İSLAMİ BİR HABER AJANSI
İTTİHAD Gazetesinden ayrıldıktan sonra, bir süre MTTB Basın-Yayın Müdürü olarak Birliğin yayınlarını hazırladım. Ancak evli olduğum için belli giderlerimizi karşılamak zorundaydım. Bunun için Türkiye’de bir ilk olarak 6 sayfalı büyük boy Ofset takvim hazırladım.
Takvimi “MTTB Takvimi” adıyla çıkararak, gelirinden de MTTB ye belli bir oranda hisse verecektim. Ancak Anadolu’ya gönderdiğim takvimlerin büyük bir kısmının parasını alamadım. Daha çok dini kitap satan kitapcılarla, bazı derneklere göndermiştim. Giden takvimlerin yarısının bedeli bile geri gelmedi. Takvimlerin geri gelmesi de hiçbir işe yaramayacağından gönderilen takvimlerden zarar ettim.
Hukuk fakültesini bırakmış, öğretmenliğe de kabul edilmemiş olduğumdan yapabileceğim tek konu yine “Basın” olacaktı. Bu sahada öteden beri bütün gazeteci arkadaşlarımızla noksanlığını hisssettiğimiz konu Haber Ajansı idi. Mevcut Ajanslar belli bir dünya görüşünü temsil eden kişi ve gruplar tarafından kuruldukları için, haberler tarafsız olmuyordu. Yurtdışı ve yurt içi baskı gruplarının, ideolojik görüşlerin haberleri ve yorumları öne çıkıyordu. Sağ kesimin haberlerini az bile olsa vermek bir yana, çaptırarak ve değiştirerek veriyorlardı. İslami kesime ait haberlerin ajans bültenlerinde yer alması mümkün dahi değildi. O günün Ajans bültenlerini incelerseniz, Dindarlarla ilgili haberlerin yalnızca; “Yakalanan Nurcular”, “Yasak Dini kitaplar” “Büst kıran Ticaniler”, “Zikir yaparken basılan Gericiler” gibi haberlerden ibaret olduğunu göreceksiniz.
Çıkmakta olan günlük gazete yöneticilerinin de aynı kafa yapısında olduğunu söylemeye gerek yok.. Onlar, Haber Ajanslarından gelen bu haberleri olduğu gibi vermez, gelen haberin dindarları kötülemek için nasıl verilmesi gerektiğini bütün mesleki bilgi ve gayretlerini göstererek masa başı düzenlemeleriyle ilgi çekecek hale getirirlerdi. Artık herkesin doğrusunu öğrendiği “Müftü keçi çaldı” haberi gibi. Zavallı müftü haberin böyle verileceğini bilse idi, keçisinin çelındığını hiçbir zaman Jandarmaya haber vermezdi.
Bu durumu değiştirmek isteyen sağ kesim, önce fikren, daha sonra da fiilen Basın hayatına girmeğe başladı. “Bugün”, “Babıalide Sabah”, “Yeni İstanbul” ilk günlük gazeteler, “Büyük Doğu”, “Yeni İstiklal”, “İttihad” haftalık gazeteler olarak yayın hayatında dindar kesimin sözcüsü olarak yayınlanıyordu.
Bu gazeteler yayınlayacakları haberleri mevcut Haber Ajanslarından aldıkları için, haberlerin tek tek elden geçirilmesi, İslami Dünya görüşüne uygun olmayan kısımlarının ayıklanması ve değiştirilmesi gerekiyordu. Bu yalnız haberler için değil, makale ve diğer yazılar için de böyle idi. Bu konudaki bir ihmal, okuyucunun büyük tepkisini çekiyor, gazete telefon ve telgraf bombardımanına tutuluyordu. Gazete sayfalarını hazırlayan “sekreter”lerin bütün dikkatlerine rağmen arda sırada okuyucuyu kızdıran haber ve yazılar gözden kaçabiliyordu.
Bir Ramazan günü “B.Sabah” gazetesinin verdiği yemek tarifinde “Şarap ilave edilmesi” ifadesinin bulunması, okuyucunun büyük infialine ve yazıyı okumadan koyan sekreterin de işinden olmasına sebebiyet verdi. Bu tarz yanlışlıklar yalnız sağ basında değil, diğerlerinde de zaman zaman meydana geliyordu. Atatürk’ün Ölüm Yıldönümünün birinde Cumhuriyet Gazetesi’nin “10 Kasım’ı Kutluyoruz” başlığı gibi..
O sırada, Basınla ilgili bir çalışma yaparak hem hizmet etmek, hem de geçimimiz için gereken parayı kazanmak istiyordum. O sırada “Hilal Mecmuası”na ve “İttihad”’a Arapçadan tercüme yaparak haberler hazırlayan “Kemal Hoca” (HOCA, Kemal Beyin soyadıdır) isimli Suriye’li talebe ile arkadaş olmuştuk. Kemal Hoca, Suriye Türklerindendi. İstanbul Üniversitesinde okurken, basına yaptığı tercümelerle geçimini temin ediyordu. Kendi Suriye Vatandaşı olmasına ve Suriyeli bir hanımla evli bulunmasına rağmen Suriye’ye giremiyordu. Ağabeyisi “İhvan-ı Müslimin” den olduğu için senelerdir hapiste idi. Suriye’ye dönerse kendisini de hapse atacaklarını söylüyordu.Kemal Hoca’nın Arapça ve Türkçe bilgisi bende yeni bir fikrin doğmasına sebep oldu. Bu, özellikle İslam Ülkelerinden haberler verecek bir “Haber Ajansı”nın kurulması fikri idi.
Konuya Kemal Hoca da sıcak bakınca kendisi ile ortak olarak “DHA - DOĞU HABER AJANSI – İslam Âleminden Haberler” adıyla bir Dış Ajans kurmaya karar verdik. Ajansın Sahibi ve Yazı işleri Müdürü olarak ben Valiliğe beyannameyi verdim. Kemal Hoca’nın Türkçe’den Arapçaya tercümesi fevkalade güzel olmasına rağmen, Arapça’dan Türkçe’ye tercümesinin mutlaka redakte edilmesi gerekiyordu. Bu sebeple Türkçesi güzel olan bir ikinci kişinin daha olması gerektiğinden, Arap ülkelerinde okumuş ve tercümeler yapan Osman Zeki ile maaşla çalışması için anlaştık.
Ajans için, haberlerin satışı ve abone bulunmasına kadar yapılacak masraflar için belli bir paraya ihtiyaç vardı. Böyle bir Ajansın İslami hizmetini nazara alacak bazı kişilerden borç para alabileceğimi umuyordum. Görüştüğüm ve haber gönderdiğim imkanı olan kişilerden borç alamadım. Bunları kendilerine göre haklı görerek isimlerini vermek istemiyorum. O günlerde İslami “hayatının gayesi” edinmiş kişiler için dahi “İslami Haber Ajansı” düşünebildikleri bir konu değildi. Ajansın kuruluş masrafları için ben Babam’dan 25.000 lira aldım. Babam rahmetli o sırada Cumhuriyet gazetesi okuyan koyu bir İnönü’cü ve sıkı bir Cumhuriyet çocuğu olmasına rağmen, evlat hatırına bu parayı bulup, verdi. Kemal Hoca da bir miktar para koydu. Böylece ilerde “erken doğum” olduğunu anladığımız “İslami Ajans” tecrübesi başlamış oldu.
HANDA BİR ODA, EMANET BİR TEKSİR VE TELEFON
Ajansın çalışma yeri olarak Ahmet Aytimur’un Çarşıkapı, Kığılı Pasajındaki Kur’an-ı Kerim depoladığı odayı kiraladık. Orada bulunan telefonu da kullanmamız için Ahmet Abi emaneten bize verdi. Bültenlerin basımı için odada bulunan eski bir teksir makinasını kullanacaktık. Emanet de olsa, bir ajans için gerekli olan Teksir makinamız da bulunmuş oldu. Ben evdeki daktiloyu getirdim. Haberleri bu daktilo ile mumlu kağıda yazıp, eski teksir makinasında basacaktık.
RADYO VE ARAPÇA GAZETELER
Sıra Haberlerin nasıl alınacağına gelmişti. Bunu da Kemal Hoca halletti. Kendisinde bulunan ve Yurtdışını güçlü bir şekilde çeken radyodan İslam Ülkeleri radyolarının haber bültenlerini dinleyecek, bunlardan aldığı notları Türkçe Haber olarak yazarak bana verecekti. Ben de gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra bültene koyacaktım. Bunun için Kemal Hoca gece evde, gündüz Ajansta dış haberleri dinlemeye başladı ise de; radyo gece çok güzel çalışmasına rağmen, gündüzleri sesleri net alamıyordu. Bir arkadaşında bulunan ve gündüzleri de net bir şekilde istasyonları çekebilen bir başka radyo haberlerimizin en önemli kaynağı olmaya başladı.
Radyo haberlerinin özet olması ve resim verilememesi sebebiyle görsel bir ikinci kaynağa daha ihtiyacımız belirdi. Maddi durumumuz sebebiyle bunun az masraflı olması gerekiyordu. Bu sebeple Türkiye’ye gelen Arap gazetelerini almaya başladık. Ancak gazetelerin geç gelişi ve elimize geç ulaşması haberlerin tazeliğini kaybettiriyordu.
BEYRUTTAN GELEN GAZETELER
Arapça Gazetelerin çıktıkları gün elimize ulaşması halinde önemli bir haber ve resim kaynağına sahip olacağımızı anladık. Bunu gerçekleştirmenin yolunu ararken, Kemal Hoca’nın kardeşi “YAHYA HOCA” nın Türkiye’ye Kur’an-ı Kerim ithali için Beyrut’a gittiğini öğrendim. Kendisine bir miktar para vererek, haftanın 3 günü Beyrut’tan gelen THY uçağı ile Beyruttaki gazeteleri bize gönderecek bir yayınevi ile anlaşmasını istedim.
Yahya Hoca, bir yayınevi ile anlaşmış olduğundan gazeteler gelmeye başladı. Ancak, gazetelerin gümrükten geçip, elimize ulaşması Türkiye’den aldığımız zamankinden daha uzun sürüyordu. Gümrük muameleri sırasında bazı gazeteler kayboluyor, bazılarıda açılmış hatta yırtılmış olarak geliyordu. İstanbul Gümrük Müdürlüğündeki bir memur bize yardımcı oldu. “Basın’ın gelen gazeteleri doğrudan Uçaktan alma yetkisi var. Siz bir dilekçe vererek (supalon) muamelesi isteyin” dedi. Hakikaten; kabul edilen talebimiz üzerine, Kemal Hoca uçağa kadar gidiyor ve adımıza gelen gazeteleri alıp, gümrüğe imzalatarak yarım saat içinde gazetedeki haberleri havaalanındaki telefondan bana yazıdıyordu.
Kemal Hoca’nın çok az kişide bulunabilecek bir enteresan özelliği vardı. Arapça gazetedeki habere bakarak, anında Türkçe tercümesini yapabiliyordu. Hava alanındaki telefondan da, bu şekilde doğrudan tercümeyi bana okuyordu. Ben Kemal’in haberlerini teybe kaydediyorum, sonra da yazıyor ve teksir ediyordum. Aradan bir süre geçtikten sonra, Gümrük Müdürlüğünden gelen bir ihbarnamede, gümrüge gelen Basın malzemelerimizin çekilmesi isteniyordu. Önce bunların Dergi ve gazeteler olduğunu sandık. Gümrüge gidince bunların Beyrut’tan gönderilen kolilerce Kur’an-ı Kerim olduğu anlaşıldı.
Bizim böyle bir talebimiz olmamıştı. Sonra durum anlaşıldı. Kemal Hoca’nın kardeşi Yahya, Beyrut’tan aldığı Kur’an-ı Kerimleri gazeteler gibi kontrol edilmeden Türkiyeye BASIN Malzemesi diye sokabileceğini sanarak haberimiz olmadan bu işi yapmış. “Bunlar benim, Ben kontrol edilmeden çekebiliriz diya Ajansın adına gönderdim” dedi. İthali müsaadeye tabi olduğu için bütün Kur’an-ı Kerimler Beyrut’a geri gönderildi.
ORTADOĞU HARBİ SIRASI
Bu sırada 1970 Arap-İsrail Harbi başlamıştı. Bizdeki bütün gazeteler, Yurtdışı ajanslardan gelen haberlerle İsrail’i tutan bir davranış içinde idiler. Sağ gazeteler ise, bu konuda ayrı bir haber kaynağına sahip olmadıklarından, gelen haberleri masa başında değiştirerek, Arap yanlısı bir çalışma yapıyorlardı. Bu konuda bizim verdiğimiz haberler, Arap basınından alındığı için; mekan, isim ve zaman bakımından doğru haberlerdi. Ayrıca Arap Askeri bildirilerinin verilmesi sebebiyle Harbin taraflarından birinin görüşlerini de yansıtıyordu.
BÜYÜK GAZETELERE HABER SERVİSİ
Diğer Ajanslara göre, bu üstünlüğümüzü kullanabilmek için bütün gazetelere günde 2 servis yapma kararı aldık. PTT den talep ettiğimiz Telex daha verilmediği için, bültenleri gazetelerin Dış Haber Servislerine elden götürüyorduk. Çoğunlukla bunu ben yapıyordum.
Geçenlerde MTTB nin toplantısında karşılaştığım Çok Değerli Kardeşim Bergama Belediye Reisi (MTTB Eski Genel Başkanı) Raşit Ürper, ajans bültenlerini kendisinin dağıttığını söyledi. Ancak, ben bunu hatırlayamadığım için yazmamıştım.
Götürdüğümüz haberlere bakan yetkili, istediklerini alıyor ve muhasebeden bedelini almamız için bize bir teslim makbuzu imzalıyordu. Haber üçretleri çoğunlukla bir ila iki hafta içinde alınabiliyordu. Haberlerimizi “Bugün”, “B.Sabah” gazeteleri dışında alan olmadı. Onlar da ödemeleri birkaç defanın dışında hiçbir zaman düzgün şekilde yapmadılar. Daha sonra da ödemeleri tamamen durdurdular. Biz de haber veremez olduk.
MİLLİYET'TE SAMİ KOHEN'İN SÖYLEDİKLERİ
Diğer günlük gazeteler, kanaatıma göre İslami bir Ajans olmamız sebebiyle bizden haber almadılar. Hiç unutmuyorum, bir gün Haberleri Milliyet Dış Haberler Servisine götürdüm. O zaman servisin başında olan Sami Kohen aldı, tek tek inceledi. Bazı haberlerin kendilerine diğer ajanslardan daha önce geldiğini, bazılarının ise daha henüz gelmediğini söyledi. Özellikle, verdiğimiz bir haberin çok önemli olduğunu, haberin doğru olması halinde iyi bir iş başarmış olacağımızı söyledi. “ Eğer bu haber diğer ajanslardan da gelirse siz iyi bir ajans olmak yolundasınız” dedi. Haber, “Ürdün Ordu Komutanının İsrail Topcu ateşi sonucu öldüğü” haberi idi. Daha sonra Türkiye Radyoları da bu haberi verdi.
Burada, Sami Kohen’in en son söylediklerini de yazarak, kurmak istediğimiz ama “erken doğum” kabul ettiğimiz ajans tecrübemizdeki doğruluğu anlamış olduk. Sami Kohen bana, “Siz Arap tarafındasınız. Verdiğiniz haberler bunu gösteriyor. Ajansınızın bütün haberleri diğer ajanslardan çok önce de verilse ben sizden haber almam. Tarafsız olun, İsrail’den de haber verin abone olalım.” dedi. Ben de “misyonumuzun bu olduğunu, İsrail haberlerini diğer ajansların yeteri kadar verdiklerini, imkanlarımızın sonuna kadar böyle gideceğimizi” belirterek Milliyette ayrıldım. Bir daha da Milliyet’e haber götürmedim.
BABAMIN GÖNDERDİĞİ PARA BİTİYOR.
Babamın gönderdiği para bitmişti. Bundan sonraki masrafları yapabilmek için, Kemal Hoca hanımının altınlarını bozdurdu. Bir süre de onunla idare edecektik. Sami Kohen’in “Siz Arap tarafındasınız” sözü, bana başka bir çağrışımı yaptı. Biz Araplarla ilgili haberleri verdiğimize göre, Türkiye’deki Arap sefaretleri bize abone olsalar, biz ajans masraflarını karşılayacak parayı bulabileceğiz
Arap Büyükelçiliklerine hitaben Ajansımızı tanıtan bir yazı hazırladım. Savaş sebebiyle Türk basınında çıkacak haberlerde ülkelerinin haberlerinin çıkmasının önemini anlattım.
Türkiye’deki Arap B.Elçilikleri Konseyinin Başkanı S.Arabistan Büyükelçisi olduğunu öğrendim. Salih Özcan Büyükelçinin en yakın arkadaşı idi. Yazıyı Salih Özcan’a götürdüm. O da B. Elçiye verdi. B. Elçi, İlk Konsey toplantısında diğer Elçilerle görüşüp bir karar alabileceklerini söylemiş.
KEMAL HOCA’NIN VERDİĞİ PARA DA BİTİYOR
İşe başlamamızın 4.ayında Kemal Hoca’nın getirdiği para da bitmek üzere idi. Ahmet Aytimur Ağabey, bize emaneten verdiği telefonun ödenmemiş borçlarını alacağı kiralara karşılık ödememizi umduğundan bizden kira almamıştı. Kemal Hoca ve Benim dışında çalışanları da işten ayırdık.
EVE GİDECEK PARA YOK, YÜRÜYEREK GİDİYORUZ
Gazetelerden alacaklarımızı tahsil edemiyorduk. Bu durumda tek ümidimiz Arap Elçiliklerinin abone olmaları idi. Devamlı aramamıza rağmen Salih Özcan’dan bu konuda bir cevap gelmiyordu. Bir süre sonra mevcut paramız da bitmişti. Hiç unutmam bir gün haberleri yazdık ve gazetelere gönderdik. Yine hiçbir satış olmamıştı. Elimizdeki son parayı da Fotoğraflarımızı tabeden fotoğrafçıya verdik. Ajansın artık çalışamayacağı kanaatine vardığımızdan işe son vermeye karar verdik. Ertesi günü toparlanıp, emanetleri Ahmet abiye teslim edip, işi bitirmek üzere evlerimize gitmek üzere dışarı çıktık.
Otobüs bileti almak için elimi cebime soktum, 50 kuruş çıktı. Bu ancak ikimizin otobüs bilet parası idi. İkimizin de aileleri vardı ve ertesi sabah için evlerimize ekmek almak zorunda idik. Otobüs bileti alırsak eve alacak ekmek paramız kalmayacaktı. 50 kuruşu, 25 şer kuruş olarak bölüştük ve Çarşıkapı’dan Fatih’e yürüyerek gitmek üzere yola çıktık.
O günkü halet-i ruhiyemi tasvir edemem. Son yıllar içinde yaşadığım olaylar gözümün önünden sinema şeridi gibi geçiyordu. 1960 ihtilali sonrası idi. Hukuk Fakültesinde okurken kaldığım öğrenci yurdundan ayrılıp, “Nur Dershaneleri”nde kalmaya başlamış, hizmet edebilmek için de Hukuk Fakültesini yarıda bırakmıştım. Ankara Örfi İdare Komutanı Org. Cemal Tural bizi çıkardığımız gazete sebebiyle Ankara dışına sürmüştü. Gittiğimiz İzmir’de çıkardığımız gazetede Org. Faruk Güventürk hakkındaki neşriyatımız sebebiyle tevkif edilip, 3 ay Buca cezaevinde tutuklu kalmıştım. Cezaevi çıkışında ellerime kelepçe vurulup askere sevk edildim. Fakültede kaydım vardı ve askerliğim tecilli idi ama, ihtilalin kudretli paşası bize gerekli dersi veriyordu. Turgutlu’da 2 yl Yedek subay öğretmenlik yaptıktan sonra Ankara’ya dönmüştüm. İstanbul’daki Risale-i Nur cemaatinin kurduğu “İttihad” gazetesinin Ankara mümessilliğinden sonra İstanbul’a geçmiş ve gazetenin mes’ul Yazı İşleri Müdürlüğünü yürütüyordum. Gazetede ortaya çıkan ihtilafta Salih Özcan tarafında olduğum için yıllardır beraber çalıştığımız kardeşlerimiz beni gazeteden çıkarmışlardı.
Risale-i Nur cemaati dışında bir çevrem olmadığından başka bir işe de girememiştim. Yeni evliydim ve belli bir hayat standardım vardı. Ajans denemesi de böylece başarısızlıkla sonuçlanınca ne yapacağımı kestiremiyordum. O güne kadar ailemle herhangi bir anlaşmazlığım olmamıştı. Bana bu konuları bırakıp, okulumu tamamlamam için baskı yapıyorlardı. Buna rağmen Onlarla görüşmek üzere Bolu’ya gitmem gerektiğini düşünüyordum.
Bu düşüncelerin verdiği dalgınlıkla farkına varmadan eve geldiğimi gördüm. Durumu eşime de anlattım. O, her işte bir hayır olduğunu, Allah’a güvenip, dayanmam gerektiğini söyleyerek beni teselli etmeye çalıştı. Geceyi nasıl geçirdiğimi hatırlayamıyorum.
AJANSI KAPATIRKEN MEKKE'DEN GELEN HABER ve YORUMUM
Sabah Ajansa geldik, eşyaları toplamaya başladık. O sırada Postacı geldi. Yurt dışından birçok yerden gazete ve dergiler gelmişti. İçlerinden biri hayatımda unutmayacağım bir hatıra oldu. Medine’de yayınlanan “El-Medine” gazetesi 1. sayfasında çift sütuna “Türkiye’de İslam Haber Ajansı Kuruldu.” Diye bizim haberimizi veriyordu.
Kemal Hoca “Biz kapanıyoruz, gazete açıldı haberini veriyor” diyerek üzüntüsünü beyan etti. Ben haberi şöyle yorumladım: “Biz bugün kapanıyoruz diye üzgünüz. Medine’den Peygamberimizin şehrinden ise bize haber geliyor “açılıyorsunuz” diye. Bu bize bir müjde. Şimdi kapansak bile, aslında devam edeceğimizin müjdesi. Üzüntümüze bir merhem. Niyetimizi bilen Rabbimizin bize teselli haberi.” Bu yorumumda yanılmadığımı şimdi anlıyorum. Kesik aralıklarla da olsa Doğu Haber Ajansı İslam aleminden haberlerini vermeye devam etti. Bu haberler için hiçbir ücret talep etmeden, sadece İslam’a, ülkemize hizmet olsun diye. Şu anda bile Kuveyt’teki iş imkanı haberlerini Türk firmalarına duyuruyor.
KAPANIŞTAN SONRA SALİH ÖZCAN'IN TEKLİFİ
Ajansın kapanmasından bir ay kadar sonra Salih Özcan beni aramış. Yanına gittim. Ajansı sordu. Kapandığımızı söyledim. “Bu ajansın imtiyazını bana sat, ne istiyorsun ?” dedi. Ben de “Kapanmış bir ajansın değeri olmaz ki. Siz masraf yapmadan Valilige vereceğiniz bir beyanname ile yeni bir ajans kurabilirsiniz.” Dedim.
Ajans için ne kadar masraf yaptığımızı sordu. 50.000 Lira civarında harcadığımızı söyledim.
“Bu parayı sana vereyim. Ajansın Müdürü olarak da maaş vereyim. Ajansı devam ettirelim” dedi. Masrafları karşılamak istemesinden, ajansımız adına Sefaretlerin abone olma kararının çıktığını anladım. “Salih ağabey, İttihad Gazetesinde sizin için yaptığım fedakarlığın karşılığını görmedim. Benim sayemde paralarınızı, çeklerinizi aldınız bize haber bile vermeden uçağa atlayıp gittiniz. Eskiden günde iki-üç kere aradığınız bizi “Siz ne iş yapacaksınız? Gelin benim Dergimde çalışın” bile demeden bırakıp gittiniz. Şimdi bizim kurduğumuz ajansa bir imkân çıkmış, bunu da bize vermek yerine kendiniz almak istiyorsunuz. 50 bin değil 50 milyon verseniz Ajansı size devretmem” diyerek ayrıldım.
Meğer Türkiye’deki Arap sefaretleri Konseyi, talebimizi incelemiş ve bütün Arap sefaretlerinin Ajansa abone olmalarına karar vermiş. S.Arabistan sefiri de bunu Salih Özcan’a bildirmiş. Konu yalnız bu kadarla da kalmamış, Suudi Arabistan Sefiri durumu kendi devletine de bildirmiş. Suudi Arabistan Hükümeti, Doğu Haber Ajansının Suudi Haber Ajansının Türkiye mümessili olmasına ve Türkiye’deki bütün masrafların Suudi Haber Ajansı tarafından karşılanmasına karar vermiş. Suudi sefiri bu kararı da Salih Özcan’a bildirmiş ki, bize haber versin diye.
Muhterem Salih Ağabeyimiz, bunun üzerine bizim ajansı almaya karar vermiş. Ben böyle direnince, kendisi Suudi Haber Ajansının Türkiye temsilciliğini kurdu. Ankara’da Meşrutiyet caddesinde mükellef bir dairede, Türk ve Suudi bayraklarının birlikte bulunduğu masada Suudi Haber Ajansının Türkiye Temsilcisi olarak işe başladılar. Başına da Astsubaylıktan emekli kendine bağlı bir muhterem kişiyi koydu. Suudi Haber Ajansı Türkiye’den ne haberler verdi, nasıl bültenler yayınladı hiç takip etmedim ve bilmiyorum. Ama, bir sene sonra temsilciliğin kapatıldığını duydum. Ben, o sırada Diyanet İşleri Başkanlığı Basın Bürosunda çalışmaya başladım. Diyanet Gazete ve Dergisinin yeniden çıkarılmasında görev aldım.Böylece, biz de DHA nın ilk etabındaki çalışmalarımıza son vermiş olduk
|