş konuşmazdı. Gazetemizin ilk gününden itibaren yaşananları onun ağzından dinlemek büyük bir nasip idi, ancak çok zor açılırdı. Karşısındakilerin tam bir samimiyet ve dikkatle hazır olduklarını hissederse uzun ve tatlı bir sohbete dalardı.
Türkiye’nin son altmış yıllık siyasî tarihini, içinde bire bir yaşamış olarak bu kadar vukufla anlatacak birkaç kişiden biri olduğuna yakın arkadaşları olarak şahidiz.
Evindeki ikramları ve de özellikle “Malatya Pazarı” menşeli çerezleri dillere destandı. Ama otuz kişiye beş saat sohbet koyulaştıracak kocaman semaverinin çayına doyum olmazdı. Ara sıra kalabalık misafirimiz olduğunda semaverini istediğimizde semaveri yanında çok özel Seylan çayıyla beraber gönderirdi.
Uzun yıllardır bu köşede yönetici değil lider olmak lazım diye laf eden biri olarak şunu söylemek isterim: “O lider yönetici tipinin zor rastlanır muhteşem bir örneği idi...” Hem insanı hem parayı hiçbir taviz vermeden, israfa asla düşmeden ama kimseyi de kırıp dökmeden yönetebilen bir “Amca” idi.
Elini öptürmekten ciddi şekilde rahatsız olurdu. Bazen sınırları zorlar ve elini öperdim, birkaç gün hissedilir şekilde soğuk dururdu. Son görüşmemizde “Baba, bundan sonra kendi kendime söz verdim, elinizi siz müsaade etmeden zorla öpmeyeceğim” demiştim. Yüzü öyle aydınlanmış bir şekilde “Hah şöyle aferin sana” demişti.
Şimdi ellerinden sevgiyle, saygıyla, hürmetle binlerce, milyonlarca defa öpüyorum. Allahü teâla Mahmut Genç Amca’mıza gani gani rahmet eylesin...





Noktalar  isimli köşe yazısı:         

İsmail Kapan
10 Ocak 2010 Pazar    
 
Ve Mahmut Genç ve Yalçın Özer ve... 
 
O, yaş itibariyle herkesin Mahmut Amcası idi. Ama kimimiz ona ağabey, kimimiz de amca derdik. Fakat o seksenine merdiven dayamış delikanlı olarak, soyadıyla mütenasip hepimizden daha “Genç” idi! Ömrünün son günlerine kadar (Ecel şerbetini içmeden sadece birkaç gününü hastanede geçirdi. Onun dışında mesaisini hiç aksatmadı...), bitmeyen bir enerji, istikrar, vazife aşkı ve idealist insana yaraşır sadakatle Türkiye Gazetesi’nde hizmet verdi.
Geçen pazar günü, hastaneden çıkar çıkmaz yardımcısı Mehmet Bilgi’yi telefonla aramış; “Sen orada yalnız kaldın, İnşallah pazartesi günü geleceğim, merak etme...” demiş. Ancak ne yazık ki, Mahmut Amcamız ilk ve son kez sözünü tutamadı. Pazartesi gecesi yeniden rahatsızlandı ve apar topar hastaneye kaldırıldı. Perşembe günü sabahı da son nefesini vererek bizi boynu bükük bıraktı!..
Mahmut Amca halis bir mü’min olarak, esasen her zaman ölüme hazırlıklı idi. İrfan Özfatura’nın iki gün önce, ‘İz Bırakanlar’da kısaca bahsettiği üzere, 1992 yılında, Yenibosna’daki evine taşındığında, büyük nezaket gösterip beni çaya davet etmişti. ‘Yeni eviniz hayırlı olsun, manzarası da güzel maşallah...’ dediğimde; “Evet, manzarası güzel ama burası 11. kat. Bir gün emri Hak vaki olursa, cenazemizi kim indirecek?! İnsanlar çok zahmete girecek...” dedi. Ben de şöyle karşılık verdim: “Efendim Allah gecinden versin. İnşallah daha çok yaşarsınız. O gün geldiğinde, cenazeyi taşıyacak birileri muhakkak olur...” İşte on sekiz sene önceden Mahmut Amca bugünleri düşünüyordu. Zaten Eyüb Sultan’daki mezar yerini de çoktan satın alıp hazırlamıştı...
Merhum Mahmut Genç, her yönü ile örnek bir insandı. İşinde daima mükemmel bir dikkat, titizlik ve hassasiyet gösterirdi. İnsani münasebetlerinde ise son derece babacan tavırlı ve rikkat sahibi idi. Gazetemize yaptığı hizmetleri bu köşeye sığdırmak mümkün değil. Zaten bir kısmını da daha önce okudunuz. Kısaca şunu söyleyebilirim. Yeri doldurulamayacak bir büyüğümüzü kaybettik. Allah rahmet eylesin. Başta oğulları Özcan, Abdurrahman ve Ahmet olmak üzere, geride kalan kederli ailesine Allah sabırlar versin. Mahmut Amcayı çok arayacağız... Hepimizin başı sağolsun!

YALÇIN ÖZER’İ DE SEKİZ YIL ÖNCE KAYBETMİŞTİK...
Türkiye Gazetesi’nden nice kıymetli insanlar gelip geçti!.. 2002 yılı, 8 Ocak günü aramızdan ayrılan eski Başyazarımız merhum Yalçın Özer’i kaybedeli tam sekiz yıl oldu. Lakin onun hatırası da hâlâ zihnimizde çok canlı. Zira kendisi kolay kolay unutulacak bir kişi değildi.
Yalçın Ağabey, her şeyden önce çok dürüst; samimi, merhametli, cömert ve derviş tabiatlı bir insandı. O kadar saf ve temiz idi ki, bazıları onu; “Sanki bu asrın insanı değil...” diye tanımlardı. Merhum Yalçın Özer derviş tabiatlı idi fakat, hakkı savunmada ve hakikati ifade etmede, emsalsiz bir gayret ve cesarete sahipti. Gerçek bir entelektüeldi. Üslubu ve kaleminin kıvraklığı da, memleket meselelerine vukufiyeti kadar yüksek idi. Bu nitelikleri ile o da yeri doldurulamayan bir kalem sahibi olarak, derin izler bıraktı. Ne yazık ki, bizde kıymetler; “Şairler Sultanı” Baki’nin muhteşem beytinde çok veciz şekilde ifade edildiği üzere, ancak ‘seng-i musalla’da biliniyor veya anlaşılıyor. Yalçın Özer’in değerini de onu kaybettikten sonra anlayabildik!..
Maalesef bu hep böyle oluyor. 31 Aralık 1988 tarihinde vefat eden merhum Ahmet Arvasi Hoca için de aynı şey söz konusu değil mi? Bu dünyadan göçtükten sonra, bıraktığı eserlerin önemini kavrayabildik...
Allah cümlesine gani gani rahmet eylesin.





Stop isimli köşe yazısı         

Muammer Erkul

10 Ocak 2010 Pazar    
 
Mahmut Amca 
 
Cağaloğlu’ndaki binadayız. Yazı işlerine açılan odasındaki Mahmut Amca, telefonda; “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” diyor ve sonra bana dönerek;
“Servisin şoförü İlyas Abiyi tanır mıydın, diyor. Vefat etmiş...”
“Tanımaz mıyım, Murat’ın babası...”
Murat Başaran yakın arkadaşım, o sıra asker. Mahmut Genç onca işine rağmen yazılarımızı gözden geçiriyor, yayın öncesi. İlyas Amca ise kalpten gidiveriyor. 1994’ün 15 Eylül günü “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” cümlesini zihnime yazıyorum. Ne zaman birinin vefat ettiğini duysam okuyorum. Aklıma da hep Mahmut Amcamızın (İlyas Başaran’ın öldüğü günkü tonuyla) sesi geliyor...
*
7 Ocak 2010 Perşembe sabahı erken saatte yazımı gönderdim. Tuncay Şenyürek’in “aldım” demesini bekliyorum ki, yatacağım... Saat 09.30 sularında cevap geliyor ki altında bir de not var; Mahmut Amcanın vefat ettiğini bildiriyor!.. Duygusal çalkalanışımı tasvir edemem... Dudaklarımdan yine; “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” dökülüyor.
*
O gün ikindide Eyüp Sultan’daydık. Oğlu Özcan Abi bile; “ne kadar çok seveni varmış” dedi... Parmak uçlarımı tabutuna dayayıp ancak birkaç adım yürüyebildim... Bu yazıyı ise, şu sözleri söylemek için yazıyorum: Giden birinin, nereye doğru gittiği belli oluyor be yahu!..
Maça gidenin stada doğru gittiğini; askere gidenin kışlaya doğru, plaja gidenin denize doğru, hacca gidenin Hicaz’a doğru gittiğini anlıyor insan, her şeyinden...

Allahü teala rahmet eylesin. Hepimizin başı sağ olsun...
Bu satırlar burada bitmez. Mahmut Amca hakkında yazılanları bizim sitede (adres yukarıda) toplayacağız inşallah. Sıcağı sıcağına, ikişer satır da olsa anlatın hatıralarınızı ki abiler, yarına kalanlar unutulmasın...
Çünkü bir Mahmut Genç daha kolay kolay gelmez!





Entellektüel Boyut isimli köşe yazısı      

Rahim Er
11 Ocak 2010 Pazartesi    
 
Akide şekeri tadında hayatlar  
 
> Washington DC

Geçen hafta çarşambayı perşembeye bağlayan geceydi.
Uyku-uyanıklık arasında Mahmut Genç ağabeyimizle, oğlu değerli kardeşim Abdurrahman Genç’le dakikalar gecenin karanlığında erirken bir hayli meşgul oldum. Kararım şuydu “yarın sabah Mahmut ağabeyi arayacağım.”
Oysa birkaç gündür hastaymış, işitmemiştim. Sabah olduğunda vefatını haber aldım. Bir mail de Nuh Albayrak gönderme inceliği göstermişti. “Kendisini çok sevdiğinizi bildiğim için yazıyorum, bu sabah Mahmut Genç ağabeyimizi kaybettik”.
Telefon etmek için güne uyandığınız insanın sesi değil rahmet yankılarıyla karşılaşmanın teessürü nasıl da vuruyor insanı.
Bir çınar daha toprağa düşmüştü.
Bir yaman atlı daha ufukta kaybolmuştu.
/Siz dostlar, ey dostlar! Bir bir süzülürken mâveraya /Biz gurbet yetimi olarak uzakta gözleri yaşlı ellerimiz duada!
Mahmut ağabey, bir emanetti. Enver Ören ağabey, emanete hassasiyetle ihtimam gösterdi. Tabii şu da var. Müesseseler isimlerle markalaşır. O, sembol bir isimdi. Haberi alır almaz Enver Ören ağabeye taziye için yazdım. “Hakiki Müslümandı. Bir kere bile herhangi bir kimseye kızdığını görmedik. Bize öğrettiğinizi ölçüyle ‘hubbu fillah ve buğdu fillah ile doluydu...” Cevapta “yazdıkların onun için az bile deniyor ve ekliyordu ‘inşallah Hocamıza kavuşmuştur”.
O’nu, o sade ve güzel insanı 1968 yılında tanıdım. O sıralar Babıali’de Sabah diye bir gazete çıkardı. Onu orada tanıdım. Orada aynı zamanda Orhan Çiftlik, Ali Tâbân, Zeki Celeb, ağabeyleri de tanıdım. Belki susarak konuşan rahmetli Ethem Kırçın ağabeyi de..
1976’dan itibarense kendisiyle yakından çalışmaya başladık. Biz 26 yaşında kalemi eline almaya cesaret etmiş bir delikanlı, o her zamanki olgunluğunda bir ağabey. “Bak diyor, şuna tashih denir, şöyle yapılır vs.” Çok çocukluğumuza müsamaha gösterdi.
Mahmut Genç, Türkiye gazetesini kuran ilk çekirdek kadronun içindeydi. Gazetesi ve hizmeti 40. yıla girerken aramızdan ayrıldı. Yıllar boyu maaşımızı elinden aldık. Her ay başı haber verme lutfunda bulunduğunda yanına giderdik. Çekmecesini açar ve zarfı uzatırdı. Çok kere maaşın miktarını dahi bilmeden verileni alırken “Allah, yerini doldursun” derdim. Sonra çayımı söylerdi. O arada buyur etmesi üzerine masasından hiç eksik olmayan akide şekeri tabağından bir tane alırdım. Rayihalı akide şekeriyle demli çay ah ne güzel olurdu. Şimdi anlıyorum ki o akideler, akidesi sağlam bir insanın ömür anlamıymış. Maaşların elden değil de havale, eft, hesap numarasının devreye girdiği yeni zamanlarda biz kaza sebebiyle yurt dışına çıktık. Mahmut ağabeyimiz Amsterdam’ı aradı, o acılı günümüzde bir mümin rikkatiyle Cüneydimiz için teselli edici sözler söyledi.
Meğer son konuşmamızmış.
Bir kere birini çekiştirdiğini görmedim.
Bir kere boş bir sözünü duymadım.
Bir kere işini ihmal ettiğine şahit olmadım.
Hiç kendini ön plana sürdüğü vaki olmadı
.
Nur içinde yatsın.
Yıldırımlar ne de çok düşüyor.
Önden gidenler ne kadar da çoğaldı.
Toprak ne de sevinçli.
Ervah, hasret dindiriyor.
Dünya hüznün adı olmalı.





Dünya Hali isimli köşe yazısı           

Murat Başaran
13 Ocak 2010 Çarşamba 


Dede, baba, amca, abi... 

Sene 1981’di... Tam İlmihal Seadet-i Ebediye ve Müjdeci Mektupların ciltlerinin yapıldığı departmanın amiriydi. “Aman ha kızdırma...” dediler.
Herkesin birbirini muhabbetten kucaklamak için zor frenlediği bir yerde, bu ikazdan hiç de endişe etmedim. Herkes ona “Elmas Dede” diyordu. Müstesna bir dünürlük sebebiyle ayrıca hürmet ediyorduk. Onun akrabalık bağına fazla özenmişim demek ki; yıllar geçti torunuyla evlendim. Ekstradan “Dedem” oldu.
Disiplin ve hizmet aşkıyla kızardı kızarsa eğer; hepsi o...
Sonsuz bir dinlenmenin ve huzurun kucağına yol aldı.
***
1984 yazıydı.
İşe başlamıştım. İlk teslim edildiğim amir oydu. Sessiz bir dağ gibiydi. Kendine usul usul çekiyordu. Fakat tatlı bir mesafe gidip kucaklamak için mani oluyordu. Evlendiğimde hediye ettiği çalar saat, evimin en eski ve en değerli eşyasıdır. “Sabah namazlarına kalktıkça bana da dua edersin” demişti.
Herkes ona “Mahmut Amca” diyordu. “Amca”lığı hak eden bir otorite ve sahiplenmenin karışımıydı. Bir tükenmez kalemin bile israf olmaması için şartları zorlardı. O zamanlar Mahmut Amca’nın bu titizliğini anlayacak yaşta değildik. Ama bilirdik, bir derdimiz olsa anlatacak bir büyüğümüz vardı yakınımızda.
Hastalandığını duyduğumda içim “cız” etti. Elmas Dedeyi yeni kaybetmiştik.
Ethem Baba çoktan gitmişti. Allah’ın “veli” kulu, o bütün haytalıklarımıza sevgiyle yaklaşan, “adam” olalım diye bıkıp usanmadan anlatan naif insan Ethem Baba...
Mahmut Amca da gidecekti demek ki... Bildiğimiz bir şeydi; kabullenmek istemediğimiz... Bir an o koca holding binası bomboş kalacakmış gibi hissettim. İçim “cız” etti.
O sızıya alışamamıştım ki, “sevgili”lerinin yanına doğru çıktı yola.
Biz bakakaldık ardından...
***
Ailenin bütün dedeleri, babaları, amcaları birer birer gittiler; gidiyorlar...
Ailenin bütün abileri sessiz bir olgunluk içinde “dua”ya durmuşlar...
Ve ben büyümek istemiyorum.





Yankılar isimli köşe yazısı                     

Yılmaz Altuğ
18 Ocak 2010 Pazartesi 


Mahmut Genç Beyefendi  



Türkiye gazetesinin sahibi
Sayın Dr. Enver Ören’den sonra tanıdığım ikinci şahsiyetti Mahmut Genç... O daima güleryüzlü bir beyefendi idi. Vefatını çok üzülerek öğrendim. Çok kibar, mütevazı sakin bir kişi idi. Gazetecilik ve basın hakkında pek çok şeyi ondan öğrenmişimdir...
Gazetemiz yazarlarından bir arkadaşın; “güleryüzlü, müşfik, hoşsohbet, cömert, gönül alan” diye onu anlatan hususlara katılıyorum. Yalnız o “disiplinli, tavizsiz, kuralları sonuna kadar uygulayan” tarifine katılmıyorum. Belki bu uygunsuz hallere hiç düşmediğim için olacak. O odasına girdiğimde mutlaka ayağa kalkarak beni karşılar, çay ikram ederdi. Makalemi ona verirdim. Maaşımızı ondan alırdım.
Mahmut Beyefendi Malatyalıdır. İstanbul’a gelmiş dokumacılığa başlamıştı. Askerliğini Kuleli Askeri Lisesinde yapmıştır. Lisenin bir basımevi vardır. Komutan bir gün sorar: “Kim anlar bundan?” Mahmut Genç kıtaya çıkar: “Ben dokumacıyım ikisi de mekanik değil mi?” Matbaaya geçer ve kâğıt kokusu alır...
Dindar bir insandı ama kimseyi din konusunda zorlamazdı. Namazlarını camide muntazaman kılardı...
O yıllarda Enver Bey üniversitede asistandı; ama bir gazete çıkarmayı her zaman düşünmüştü. Ona her hususta askerde tanıştıkları Mahmut Genç destek oluyordu. Türkiye gazetesinin ilk Genel Yayın Müdürü oldu. Türkiye’nin ilk ismi “Hakikat” idi. Enver Bey ve Mahmut Genç birkaç arkadaşıyla “Hakikat”i kurdular...
Mahmut Bey Türkiye gazetesinde herkese destek olmuştur. Huzur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin...





Dış Politika isimli köşe yazısı             

M.Necati Özfatura
19 Ocak 2010 Salı 


Mahmud Abi’nin ardından 


1970’ten bu yana “Hakikat” ve bilahare “Türkiye” gazetesinde Enver Abi’den sonra en çok hizmeti geçen; kurucu ve emektarlarındandı Mahmud (Genç) Abi. Geçtiğimiz hafta vefat eden İhlas Holdingin Mahmud Amcası, sevenlerinin duaları ile kabrine kondu. Kabri Eyüp Sultan’da ama sevenlerinin de kalbindedir. Kabri cennet bahçesi olsun. Ve aşk derecesinde sevdiği İslam büyükleriyle birlikte bulunsun.
40 yıldır son derece başarılı ve seviyeli yayın hayatı ile hepimize örnek olmuştur. Son derece şefkatli ve o derece disiplinli tavrı ile herkesin sevgisini kazanmıştır. Mahmud Abi 47 yıldır dostum idi. Erenköy Tüccarbaşında eniştesi rahmetli Remzi Abinin evinde kiracı idim. Kendisi biraz ilerideki apartmanda oturuyordu...
1960’lı yılların başlarında Fatih’teki dairesi ise arkadaşların buluşma ve sohbet mekanı idi. O evde çok tatlı hatıralarımız vardır...
Emekli olmuş Eskişehir’den İstanbul’a gelmiştim. Gazeteye Enver Abiyi ziyarete gitmiştim. (12 Ağustos 1974) Telefonu açtı Mahmud Abi, Necati Abi 2. sayfada “Tenbih” başlığı altında yazı yazacak dedi. Bana da yarınki yazını hazırla dedi. Okul hayatımda son derece başarılı idim. Ama kompozisyondan nadiren 3 alırdım. Ama Rabbim bana 12 bin yazı yazmak nasip etti.
Nice kıymetler aramızdan ayrılıyorlar. 31 Aralık 1988 S. Ahmed Arvasi, 8 Ocak 2002 Yalçın Özer, Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Prof Dr. Orhan Karmış, Seyyid M. Kasım Arvas, S. Garbi Arvas ve nur deryası rahmetli Hüseyin Hilmi Işık, cennetten bir bahçe olan kabirlerinde sevdikleri ile beraberler.

Dünya ufkundan ahirete birer güneş ve yıldız gibi göçtüler...
“Dünyada beka, halkta vefa yoktur.” Her asırda sıradan olmayan örnek ve sembol insanlar gelir. Bunlar kendilerini insanlığa hizmet için vakfederler. Onlar hayatlarını Rıza-i ilahiye kavuşmak için harcarlar. Mal, para, şöhret ve makam peşinde olmazlar. Hepsi fanidir. Onlar sonsuz olan ahirete taliptirler. Ve âlemlere rahmet olarak gönderilen güzeller güzeli, şan ve şerefi çok yüce olan Sevgili ve Şerefli Peygamber Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkı ile ziynetlenmiş, şereflenmiş kişilerdir.
Devamlılık Allahü tealaya mahsustur. Yaratılan her şeyin sonu vardır. Hayatın gayesi ahirete hazırlıktır ve Sevgili ve Şerefli Peygamber Efendimize uymaktır. O’na uyan ibadet etmiş ve şükretmiş olur.
Mahmud Abi’yi ve sevdiklerini rahmetle anıyoruz. Kabirleri nur makamları Refik-i ala olsun...




.

 

++++++++++++++++++++++

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
(Cenaze gününü ve aşağıdaki resimlerin açıklamalarını ayrıca yazacağım.)


xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxx



zzxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx 



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx







 
 
  *** SİZİ KUTLUYORUZ *** BUGÜN 2056795 ziyaretçi (4528506 klik) MİSAFİRİMİZ OLDUNUZ ***  
 
haberler haberler


Google Arama
Sitemde Arama
Yaşam ve İnsanlar

İstanbul Servisleri Neden Pahalı ? burakesc
Namaz Kılan Minik ile burakesc
GİMDES Helal Gıda Ramazan Buluşması burakesc
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol