ALİ MURAT GÜVEN İstanbul
Sultançiftliği`nde bir meşrubat firmasının bölge bayiliğini yapan
Mikdat Konak, çevresinde sevilen, sayılan ve ticari başarılarıyla hayranlık uyandıran genç bir işadamıydı. Firmasında düzinelerce personel istihdam eden ve işi gereği büyük bir araç filosuna sahip olan
Konak, 1997 yılı
Aralık ayında, biraz da yüreğindeki gençlik heveslerine kulak vererek 1998 model lüks bir araç satın aldı. Bayisinden sıfır kilometrede teslim aldığı bu araç, o dönemde kalite ve güvenlik standartları açısından parmakla gösterilen modellerden biriydi.
Astronomik bir bedel ile satın aldığı bu otomobili özellikle ön tarafında iki hava yastığı olması ve sağlam kasası nedeniyle tercih eden genç işadamı, aracının keyfini ise yalnızca beş ay sürebilecekti. Korkunç kazadaki acı sürpriz Mikdat Konak, kazanın gerçekleştiği 16
Mayıs 1998 tarihini `hayatının karardığı gün` olarak tanımlıyor. Yaşadıklarını dinledikten sonra ise hiç de haksız olmadığını görüyoruz.
O gün sabahın erken saatlerinde dağıtıcılığını yaptığı meşrubat firmasının depolarından dönerken,
TEM otoyolu
Gaziosmanpaşa sapağında direksiyon hakimiyetini kaybederek bariyerlere çarpar genç adam. Çok güvendiği otomobilinin ön cephesi bir kaç saniye içinde dehşet verici bir görünüm almıştır. Konak ise ağır yaralı ve baygındır, bir süre sonra olay yerine gelen polis ve itfaiye ekipleri kazazedeyi güçlükle çıkartırlar aracın içinden.
Bu arada, binlerce kişinin sahip olabilmek için can attığı son model aracın hava yastıklarının açılmamış olması, olay yerindeki polislerin de dikkatini çekmiştir.
Direksiyon ile sürücü koltuğu arasında hiç bir koruma önlemi oluşmadığı için ölümcül darbeler alan Konak, hastaneye götürülmesi sırasında da geleneksel taşıma hatalarının kurbanı olacaktır.
Genç adam, bir kaç gün sonra gözlerini açtığında ise acı gerçeği öğrenir.
Kaza sırasında omuriliği zedelenmiş ve bunun sonucunda da felç olmuştur. Tedavisi tam bir yıl süren ve bu süre zarfında akıl almaz acılar çeken Konak, kısmen düzelir ancak bir daha hiç ayağa kalkamaz. Hayatını bundan böyle 24 saat yatakta ve hastabakıcılarının yardımlarına bağlı olarak sürdürecektir.
Bilirkişi çelişkileri
Olay üzerine açılan davada mahkeme tarafından davet edilen makine yüksek mühendisi bilirkişi
Doç.
Dr. Mesut Özgürler, 16
Temmuz 1998 tarihinde duruşmaya yazılı görüşünü sunar. Hazırlanan teknik rapor son derece açık ve nettir. Önden aldığı sert darbeyle akordiyona dönen aracın aktif gergili emniyet kemerlerinin gergi sistem fişekleri bile patlamış, ancak aracın hava yastığı fişekleri inatla `uyumuştur`. Bilirkişi, `aracın hava yastıklarının açılması gerektiğini, ama açılmadığını` bildirir mahkemeye. Bunun üzerine davalı otomotiv firmasının avukatları hemen kanuni haklarını kullanır ve yeni bir bilirkişi raporu isterler hakimden. 20 Mayıs 2000 tarihinde mahkemeye sunulan yeni rapor ise üç profesörün imzasını taşımaktadır:
İTÜ makine
Fakültesi Otomotiv Anabilim Dalı elemanları
Prof. Dr. Ali Göktan, Prof. Dr. Murat
Ereke ve Prof. Dr. Turgut
Özaktaş. Bu üçlü bilirkişi raporu kaza anı dinamikleri üzerine uzun uzadıya teknik bilgiler verdikten sonra şu ilginç cümleyle bitmektedir: `Yukarıda yapılan açıklamalara göre, meydana gelen olayda hava yastıkların açılmamış olmasının üretimden kaynaklanan bir eksiklik ve hata olup olmadığı konusunda bir karara varılmamıştır.` Ardından, 22
Kasım 2000 tarihinde mahkemeye sunulan üçüncü bir bilirkişi raporu işleri daha da arapsaçına çevirir. Bu defaki raporda isim ve imzaları bulunan üç yeni bilirkişi ise en başa dönüp, kazanın oluş biçimini tartışmaya açmıştır. Aracın bariyerlere çarpmadan kendi çevresinde takla atması durumunda yastıkların açılmayacağını, bunun da kullanıcı tarafından önceden bilinen bir sonuç olduğunu bildirmektedirler. Oysa hem polis raporları hem de enkazın görünümü, kazanın önden alınan şiddetli bir darbeyle oluştuğunu tartışma götürmeyecek kadar açık şekilde kanıtlamaktadır. `İsterse parasıyla
Almanya`ya gönderebilir` Maddi ve manevi açıdan sıfırı tüketen Mikdat Konak son çare olarak mahkemeden, açılmayan hava yastık sisteminin yerinden sökülüp Almanya`daki üretici firmaya gönderilmesini talep eder. Davalı taraf ise bu konuda `gayet pişkin`dir, mahkemeye sundukları dilekçede `
Davacı 1500
Euro inceleme ve ulaşım masrafını öderse, enkazdaki ilgili parçaları söküp Almanya`ya göndeririz` cevabını verirler. Aylık tedavi ve bakım masrafı 9 bin doları bulan Konak ise, `Elimdeki son maddi gücü hayatta kalmaya harcıyorum, hayatımı mahveden bir cihazın arızalı olup olmadığının tesbitini de yine cebimden yaptıracak imkanım kalmadı` diyor. Konak`a göre, davaya bakan hakim de, özünde hiç de karmaşık olmayan böyle bir olayın bu denli arapsaçına çevrilmesinden duyduğu rahatsızlığı gizlemiyormuş.
Yargıcın`şikayeti karara bağlayacak örnek bir hukuksal norm bulamadığını` söyleyen Konak, mahkemenin ayrıca bu olaya ilişkin net teknik açıklamalar getirecek bilirkişi bulma konusunda da sıkıntı çektiğini söylüyor. Tabii, beşinci yılını geride bırakan tüm bu karmaşık hukuksal süreç üretici firmanın fazlasıyla işine geliyor ve bu olayda ortaya çıkan çözümsüzlük durumu,
Türk tüketicilerinin dünya otomotiv devleri karşısında `haddi aşan hak arama girişimlerinde` bulunmamaları için yalnız bugüne değil, geleceğe de yönelik hayli anlamlı bir uyarıya dönüşüyor.
Üretici firma: `Bizi oraya buraya şikayet edip durma!`
Arızalı aracın üreticisi olan uluslararası firma, Mikdat Konak`ın sesini duyurabilmek için zaman zaman medyadan medet ummasına da oldukça öfkeli. Pek çok batı ülkesinde olduğu gibi, bu üzücü olaydaki sorumluluğunu (sözkonusu sorumluluğun oranı düşük bile olsa) iyi niyetle kabul edip hayatı mahvolan müşterisine dostane bir anlaşma teklif etmesi mümkünken, bizim firma ise hukukçularını kazadan sonra yatalak kalan Konak ile mücadele etmeye yönlendirmiş durumda. Oysa, dava henüz sonuçlanmamasına karşın, enkaz üzerinde yapılan bütün teknik incelemeler, önden çok şiddetli bir darbe alan aracın hava yastıklarının açılmadığı gerçeğini açıkça ortaya koyuyor. Dolayısıyla, davacı tarafın iddianamesindeki ana suç zaten sabit ve davanın bundan ötesi de firmanın üretim ya da montaj kusurunun gerçek oranını tesbit etmekten öte hukuki bir anlam taşımıyor. Bilindiği gibi
AB üyesi ülkeler ve
ABD`de bu tür yüksek prestijli firmalar, aleyhlerine açılan benzeri davaların sonuçlarını dahi beklemeksizin, sırf uluslararası saygınlıklarını korumak adına mağdurun yanında yer alıyor ve onun yitirdiklerinin en azından maddi boyutunu tazmin etme yoluna gidiyorlar. Bu olaydaki muhatap firma ise 23
Ağustos 2002 tarihinde mağdura noter kanalıyla sert bir ihtarname gönderiyor ve `basın-yayın organlarında firmaları aleyhine konuşmalar yapmayı terketmemesi halinde karşı dava açmakla` tehdit ediyordu. Mikdat Konak kazadan sonra
İstanbul International Hospital`de tam bir yıl tedavi görmüş, ardarda 22 ameliyat geçirmiş ve yakınları tüm aile servetini yok pahasına satarak hastaneye toplam 500 bin
Alman markı ödemişti.