Sedat Küçükay’dan ‘Haberin Var mı?’
22.12.2009 17:18:20
Dişhekimi, emekli bir akademisyen, tıbbi direktör, televizyonda program sunuculuğu, radyo programcılığı ve tiyatro oyunculuğu. Hayatımız boyunca kaçımıza nasip olabilecek bu unvanlar Prof. Dr. Sedat Küçükay’da toplanıyor. Son olarak NTV ekranlarında hafta içi her akşam yayınlanan ‘Haberin Var mı?’ isimli günlük haber yarışma programını sunan Küçükay ile bütün bu uğraşları üzerine zevkle okuyacağınıza inandığımız bir söyleşi gerçekleştirdik. Kim bilir Sedat Hoca’nın anlattıklarını okuyunca hayatınızda bazı değişiklikler yapma kararı alabilirsiniz.
Sakarya’da dünyaya gelen Prof. Dr. Sedat Küçükay, ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla birlikte çocukluk yıllarını bu şehirde geçirdi. Pertevniyal Lisesi’ni bitiren Küçükay 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nde lisans eğitimini başladı. Fakülte yıllarını dersler yerine büyük bir tutku duyduğu tiyatro ile uğraşarak geçirdi. Oyun aralarında derslerine çalışan Küçükay, kendisini fakülteye nadir uğrayan bir öğrenci olarak tanımlamasına rağmen hiçbir yıl kaybı olmadan 1977’de mezun oldu. Bu dönemde tiyatro Küçükay’ın yaşamında önemli bir yer kaplamaya devam ediyordu. 1979 yılında asıl mesleği olan dişhekimliğine ağırlık vermeye başladı. Bir yıl kadar Almanya’da yaşayan Küçükay gerek mesleki gerekse insan ilişkileri anlamında burada çok şey öğrendi. 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nde akademik kariyere başlayan Sedat Küçükay, ilerleyen yıllarda doçent ve profesör unvanlarını aldı. Ancak bu dönemde tiyatro oynamaya hiç ara vermedi. Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun kuruluş kadrosunda yer aldı. 1994 yılından itibaren sadece dişhekimliği yaptı. Ancak belirli bir süre sonunda sadece mesleğini yapmasının kendisini yıprattığını ve yalnızlaştırdığını düşünmeye başlayarak ani bir kararla kendisini televizyon ve radyo dünyasında buldu. Yaklaşık 10 yıla yakın bir süredir de çalışmalarına bu alanlarda devam ediyor. Ya mesleği olan dişhekimliği? 2008 yılında İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nden emekli olan Sedat Küçükay, Dentistanbul Diş Hastanesi’nde tıbbi direktör olarak görev yapıyor ve Cumartesi günleri muayenehanesinde hastalarına randevu veriyor.
Dişhekimliği ve tiyatro hayatınızın büyük bir bölümünde vardı. Peki televizyon programcılığına nasıl başladınız?
Üniversitede profesör olana kadar tiyatroyu hiç bırakmadım ve mutlaka profesyonel bir oyunda oynadım. 1994 yılında oğlum Doğa’nın dünyaya gelmesiyle birlikte tiyatroya ara vererek sadece dişhekimliği yapmaya başladım. Yani hayatımda sadece mesleğim oldu. Oğlum doğunca belki de kendimi “ciddi bir aile babası” olarak hissettim, tam olarak bilemiyorum (gülüyor). Ancak belli bir süreden sonra sadece dişhekimliği yaparak yaşanmadığını anladım. Hatta mesleklerinin dışında farklı bir şey yapmayan dişhekimlerine hep hayretle baktım. Şakın yanlış anlaşılmasın, yalnızca bu tarzda bir meslek yaşamının çok zor oluğunu belirtmek istiyorum. Monotonluğun yanı sıra yalnızlık ve insanlarla uğraşmanın yarattığı yıpranmışlık mesleğimizin olmazsa olmazları arasında bulunuyor. Yanılmıyorsan başka hiçbir hekimlik dalında hastalar tarafından hekimler bu denli yıpratılmıyor. Çünkü bir dişhekimi muayenehanesinde cerrahi, tedavi, periodontolojiyi yani hemen her şeyi yapıyor. Bütün bunların sonunda da hastasını memnun etmeye çalışıyor ve üstelik yalnız başına. Bana göre bu müthiş bir başarıdır. Bu sebeple hayatım boyunca meslektaşlarımı hep başarılı bulmuşumdur ve beceremem diye dişhekimliği yapmaktan kaçınmışımdır. Anlatmaya çalıştığım bu yalnızlık ve çaresizlikten sonra 1999 yılında “kötü yola” düştüm ve televizyonda iş yapmaya başladım. O dönemlerde NTV’nin genel yayın yönetmenliğine Cem Aydın gelmişti. Kendisi benim tiyatro oynadığım dönemleri bilen biriydi ve benimle de çalışmayı çok istiyordu. Özellikle bana bir program yaptırmak istiyordu. Ben ise yapamayacağımı düşünerek hep kaçıyordum..Baktım ki sadece dişhekimliği ile olmayacak sonunda teklifini kabul ettim ve ‘Gerçek Hayatlar’ isimli bir program yapmaya başladım. Türkiye’deki meslekleri farklı bir bakış açısıyla tanıtan bir programdı. Haftada bir yayınlanıyordu ve 35 soru soruluyordu. Yani bir sohbet programından gibi değildi, dinamik bir yapımdı. Nihayetinde program sona erdi ve yine ara vermek durumunda kaldık.
2001 yılıydı ve ben yine Cem Aydın’ın kapısını çalarak “Böyle yaşayamıyorum bana bir iş verin” dedim. Kendisi de radyoda Halkın Sesi isminde yeni bir program denemek istediklerini söyledi. Bana. “Hep bizler konuşuyoruz, biraz da halk konuşsun. Onlar bir konu hakkında neler düşünüyorlar, bunu yansıtalım istiyoruz. Ama bunu yapacak deneyimli birine ihtiyacımız var. Sen yapar mısın?” şeklinde ani bir teklifte bulundu. Radyoculuğu bilmediğimi söyledim. Cem de “deneyelim Sedat Abi” dedi ve o şekilde programa başladık. Tam sekiz yıldır hiç aralıksız Halkın Sesi, NTV Radyo’da yayınlanıyor. Haftaiçi her gün 16.15-17.30 arasında yayındayız. İnsanlar tarafından çok sevilen bir program olduğunu düşünüyorum. Her programda güncel bir konuyu ele alıyoruz. Konunun uzmanı olan bir kişiden önce görüş alıyoruz, sonrasında ise insanlar telefonla bağlanarak görüşlerini bizimle paylaşıyor. Yıllar geçmesine rağmen yayını durdurmamızı gerektiren ya da RTÜK’ten ceza almamıza yol açabilecek herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmadık. Bu da insanların ne kadar saygıyla yaklaştıklarını gösteriyor ki bizler adına çok sevindirici bir tablo.
Geçtiğimiz Eylül ayında NTV ekranlarında yayın hayatına başlayan ‘Haberin Var mı?’ isimli günlük haber yarışma programıyla yeniden ekranlara döndünüz. Proje nasıl ortaya çıktı?
‘Haberin Var mı?’, yine Cem Aydın’ın 1998 yılında gündeme getirdiği ve benden yapmamı istediği bir önerisiydi. Ortada ne ‘Gerçek Hayatlar’ ne de ‘Halkın Sesi’ programları vardı. O zamanlar NTV’nin genel yayın yönetmenliğini yapan Nuri Çolakoğlu’nun aklına yatmadığı için program hayata geçmedi. Ancak Cem Aydın ile görüştüğümüzde bu programdan söz açılır ve bir türlü yapılamadığından konuşurduk. O tarihten bugüne çeşitli televizyonlarda çok sayıda yarışma programları hatta haber yarışma programları yapıldı. Ancak uzun ömürlü olmadılar. Geçtiğimiz yaz aylarında proje yeniden gündeme geldi. Ömer Özgüner ve Can Kozanoğlu ile bir araya gelerek programın formatını oluşturduk. Yalnız bundan önce de çok ilginç bir şey olmuştu. Böyle bir haber yarışma programını televizyonda yapamayınca 2006 yılında NTV Radyo’da yarışma programı yapmak istedim. Tek başıma bir ekiptim. Soruları ben hazırlıyor, doğru ya da yanlış cevaplarda çalan müziği ben koyuyor, saniyeyi de ben başlatıyordum. Bir ay boyunca bunu yaptım ve ay sonunda birinci olan yarışmacıya bir dizüstü bilgisayar hediye etmiştim. Programın adı da ‘Haberiniz Var mı?’ydı. İsmi de çok sevdiğim bir arkadaşım bulmuştu. Bu yaz Ömer Özgüner ve Can Kozanoğlu ile oturup konuştuğumuzda Ömer aynen bunu anlatarak “Abi şöyle bir yarışma programı yapsak” dedi. Ben de kendisine programın adı olarak ne düşündüğünü sorduğumda “Haberin Var mı? olabilir Sedat Abi” demişti. Bunun üzerine programı daha önce radyoda yaptığımı anlatınca çok güldük. Nihayetinde 28 Eylül Pazartesi günü ‘Haberin Var mı’ yayınlanmaya başladı.
Program hakkında biraz bilgi verir misiniz?
‘Haberin Var mı?’, hafta içi her gece saat 23.30’da canlı yayınla NTV’de ekrana geliyor. NTV izleyicisinin telefonla katılabileceği yarışmada sorulacak 5 soruyu da doğru yanıtlayan yarışmacılar sürpriz hediyeler kazanıyorlar. İlk dört soru dört adet şıktan oluşuyor. Bu sorulara doğru yanıt veren yarışmacımız sorduğumuz beşinci soruyu da bilirse hediyesini alıyor. Yarışmaya katılmak isteyenler ntvmsnbc.com’da bulunan başvuru formunu doldurmak suretiyle başvuruda bulunuyorlar.Günde 1000-2000 arasında başvuru maili alıyoruz. Gelen mailler arasından arkadaşlarımız belirli bir sıra içinde yarışmacıları belirliyorlar. Sorular NTV içindeki profesyonel bir ekip tarafından NTV ve ntvmsnbc.com’da yayınlanan haberler arasından hazırlanıyor. Soruların hazırlanması sırasında ben hiçbir şekilde bulunmuyorum. Ancak zaman zaman soruları benim de çalışmam gerekiyor. Gün içinde meydana gelen bütün haber ve gelişmeleri bilmenizin dışında saat 21.00 itibariyle soruların arka planını çalışıyorum. Ödüllerimiz ise çok güzel. Hediye olarak bir oyun konsülü Play Station 3, 10 megapiksellik bir fotoğraf makinesi, dizüstü bilgisayar ve N 97 veriyoruz. Hediyeleri zaman zaman değiştiriyoruz. Para ödülü hiç düşünmedik.
Programa ilişkin olarak ne tür tepkiler alıyorsunuz?
‘Haberin Var mı?’ esasında son derece basit, gündemi takip edip etmediğinizi sınayabileceğiniz bir program. Ben sürekli olarak yarışma formatında bir haber programı yapmak istediğimi söylüyordum. O yarışmayı izleyen insanlar hem ekranın başında sıkılmayarak iyi vakit geçirsinler hem de o gün olan biten bir şeyler akıllarında kalsın istiyordum. Nitekim sürekli olarak olumlu geribildirimler alıyoruz. Bazı izleyiciler hiçbir haber bülteni izlemeseler bile yarışma sayesinde o gün olup bitenler hakkında bilgi sahibi olduklarını söylüyorlar. Sonuçta ‘Haberin Var mı?’ yeni bir program. Eleştiriler yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Herhangi bir okuyucu olarak ntvmsnbc.com’a girerek eleştirilerinizi gönderebiliyorsunuz. Açıkçası eleştirilerden yararlanmak da istiyoruz. Programın belki formatında ve içeriğinde zamanla değişiklikler olabilir. Sonuçta önemli olan herkesin olmasa bile çoğunluğun severek izleyebileceği bir şeyi sunmak istiyoruz.
Yarışma esnasında sizi etkileyen yarışmacılar oluyor mu?
Elbette oluyor. Geçenlerde (Kasım ayı içinde) Manisa’dan Hanımşah isimli bir hanımefendi yarıştı. Ailesinin kısa birr süre önce Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç ettiğini anlattı. Altı kızının ve yine altı pırlanta gibi damadının olduğundan bahsetti. Bütün bunları anlatırken son derece aydın, kendini düzgün bir şekilde ifade eden ama aynı zamanda ‘ev hanımıyım’ diyebilecek kadar mutevazı birinin programa katılarak yarışması beni çok mutlu etti. Ödül de kazandı, yanlış hatırlamıyorsam bir dizüstü bilgisayar aldı. Programın sonunda da damatlarının ailelerine teşekkür etti. Bunları görünce insan ister istemez çok keyifleniyor.
Mesela dün akşam (18 Kasım Çarşamba) yeni evli mali müşavir bir bayan ile yarıştık. Bir mali müşavirin verdiğimiz hediyelere çok ihtiyacı olmadığını düşünebiliriz. Ancak sorulan beş soruyu bildiler ve büyük bir sevinç çığlığı attılar. Ben de onlara “Bu çığlık başarılı olmanın ve kazanmanın bir göstergesidir” dedim.
Bu arada yeniden tiyatroda oynamaya başladınız. Biraz da bu gelişmeden bahseder misiniz?
Dentistanbul’daki görevim, muayenehanemdeki hastalarım, ‘Halkın Sesi’ ve ‘Haberin Var mı?’ yetmezmiş gibi geçen yıl yeniden tiyatroda oynamaya başladım. Oyunumuzun ismi de ‘Yalancının Resmi’. Memet Baydur’un yazdığı, Özcan Alpar’ın yönettiği, Alev Aykent ile benim oynadığım iki kişilik oyun. Geçtiğimiz Mayıs ayında ilkini sahneledik, ardından 4-5 defa oynadık. Ara ara Caddebostan Kültür Merkezi’nde oynuyoruz, ayrıca Oyun Atölyesi’nde sahneleyeceğiz. Kasım-Mayıs dönemi arasında oynamayı planlıyoruz. Müziklerini İnce Saz’ın kurucularından Cengiz Onuralp yaptı. Kendisi çok önemli bir müzik insanıdır. Dekorlarını Murat Aydın yaparken Erdoğan Bayrakoğlu teknik sorumluluğu üstlendi. ’Yalancının Resmi’ Memet Baydur’un çok keyifli oyunlarından biri. İki saate yakın sürüyor ve sahne üzerinde iki kişi performans gösteriyor. Özcan Alpar’ın, Alev Aykent’in ve benim olgunluk dönemi oyunu oldu. Çünkü biz üçümüz 1980’lerin başında birlikte oynamıştık. Yılar sonra yeniden bir araya geldiğimizde oyunculuk anlamında her birimizin farklılaştığını ve bir yerlere geldiğimizi fark ettik. Oyun için bir yıl çalıştık. ‘Yalancının Resmi’ hayattaki paylaşımlarımızı anlatıyor. Kendi dünyalarına sıkışıp kalmış bir kadın ve erkeğin, metaforik anlamda nasıl birbirlerine yaklaştıklarını yansıtıyor. Adamın biri parkta bir kadını görür. Aralarında bir sohbet başlar. Adam bu sohbette, Picasso, Nazım Hikmet gibi ünlü kişileri tanıdığından bahseder. Bu durum kadının ilgisini çeker. Sahnede dört mevsimi görebiliyorsunuz. Seyirci ise adamın anlattıklarının gerçek olup olmadığını sorgulamaya başlayacak.
Bunca yoğun temponun altından nasıl kalkıyorsunuz? Meslektaşlarınız olan dişhekimlerine vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Valla dişhekimliğini yapan birinin her şeyi başarılı bir şekilde yapabileceğine inanıyorum. Dişhekimliğiyle uğraşan birinin mutlaka başka bir uğraşla, mesela bir hobiyle ilgilenerek yaşadığı stresi atması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dişhekimliği stresli ve yeniliklerin günden güne takip edilmesini zorunlu kılan bir alan. Sadece dişhekimliği yaparak hayat geçmez. Bu kadar işi başarabilmemin en büyük sebebi hayatı en iyi biçimde yaşama isteğimdir. İnsan uğraştığı işlerden hoşnut oluyorsa hiçbir zorluk yaşamıyor ve başarılı oluyor.
Röportaj: Özgür Çilek - VYG Haber Merkezi
YORUM
Bir koltukta çokça karpuz taşıma becerisini gösteren Hocamızı kutlarım.Saygılar.Abdurrahim BARIN
Gn.Bşk.
T.Ulaş İş
www.ulasissendikasi.com
Abimin desteğiyle ev aldım depremde değerini anladım Güncel 31.07.2008, Perşembe Nurten Erk Tosuner bu hafta Dentistanbul’un Tıbbi Direktörü olan Prof. Dr. Sedat Küçükay’ın ailesiyle birlikte 11 yıldır yaşadığı Acıbadem’deki dairesine konuk oldu. Aynı zamanda tiyatrocu da olan Küçükay, 1997 yılında önce pahalı bulduğu daireyi kredi kullanmadan ağabeyinin desteğiyle aldığını belirterek, "1999 depremi öncesinde bu siteye çok ilgi yoktu. Fiyatlar deprem sonrasında üçe katlandı. Biz de evimizin sağlamlığını ve değerini bu depremde kötü bir tecrübeyle görmüş olduk" diye konuşuyor.. AĞIZ ve diş sağlığı alanında hizmet veren Dentistanbul’un Tıbbi Direktörü olan aynı zamanda tiyatroyla da ilgilenen Prof. Dr. Sedat Küçükay, 11 yıldır Acıbadem Caddesi’ndeki İbrahim Ağa Konutları’ndaki dairesinde oturuyor. Uzun yıllardır Anadolu Yakası’nda Acıbadem semtinde yaşayan Küçükay, şu anda oturduğu siteyi de yapım aşamasında epey izlemiş. Sonra da yapılan daireleri gezmiş. Aslında önce çok pahalı bulmuş. Ancak ikinci çocukları doğduğunda oturdukları ev yetersiz kalmış. Eşi Işıl Hanım ile birlikte Acıbadem’den de ayrılmak istemedikleri için bu siteden 1997 yılında bir daire almaya karar vermişler. Üç oda bir salon bir daireyi almışlar. Sedat Küçükay’ın oğlu Doğa 15, kızı Irmak 12 yaşında. DEPREMİ BU EVDE YAŞADIK Sitenin 99 depreminden önce yapılmış olmasına rağmen Deprem Yönetmeliği’ndeki standartlara göre inşa edildiğini söyleyen Sedat Küçükay, şöyle konuşuyor: "99 depreminde ailemle birlikte evdeydim. O yıla kadar deprem bizim için çok şey ifade etmiyordu. 99 depreminden sonra birçok şeyi öğrenmek zorunda kaldık. 99 öncesinde bu siteye çok ilgi yoktu. Deprem sonrasında birden bire ilgi arttı. Fiyatlar deprem sonrasında üçe katlandı. Biz de evimizin sağlamlığını ve farkını bu depremde kötü bir tecrübeyle görmüş olduk." Evi satın alırken banka kredisi kullanmadığını ancak ağabeyinden destek aldığını söyleyen Küçükay, "İhtiyacı olan insanlar için kredi inanılmaz bir kaynak. Ancak kredi faizlerini çok yüksek buluyorum" diyor. Memur çocuğu olmasının da etkisiyle küçüklüğünden beri bir ev alma düşüncesinin olduğunu belirten Küçükay, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bana hep çok kazanıyorsun çok harcıyorsun diyorlar. Hayatım boyunca biriktirmeye yönelik olmadım. Ama çocukluğumdan beri bir ev alma düşüncem hep oldu. Babam memurdu, emekli ikramiyesinin üzerine kredi alarak bir ev sahibi olmuştu." EVDE ÇOK AZ KALABİLİYORUM "Hayatım boyunca eve hiç akşam saat 5-6 gibi gelmedim, geldiysem de kendimi çok sağlıksız hissettim" diyen Sedat Küçükay, akademik kariyeri ve tiyatronun çok zamanının aldığını söylüyor. Küçükay, tiyatrodan biraz uzaklaştığında ise kendisini muayenehanesine vermiş. Günde tek bir iş asla yapmamış, ama yapanlara da her zaman imrenmiş. Evde çok az vakit geçirebildiğini söyleyen Küçükay, "Evdeki en büyük lüksüm büyük ekran televizyon" diyor. Akademik kariyeri boyunca eve gelince mutlaka işle ilgili bir şeyler okumak durumunda kaldığını belirten Küçükay, şöyle konuşuyor: "Çocuklarımla haftada birkaç kez büyük bir kitapçıya gideriz. Çocuklara alışverişte tek dur demediğim andır. İstedikleri kitapları alırlar, ben de okumak istediklerimi alırım." Türkiye’de ev sahibi olmak bir statü TÜRK toplumunda ev sahibi olmanın önem taşıdığına dikkat çeken Sedat Küçükay, "Oysa insanlar yurtdışında bunu çok dert etmiyor. Türkiye’de ise ev sahibi olmak bir statü" diyor. Gayrimenkulün görebildiği en iyi yatırım aracı olduğunu söyleyen Küçükay, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bence emlak Türkiye’de hiç düşmüyor. Türkiye’deki en iyi yatırım aracı. Ama ben çocuklarıma yatırım yapıyorum. Kazancımı onlara yatırıyorum. Babam da memur maaşıyla beni ve kardeşlerimi okutmuştu. Ben ’Çocuklarıma yatırım yapıyorum’ derdi. Ben de öyle yapıyorum." Nurten Erk TOSUNER